Header $articleheadline_he$ "ArticleHeadline" Detay Sayfa Header

 

 

     

 

 

 
2021-08-24

Detay Sayfa

Tüm Dosyaların Listesi

News Database Template Page Example

Şenkal Atasagun - İlaveler, Düzeltmeler

12/8/2000 - 11:00 - AtinÄ°lgili BaÄŸlantı Yorumlar Bu Yazıyı Bir Tanıdığına Yolla Bu Yazıyı Yazdır  

      

Benim de Diyeceklerim Var...

Sonunda Faruk Bildirici'nin kitabının Şenkal Atasagun bölümünü okudum. Kitabı okumadan bir şey yazmak istemedim.

Düz, Köşesiz

Öncelikle Faruk Bildirici'nin, kitabının "Şenkal Atasagun" bölümünü, elindeki malzeme ve kendisine anlatılanlarla oldukça tarafsız bir dille yazdığını ifade etmek lazım. Dikkat çeken bir kaç hususun altını çizmeyi ihmal etmemiş. Bu bakımdan kendisini kutluyorum.

Biraz da çaresizlik bildiren bir hareketle ellerini iki yana açtı emekli MİT mensubu, "Ben size yarın en yakın arkadaşını da tanıştırayım, ama o da anlatacak pek öyle fazla bir şey bulamayacaktır; düz, köşesiz, sivrilikleri olmayan bir insandır Şenkal, size yazacak pek bir şey çıkacağını sanmıyorum..."

Evet, Aktüel Mecmuasında Sinan Hıncal "İyi kaleci yer tutar" başlıklı yazısına böyle başlamıştı. Atasagun'un kısa ve öz bir tarifi.

Benim tanıdığım Şenkal Atasagun da hakikaten düz, iddiasız, sportif faaliyetler dışında herhangi bir sivriliği olmayan, rahatını seven, fazla çalışmaktan hoşlanmayan, biri idi.

Tekrar Sinan Hıncal'ın yazısına dönerek ve bu yazıda yer alan bazı ilginç pasajlara yer vererek devam edelim:

"Yumurtacı Şenkal

... Türkiye'nin "seçkinler"i arasında yerini almak üzere Galatasaray Lisesi'ne girdi. Ama liseyi "çift dikiş"lerle 21 yaşında, "baba" öğrenci olarak bitirdi...

Ateş Ünal Erzen, Atasagun'un lisede en ön plana çıkan yönünü, futbolculuğunu hatırlıyor: "Mezun olana kadar, birkaç dönem okul takımının kalecisiydi, 'Yumurtacı' derdik."

Kendini sıkmayı fazla sevmeyen bir tarafı olmalı; rahat, hırstan uzak bir yani. İpuçları var, yoksa bütün arkadaşlarının "çok iyi ve başarılı bir öğrenciydi" diye hatırlamasına rağmen lisede kaybettiği yıllar nasıl açıklanır...

Genç Şenkal bu gecikmeyi kapatmanın yolunu yükseköğrenimde arayacak, dört yıl okuyup bir lisans programını bitirmeyi göze almayıp iki yıllık bir "ön lisans" programıyla yetinecekti.

... Grenoble'da oda ve okul arkadaşı olan Mehmet Celali Aslıer "Dışişleri'nde bir yer istiyordu. Galatasaray'dan sonra Mülkiye, Maliye veya Siyasi bölüm, sonra Dışişleri Bakanlığı'nda büyükelçiliğe kadar gelebilmek" diye hatırlıyor.

Aslıer'in anlatımıyla: "Şenkal'ın karakterli bir şekilde sevdiği bir insan vardı. Ve aslında o zaman en büyük ideali, tek ideali Türkiye'ye bir an önce dönüp onunla yuva kurmaktı. Dışişlerini filan hep onu Avrupa'da, Amerika'da gezdirebilmek, onun önemli birinin eşi olması için düşlerdi. Bunu da yaptı. İnci Hanım'dı yanlış hatırlamıyorsam, evlendi onunla."

Kendi ufak dünyasında mutlu, memleketi kurtarmak, çok zengin olmak gibi hırsları olmayan, dingin, yalın ruhlu bir genç adam tarifi.

Atasagun'un eşine olan aşkına, bugün iki çocukla süren bu evlilikteki ilişkiye başkaları da dikkat çekiyor. Ve belki de genç Şenkal'ı dışişleri hayalinden vazgeçirip MİT'e razı eden de bu "bir an evvel" yuva kurma arzusu oldu.

... MİT'teki kariyer çizgisine bakıldığında, bir MİT mensubu için olağandışı çok ve uzun yurtdışı görevlerde bulundu. Mesleğinde ilerledikçe terfi ve taltif edilecek, ancak kimi zaman da bu terfi ve taltif, bir anlamda "ödüllendirerek geri hizmete çekme" demek olan yurtdışı görevle birleştirilecekti. ... Müsteşarlık görevine çağrıldığında yine, "MİT Londra Temsilciliği" gibi bir "ödüllü geri hizmet"teydi.

Böyle böyle ortaya bir portre çıkıyor: Hayatı kolay tarafından alan, moralini kolay kolay bozmayan, öte yandan da "sorunların pratik çözümlerini bulan, disiplinli, prensipli, sistemli" bir adam. 31 yıl önce bir çömez olarak başladığı işinde, şimdi en başta. Dönüp arkasına baksa bir arpa boyu yol gitmiş olduğunu görecek."

Özetlersek, çok başarılı geçmeyen bir tahsil hayatı, biri gerçekleşen iki büyük düş: "Dışişleri" ve "eşi İnci", başarılı bir kalecilik dönemi, iddiasız ve hiç bir şeyi fazla ciddiye almayan bir yapı, Dışişleri hayalinin gerçekleşmemesi üzerine MİT'e giriş, İstanbul ve Ankara dışında uzun bir yurtdışı görevi ve bir arpa boyu yol.

Yazıdaki küçük bir yanlışı düzelteyim. Atasagun çiftinin çocuğu yok. Onlar başka bir sevgiye ihtiyaç duymayacak kadar birbirlerini seviyorlar.

Benimsedi

Şenkal Atasagun, Sönmez Köksal MİT Müsteşarı olana kadar, yukarıda çizilen kişiydi. Yani fazla hırslı olmayan, çalışmayı sevmeyen, çalıştığı yerlerde iz ve eser bırakmayan, günlük yaşayan biri.

Sönmez Köksal müsteşar olunca, onun teşkilat içinde en yakın arkadaşı ve aile dostu Şenkal Atasagun da önem kazandı. Köksal ona güveniyor ve her konuda fikrini alıyordu.

Tayin ve terfilerde en etkili kişi durumuna gelen Ankara Bölge Başkanı Şenkal, bir anda gölge müsteşar kimliği kazandı ve bu rolü gayet rahat benimsedi. Kendinden kıdemli olanlar, ona karşı dikkatli ve ölçülü davranıyorlar, ancak makamını aşan davranışlarına ve lüzumsuz çıkışlarına, hatta bazı zamanlar azarlar gibi konuşmasına içten içe diş biliyorlardı.

İşte ben bu sıralarda, Antalya'ya eşi ile tatile gelip, bir müddet bizimle kalan Şenkal'ın önerisi üzerine tekrar teşkilata döndüm. O tarihte Antalya'da bir kısmı "Dünya Bankası Kredisi" ile 850,000 dolara kurulan ve üçte bir hissesi bana ait olan, modern bir buz fabrikasını yönetiyordum.

Yeni tesis edilen fabrika, henüz oturmuş, gelir getirmeye başlamıştı. Geleceği olan, iyi bir işim vardı. Dünya Bankasının Ankara'daki temsilcisi fabrikayı gelip görmüş ve beğenerek tebrik mektubu yollamıştı. Genelde fabrika kurulması için verilen kredilerin yerinde kullanılmadığını bilen ve fabrika yerine ahır görmeye alışık olan temsilci, yazısında istediğimiz taktirde yeni krediler açılabileceğini belirtiyordu.

Şenkal'la Belçika'da iken birkaç kez telefonla konuşmuştuk. Hem Hiram Bey'in şehit edilmesinin akabinde, hem de daha sonra.

Ayrılacaktı

Esasında döndüğü zaman teşkilattan ayrılmak niyetindeydi. Benden telefonda arkadaşı Ünal Aysal'ın, Antalya'daki Turistlik Tesislerin güvenliği ile ilgili büyük bir şirket kuracağını belirterek, bu konuda yardımcı olmamı istedi. Dönünce kendisi de burada çalışacaktı.

Yakın dostu Sönmez Köksal'ın MİT Müsteşarlığına atanması ile bu proje gerçekleşmedi.

Faruk Bildirici kitabında Şenkal'ın Antalya'ya gelişi ile ilgili şunları yazmış:

"O günlerde polisin Ankara'daki bir Dev-Sol hücre evine yapılan baskında Mehmet Eymür'ün öldürülmesine ilişkin planlar bulundu. Cinayet planları son derece ayrıntılıydı. Üstelik Eymür'ün yaşamına ilişkin doğru bilgilere dayanıyordu.

Atasagun, hazırlanan planları görünce üzüldü. Seyirci kalamazdı. Kalktı, Antalya'da bir buz fabrikasını işleten Eymür'ün yanına gitti.

...İki koldan faaliyete geçtiler. Atasagun, Köksal ve Mehmet Ağar'la görüştü, durumu anlattı. Eymür de Başbakanlık istihbarat baş müşavirliği görevinde bulunan Nuri Gündeş'in aracılığıyla Başbakan Tansu Çiller ve eşi Özer Çiller'e ulaştı. Sonunda MİT'in kapıları, Eymür'e bir kez daha açıldı. 31 ocak 1995'te kuruma geri döndü."

Şenkal Atasagun Antalya'ya geldiğinde bana "Dev-Sol'un öldürme planlarından" filan bahsetmedi. Böyle bir şey yok. Atasagun bu ilaveyi, MİT'in Danıştay Başkanlığına verdiği "Savunma" ile ters düşmesin diye ve "Mehmet Eymür ihtiyaçtan değil, korunmak amacıyla tekrar göreve alındı" mantığı ile yapmış. Aksi halde "Danıştay Savunma yazısında" yerden yere vurduğu Mehmet Eymür'ün geri dönüşüne neden ön ayak olduğu hususundaki çelişkiyi izah edemezdi. Dev-Sol konusunu "Hayat Kurtaran Başarılı Müsteşar" yazısında belirttiğim için uzatmayacağım.

Dönüşüm

Şenkal'ın önerisi üzerine bir süre sonra Ankara'ya gittim ve Müsteşar Sönmez Köksal ile tanıştım. Hep birlikte yemek yedik. Bana kesin bir şey söylemediler. Ben kitapta da yazdığı gibi teşkilata dönebileceğimi sanmıyordum. "Teşkilat'tan isteseler dahi siyasiler pek yanaşmaz" diye düşünüyordum. Bir yandan da büyük zorluklarla kurduğumuz fabrikayı ne yapacağımızı düşünüyordum. Bir kaç ay gibi bir süre bu konuda herhangi bir gelişme olmadı.

O anda umulmadık bir gelişme oldu ve bir arkadaşım Çiller'lerin benimle görüşmek istediklerini bildirdi. Verilen randevu gününde Ankara'ya gittim ve konutlarında önce Özer Bey'le sonra da Tansu hanımla görüştüm. Tekrar göreve dönmem konusu gündeme geldiğinde MİT Müsteşarı ile vaki görüşmelerimi de anlattım.

Bu görüşmeden sonra tayinim çıktı ve 14 Şubat 1994'de "Özel İstihbarat Daire Başkanlığını" Z.Ö. isimli arkadaşımdan devralarak yeniden göreve başladım. Bu ünite doğrudan Müsteşar'a bağlı bir birimdi ve "terör ve organize suçlar ile mücadeleden" sorumluydu. O tarihte "Kuzey Irak" faaliyetleri de bu üniteye bağlı idi. Dairenin yardımcısı ise Yavuz Ataç'tı.

Şenkal'ın tekrar dönüşüm için çaba sarfettiği bir gerçek. Hatta bana söylediğine göre bu konuda muhalefet eden Mehmet Ağar'la münakaşa etmiş, "bu bizi ilgilendiren bir konu" diyerek onu terslemişti.

Sönmez Bey'e gelince o, Cumhurbaşkanı Demirel, Genelkurmay Başkanı Karadayı ve Meclis Başkanı Cindoruk ile bu konuda görüşmüş ve her üçünden de onay almıştı. Demirel biraz tereddütlü davranmış ancak tayinime muhalefet etmemişti. Cindoruk ise kolayca onay vermişti.

Yani ben, "hayati tehlikem" olduğu için değil, "yurt dışı operasyonel faaliyetler için doğan ihtiyaçtan" dolayı tekrar MİT'e döndüm. Dolaylı veya dolaysız hiç kimseden bir talebim olmadı. Nuri Gündeş'ten hiç hazzetmediğimi ve ondan talepte bulunmayacağımı beni tanıyanlar bilir.

Şimdi biraz eski günlere dönelim.

Ankara'ya Müsteşar'lık Isındırdı

1975'de ben Ankara'ya "Takip Şube Müdürü" olarak tayin edilirken Şenkal Atasagun dış görevle Brüksel'e gitmişti.

1978'de Şenkal Ankara'ya tayin edildi. Ben o sırada MİT okulunda "öğretim görevlisi" idim. Şenkal, Ankara'ya tayininden memnun değildi. Eşi İnci Ankara'yı sevmediği için gelmemiş, Moda'daki evlerinde kalmıştı. Şenkal bir süre arkadaşı Osman Bölükbaşı'nın evinde kaldı, daha sonra da Hiram Bey ile kalmaya başladı. Kontr Espiyonaj Daire Başkanı Hiram Bey, o tarihte Kavaklıdere'deki MİT'e ait bir evde kalıyordu. Çocuklarının okul durumu nedeniyle o da ailesini İstanbul'da bırakmıştı. Yardımcısı ise Galip Tuğcu idi.

Şenkal hemen hemen her hafta sonu İstanbul'a gidiyor, hafta başı işine dönüyordu. Karargaha ve buradaki işine hiç ısınamamıştı. Hiram Bey olmasaydı belki daha önce istifa ederdi.

Bu yaşantısı 1980 yılına kadar sürdü. O tarihlerde ben de Kontr Espiyonaj'da bir başka bir şubenin müdürlüğüne bakıyordum.

Şenkal, Hiram Bey ile aynı tarihte istifa dilekçesi vererek ayrıldı. 1982'ye kadar bir şey yapmadı. Birikmiş parasını giyim sanayisinde iş yapan bir arkadaşına verdi ve ondan aldığı faizlerle geçindi. Bir ara Halit Narin'in yanında çalışmayı düşündü. Hiram Bey de orada çalışıyordu. Bu amaçla Marmaris'e gidip bir süre kaldı. Ancak oradaki "güvenlikle ilgili" işe ısınamadı. Sonradan evindeki fotoğraf albümüne bakarken, o tarihte Marmaris Martı Otel'e giden Süleyman Demirel'e denizde koruma yaparken çekilmiş fotoğrafına bakıp çok gülüyordu.

"Entrika Uzmanı"nın Yanında Staj

Aynı dönemde emekli yarbay Nuri Gündeş, İstanbul Bölge Başkanıydı. Gündeş, meslek hayatımda tanıdığım en entrikacı, çıkarcı insanlardan biriydi. Hayatınla oynadığı ve Türkiye'nin en ücra köşesine tayin ettirdiği bir memuru karşısına alır ve "kim yapmış bunu?" diye gözyaşları dökerek teselli ederdi. Memur yanından ayrılınca gülmeye başlar ve "enayiyi ben tayin ettirttim, ben hem ağlar hem de ipini çekerim" diye keyiflenirdi. Böyle bir olayına bizzat şahit oldum.

Gündeş, Ankara'da Personel işlerine bakarken MİT'le ilgili kararnameleri Mustafa isimli bir arkadaşımız takip ederdi. Bütün siyasiler Mustafa'yı tanırdı. Mustafa kararnameyi alıp Bakanları takip eder, nerede bulursa imzalatırdı. Mustafa, kararnameyi imzalamayan bakan olursa onun imzasının Nuri Gündeş tarafından atıldığını söylüyordu. Yani Gündeş, sahte imza ile kararname çıkarabilecek kadar marifetli bir entrikacıydı.

Nuri Gündeş, emekli olan Hiram Abas'ı devamlı izletiyor, telefonlarını dinletiyordu. Bir gün Hiram Bey'in ayrılmasıyla yerine Kontr Espiyonaj Başkanı olan Galip Tuğcu beni odasına çağırdı. Aramızda kalması gereken özel bir konu vardı: Teşkilat karargahı, Nuri Gündeş'in bir yazı ekinde yolladığı teyp bandı ile çalkalanıyordu. Gündeş, Hiram Bey'in bir telefon konuşmasından İnci Atasagun ile gizli ilişkisini tespit etmişti...

Böyle bir şeye hiç ihtimal vermediğimi söyledim. Galip'in bana verdiği bantı dinledim. Düşüncemde haklıydım. Hiram Bey'in konuştuğu "İnci Atasagun" değildi, benim de bildiğim başka bir yakın tanıdığıyla yaptığı samimi bir konuşmaydı.

Gündeş, Hiram Bey'i küçük düşürmek için adice bir yöntem seçmiş, şeref ve haysiyetler ile oynamaktan çekinmemişti. Bu olayı ilk karşılaştığımızda Şenkal'a anlattım.

Şenkal'ın bu olaya rağmen, Gündeş'in teklifi üzerine 1982'de onun yanında işe başlaması anlayamadığım ve benim ölçülerimi aşan bir durumdu. Yine de dönüşüne sevinmiştik.

Çakıcı'yı Saklayamaz

Tekrar Faruk Bildirici'nin kitabına müracaat edelim:

Abas'ın kuruma dönüşü Atasagun'u da sevindirdi. Atasagun, o sırada MİT İstanbul bölge başkan yardımcısıydı. 1987'de Ankara' dan bir mesaj geldi. Eymür'ün imzasını taşıyan mesajda, İstanbul'da Alaattin Çakıcı isimli bir genç olduğu, babasının Dev-Sol tarafından vurulduğu ve devlete yardımcı olmak istediği yazılıydı. Çakıcı'yla görüşüp kanaatini belirtmesi isteniyordu.

Atasagun, Çakıcı'yla görüştü. İzlenimi olumsuzdu, kullanılamazdı. Ankara'ya bildirdi. Ancak bu olumsuz görüş, Çakıcı'nın o tarihten itibaren MİT'le ilişki kurmasını engelleyemedi."

İstihbaratta, özellikle sorgulama konusunda bir kaide vardır. Esasında bu günlük hayat için de geçerli. "Yalan söyleme ama az söyle, yalan söylersen ortaya çıkınca zor duruma düşersin"

Bir kere, hakkında araştırma yapılan adamla yüz yüze görüşme olmaz. Öyle olsa biz çağırır, kendimiz görüşürdük.

Ayrıca, Alaattin Çakıcı ile ilgili yazışmalar bu gün Şenkal Atasagun'un elinin altındadır. Çakıcı hakkında yazdığı, "polise, devlete son derecede saygılıdır, çalışmalarımızda kendisinden yararlanılabilir" imzalı yazısını inkar edip, o tarihte "izleniminin olumsuz" olduğunu iddia ediyorsa, bunu kolaylıkla kanıtlayabilecek durumdadır.

Çakıcı'nın MİT'te ilk ve son teması Şenkal Atasagun'dur. Çakıcıyı en son Operasyon Başkanı olduğu devrede önemli bir faaliyet için kullanmıştır. Bu amaçla Yavuz Ataç ve Yavuz'un ilişkili olduğu Neyzi Genel isimli dansöz kadını ve İstanbul ve Ankara'dan bir takım memurları Avrupa'ya yollamıştır. Bu ekip Avrupa'da firari Alaattin Çakıcı ve onun adamlarıyla buluşmuş ve planlama birlikte yapılmıştır. Operasyon başarılı olmamış ve ekip bir netice almadan geri dönmüştür.

Çakıcı'ya "kırmızı pasaport" bu çalışma sırasında verildiği söylenmektedir. Dikkat edilirse Yavuz Ataç'ın verdiğini, Başbakan Ecevit'in bile resmen açıkladığı "kırmızı pasaport" meselesi, birden bire kesilmiş, bir daha konu edilmemiştir.

Operasyonda yer alan Neyzi Genel, aynı zamanda Susurluk davasının önemli ismi Abdullah Çatlı ile de ilişkisi olan bir kimsedir.

Şenkal Atasagun ne kadar saklamaya çalışırsa çalışsın, Çakıcı ile olan ilişkileri bir gün bütün teferruatı ile ortaya çıkacaktır.

96-97 Manzaraları

Şu manzaranın acayipliğine bakın; MİT'in bir ünitesi, yani benim başımda bulunduğum "Kontr Terör Merkezi" Alaattin Çakıcı'nın tehlikeli hale geldiğini, siyasi cinayetlere yönelik planlar yaptığını devletin en üst makamlarına rapor edip, Çakıcı'nın faaliyetleri ile ilgili bilgi topluyor, diğer bir ünitesi, yani Şenkal Atasagun'un başında bulunduğu Operasyon Başkanlığı ise Çakıcı'yı çalışmalarında kullanarak, ona bazı kolaylıklar sağlamaya devam ediyor.

Çakıcı bu devrede, Avrupa ve Amerika'da rahat rahat dolaşıyor, arada da MİT'in operasyonlarına katılıyor. MİT'tekiler dahil, Türkiye'deki çeşitli kesimlerle irtibatını devam ettirip, kendisiyle ilgili her faaliyetten haberdar oluyor, Türkiye'deki adamlarına eylem emirleri verip, devrin Başbakanı dahil politikacılar ve iş adamlarını tehdit ediyor, bazı kişiler vuruluyor, bazıları öldürülüyor.

MİT'in Avrupa'daki birimlerinden gelen Çakıcı ile ilgili bilgiler, Operasyon Başkanlığında ve bu bölgeden sorumlu Daire Başkanı Yavuz Ataç'ın çekmecesinde takılıp kalıyor, bilgiler saklanıyor ve Kontr Terör Merkezine verilmiyor.

Dahası da var; aynı dönemde, Alaattin Çakıcı, Mehmet Eymür'ü "oğlunu öldürmekle" tehdit ediyor, Şenkal Atasagun ve Yavuz Ataç bir şey yokmuş gibi Çakıcı ile ilişkilerini devam ettiriyorlar. Eymür'e tehdit mesajını iletenlerin başında ise Yavuz Ataç geliyor.

Sonra da Mehmet Eymür, Müsteşar olan Şenkal Atasagun tarafından Çakıcı ile ilişkisi öne sürülerek teşkilattan uzaklaştırılıyor...!

Bu davranışın, ne mesleki, ne ahlaki, ne de hukuki bir kalıba sığması mümkün mü?

Düzeltmeler

Yazılanlar, söylenenler, ortaya koyulanlar pek çoğu aldatmaca. Bu bakımdan, Sayın Bildirici'ye çeşitli yollardan intikal etmiş bu tip bilgiler hakkında, biraz açıklama yapmak istiyorum.

Kesin olarak ifade ediyorum ki, Şenkal Atasagun ile Sönmez Köksal'ın arasının açılmasında mesleki bir neden yoktur. Konu tamamen özel ve şahsidir.

Özer Çiller'e brifing verildiği hikayesi de yalandır. Böyle bir olay olmamıştır.

Doğrudan Müsteşara bağlı müstakil bir amir olarak başında bulunduğum Özel Operasyon Dairesinin, "Operasyon Başkanlığına" bağlanması benim önerimdir. Görevsel açıdan daha rasyonel çalışılması için yapılan özverili bir tekliftir.

10.07.1995'de gerçekleşen bu birleşme neticesinde Şenkal Atasagun "Başkan", ben de "Başkan Başyardımcısı" pozisyonuna getirildim. Benim altımda bir başka "Başkan Yardımcısı" vardı. Şenkal'ın yöneticiliği altında bu beraberliği ancak altı ay devam ettirebildik. 22.01.1996 tarihinde ben, başka bir göreve verilmemi, buna imkan yoksa istifamın kabulünü istedim. Yeni kurulan Kontr Terör Merkezini yöneticiliğine atandım ve görevime orada devam ettim.

Benden boşalan yere Yavuz Ataç'ın atandığı da doğru değildir. Ataç, Operasyon Başkanlığında Daire Başkanı olarak yerinde devam etti.

MİT'te Atasagun - Ataç çatışması hiç bir zaman olmadı. Aksine Ataç'ın halen de zaman zaman, Şenkal'le özel olarak görüştüğü söyleniyor.

Yeşil, Şenkal'le birlikte çalıştığımız sırada da kullanıldı. Atasagun'un, sadece Yeşil'e yapılan ödemelerde değil, operasyon planlarında da imzası var.. Yeşil'in kim olduğunu gayet iyi biliyordu.

Bir Sır

Faruk Bildirici kitabında; "Operasyon başarıya ulaşsaydı, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, Çiller'in verdiği talimat sayesinde siyasi yaşamının en büyük fırsatını yakalayacaktı. Eymür de kahraman olacak, belki de MİT müsteşarlığına kadar tırmanmasını sağlayacak bir yol açılacaktı önünde." demiş.

Bu konuda Sayın Bildirici'ye bir sır vereyim. Detayına girmek istemem ama, Çiller'ler döneminde "MİT Müsteşarı" yapılma önerisi aldım. Bu öneriyi "Sönmez Köksal'ın şemsiyesi altında çalışmaktan memnun olduğumu ve bu şekilde daha fazla fayda sağlayacağımı" söyleyerek kibar bir şekilde kapattım. Siyasi fırsatlardan yararlanmak benim tavrım olmadı.

Ağustos 1997'deki tayinlerle, aniden yurtdışına yollananlar sadece Atasagun, Ataç ve ben değilim. Galip Tuğcu, Cevat Öneş gibi başka kıdemli isimler de var. Bu, Müsteşar Yardımcılığına getirilen Miktad Alpay'la ilgili bir ayarlamaydı. Benimkisi Mesut Yılmaz'ın rahatsızlığından doğan özel bir durumdu. Sönmez Bey'le konuşmuştuk, zaten gideceğimi biliyordum.

İngiliz istihbaratının oraya tayin edildi diye, Şenkal Atasagun'dan rahatsız olması bahse konu değildir. Zira İngiltere'de, Şenkal'dan önce görev yapan da, bir önceki Operasyon Başkanıydı. İngiliz Servisleri kimin ne yapabileceğini bizden iyi biliyordur.

Ayrıca, hiç bir istihbarat servisi, hele dost bir servis "Buraya düzeni bozmaya mı geldin?" gibi bir nezaketsizlik ifadesi göstermez. Kimseyi de "neredeyse nefes bile almasına izin vermeyecek şekilde" izlemezler. İzleseler bile bunu hissettirmeden yaparlar.

Nerenin Müsteşarı?

Faruk Bildirici'nin kitabı, önemli bir konuda beni aydınlattı.

Bütün hazırlıklar bitmiş, tam Müsteşar olacakken son anda Müsteşarlığı Şenkal Atasagun'a kaptıran Miktad Alpay, bu gelişmeye çok sıkılmıştı. Bir-iki ay içinde ayrılacağını söylüyordu. Herhalde sonradan bu burukluğu geçti ki ayrılmadı.

Miktad, Müsteşarlığa tayini üzerine Şenkal için "Kanal D Müsteşarı", "Arena Müsteşarı" tabirini kullanıyordu. Bildiricinin kitabından, Şenkal'ın Müsteşar olmasında bir gazetecinin büyük rolü olduğu anlaşılıyor. Demek Miktad o zaman Şenkal'ı yakın markajda tutup her temasından haberdar oluyormuş...

"Moda'nın Liz'i"

Bildirici'nin kitabından bir pasaja yer verip konuyu kapayalım:

"En büyük hayali büyükelçi olup, İnci'yle birlikte dünyayı dolaşmaktı. İnci, önemli birinin eşi olmayı hak edecek bir kadındı ona göre. Büyük bir aşktı onunki."

Evet, İnci. Gençlik yıllarımızdaki ismi ile "Moda'nın Liz'i (Liz Taylor)" İnci.

İnci'nin, Şenkal'ın hayatındaki yeri ve önemi hakikaten her şeyin ötesinde.


İnci olmasaydı, Müsteşar Atasagun da yoktu....

Şenkal Atasagun Albümü




FastCounter

 

Hit Counter

  Anadolu Türk Ä°nterneti

 

Güncelleştirme : 15.10.2024 - 22:56