Eraslan Özkaya...
Onu birkaç hukuk adamından sorduk. Hepsi aynı şeyleri söylüyordu. Son derece onurlu, namuslu, mesleğini iyi bilen, çok çalışkan ve düzgün bir hukuk adamı.
Bir hukuk profesörü ilaveten şunları söyledi "Önüne çuvalla altın bıraksanız tenezzül etmeyecek birisi."
Zaten onun başkaları gibi ne 1 milyon dolarlık villası, ne pahalı bir otomobili, ne de bir yatı vardı.
40 yıllık çaba karşısında hala borçlu olduğu mütevazi bir ev ile değersiz bir yazlık. Hepsi bu...
Basın hakkında öyle şeyler yazdı, öyle çirkin yakıştırmalarda bulundu ki sonunda 40 yıllık şerefli bir maziyi birkaç günde sıfır edip Özkaya'yı hastahanelik ettiler.
Hayatını mesleğine, devletine adamış ve hakkederek en üst makama gelmiş birini, rüşvet aldı, yalan söyledi diyerek dünyaya küstürdüler.
Dikkat ediyorum, esas durulması gereken kişilerin, esas suçun üzerinde kimse durmuyor, sadece Özkaya'nın "etik" davranmadığı konuşuluyor.
Yargıtay Başkanı'nın devletin bekası için önemli görevleri bulunan bir kuruluşuna, yani MİT'e ve onun mensuplarına değer vermesinden doğal ne olabilir?
Hayatı kanun kitaplarının arasında geçen temiz bir insan, bu girift ve karanlık ilişkileri nasıl bilebilir?
Hırsızların, arsızların, hortumcuların, üç kağıtçıların itibar gördüğü bir düzende şerefli bir emekliliğe 3 ay kala yazık ettiler Eraslan Özkaya'ya.
Olayın diğer oyuncularını iyi tanımasam ve başımdan aynı tip olaylar geçmese, belki ben de onun en azından "etik" davranmadığına inanacağım.
Ama ben onları çok iyi tanıyorum, onlar da bunu biliyorlar.
Biliyorsunuz, MİT Müsteşarı ve ekibi hakkında bazı değerlendirmeler yapınca hemen dava açıp yıldırmaya çalışıyorlar.
Bu sadece görünen ve bilinen kısmı.
Devamlı takip etmek, benim ve yakınlarımın telefonlarını dinlemek, hakkımda düzmece raporlar hazırlamak, benimle görüşen dostlarımı tehdit etmek, silah ruhsatı verdirmemek gibi her türlü kirli operasyona tabi tutuluyorum.
Neden? Çünkü ben onlar için, karanlık ilişkilerini, mazilerini, yaptıklarını en iyi bilen, burnunu sürtemedikleri inatçı bir kabusum...
Yine de beni seven, bana güvenen kişiler var da her türlü riski göze alıp beni olan bitenden haberdar ediyorlar.
Silah ruhsatı verdirmemek konusunda belki haksızlık ediyorum. Tabii ki MİT Müsteşarı silah ruhsatı verme makamı değil. Ama mafyaya kırmızı pasaport, hüviyet verilince, ben silah ruhsatı da verdirebilir diye düşünüyordum, yanılmışım.
Evet dava açıyorlar. Açıyorlar da ne oluyor? Dava açtıktan üç gün sonra haklarında söylenenleri teyit eder şekilde "Çakıcı" ilişkileri ortaya çıkınca maskeleri düşüyor. Peki maskeleri düşünce ne oluyor.
Hiç...
Şimdi size isim vermeden bize anlatılan büyüklere mahsus bir masalı nakledelim, uygun gördüğünüz isimleri siz bu masala monte edin.
Avrupa Birliğine namzet Kocakulaklar ülkesinin başkentindeki ünlü bir işadamının, bir zamanlar medya patronu olmak isteyen ünlü bir müteahhitten alacağı varmış. İş adamı bu alacağının tahsili için yakın dostu olan 'Habercibaşı'ndan yardım istemiş.
Habercibaşı, başka ülkelerin postaladığı terörist paketleri taşımakla ve taşeronsuz iş yapmakla tanınmış, medyadan başka kimseyi takmayan, zaman zaman büyük, zaman zaman da çok küçük laflar eden, karısından başkasından korkmayan, medyatik güçlü bir şahısmış.
Habercibaşı alacağın tahsili için ülke dışında generalliğe terfi ettirilen yetenekli yardımcısı Karanlık İşler Başkanı'na talimat vermiş.
Karanlık İşler Başkanı, Habercibaşı organizasyonunun bordrosundan maaş alan ve ülkenin yarısını bacağından, ayağından vurdurup sakat bıraktığı için "Ayakçıbaşı" olarak tanınan ünlü bir çete reisine haber salmış ve "adamı arasın, senin üzerine karakutu gibi çökerim desin" diye talimat vermiş.
Bu arada Ayakçıbaşı'nın da uzun yıllardan beri tanıdığı ve zaman zaman bazı 'ayak' işlerini yaptığı Habercibaşı'ndan, hukuki işleri ile ilgili küçük bir ricası olmuş. Habercibaşı bu işi halletmesi için Karanlık İşler Başkanı'na talimat vermiş.
Bu gelişmeler sırasında Kocakulaklar ülkesinin en büyük kulaklı asayiş amiri, çete reisi Ayakçıbaşı'nı kontrol altında tutuyor, attığı her adımdan haberdar oluyor ve kaydediyormuş. Bu meyanda Karanlık İşler Başkanı'nın çete reisiyle irtibatını ve ülkenin Hukuk İşleri Başkanlığı'nda Ayakçıbaşı lehine yürütülen faaliyetleri de kayda almış. Ayakçıbaşı'nın yurtdışına kaçması ve İstanbul Hukuk İşleri Bürosu'nun soruşturma açması üzerine asayiş amiri bu kayıtları Hukuk İşleri bürosuna vermiş.
İşler bundan sonra karışmış. İstanbul Hukuk İşleri Bürosunun Karanlık İşler Başkanını sorgulamak istemesi üzerine Asayiş Amiri tarafından verilen kayıtlardan haberi olmayan Habercibaşı, "Karanlık İşler Başkanı Kocakulaklar ülkesinin yüce menfaatleri ile ilgili bir cinayet olayını çözmek üzere tarafımdan görevlendirilmiştir. Sakın ola dokunulmaya." diye bir ferman yazıp yollamış ve olayı kapatmış. Ne var ki Hukuk İşleri Başkanını alaşağı etmek isteyen Babıali ahalisi olayı alevlendirince bütün kayıtlar ortaya çıkmış ve ortalık yeniden karışmış. Bunun üzerine Habercibaşı, "Bizde yalan yok. Benim adamım hayatında hiç yalan söylememiş, şeffaf biridir. Ben bozacıysam o da şıracı sayılır. Ben ona kefilim. Hukuk İşleri Başkanı yalancının biri. Ayakçıbaşı 15 sene önce bizim bordromuzdan çıktı. Bu hesap burada bitmez. Kim bu kayıtları ortaya çıkardıysa hesabını verecektir. Hukuk çözemezse biz çözeriz" diye kükreyerek olayı yeniden örtbas etmiş. Kocakulaklar ülkesi şimdi merakla ne olacağını bekliyormuş.
Ne karışık bir masal değil mi?
Yazıya son vermeden önce aklıma takılan bir konuyu sormak istiyorum.
Başta Ertuğrul Özkök ve Fatih Altaylı olmak üzere, medyanın bazı önemli isimleri, Şenkal Atasagun'un gelişi ile MİT Müsteşarlığı'nın medeni, şeffaf bir veçhe kazandığını, çok başarılı bir kuruluş haline geldiğini yazıyorlardı.
Çakıcı bağlantılı bu son olayda Müsteşar ile ilgili hiç bir yorumda bulunmadılar, suskun kaldılar.
Yoksa bu ilişkileri normal mi görüyorlar?
Bu konuda ne düşündüklerini çok merak ediyoruz... |