Header $articleheadline_he$ "ArticleHeadline" Detay Sayfa Header

 

 

     

 

 

 
2021-08-24

Detay Sayfa

Tüm Dosyaların Listesi

News Database Template Page Example

SON TV Yazıları: Casusluk Hikayeleri – ANGLETON VE HOOVER

22/3/2014 - 11:34 - Mehmet EymürYorumlar Bu Yazıyı Bir Tanıdığına Yolla Bu Yazıyı Yazdır  

      

SON TV Yazıları: Casusluk Hikayeleri – ANGLETON VE HOOVER




“CIA, devşirdiği mülteci elemanları kullanarak Ukrayna, Arnavutluk, Doğu Almanya ve sair ülkeler üzerinden Moskova’ya sızmak için sayısız girişimde bulundu. Ajanlar, gözü pek Polonyalı pilotların kullandığı işaretsiz uçaklarla demir perde gerisine indiriliyor ama çoğu Sovyet yetkililerince teker teker yakalanıyordu. Komünistler esirlerine zorla ‘Her şey yolunda, daha para gönderin, daha silâh gönderin’ diye mesajlar göndertiyor, gönderilen ganimete el koyduktan sonra da onları öldürüyordu”.


Bu anlatım, yirmi altı yıldan beri Amerikan istihbarat servisleriyle ilgili yazılar

yazan Pulitzer ödüllü bir New York Times muhabiri olan Tim WEINER’e ait. Bu kitap, CIA tarafından düzenlenen operasyonları izlemek için Afganistan dahil birçok ülkeye seyahat etmiş olan yazarın üçüncü kitabıdır.






JAMES J. ANGLETON

“İşin iç yüzü yıllar sonra ortaya çıktı. CIA teşkilâtındaki gizli operasyonların güvenliğinden sorumlu şef James J. ANGLETON (Doğum 1917 – ölüm 1987), tüm bu operasyonları, Pentagon’daki oda arkadaşı, İngiliz istihbarat görevlisi Kim PHILBY ile birlikte düzenliyordu. PHILBY ise, Moskova hesabına da çalışan çift taraflı bir casustu ve CIA tarafından görevlendirilmiş paraşütçülerin indirilecekleri noktaların koordinatlarını Sovyetlere veriyordu.






KİM PHİLBY


Alkolik ANGLETON’un, yakın dostu PHILBY’nin yaptıklarından haberi olmadığı gibi Amerikan hükümeti içinden de bu kayıpların neden verildiği hakkında fikri olan yoktu. Yıllar sonra CIA, bu mültecilerin Sovyetler aleyhine kullanılmasının gerçekçi bir fikir olmadığını kabul etti ama 1950’ler boyunca, demir perde arkasına sızmaya çalışan yüzlerce CIA ajanının esir düşüp öldürülmesinin hesabı hiç sorulmadı. ANGLETON ise yararlı (!) hizmetleri nedeniyle terfi ettirilip yirmi yıl daha görevini sürdürdü.” (Tim Weiner)


ANGLETON’UN ‘AYNALARIN VAHŞETİ’ KİTABI


Bu kötü tecrübeyi yaşayan CIA karşı istihbarat bölümünün şefi James Jesus ANGLETON’un, geri kalan meslek hayatında, herkesten şüphelenen, herkesi KGB ajanı gibi gören bir kişi haline geldiği söylenir. Nitekim onun hayatını anlatan ’Wilderness of Mirrors – Aynaların Vahşeti’ isimli kitapta, bir aşamada istisnasız her insandan şüphelenmeye başladığı, herkesi takip ettirdiği, soruşturmalar açtırdığından bahsedilmektedir. Görevden alınıp, işi bırakırken bile şirketteki gizli KGB ajanlarından bahsediyormuş…


Biz tekrar MI5’in ikinci adamı, ‘Casus Avcısı’ Peter WRIGHT’ın anlatımına dönerek, enteresan sahnelere, ilginç ilişkilere göz atalım:






PETER WRIGHT WASHINGTON’DA


“Capitol binası, mavi gökyüzü, pembe çiçekler, beyaz mermer ve ışıltılı altın bir kubbeden oluşan bir fresk gibiydi. Washington'u ziyaret etmek her zaman hoşuma gidiyordu. Londra çok renksizdi. MI5'de ise paralar peni-peni hesaplanıyordu ve Büro'ya sınıf sistemi hakimdi. Entelijansa savaştan sonra giren bütün gençler gibi ben de Amerika'nın tek umudumuz olduğuna inanıyordum. 1950'lerin sonunda İngiliz ve Amerikan Entelijans Servislerinin ilişkileri iyice bozulmuştu. Tabii bütün bu karmaşanın asıl nedeni BURGESS ve MACLEAN'in Rusya'ya kaçmaları ve PHILBY'nin de resmen temize çıkarılmasıydı. M16 artık her zaman şüpheyle karşılanacaktı. Çünkü önemli memurlarının hepsi de PHILBY'nin yakın arkadaşlarıydılar. MI5'in bu üç casusu yakalayamaması da Amerikalılara beceriksizlik gibi gözüküyordu. Sadece GCHQ’nun (Government Communications Headquarters – Genel Muhabere Merkezi), Amerikan karşıtı olan NSA (National Security Agency - Milli Güvenlik Teşkilatı) ile resmi bir anlaşması vardı. Bu yüzden de savaş zamanında çok sıkı olan İngiliz - Amerikan entelijans bağlarını sarsan akıntılar bu birimleri pek etkilemiyordu.


FBI İLE İLİŞKİLERİ DÜZELTMEK


HOLLIS, Genel Müdürlüğe (MI5) getirildiği zaman FBI'la olan ilişkileri düzeltmek için çok çabaladı. Ama HOOVER savaştan beri İngilizlere düşmandı. BURGESS ve MACLEAN olayı HOOVER'ın peşin yargılarını daha da güçlendirdi. Bir ara M16 ajanlarını FBI binasına bile sokmadılar. MI5'in FBI entelijans raporlarını görmesine de izin verilmedi. HOLLIS 1956'da ilişkileri düzeltmek için HOOVER'a gitti İşin garibi bu iki adam birbirleriyle iyi de anlaştılar. HOOVER da ondan sonra beni FBI'ya davet etti. Teknik araç ve gereçlerini görmemi istiyordu.






Bu yolculuk benim için önemliydi. Çünkü MI5'e ilk adımımı attığım günden beri uzun vadeli başarının, Amerikalılarla eski ilişkilerin yeniden kurulmasına bağlı olduğuna inanıyordum. Ama fikirlerim pek beğenilmiyordu. Leconfield House'da bazı kimseler hâlâ eski İmparatorluğun hayaliyle yaşıyorlardı. Mesela, Cumming MI5'in teknik bölümünün başıydı, ama Amerika'ya hiç gitmemişti. Gitmeye gerek de görmüyordu.


FBl'ın teknik kaynaklarının genişliği beni çok etkiledi. Ama onlardan pek de iyi yararlanamıyorlardı. Kendi aletlerini oluşturmuyor, piyasada satılan makinelerden yararlanıyorlardı. Teknik araştırmaların başında Dick MILLEN vardı. Ve o bir fenci değil, bir avukattı. Bu da etkinliğini azaltıyordu.


TISLER OLAYI


FBI'ya ‘TISLER Olayı’ (Frantisek TISLER - FBI tarafından ele alınmış olan, Washington'daki Çekoslovak Sefaretinde Şifre memuru. FBI'a verdiği bilgilerden, ‘İngiliz gizli servislerinde Sovyetlere çalışan ajanlar’ gibi İngiltere ile ilgili konular, FBI tarafından MI5'e bildiriliyordu) hakkında bilgi vermek fikri hiç hoşuma gitmiyordu. HOOVER'ın olayla ilgileniş tarzından MI5'in içendeki casusla ilgili sorunu çözemeyeceğimizi umduğu anlaşılıyordu. Böylece Başkan'a İngilizlerle yapılan entelijans alış verişinin sona erdirilmesini önermek için bir bahane bulmuş olacaktı. HOLLIS'in ve benim daha önce yaptığımız ziyaretlerin, durumu düzeltmeme yardım edeceğini umuyordum.


Bana MI5'in Washington'daki irtibat memuru Harry STONE refakat ediyordu. Harry cana yakın bir adamdı. Herkes hoşlanıyordu ondan. Bunun en önemli nedeni, Harry'nin görevini temelde toplumsal bir şey saymasıydı. Ama aslında zekâ ve karakter bakımından 1950'lerin sonunda Washington'da başlayan uydu ve kompüter entelijansı çağına uyacak bir insan değildi. Harry, HOOVER'la konuşmaktan hiç hoşlanmıyordu. Bundan kaçamayacağını anlayınca basit bir çare buldu. ‘Peter dostum, beni dinle. Bırak o konuşsun. Sakın sözünü keseyim deme. Ve sözleri sona erince, 'Çok teşekkür ederim Mr. HOOVER', demeyi de unutma... Öğle yemeği için güzel bir masa ayırttım. Buna ihtiyacımız olacak’.






Haşmetli FBI binasına girdiğimiz zaman bizi İç Entelijans Bölümü şefi Al BELMONT ve Komünizm Şubesi'ne bakan yardımcısı Bill SULLIVAN karşıladı. SULLIVAN 1970'lerin ortasında New England'da ördek avlarken ölü bulundu. (Not-1977’de Parlamento Cinayetleri Soruşturma Komisyonu tarafından dinlenmesinden birkaç gün önce şüpheli bir av kazası ile öldü.) Onun cinayete kurban gittiğine karar verildi. BELMONT, Büro kurulduğundan beri FBI'daydı. Sert, eski tip bir G.-Man'di. BELMONT güçlü, SULLIVAN da akıllıydı.

Ama tabii BELMONT da aptal değildi. BELMONT'un pek çok düşmanı vardı ama ben onunla her zaman iyi geçiniyordum. O da benim gibi zor bir çocukluk çağı geçirmişti. Çalışkanlığı ve 'ihtiyara olan sadakati' yüzünden FBI'da iyice yükselmişti. Yüksek mevkideki bu iki ajan her şeye rağmen HOOVER'dan çekiniyorlardı. Ben bu kadar büyük bir sadakatin anormal bir şey olduğunu düşünüyordum. Tabii HOOVER'ın başlangıçtaki başarılarına hayranlık duyuyorlardı. O beceriksiz ve bozuk bir örgütü etkili ve korkulan bir güç haline getirmişti.






HOOVER KENDİNİ TANRI MI SANIYORDU?


Ama herkes HOOVER'ın kendisini Tanrı sandığını biliyordu. Bu adamların bundan kendi aralarında bile söz etmemeleri acayipti. İki adamla ‘TISLER Olayı’ndan söz ettik. Sonra HOOVER'in odasına gittik. FBl'ın Direktörü masasının arkasında duruyordu. Parlak lacivert bir elbise giymişti. Resimlerinde durduğundan daha uzun boylu ve inceydi- Ama yüzü kırışıktı ve etleri sarkmıştı. Kesin, fakat neşesiz bir tavırla elimi sıktı.


BELMONT ziyaret nedenimi anlatmaya başladı ama HOOVER sert bir tavırla onun sözünü kesti. ‘Raporu okudum, Al. Olayı Mr. Wright'tan dinlemek istiyorum’. Kömür gibi kapkara gözlerini bana dikti. RAFTER’in (Not-Türkçe ‘KİRİŞ’–Sovyetlerin İngiliz Takipçilerin telsizlerini dinlediğini tespit eden ve gizli haberleşmelerini bulan teknik sistemin kod adı) bulunmasını anlatmaya başladım ama HOOVER lafı hemen ağzıma tıktı. ‘Sizin Servis'in bizim Çek kaynağın açıklamalarından artık memnun olduğu anlaşılıyor’… Cevap verecektim ama beni susturdu. ‘Güvenlik organizasyonlarınıza burada, Washington'da çok yardım ediliyor’. Sesi tehdit doluydu. ‘Bu durum milli güvenliğimizi etkilediği zaman Amerika Birleşik Devletleri Cumhurbaşkanı'na önerilerde bulunmam gerekiyor. Onun için böyle olaylarla yakından ilgilenmek zorunda kalıyorum. Özellikle İngiltere'nin bu alanda son zamanlarda karşılaştığı problemler açısından. Ayağımı bastığım yerin sağlam olduğunu bilmeliyim. Anlatabiliyor muyum’? ‘Tabii, efendim. Anlıyorum’.


Harry STONE gözlerini ayakkabılarının bağlarına dikmişti. Al BELMONT'la Bill SULLIVAN, HOOVER'ın masasının bir yanında, gölgelerin arasında oturuyorlardı. Yani iş bana düşüyordu. ‘Verdiğim raporda’. ‘Adamlarım raporunuzu hazmettiler bile, Mr. Wright. Beni aldığınız dersler ilgilendiriyor’. Ben cevap veremeden HOOVER öfkeli, küçültücü bir eleştiriye başladı. Batı, Komünizm saldırısı karşısında yetersiz kalıyordu. HOOVER'ın düşüncelerinin çoğunu paylaşıyordum- Ama konuşma tarzı çok çirkindi. Tabii sonunda BURGESS ve MACLEAN konusunu açtı. Bu iki casusun adlarının her hecesini yakıcı bir kinle söylüyordu. ‘Mr. Wright, burada, bu Büro'da böyle bir şey olamaz! Ajanlarımın hepsi hakkında araştırma yapılır! Bu olaydan alınması gereken dersler var. Anlatabiliyor muyum’? Başımı salladım. Harry STONE atıldı. ‘Tabii, Mr. HOOVER’. ‘Daima tetikte olmalı, Mr. Wright. Tetikte olmalı. Burada, Büro'nun merkezinde ışıklar her zaman yanar’.






CIA KARŞI CASUSLUK ŞEFİ ANGLETON


HOOVER'la yaptığım bu sıkıcı konuşmanın ertesi günü CIA'nın Karşı Casusluk Bölümü Şefi James


ANGLETON'la yemek yedim. Müthiş zeki bir adamdı. Soğuk Savaş'ın keyfini çıkarmayı değil, mücadeleyi kazanmayı istiyordu. 1950'lerin sonunda ANGLETON'un yıldızı Washington'da iyice parlamaya başlamıştı. Özellikle İsrail'deki bir ajanından Kruschev'in Stalin'i suçlayan konuşmasının gizli kopyasını almayı başardıktan sonra. ANGLETON, eski MI6 bürosunda eğitilmişti. Hem de Kim PHILBY tarafından.

ANGLETON'dan hoşlanıyordum. Ve o daha önce birlikte iş yapabileceğimizi de ima etmişti. Lokantadan içeri girdiğim zaman ANGLETON masada oturuyordu. Zayıf, veremli bir adamdı. Gri bir elbise giymişti. Ona katılırken boğuk sesiyle, ‘HOOVER nasıldı?’ diye sordu.






‘Her şeyi çok çabuk haber alıyorsun, Jim’, dedim. Bir ölününkini andıran yüzünde bir tebessüm belirdi. Onun ağzımdan laf almaya çalıştığını biliyordum. CIA'nın ‘TISLER Olayı’ndan da, adamın iddialarından da haberi yoktu. ‘Bu sıradan bir ziyaretti. Büroyla dost olmaya çalışıyoruz. Şu ara Londra'da moda bu’.


ANGLETON, ‘Boşuna zaman kaybediyorsun’, dedi. ‘Ben bildim bileli o adamla dost olmaya çalışıyorsunuz. O bize her zaman İngilizlere hiç dayanamadığını söylüyor’. Biraz öfkelendim. Oysa damarıma mahsus bastığını da biliyordum. ‘CIA’nın bize daha dostça davrandığı söylenemez’. ANGLETON bardağına tekrar içki doldurdu. ‘Şu son on yıl Washington'a çok şey borçlandınız... HOOVER gibilere gelince... Onlar BURGESS'le MACLEAN'e bakıyorlar. Sonra da MI5'e. Ve 'Ne uğraşalım?' diyorlar’. ‘Yanılıyorsun, Jim’ dedim. ‘Her şey değişiyor. On yıl önce beni bir bilim adamı olarak işe almazlardı. Ama şimdi Büro'dayım. Ve durmadan yeni ajanlar tutuluyor’.


İNGİLİZ OKULUNDA OKUDUM, SİZİ İYİ TANIRIM


ANGLETON alay etti. ‘Ben bir özel İngiliz okulunda okudum. Sizi iyi tanırım’. ‘Durmadan BURGESS'le MACLEAN'den yakınmanın bir yararı yok. O olay geçmişte kaldı. Dünya çok küçüldü. Tekrar birlikte çalışmaya başlamalıyız’. ANGLETON sigarasının dumanlarını havaya üfledi. ‘HOOVER size yardım etmez!’ Ama kendisinin yardım edeceğini de söylemedi. Yemek bir hayli uzun sürdü. ANGLETON ağzından bir şey kaçırmıyor, durmadan beni konuşturmaya çalışıyordu. Bir ara, ‘Ya PHILBY?’ diye sordu. Açık açık, ‘Onun bir casus olduğunu sanıyorum’, dedim. ‘Bana MI5'in Armond HAMMER’le ilgili dosyasını verebilir misin?’ HAMMER, 'Occidental Petroleum'un başıydı ve Sovyetler Birliği'yle iş yapıyordu. ‘Seninle dostuz, Jim. Ama o kadar da samimi değiliz’. Ayrılırken, ‘Beni dinle, Jim’, dedim. ‘Çok ciddiyim. Sen Washington'da bana yardım etmezsen ben de başkasını bulurum’. ‘Bakalım, elimden geleni yaparım’, diye mırıldanarak uzaklaştı.”


Evet, bu günlük burada keselim. Görüyorsunuz, ‘Süper Güç’ ABD, milli menfaatlerine dokununca, en yakın akrabası İngiliz Kraliyetini bile tanımamış ve aşağılamış! Koskoca İngiliz güvenlik teşkilatının ikinci adamı, FBI Başkanı HOOVER’in karşısında bir laf dahi edememiş, ezilip büzülmüş.


Ama HOOVER deyip geçmeyelim. O ABD Başkanlarının açıklarını bilen ve bu sebeple 48 yıl makamında kalan enteresan bir şahsiyet. Başkan Kennedy suikastı dahil, birçok siyasi cinayette parmağı olduğu iddia ediliyor.


Gerçi bizde de HOOVER benzerleri, çok sır bilen, kimsenin dokunamadığı önemli makam sahipleri çıktı ama, 48 senelik rekoru kırabilen yok!


Casusluk hikâyelerine devam edeceğiz...






FastCounter

 

Hit Counter

  Anadolu Türk İnterneti

 

Güncelleştirme : 15.10.2024 - 22:56