Faruk Bildirici - Siluetini Sevdiğim Türkiyesi (Şenkal Atasagun)

 

Şenkal Atasagun (Sayfa 175 -202)

 

Bulmaca meraklısı

 

Yıllar sonra yeniden karşılaştığı okul arkadaşı dayanamadı. Şöyle bir toparlandı, sordu; ''Şenkal, nasıl oldu da MİT' e girdin ? Nereden çıktı bu istihbaratçılık?''

Arkadaşının sorusuna şaşırmadı Şenkal Atasagun, gülümsedi. ''Ben bulmaca , çözmeyi severdim. Babam da beyin jimnastiği yapmak için çok bulmaca çözerdi. İstihbaratçılık da bana bulmaca çözmenin uzantısı gibi geldi.''

Hep beraber güldüler. Bulmaca hastası olduğunu biliyorlardı. Yükseköğrenim için gittiği Fransa'da, sonradan eşi olan İnci'ye mektup yazmadığı zamanların çoğunu bulmaca çözmeye ayırıyordu. Bulmacalar ve mektuplardan başını kaldırıp da bir kayak kenti olan Grenoble'da bir kez bile kayağa gitmemişti.

Kayak yapmamasının bir nedeni de ayağını kırmaktan korkmasıydı. Kısıtlı maddi imkanlarla okuyordu. Ayağının kırılmasının maliyetinin büyük olacağını biliyordu.

Galatasaray'da futbol oynarken iki kez bileği, bir kez burnu kırılmış, bacağına defalarca tekme yemişti. Ortaokul ve lise yıllarında iyi bir kaleciydi. İki yıl, Galatasaray Genç Takımı'nda, üç yıl da lise takımında kalecilik yapmıştı. Göz dolduruyordu. Lise 2'deyken, Mehmet Ali Hoca onu kenara çekti: ''Sende umut  var'' dedi. Bir zamanların ünlü kalecisi Turgay Şeren'i yetiştirmişti; bu işi biliyordu.

Antrenörleri Gündüz Kılıç da Mehmet Ali Hoca'yla aynı görüşteydi. Şenkal'ı profesyonel yapmaya niyetlendi. ''Hem tahsil hem futbol olmaz. Okumaktan vazgeç, seni A takımına alalım'' teklifinde bulundu. Şenkal havalara uçtu. Zaten okumaya çok hevesli değildi. Babasına koştu, anlattı olanları.

Şehabettin Bey, çok sinirlendi. Askeri bir doktor olduğu için oradan oraya dolaşırken ilk oğlunun eğitimi aksamış, o nedenle ikinci çocuğu Şenkal'ı sırf iyi eğitim alabilsin diye ilkokuldan itibaren yatılı olarak Galatasaray'a vermişti. O ise şimdi karşısına geçmiş, tahsilini yarıda kesmekten, Galatasaray'ın kalecisi olmaktan söz ediyordu ! İki tokat attı ve o yaz İstanbul'da kalmasına izin vermedi; kendisinin görevli olduğu Diyarbakır'a götürdü onu.

Şenkal, yaz sonunda İstanbul'a futboldan vazgeçmiş olarak döndü. Futbolu unuttu, derslerine sarıldı. Futbol yüzünden 8.ve 10. sınıflarda kaldığı için 11. sınıfta kendisinden iki yaş küçüklerle ayrı sınıfta okumak zorunda kaldı. Sınıfın büyüğü olunca kavgaları ayırmak ona düştü. Sınıf arkadaşları arasında sık kavga çıkıyordu. Bir gün kendi aralarında bir kabine kurup eğleniyorlardı. Kim ne bakanı olacak tartışması kavgaya döndü aniden. Hüseyin Yarsuvat, bir yumruk attı; Vedat Doledo'nun gözü şişti. Şenkal araya girip kavgayı yatıştırdı.

Başka bir gün bitişik sınıfla çekişme neredeyse kavgaya dönüşecekti. Sınıf arkadaşlarının sopaları çekip, kavgaya hazırlandığını gören Şenkal, müdahale etti, her iki tarafın söyledikleri arasında bir fark olmadığını anlattı. Sopaları bırakmaya ikna oldu arkadaşları...

Başarılı bir arabulucuydu, kavgayı sevmiyordu. Hareketlilikten hoşlanıyordu. Okuduğu kitaplar bunun göstergesiydi. Edebi eserlerden uzak durur, II. Dünya Savaşı'ndaki casusluk öyküleri anlatan maceralara bayılırdı.

Sinemada da seçimi hareketli fı1mlerden yanaydı. Hafta sonlarında Emek, Yeni Melek ve Atlas sinemaları arasında koşturur, kimi günler üç film birden seyrettiği olurdu. Ama Yeşilçam'ın duygusal melodramları onu çekmezdi. Romantik değildi.

Her zaman gülmeye hazır, şen şakrak, esprili bir gençti. O yüzden de lisedeki lakabı, sevimli ve muzip bir hayvandı. Hep öyle lakaplar takmışlardı birbirlerine. Şevket Altuğ'a ''Kocakafa Şevket'', Mehmet Ulusoy'a ''Koyun Mehmet'', Asaf Savaş Akad'a ,, Atkafa Asaf'', M. Ali Birand'a ''Topal M. Ali'', Tolga Yarman'a ''Profesör Tolga'' diye sesleniyorlardı.

Nereden bilsinler sınıf arkadaşlarının gelecekte ünlü birer şahsiyet olacağını...[1]

 

Çuval dolusu mektup yandı

Şenkal, okulun popüler öğrencilerindendi. Aynı zamanda Mümtaz Soysal gibi Galatasaray'da ender rastlanan Beşiktaşlılardandı. İlkokula başladığı günden itibaren Beşiktaş taraftarıydı. Beşiktaşlı futbolcuların antrenman yaptığı Şeref Stadı'nın okulun hemen yanında olmasından etkilenmişti. Belki de kafasına uymayan kuralları takmayan asi ruhundan kaynaklanmıştı Beşiktaşlılığı. Hem herkesin Galatasaraylı olduğu bir okulda Beşiktaşlı olmak, takıma girebilmek için avantaj getiriyordu. . ... 

Galatasaray Lisesi'nden 1961-1962 öğretim döneminde mezun olduğunda, futbolla ilgisi sadece taraftarlık düzeyine inmişti. 21 yaşındaki bir genç olarak, bir süre ne yapacağına karar veremedi.

Hedefi, Hariciye'ye girip diplomat olmaktı. Önce Mülkiye'yi düşündü, sonra fikir değiştirdi, Fransa'ya gitmeye karar verdi. Paris yerine o dönemin ünlü eğitim merkezlerinden biri olan Grenoble'u seçti. Lisedeki gecikmeyi kapatmak için Grenoble Üniversitesi'nde iki yıllık ''siyaset bilimi'' önlisans programına kaydoldu.

Öğrenci kenti olan Grenoble'a kasım ayında gidince yer bulmakta zorlandı. Galatasaray'dan o yıl mezun olan M. Celali Aslıer'le karşılaşınca sorunu çözüldü. Bir ay kadar önce gelen M. Celali, bir ev bulmuştu. Şenkal, bir yıl onunla aynı odada kaldı.[2]

Grenoble'da yedi-sekiz Türk vardı. Ömer Kavur, Tanju Korel, Cemre Karacan (Birand). Onlarla zaman zaman kafede karşılaşıyorlardı. Monoton bir yaşamları vardı Grenoble'da. Bütün gün okul. Fransızca ve İngilizce eğitim. Sonra üniversite kafeteryasında yemek. Akşam saatlerinde ders, sonra kısa bir yürüyüş ve bir kafede içilen kahve. O kadar.

İki yıllık okulu bitirdikten sonra ekonomi ya da politika bölümlerini seçerek öğrenime bir yıl daha devam etme fırsatı vardı. Şenkal, bir yıl daha kaldı. Üç yıllık eğitimini tamamladıktan sonra 1965'te Türkiye'ye döndü.

İlk iş olarak askere gitti. 28. Tümen'deki Muhabere Okulu'nda bir yıl kaldı. ''Muhabere Okulu'nun en sevimli öğrencilerindendi. Yüzünden tebessüm eksik olmaz, şakalarıyla etrafı kırar geçirirdi. Askerliği de ciddiye almaz, her fırsatı değerlendirip kırardı.''[3] Dönem arkadaşlarından Hıncal Uluç'un belleğinde böyle yer etti.

Yedek subaylığının son yılını Kara Kuvvetleri Komutanlığı Protokol Bölümü'nde geçirdi. Askerdeyken ders çalışıp, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin fark derslerini vermeyi hedefliyordu.

En büyük hayali büyükelçi olup, İnci'yle birlikte dünyayı dolaşmaktı. İnci, önemli birinin eşi olmayı hak edecek bir kadındı ona göre. Büyük bir aşktı onunki. Bir an önce evlenmek için can atıyordu.

Ancak Mülkiye'nin kitapları Şenkal'a ağır geldi, bir süre sonra bıraktı çalışmayı. Yaşamının akışını değiştiren iş teklifi, askerliğinin son günlerinde geldi. MİT'te çalışan teyzesinin kızının istihbaratçılık teklifini tereddütsüz kabul etti.

Askerliği biter bitmez, MİT'e girmesi, arkadaşları için tam bir sürpriz oldu. Evlenmesi ise kimseyi şaşırtmadı. Heyecanla gözledikleri yuvayı kurunca İnci Hanım'la oturup zor bir karar verdiler. Grenoble yıllarında birbirlerine yazdıkları mektupları yaktılar. Haftada üç gün karşılıklı yazılan mektuplar, koca bir çuval olmuştu...

 

Ustası Hiram Abas

MİT'in dinamik bir dönemiydi, MİT'i bir kurum haline getiren yasa, 6 temmuz 1965'te, yani iki yıl önce çıkmıştı. MİT'in efsanevi müsteşarı Fuat Doğu işbaşındaydı. Doğu, 1967'de MİT'te büyük bir yenileşme hareketi başlatmış, MİT'e, yabancı dil bilen, üniversite mezunu sivilleri almıştı.

O yıl Şenkal Atasagun'la birlikte, sonradan MİT'te önemli  görevlere gelen Miktad Alpay, Ertuğrul Güven, Erkan Ersil ve Mahir Kaynak gibi isimler de vardı kuruma girenler arasında.

Hem çağdaş bir yapı kazandırılmaya çalışılan, hem de usta çırak ilişkisinin hakim olduğu MİT'te Kontrespiyonaj Bölümü'nde çalışmaya başladı.[4]

Gençliğin hareketli olduğu, Sovyetler'e karşı casusluk faaliyetlerinin yoğun olduğu bir dönemdi. Atasagun'un çalıştığı, ''Sovyet Masası ,, MİT'in en aktif bölümlerinden biriydi. Kontrespiyonaj, MİT'in temel faaliyetlerindendi.

İlk büyük işi, 1968 ekiminde Doğu Bloku hesabına casusluk yaptığı saptanan Türk diplomat Nahit İmre'nin yakalanmasıydı. Atasagun, iki amiriyle birlikte İmre'nin sorgulanmasına katıldı. Genç istihbaratçı Atasagun, İmre operasyonunun ardından birçok önemli dosyada görev aldı. Adolf Slovik ve Kerim Manukyan davalarının mahkeme aşamasını da izledi.

Giderek mesleğine iyice ısındı, daha bir coşkuyla çalıştı. İşine bağlanma, onu başlangıçta okul arkadaşlarından, yakın çevresinden kopardı. MİT, aydınların korkuyla baktığı bir kurumdu. MİT'te çalıştığını öğrenen bazı arkadaşları ondan uzaklaştı.

Ailecek görüştüğü iki yakın dost edindi kendine. İlki, Beyrut ve Atina görevlerinin ardından 1971'de İstanbul'a dönen Hiram Abas'tı. İkincisi ise Mehmet Eymür'dü.

Hiram Abas'la aynı odada çalışıyorlardı. Şefine ''Hiram Abi'' diye hitap ediyor, ona büyük saygı duyuyordu. Aslında Atasagun, silah ve sokağa yakın, operasyonel bir istihbaratçı olan Abas'tan çok farklıydı. Bir kere silaha uzaktı. Atış talimine gittiklerinde Abas, yüzlerce mermi yakar, bir kertenkeleyi 20 metre uzaktan vurabilirdi. Atasagun ise Abas'ın hatınna mermi yakardı. Hedefi tutturmakta başarılı olduğu söylenemezdi.

Abas'a bağlılığı, ekim 1972'deki mektup hareketine destek vermesine neden oldu. Kaleme alınmasına katkıda bulunduğu mektuba imza koydu. İstanbul'dan 30 istihbaratçının imzasını taşıyan mektup, ''Servisimizi çok seven ve vatanımıza bağlı olan bizler...'' diye başlıyor; MİT'te atama, tayin ve çalışma biçiminde geniş çapta reform gerekliliği vurgulanıyordu.

Dış görevlerdeki MİT mensuplarına yaklaşımı eleştirilen Dışişleri Bakanlığı'na alternatif yaratma önerisi getiriliyordu:

''Dış görevlerde diğer devlet müesseselerinin (Turizm Tanıtma, Ticaret Bakanlığı, Türk Hava Yolları, Basın Yayın, TRT gibi) kadrolarından da faydalanma cihetine gidilmesi uygun olacaktır.''

Askerlerin servis üzerindeki etkisi dolaylı biçimde eleştiriliyordu. En önemlisi, MİT içerisinde idari kararlara etkisi olan ''yabancı devletler lehine çalışan şahıs veya şahısların bulunduğu" iddia ediliyordu. Mektubun son satırlarında, ''Türkiye ve servisi çok seven, uzun senelerden beri sadece servisin malı olan bizler'' diye vurgu yapılmasının nedeni, imzalayan servis elemanlarının tamamının sivil kökenli olmasından kaynaklanıyordu.

''1972 Muhtırası'' olarak ünlenen mektup, MİT'te bomba etkisi yarattı. Dönemin MİT Müsteşarı Nurettin Ersin, mektupla ilgili soruşturma açtı. Uzun incelemelerden sonra olay, imzalayanlara birer uyarı cezası verilerek geçiştirildi.

 

MİT'ten istifa

Atasagun, mektuptan da anlaşılacağı gibi, MİT'teki uygulamalardan yana sıkıntılıydı. Ona göre, MİT, CIA gibi enformasyon alan, ''dış tehdit'' olarak tanımlanan asli görev sınırlarında kalan bir kurum olmalıydı. Operasyonlar gizli tutulmalı, ama faaliyetler tamamen legal sınırlarda tutulmalıydı.

1975'te, ilk dış göreve çıkınca rahatladı. Soğuk Savaş döneminin önemli bir merkezi olan Brüksel'de görev almak mesleğinde bir dönüm noktası oldu. Fransızca ve İngilizcesinin iyi olması, insanlarla kolay dostluk kurması Brüksel'de işine yaradı.

Galatasaray'dan okul arkadaşı Ünal Aysal ve eşi Ahu Aysal'ın da yardımıyla hem Avrupalı politikacı ve diplomatlardan hem de Türklerden oluşan geniş bir dost çevresi edindi kendine. İstihbaratçıdan çok diplomata benzetiyorlardı onu.

Brüksel'de, eşiyle birlikte keyifli günler geçirdi. Üstelik okul yıllarında olduğu gibi futbola da zaman ayırabildi. NATO takımının kalesini korudu; iki yıl üst üste kupa aldılar.

Üç yıl sonra dış görevi sona erdi, Ankara'ya atandı. Kontrespiyonaj Şube Müdürlüğü Değerlendirme Kısmı'nda görevlendirildi. İstanbul'dan uzak olmak hoşuna gitmemişti; sıkılıyordu.

İstanbul'a tayin isteği kabul edilmeyince bir sabah aniden istifa etmeye karar verdi. Hiram Abas da aynı saatlerde emeklilik dilekçesini vermişti. Abas'ın ayrılma gerekçesi farklıydı. MİT'te önünün tıkandığına inanıyordu.

Atasagun'un istifa dilekçesi aynı gün öğleden sonra kabul edildi. Kasım 1980'de MİT'ten ayrıldığında ne emeklilik hakkını kazanmıştı ne de bir iş hazırlamıştı.

Brüksel'deki Türk marketlerine toptan mal satan bir arkadaşı, birlikte çalışmayı önerdi. Peynir tenekelerine, meyve sandıklarına ancak altı ay dayanabildi. Ticaret ona göre değildi, ayrıldı 1,5 yıl kadar boşta kaldı. Tamamen boşlukta geçti günleri, işsiz güçsüz...

 

Övgü dolu mektup

Nuri Gündeş aradı bir gün. Geri dönmesini önerdi. Atasagun hiç düşünmeden kabul etti. O sırada MİT İstanbul bölge başkanı olan Gündeş, işlemleri bir günde tamamladı. Önce ''uzman müşavir'' olarak atandı. Bir süre sonra da Kontrespiyonaj şube müdürlüğüne getirildi.

Atasagun'un bu dönemde gerçekleştirdiği en önemli faaliyet, Turan Çağlar'ın sorgulanmasıydı. 1978'de Aydınlık'taki ''Kontrgerilla'' dizisine bilgi sızdırmakla suçlanan Çağlar, 1983'te bu kez ''Amerikalılar''a bilgi sattığı gerekçesiyle yakalandı.

Küçük ipuçlarından yola çıkan Atasagun, delilleri önüne koydu. ''Sarılmışım. Sizden kaçırılacak bir şey kalmamış'' diyen Çağlar, zorluk çıkarmadan anlattı her şeyi.

Kalp hastası olan Çağlar'ı, her akşam sorgudan sonra doktor kontrolünden geçiriyorlardı. Hem sorguyu hem de doktor muayenesini videoya kaydediyorlardı. 15 gün kadar süren sorgu bitince, ailesini MİT'e getirip ''mavi oda"da Çağlar'la görüştürdüler.

Çağlar, Ankara'ya gönderildikten sonra kendini mektup yazmaya verdi. Mektuplarında, kendisine komplo kurulduğunu savunuyordu. Mektuplardan birini de MİT'e gönderdi. 17 haziran 1983 tarihini taşıyan bu mektubunda, İstanbul'da sorgulandığı günlerde şeref misafiri muamelesi gördüğünü vurguluyor, kendisini yakalayan ve sorgulayan MİT elemanlarını övüyordu. Hatta daha da ileri giderek önemli tespitlerde bulunuyordu:

''Bu elemanlar yetkili olarak yönetime gelseydi ne 12 Mart, ne de 12 Eylül olurdu. İsimlerini bilmediğim, sorgum sırasında sevgimi ve saygımı kazanan bu iki değerli arkadaşıma da veda mektubu yazmak isterdim.''[5]

Çağlar'ın, Atasagun'un adını öğrenmek için fazla zamanı olamadı. Henüz mahkeme kararını vermeden, nisan ayı içerisinde Mamak Cezaevi'nde kalp krizi geçirerek öldü. Çağlar'ın, ilacını almayarak ölümü seçtiği öne sürüldü.[6]

 

Çakıcı'yla ilk temas

1986'da MİT'teki rüzgarlar farklı yönlerden esmeye başladı. Dış istihbarat daire başkanı olarak teşkilata damgasını vuran Gündeş, ayrıldı Hemen ardından Hiram Abas müsteşar yardımcısı olarak geri döndü. Eymür de o sırada MİT okulunda öğretim üyeliği görevindeydi. Abas'ın dönüşüyle birlikte Eymür de MİT'te aktif bir konuma geldi.

Abas'ın kuruma dönüşü Atasagun'u da sevindirdi. Atasagun, o sırada MİT İstanbul bölge başkan yardımcısıydı. 1987'de Ankara' dan bir mesaj geldi. Eymür'ün imzasını taşıyan mesajda, İstanbul'da Alaattin Çakıcı isimli bir genç olduğu, babasının Dev-Sol tarafından vurulduğu ve devlete yardımcı olmak istediği yazılıydı.[7] Çakıcı'yla görüşüp kanaatini belirtmesi isteniyordu.

Atasagun, Çakıcı'yla görüştü. İzlenimi olumsuzdu, kullanılamazdı. Ankara'ya bildirdi. Ancak bu olumsuz görüş, Çakıcı'nın o tarihten itibaren MİT'le ilişki kurmasını engelleyemedi.

1990'a kadar İstanbul'da kalan Atasagun, ikinci kez Brüksel'e atandı. Bu kenti seviyordu. Üstelik orada kurduğu dostlukları, Ünal ve Ahu Aysal'ın, güney sahilindeki tatil köyüne kadar uzanıyordu. Hemen her yaz aynı ekiple tatile çıkıyorlardı. Tatil arkadaşları arasında Cem Duna ve Ümit Pamir gibi diplomatların yanı sıra sınıf arkadaşları Cemre ve M. Ali Birand da vardı.

Kimse işinden konuşmuyordu orada. Esprilerle, eğlenceyle dolu günler geçiriyorlardı. Gündüzleri denize girip kitap okuyorlar, geceleri özel partiler düzenliyorlardı. Örneğin ''siyah-beyaz akşamı''nda tüm konuklar, siyah-beyaz giyinip öyle katılıyorlardı partiye.

Tatil köyünde bir de disko vardı. Büyükler değil, ama çocuklar gidiyordu diskoya. Çocukları kontrol görevini, kimi zaman espriyle karışık Atasagun'a veriyorlardı. ''Hadi Şenkal, istihbaratçı olarak bu senin görevin! Git bir bak. Çocukların etrafında sakıncalı kimse var mı ?'' Gerçi kendisinin çocuğu olmamıştı, ama arkadaşlarını kırmaz, abartılı bir ajan havasına bürünür, çalıların arasından, duvar diplerinden kayarak gider bakardı diskoya. Hep birlikte kahkaha1arla gülerlerdi. Atasagun, böylesi oyunların da katkısıyla Galatasaray günlerindeki muzip, şakacı haline geri dönerdi...

 

Eymür'ün dönüşü

Büyükelçi Sönmez Köksal, 9 Kasım 1992'de MİT müsteşarlığına atandı. Atasagun, bu atamaya sevinmedi. Halbuki Köksal, 1980'lerin ortalarından itibaren tanıdığı, kimi yaz tatillerinde birlikte olduğu bir arkadaşıydı. Üzülmesinin nedeni, MİT'i, teşkilatın içinden gelmeyen birinin yönetmesinin imkansız olduğuna inanmasıydı.

Gerçekten Köksal, ilk günlerde Yenimahalle'deki MİT kampüsünde bile korumalarıyla birlikte koşacak kadar teşkilata yabancıydı. Köksal, yabancısı olduğu teşkilat içinde dayanacağı, güveneceği tek isim olarak arkadaşı Atasagun'u görüyordu. Köksal, Atasagun'u, eylül 1993'te Ankara MİT bölge başkanlığına getirdi. Yabancı elçiliklerin bulunması nedeniyle casusların cirit attığı, kontrespiyonaj faaliyetinin yoğunlaştığı Ankara'da bölge başkanlığı, MİT'te önemli bir posttu. Atasagun, Ankara'ya geldikten sonra ayrılmaz ikili oldular. Pek çok sosyal faaliyette hep birlikte göründüler.

O günlerde polisin Ankara'daki bir Dev-Sol hücre evine yapılan baskında Mehmet Eymür'ün öldürülmesine ilişkin planlar bulundu. Cinayet planları son derece ayrıntılıydı. Üstelik Eymür'ün yaşamına ilişkin doğru bilgilere dayanıyordu.

Atasagun, hazırlanan planları görünce üzüldü. Seyirci kalamazdı. Kalktı, Antalya'da bir buz fabrikasını işleten Eymür'ün yanına gitti.

''Hayatın tehlikede'' dedi. Korunabilmesi için MİT'e dönüşten başka çaresi olmadığını söyledi. MİT'ten olaylı ayrılan Eymür, geri dönüşün imkansız olduğuna inanıyordu.

- Alay ediyorsun. Böyle bir şey olamaz...

- İkimiz de farklı kanalları zorlarsak neden olmasın ?

Eymür, güçlükle ikna oldu. İki koldan faaliyete geçtiler. Atasagun, Köksal ve Mehmet Ağar'la görüştü, durumu anlattı. Eymür de Başbakanlık istihbarat başmüşavirliği görevinde bulunan Nuri Gündeş'in aracılığıyla Başbakan Tansu Çiller ve eşi Özer Çiller'e ulaştı. Sonunda MİT'in kapıları, Eymür'e bir kez daha açıldı. 31 ocak 1995'te kuruma geri döndü.

1995 temmuzunda Atasagun, MİT'te operasyon daire başkanlığına atandığında Eymür, aynı dairede ''Kontrterör Merkezi başkanı''ydı. Eymür, altı ay kadar Atasagun'un yardımcısı olarak çalıştı.

Ancak aralarında sorun çıkması fazla zaman almadı. Her ikisinin de çizgileri, yöntemleri çok farklıydı. Atasagun, Eymür'ün yürüttüğü bazı operasyon dosyalarını birer birer kapattı. Bir dönem içtikleri su ayrı gitmeyen iki arkadaşın araları açılmaya başladı.

Başbakana ulaşmakta güçlük çeken Müsteşar Sönmez Köksal, çareyi Eymür aracılığıyla eşi Özer Çiller'le temas kurmakta bulmuştu. Köksal, Özer Çiller'i MİT kampüsüne davet etti. Düzenlenen yemeğe Atasagun da katıldı. Ancak yemek sonrasında brifing için salona geçileceği söylenince itiraz etti. ''Milli İstihbarat Teşkilatı, yalnızca başbakana bilgi verir.'' Köksal'ın başkanlığında verilen brifinge katılmadan oradan ayrıldı.[8]

Köksal, zaten Atasagun'un sürekli kendisini eleştirmesinden bıkmıştı. Brifing olayı sonrasında Atasagun'dan tamamen koptu. Bununla da kalmayıp Atasagun-Eymür kavgasında Eymür'ün safında yer aldı. Onun anlattıklarına inanmayı yeğledi.

 

Kısa süren zafer çığlıkları

Olup bitenlerin en önemli sonucu, Köksal'ın, Eymür'ün başında olduğu ''Kontrterör Merkezi''ni Operasyon Başkanlığı'na bağlı bir birim olmaktan çıkararak, doğrudan kendine bağlaması oldu. Bu da operasyonlarda iki başlılığı getirdi. Eymür, doğrudan Köksal'a bağlı olunca sık sık Operasyon Dairesi'nin alanına girmeye, Atasagun'u rahatsız etmeye başladı.

Atasagun'un, Eymür'den boşalan başkan yardımcılığına Yavuz Ataç'ı getirmesi de MİT içindeki çekişmeler açısından önemli sonuçlara yol açtı. Bir zamanlar Alaattin Çakıcı'yı kaynak olarak kullanan ve benzer istihbarat yöntemleri uygulayan Ataç ve Eymür'ün arası açıldı. Böylece MİT'teki kavga, Atasagun-Ataç-Eymür çatışması halini aldı.

Sonbahar aylarında Başbakan Tansu Çiller'den, ''Sizden Apo'nun kellesini istiyorum'' talimatını alan Köksal, bu görevi Eymür'e vererek Atasagun'u dışladı.

Eymür, Öcalan'ı öldürmek için düzenlediği operasyona ''Yeşil'' kod adlı Mahmut Yıldırım'ı da kattı. Aslında Yeşil'in MİT'le ilişkisi 1991'de kesilmiş, ancak Eymür, kasım 1995'te Yeşil'i MİT'e geri almıştı. İlginçtir ki, Yeşil'e 500 dolar aylık bağlanmasına ilişkin yazının altında Eymür'ün yanı sıra daire başkanı olarak Atasagun'un da imzası vardı. Belge, Yeşil'in kendi adına değil sahte bir isim olan Metin Atmaca adına düzenlenmişti. Atasagun gibi bir kurt istihbaratçı Metin Atmaca'nın Yeşil olduğunu bilmiyor muydu? Bu soru yanıtsız kaldı.

İlk ''Apo operasyonu'' 6 mayıs 1996'da, Şam'da gerçekleştirilebildi. Öcalan, binanın önüne yerleştirilen Mercedes minibüsteki C-4 patlatıldığı sırada telefonla konuşuyordu. Telefon konuşması da MİT'in Yenimahalle'deki merkezinden dinleniyordu. Patlamadan sonra telefon görüşmesi kesildi. MİT'te kısa süreli bir sevinç yaşandı. Fakat zafer havası uzun sürmedi, çünkü patlamanın şaşkınlığını atlatan Öcalan yeniden konuşmaya başlamıştı.

Öcalan'ın kurtulmasının nedeni, üç tarafı çelikle kaplı minibüsün gerekenden daha uzağa ve yanlış açıyla park edilmesiydi.

Eymür ve Yeşil ekibi, Öcalan'ı öldürmek için altı ay sonra yeni bir girişimde daha bulundu. Öcalan'ın, bir radyo konuşması için 27 kasımda Bekaa Vadisi'ne geleceği haber alınmıştı. Operasyon için tüm hazırlıklar tamamlanıp beklenmeye başlandı. Öcalan son anda gelmekten vazgeçince yine kurtuldu.[9]

Operasyon başarıya ulaşsaydı, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, Çiller'in verdiği talimat sayesinde siyasi yaşamının en büyük fırsatını yakalayacaktı. Eymür de kahraman olacak, belki de MİT müsteşarlığına kadar tırmanmasını sağlayacak bir yol açılacaktı önünde. Fakat girişim başarısızlıkla noktalanınca Eymür kurum içinde zor durumda kaldı. Atasagun ve Ataç'la çatışması da doruğa çıktı.

 

Londra'ya sürgün

Atasagun ve Ataç da kendi aralarında çekişme içindeydi. Üçlü kavga, Müsteşar Köksal'ı da rahatsız ediyordu. Köksal, bir yandan da Susurluk Skandalı sonrasında MİT'e yönelen eleştiri oklarının altında bunalıyordu.

Susurluk tartışmaları sırasında MİT'le ilgili her şey ortalığa saçıldı. Atasagun'un da adı, Çeçen militanların 16 ocak 1996'da Avrasya gemisini kaçırması olayının kan dökülmeden bitirilmesinden sonra ikinci kez basına yansıdı. Korkut Eken, TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu'na verdiği ifadede, Atasagun'dan söz etti:

''... Çatlı'nın Papa Suikastı konusunda ayrıntılı bilgi verebileceğini söyledi. Telefonla Şenkal Bey'e bildirdim. Şenkal Bey 'ilgilenmiyoruz konuyla' dedi.''[10]

Halbuki Atasagun, bu kararı kendi başına almamış; Ankara’ya sorduktan sonra ''ilgilenmiyoruz'' yanıtını vermişti. MİT'in ilgilenı1lemesi kadar, aranan bir cinayet suçlusunu görmezden gelmesi de manidardı tabii.

Susurluk süreci boyunca Atasagun'la ilgili suçlamalar bu kadarla kaldı. Kutlu Savaş'ın hazırladığı ''Susurluk Raporu''nda da ona yönelik hiçbir iddia yer almadı. Eymür'ün 1987' de hazırladığı '' 1. MİT Raporu''nda da Atasagun'un adı, sadece bir kez, MİT görevlisi Mustafa Ercan'ın, Dündar Kılıç'la ilgili ifadesinde bir konuşmayı dinleyen kişi olarak geçmişti. Orada da hakkında hiçbir suçlama yöneltilmemişti.

Susurluk kazası sonrasında yine Eymür'ün hazırladığı ''2. MİT Raporu''nda Abdullah Çatlı'nın da içinde bulunduğu Emniyet-çete organizasyonu gözler önüne serildi. Tartışmalar, suçlamalar kısa sürede Eymür ve Ataç'ı, ardından MİT'i de kapsadı. Toz duman içinde geçen 1997'nin ilk aylarında, MİT'te tüm dikkatler dıştan gelen suçlamalara yöneldi. 1ç çekişmeler, geri planda kaldı.

Sönmez Köksal, kavgaları unutmamıştı. ANASOL Hükümeti kurulup Mesut Yılmaz yeniden başbakan olunca bir fırsatını bulup, üçünden de kurtuldu. Ağustos 1997'deki jet tayinlerle, Miktad Alpay'ı müsteşar yardımcılığına getirdi; Atasagun'u Londra'ya, Eymür'ü Washington'a, Ataç'ı da Pekin'e gönderdi.

İngiltere, Atasagun için sürgün yeri oldu. Operasyon başkanlığından sonra Londra 'ya gelmesi, İngiliz istihbaratını rahatsız etmişti. PKK'ya yönelik bir operasyon için Londra'ya geldiğinden kuşkulandılar, gelip sordular:

- Buraya düzeni bozmaya mı geldin ?

Ve tabii aldıkları yanıtlardan tatmin olmadılar. Atasagun'u sürekli izleyerek neredeyse nefes bile almasına izin vermediler. Atasagun için Londra, cehenneme döndü.

 

Müsteşarlığa tayin

Başbakan Mesut Yılmaz, muhalefet döneminde Budapeşte'de yumruklanmasını hazmedemiyordu. Yumruk olayının uzantılarının MİT'te olduğuna inanıyor, kurumu yeniden yapılandırmak istiyordu. Bunun yolu da öncelikle müsteşarı değiştirmekten geçiyordu.

Yılmaz, müsteşarlığa emniyet kökenli Kemal Yazıcıoğlu'nu getirmeyi düşünüyordu. Yazıcıoğlu için koalisyon ortaklarından destek bulamadı. Yeni adaylar ortaya çıktı. Askerler, başlangıçta Miktad Alpay'ı istiyorlardı. Alpay'ın adaylığının zayıflamasında söylentiler etkili oldu. Aday olarak Emre Taner ve Şenkal Atasagun kaldı.

Yılmaz'ın 9 aralık 1997'dekibir günlük Londra gezisi Atasagun'un önünü açtı. Başbakanın gezisini izleyen gazetecilerden biri, Atasagun'un yakın arkadaşıydı. Yılmaz'a, Atasagun'la görüşmesi için ısrar etti. Onu kıramayan Yılmaz, Atasagun'u kaldığı otele çağırdı. Önce uzak davrandı, ama 1,5 saatlik görüşmede Atasagun'a ısındı.

Mesut Yılmaz, Türkiye'ye döndükten sonra MİT müsteşarlığı konusunda müthiş bir kulisin ortasında buldu kendini. Alaattin Çakıcı bile kendince kulise girmişti.

Atasagun'u, 19 ocak 1998'de Ankara'ya çağırdı. Birkaç kez daha görüştüler. Başbakanın yakınlık duymasındaki önemli etkenlerden biri de Atasagun'un Özer Çiller'e verilen brifinge katılmamasıydı. Politikaya bulaşmamış, sivrilikleri olmayan bir istihbaratçı olan Atasagun böylece tek aday durumuna geldi. Genelkurmay da itiraz etmedi.

Son anda bir pürüz çıktı, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, atama kararnamesini masasında tam altı gün bekletti. Demirel, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve Başbakan Yılmaz'la görüşüp, ''son bir defa daha değerlendirdikten sonra'' kararnameyi onayladı. Demirel, son kez değerlendirmeye neden gerek duymuştu? O anlaşılamadı...

 

Eymür ve Ataç'ın uzaklaştırılması

Atasagun, MİT'in 72 yıllık tarihinde teşkilat içinden gelen ilk sivil müsteşardı. 11 şubat 1998'de müsteşarlığa atandıktan sonra kurum içinde Mehmet Eymür ve Yavuz Ataç'ı da kapsayan bir soruşturma başlattı.

Bir yandan da MİT'i yeniden yapılandırmaya girişti. ''Taşeron'' kullanımına son verirken, idari yapıyı da yeniledi. Atamaları, Silahlı Kuvvetler'deki Yüksek Askeri Şüra'ya benzer bir ''Üst Kurul''a devretti. Genelkurmay-MİT-Emniyet'in telefon dinlemelerini koordinasyon için ortak bir merkez kurulması girişiminde bulundu.

Miktad Alpay'ı istihbarattan sorumlu müsteşar yardımcılığında tutarken, idari işlerden sorumlu müsteşar yardımcılığına Sadi Sağlam'ı getirdi. Operasyondan sorumlu yeni bir müsteşar yardımcılığı kurarak, bu göreve de Emre Taner'i atadı.[11] MİT'in bu güçlü isimleriyle, her sabah düzenli olarak toplantı yapmayı alışkanlık edindi.

Müsteşarlığının ikinci ayında, 92 yaşındaki babasının ölüm haberi geldi. Cenaze töreninde, ağabeyi Seval'le birlikte annelerinin koluna girdiler. 65 yıllık eşini kaybeden Hayrünnisa Hanım, iki oğlunun arasında güçlükle ayakta durabiliyordu.[12]

Şehabettin Bey'in bıraktığı en önemli miras, kitaplarıydı. Tam 40 koli. İlk sayısından son sayısına kadar Hayat ve Ses dergileri. Tommiks ve Pekos Bill'in tümü ciltlenmiş çizgi romanları kalmıştı geriye. Bir de bulmaca çözerken kullandığı ansiklopediler...

Ne yazık ki, oğlunun artık bulmaca çözecek vakti kalmamıştı. Atasagun, nadiren bulduğu boşlukları casus romanları okuyarak değerlendiriyordu. Alaattin Çakıcı'nın yakalanmasıyla başlayan tatsız yoğunluk, o şansı da elinden aldı.

Çakıcı'ya kırmızı pasaportu Yavuz Ataç'ın verdiği haberleriyle birlikte ''kaset savaşı'' patladı Gözler, Susurluk Olayı'nda olduğu gibi yine MİT'e yöneldi.

Atasagun, sessiz kalmadı. Eymür ve Ataç'ı merkeze çekti. Bu hareketi yanıtsız kalmadı. Gazetelerin elektronik posta kutularına Mehmet Eymür'ün eşi Janset Eymür'ün adıyla zehir zemberek bir mesaj gönderildi. Mesaj, " 'Sen bu ülkeye çok hizmet ettin, hiçbirimiz senin yerini tutamayız' diye eşime iltifatlar yağdıran Şenkal Atasagun'un şimdi 'Eymür eski Eymür değil diyebilmesi için biraz utanması lazım ' " diye başlıyor; Atasagun'u suçluyordu:

''Eşim, yeraltı dünyasının MİT'teki temsilcisi diye nitelediği Yavuz Ataç ile ilgili birçok teşebbüste bulunmuş, sözlü olarak ve resmi yazılarla bu şahsın teşkilatta tutulmaması gerektiğini, Alaattin Çakıcı'ya ve yeraltı dünyasına bilgi aktardığını belirtmiştir. Şenkal ise Ataç'ı himayesine alarak başında bulunduğu birimde önemli bir göreve getirmiş, eşimin Yavuz Ataç'la ilgili teşebbüslerini Yavuz Ataç'a bildirerek onu eşime karşı kışkırtmış ve neticede Amerika'ya tayinimizden önce Yavuz Ataç'ın beline silah koyarak eşimi makamında tehdit etmesine ve birbirleri ile yumruk yumruğa girmelerine neden olmuştur.

Eşime de haksız yere disiplin cezası verildiği bu olaydan hemen önce Yavuz Ataç'ı metresi Neyzi isimli kadınla birlikte yurtdışına Alaattin Çakıcı ile birlikte operasyona yollayan Şenkal Atasagun'un kendisidir. Keza Alaattin Çakıcı'yı MİT'e empoze eden de yine kendisidir. Bunları eşleri dahil bütün MİT camiası biliyor. Bunlar nasıl olsa ortaya çıkmayacak mı ? Kırmızı pasaportun kimler tarafından verildiği, Çakıcı'yı kimlerin görevlendirdiği, Birdal Olayının kilit ismi Mehmet Kulaksızoğlu'nun kimlerin himayesinde olduğu, Yavuz Ataç, Kaşif Kozinoğlu gibi kişilerin MİT'te kimlerden himaye gördüğü nasıl olsa ortaya çıkacak. Onun için suçluluk telaşı içinde eşime değişti demek, onu bütün olayların içinde gibi göstermek insafsızlıktır.''[13]

Bu mesaj, doğrudan Atasagun 'u hedef alan bir savaş ilanıydı.

 

Yılmaz'ın iması

Birkaç gün sonra düzenlenen 30 Ağustos kokteylinde gazetecilerin en çok merak ettikleri konu MİT'teki bu çatışmaydı. Başbakan Yılmaz, ''Çakıcı devleti kullanmış, devlet onu değil'' deyince, sordular:

- Yani Çakıcı, Yavuz Ataç'ı mı kullanmış ?

- Yalnızca Ataç'ı değil, onun üstündekileri de kullanmış...

Bir gazeteci, Yılmaz'ın bu sözleri üzerine hatırlatma gereği duydu; '' Ama Ataç'ın üstünde Mehmet Eymür, Şenkal Atasagun ve Sönmez Köksal vardı...'' Yılmaz, bu hatırlatmaya itiraz etmedi, susmayı yeğledi...

Bu sözler, en çok kokteylde bulunan Atasagun'u şaşırttı. Atasagun, Yılmaz'dan, Janset Eymür'ün suçlamaları karşısında kendisine destek veren bir açıklama bekliyordu. Ne yazık ki, başbakanın sözleri tam tersi imalarla yüklüydü. 

Atasagun, Yılmaz'ın sözlerinin acısını karşılaştığı gazetecilerden çıkardı:

''Son günlerde MİT'e yöneltilen suçlamaların arkasında medyada köşe başlarına yerleşmiş 68 Kuşağı mensuplarının önyargıları rol oynuyor.''[14]

Soğuk Savaş dönemi mantığını yansıtan bu bakış, MİT içerisinde kaldığında normal gözüküyordu. Oradaki ''senyörler''in çoğu hala bu düşünceyi taşıyordu. Ancak Atasagun'un ağzından ifade edilince dikkat çekti. Demeç, basında büyük eleştiri aldı. Ardından Atasagun, tepkileri yumuşatmak ve yapılanları anlatabilmek amacıyla basın mensuplarıyla daha sık görüşmeye başladı. Aslında basınla diyalog yöntemlerini biliyordu. İstanbul'dayken bir ara basınla ilişkileri üstlenmişti.

Atasagun, MİT'e yöneltilen suçlamaların odağındaki isimleri Eymür ve Ataç'ı uzaklaştırmayı da ihmal etmedi. Eymür'ü Şeker Şirketi'ne atayarak teşkilat dışına çıkardı. Eymür ise bu atamaya karşı Danıştay'da dava açtı, an1a bir yandan da emekliliğini isteyerek, Amerika'ya döndü. istifa baskısı Ataç üzerinde de sonuç verdi ve o da emekliye ayrıldı.

Eymür, mücadelesini farklı alanlarda sürdürdü. Susurluk Davası'nda MİT'i suçlayan açıklamalar yaptı. İddialarını kanıtlamak üzere de davanın görüldüğü İstanbul6 No'lu DGM'ye bir dilekçe gönderdi. Dilekçede, MİT'e ait 12 bilgi fişine yer veriyordu. Fişlerde neler yoktu ki? Uyuşturucu, suikast girişimleri, cinayetler, her tür ''rutin dışı'' faaliyet söz konusuydu. Suçlananlar ise daha çok Abdullah Çatlı, Oral Çelik, Nurettin Güven, İbrahim Şahin, Korkut Eken ve Mehmet Ağar'dı. Asıl hedef, MİT değil, Emniyet çevresindeki güç odağıydı.

Nedense yanıt, sadece MİT'ten geldi. Atasagun, Eymür'ün, ''kendi kusurunu örtmek için teşkilatı suçladığı” karşılığını verdi...

 

Öcalan'ın paketlenmesi

MİT'in kamuoyundaki imajı açısından dönüm noktası, Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye getirilmesi operasyonuydu. Öcalan'ın 9 ekim 1998'de Suriye'den çıkmasıyla başlayan ve 16 şubat 1999'da yakalanarak Türkiye'ye getirilmesine kadar geçen süreçte MİT'e çok iş düştü. Öcalan, İtalya'dan ayrıldıktan sonra uçakla oradan oraya dolaşıp dururken yerinin saptanması zorlu bir uğraş haline geldi. Yeri konusunda çelişik haberlerin yayınlanması, MİT'e yönelik eleştirilere neden oldu.

Atasagun, 2 şubat günü, yazarlar Sedat Ergin, Emin Çölaşan ve Yavuz Donat'ı yemeğe davet etmişti. Sohbet sırasında söz Öcalan'a gelince Atasagun, ''MİT uyuyor mu?'' eleştirilerini yanıtladı:

- Bu olayda kurumumuz iyi bir çalışma ortaya koymuştur. Dünya servislerinin üzerinde bir performans gösterdik.

Öcalan'ın o sırada bulunduğu yerle ilgili olarak adres de verdi: ''Elimizdeki istihbarat bilgileri, Apo'nun şimdi Rusya'da olduğunu gösteriyor.''[15]

Aslında bir gün önce Öcalan'ın Atina'da olduğunu saptamışlar; Yunanistan istihbaratına faks mesajıyla iletmişlerdi tepkilerini. Yunanlılar reddetmişler, ama Öcalan'ı ülkelerinde daha fazla tutamamışlardı.

Atasagun, Öcalan'ın o an nerede olduğunu bilmiyordu, ama yeniden Rusya'ya dönmesinden endişe duyuyordu. Putin'in PKK kartını kullanmaya karar vermesi halinde Öcalan, Türkiye'nin başına büyük bir bela açabilirdi. Atasagun, o nedenle gazeteciler aracılığıyla Rusya'ya mesaj göndermeye çalışıyordu...

Oysa MİT'te Atasagun, gazetecilerle öğle yemeği yediği saatlerde Öcalan, Kenya 'ya varmıştı bile. Öcalan'ı taşıyan özel uçağın Korfu'dan 2 şubat sabahı saat 06.00' da havalanarak, yerel saatte 11.33'te Nairobi'ye inişinden ve Öcalan'ın gelişinden CIA anında haberdar oldu.[16] l6 MİT, o ana kadar Kenya'dan habersizdi.

İki gün sonra, 4 şubatta CIA’nın Ankara istasyon şefi, Atasagun'u ziyaret etti. Öcalan'ı Türkiye'ye teslim etmeyi teklif etti; bir koşulu vardı:

''Operasyonu Amerikan ve Türk ekipleri gerçekleştirecek. Ancak ne olursa olsun Abdullah Öcalan Türkiye'ye sağ olarak getirilecek, mahkemede adil olarak yargılanacak ve öldürülmeyecek.”[17]

Öcalan'ın Afrika'da olduğunu söylemekle yetindi; koordinatlarını vermedi. MİT, birkaç gün içinde kendi teknik imkanlarıyla, Öcalan'ın Kenya'daki Yunanistan Büyükelçiliği rezidansında olduğunu belirledi. CIA, ortak operasyonu geciktirmeye kalkınca bu kart masaya sürüldü.

CIA-MİT ortak Kenya operasyonu böylece başladı. Kenya makamlarının da operasyona katılımıyla sessizce büyükelçilikten çıkarılan Öcalan, paketlendi ve havaalanında bekleyen MİT görevlilerine teslim edildi. Öcalan'ı Türkiye'ye getiren uçakta, üç MİT elemanı, üç Genelkurmay Başkanlığı Özel Kuvvetler' e mensup subay ile GATA’dan bir doktor bulunuyordu.

Öcalan İmralı'ya yerleştirildikten sonra Atasagun, derin bir nefes aldı. Susurluk Skandalı sonrasında çok tartışılan MİT, uzun süreden beri ilk kez bu tartışmaların uzağına düştü. Gazetelerde, televizyonlarda MİT'le ilgi1i övgü dolu haberler aniden arttı. Sadece Türkiye'de değil, başka ülkelerde de MİT'i başarılı bulan yazılar yayımlandı. Ünlü askeri savunma ve istihbarat dergisi Janes Defence'te yer alan yazı da bunlardan biriydi. Yazar Sean Boyne, ''MİT'in yükselişi Şenkal Atasagun'un teşkilatın başına geçmesiyle başladı'' yorumunda bulunuyordu.

 

Kutlanamayacak doğum günü

''İmkanları ülke sınırları dışına taşmış'' MİT'in müsteşarı olarak mutluydu. Her şey yolundaydı, MİT'i istediği kulvara sokmuştu. Öcalan'ın yakalanmasıyla başlayan başarı haberleri, 1999'u unutu1maz bir yıl haline getirdi.

1999, Atasagun'un yaşamında ikinci bir iz daha bıraktı. 17 ağustos 1999 depremini unutamayacak. Tabii bu ülkede yaşayan herkes gibi, hep binlerce insanın ölümünü hatırlayacak. Hem bu felaketi hatırlamak için özel bir nedeni daha olacak. Çünkü 1941 yılının 17 ağustosunda Kars'ta dünyaya gelmişti. Artık doğum günlerini kutlayamayacak!

Körfez depremiyle ilgili haberler, MİT'i de gündemin alt sıralarına itti. Atasagun, aylar sonra Başbakan Bülent Ecevit'in 4-6 kasım 1999'daki Moskova gezisi sırasında yeniden basında göründü. Soru1arı yanıtlamamasına rağmen kameralar, objektifler gezi boyunca hep onu izledi.

Ecevit'in görüşmeleri sırasında masada yer aldı. Masanın karşı tarafında ise dönemin Rusya Başbakanı Vladimir Putin vardı. Putin eski bir istihbaratçıydı. Bir zamanlar, KGB'nin yeni adıyla iç istihbarattan sorumlu Federal Güvenlik Servisi'nin başkanlığını yapmıştı.

O nedenle Putin, başbakanlık görevine geldiğinde kutlama mesajı gönderenlerden biri de Atasagun'du. Putin de bir teşekkür mesajıyla karşılık vermişti. Aralarındaki bu sıcak ilişki, Öcalan'ın Rusya'ya kaçışı sırasında yardımlaşmaya dönüşmemiş; ''Rus istihbaratı üç maymunu oynamıştı.'' Türkiye istihbaratı da her seferinde onları bilgi ve belgeyle yalanlamak zorunda kalmıştı.[18]

Atasagun'un, Ecevit'in yanında masaya oturmasının nedeni de PKK'nın Rusya'daki faaliyetleri konusunda ''üç maymun'' oyununun tekrarını önlemekti. Ancak masada, iç istihbarattan sorumlu servis şefine ayrılan sandalye boş bırakılınca Atasagun etkisiz kaldı.

Ecevit'in ısrarı üzerine Putin, Atasagun'u Rus meslektaşıyla buluşturma sözü verdi. Putin, bu sözünü de yerine getirmeyince Atasagun, Moskova'dan eli boş dönmek zorunda kaldı. Putin, bir süre sonra iç yerine dış istihbarattan sorumlu servis şefini Ankara 'ya gönderdi. Yasak savmak için bundan güzel bir numara bulunamazdı...

 

Öcalan'ın idamı

Öcalan'ın idamı tartışmalarında Atasagun'un tavrı etkili oldu. Hükı1metin Öcalan'ın idam dosyasını Avrupa1nsan Hakları Mahkemesi kararı alınana değin Başbakanlık'ta bekletme karan öncesinde Ecevit'e bir rapor sundu.

15 sayfalık raporda, idam cezasının hemen infazının sakıncaları anlatılıyordu. Üç koalisyon liderinin 12 ocak 2000'deki toplantıda aldıkları infazı erteleme kararı, Atasagun açısından sevindiriciydi. Terör dalgasının yeniden yükselmesi önlenmişti.

Öcalan'ın çağrısı üzerine PKK terörünün gerilemesi, Hizbullah'ın gerçek boyutlarının ortaya çıkmasına ortam sağladı. Ülke genelinde Hizbullah operasyonları başladı, birbiri ardına bulunan ''mezar evler''den çürümüş cesetler çıkarıldı.

Açığa çıkan kötü tablo, güvenlik birimlerinin yanı sıra MİT'in de suçlanmasına yol açtı. Nasıl olmuştu da Hizbullah'ın cinayetleri, silahlanması, örgütlenmesi öğrenilip üzerine gidilememişti ? Herkes bu soruları soruyordu; tabii gazeteciler ve muhalefet de. Konu, MGK'nın ocak toplantısında gündeme geldi. Atasagun, eleştirileri orada yanıtladı. ''Sorguda öldürdükleri insanları MİT ajanı diye sorguluyorlar'' deyip, sordu:

- Eğer devlet koruyorsa, kendi adamlarını niye MİT ajanı diye sorgulasınlar? Böyle bir ilişki olmadığını bu çelişkide ortaya koyuyor.

Hizbullah'ı korumadıklarını anlattı. Küçük bir sorun yaşadıklarını kabul etmeden geçemedi:

''PKK terörü hep ön planda olduğu için devletin istihbarat kurumlarının gölgesinde kaldı. Ortaya çıktığından beri bu örgütle ilgili düzenli olarak bilgi toplanmış, operasyon yapılmış ve mücadele edilmiştir.''[19]

Evet, sorunun özü buydu. PKK ile mücadeleye o kadar konsantre olmuşlardı ki, Hizbullah o gölgelikte rahatlıkla serpilip boy atına fırsatı bulmuştu.

MİT'in imajını gölgeleyen gelişmelerden biri de Gazeteci Abdi İpekçi'nin öldürülmesine ilişkin davaydı. 1995'te A1manya’da yakalanan Yalçın Özbey'in sorgusu için bir Emniyet görevlisiyle birlikte iki MİT elemanı bu ülkeye gitmiş, birlikte ifade almışlardı.[20]

Fakat mahkemenin ısrarına rağmen, MİT, Özbey'in ifade tutanaklarını bir türlü bulamadı; ifade kasetlerinin de imha edildiğini bildirdi. Avukatların yoğun çabaları sonucunda Atasagun, Özbey'in ifadesini alan iki MİT elemanının mahkemeye çıkmasına izin verdi. Garip, ama iki MİT elemanı da hiçbir şey hatırlamadıklarını söylediler. Ve sonuçta İpekçi davası zaman aşımından düştü; Oral Çelik ve diğer zanlılar kurtuldular.

Nasıl olduysa davanın düşmesinin ardından Özbey'in ifade tutanakları ortaya çıkıverdi; MİT'in bulamadığı tutanaklar, Emniyet Gene1 Müdürlüğü arşivlerinden çıkmıştı (!). Tutanakların DGM Savcılığı'na gönderilmesi de davanın akıbetini değiştirmeye yetmedi.

Atasagun'un başında bulunduğu MİT, İpekçi cinayetinin aydınlanmasına yardım etmemiş; tam tersine sır perdesinin olduğu gibi kalmasına katkıda bulunmuştu.

 

İsimsiz kahramanlar

Almanya'yla 2000 yılının ilk aylarında bir kriz yaşandı. Türkiye'nin dört diplomatı kışkırtıcı ajanlıkla suçlanarak geri çekilmeleri istendi. Atasagun'un tepkisi sert oldu. Almanya'ya yapmayı planladığı geziyi iptal etti.[21] Kriz, bir süre sonra Der Spiegel'e de yansıdı. Ünlü haber dergisi, krizi ayrıntılı olarak aktarıyor, dört diplomatın geri çekildiğini yazıyordu. A1man yetkililer sessiz kalmayı yeğledi. Atasagun ise haberi tümüyle yalanladı.

Can sıkıcı gelişmelerin ikincisi ise Amerika'ya yerleşen Eymür'ün İnternet'te AT1N (Anadolu Türk İnterneti) adlı bir site kurmasıydı. İnternet'ten rakiplerine savaş açan Eymür'ün bazı gazetecilerin MİT'e çalıştığı suçlaması Türkiye'de büyük yankı yaptı.

Gazetecilerin hemen tamamı aynı tavrı gösterdi; bir gazeteci aynı zamanda istihbarat servisine çalışamaz. MİT ajanlığının doğru olduğunu savunan kimse çıkmadı. Türkiye'de bir ilk de yaşandı. Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli, Atasagun'a bir mektup yazdı: ''MİT'in kullandığı gazeteci var mı ?”

Güreli'nin 19 nisan 2000 tarihli mektubuna Atasagun, beş gün sonra yanıt verdi. ''Basınımızın güzide mensuplarını kullanmayı aklımızdan geçirmediğimiz gibi, basınımızın da bizi kullanmasını hiçbir zaman arzu etmeyiz.'' Suçlamaları reddetmekle kalmadı, basını suçladı:'

“...Bir dönemde, kendi iradeleri ve felsefeleri doğrultusunda bazı illegal örgütler içerisinde, illegal çalışmalara girmiş ve mücadelelerini kaybetmiş kişiler, halen basın camiasında mevcuttur. Bu kişiler, bu dönemlerinin sorumluluğunu MİT'te aramakta ve ellerine geçen her fırsatta MİT'i küçük düşürme gayretinde bulunmaktadır.''

''İsimsiz kahramanlar'' dediği MİT mensuplarını savunurken, eski müsteşarlardan değişik bir çizgi sergilemiyordu. Atasagun'un asıl farkı, başarılı operasyonlar yürüten İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ı herkesin önünde kutlamasında gizliydi. Birikimine, çizgisine güveniyordu ve tabii MİT'i ulaştırmak istediği hedeften emindi...


[1] Altuğ ünlü bir tiyatro ve sinema yıldızı; Ulusoy, Türkiye'yi Fransa'da temsil eden başarılı bir tiyatrocu; Akad, ünlü bir ekonomi profesörü; Birand, ünlü bir haberci, Yarman da ünlü bir nükleer fizik profesörü oldu

[2] Sinan Hıncal, ''iyi kaleci, iyi yer tutar'', Aktüel, mart 1998.

[3] Hıncal Uluç, ''Şenkal'', Sabah, 17 ekim 1999

[4] Kontrespiyonaj: yabancı unsurların gizli yürüttüğü casusluk ve benzeri faaliyetleri engellemek için yapılan karşı faaliyetler (Mehmet Eymür, Analiz, Milliyet Yayınları, şubat 1997, 2. baskı, s. 58).

[5] ''En ünlü MİT'çi ilk kez Aktüel'de'', Aktüel, 26 mart 1998; Tuncay Özkan, Bir Giz/i Servisin Tarihi, Milliyet Yayınları, s. 200.6 Çağlar'ın yakalanması ve ani ölümünün karanlık bir senaryo olduğu da iddia edilmektedir.(Talat Turhan, Emperyalizmin Batağındaki istihbarat Örgütleri, Sorun Yayınları, 2. baskı, mayıs 1999, s.51-54.184 7 Fatih Çekirge, ''Gerçekler'', Sabah, 25 ağustos 1998.

[6] Çağlar’ın yakalanması ve ani ölümünün karanlık bir senaryo olduğu da iddia edilmektedir. (Talat Turhan, Emperyalizmin Bataklığındaki İstihbarat Örgütleri, Sorun Yayınları, 2 baskı, mayıs 1999, s.51-54.

[7] Fatih Çekirge, “Gerçekler”, Sabah, 25 ağustos 1998.

[8] Fatih Çekirge, ''Sessiz kahramanlar'', Star, 24 temmuz 1999.

[9] ''Apo'nun kurtulduğu gece'', Hürriyet, 6 ekim 1998.

[10] Veli Özdemir, Susurluk Belgeleri, Scala Yayıncılık, nisan 1997, s. 371.

[11] Sedat Ergin, ''Taşeron devri bitti'', Hürriyet, 31 mart 1999.

[12] ''Müsteşarın acı günü'', Hürriyet, 2 nisan 1998.

[13] ''MİT'i sarsacak suçlama'', Hürriyet, 24 ağustos 1998.

[14] Ertuğrul Özkök, ''Kutlu Savaş, 68 Kuşağı'ndan mı ?'', Hürriyet, 2 eylül 1998.

[15] ''Rusya'ya kilitledik'', Hürriyet, 3 şubat 1999; Emin Çölaşan, ''MİT'te bir öğle 196 yemeği'', Hürriyet, 3 şubat 1999.

[16] Nur Batur, ''Yunanistan'ı sarsan APOGATE-2'', Hürriyet, 19 mart 1999.

[17] Tuncay Özkan, Operasyon, Doğan Kitapçılık, şubat 2000, 1.baskı, s. 1-3.

[18] Sedat Ergin, ''MİT'e karşı üç maymun'', Hürriyet, 8 kasım 1999.

[19] Serpil Çevikcan, ''MİT' Hizbullah korunmadı'', Milliyet, 1 şubat 2000.

[20] ''MİT'e göre Çelik ve Özbey suçlu'', Milliyet, 16 haziran 2000.

[21] ''Casus diplomat krizi'', Der Spiegel, sayı 10, 2000, 3 mart 2000.