Header $articleheadline_he$ "ArticleHeadline" Detay Sayfa Header

 

 

     

 

 

 
2021-08-24

Detay Sayfa

Tüm Dosyaların Listesi

News Database Template Page Example

SON TV Yazıları: YAŞADIĞIMIZ GÜNLERİN MİMARLARI VE ILIMLI İSLAM

13/5/2013 - 09:00 - Mehmet EymürYorumlar Bu Yazıyı Bir Tanıdığına Yolla Bu Yazıyı Yazdır  

      

SON TV Yazıları: YAŞADIĞIMIZ GÜNLERİN MİMARLARI VE ILIMLI İSLAM


"Atatürk'ün düşünceleri, çağı için son derece güçlü düşüncelerdi. Ama bugünün Türkiye’si, artık İslâm'ın günlük yaşamdaki yerini yeniden düşünebilmelidir".

"Atatürk'ün 1920'lerde Türkiye'nin ayakta kalma mücadelesi sırasında oynadığı kritik tarihi role çok büyük saygım var. Ayrıca modern Türkiye'nin kalkınması, "vizyonunu" Atatürk'ün hazırladığı platform sayesinde olabilmiştir."

Mustafa Kemal’in Başına Gelenler Farklı Değil!

Ancak dünyada hiç bir lider ne George Washington, ne Nehru, ne Lenin, ne Gandi sonsuza kadar yaşayabilecek bir ürün veremedi. Oysa İncil ve Kur'an veriyor. Liderler ölüyor. Önce bedenleri, sonra zaman içinde düşünceleri siliniyor. Oysa Kur'an ve İncil yaşıyor. İşte Mustafa Kemal'in başına gelen de her tarih yazmış liderin başına gelenden farklı değildir.



Bizzat Mustafa Kemal dahi bir konuşmasında Türkiye'ye çizdiği vizyonunun kendisinden sonraki yüzyıllarda ayakta kalıp kalmayacağı konusunda kuşkularını sergilemiştir.

Atatürk'ün düşünceleri, çağı için son derece güçlü düşüncelerdi. Ama onun sayesinde yaratılmış olan bugünün, kendisine entelektüel güven duyan güçlü Türkiye’si, artık ulusal kimliğini, yörüngesini, dünyadaki rolünü hatta İslâm'ın günlük yaşamdaki yerini yeniden düşünebilmelidir”. Rand Corporation ve 23 Yıl Önceki Söyleşi
Bu sözlerin sahibi CIA Ortadoğu Dairesi eski Sorumlusu Graham Fuller. Gazeteci Ufuk Güldemir ile 23 yıl önce yaptığı ve 26 Şubat 1990’da Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan söyleşide yer alıyor.

1990 Şubat başında Profesör Sabrı Sayarı tarafından kaleme alınan ve 6 Şubat tarihli Cumhuriyet’te yayımlanan Rand Corporation raporunda ABD'nin Türkiye'de yükselen İslâm olgusu ile birlikte yaşamaktan başka çaresi olmadığı, bu çerçevede de İslami hareketi daha iyi anlamak için ılımlılarla temaslar başlatması yönünde öneriler yer alıyordu.



Raporda, ABD'nin Türkiye'de lâik modeli desteklerken İslâmî güçlerle açık çatışmaya girmekten kaçınması, ayrıca "olumlu İslamcılarla gayri resmi temas kurması" öneriliyor, "Türkiye'de halkın çoğunluğu için İslâm'ın bireysel ve toplumsal kimliğin tek kaynağı olmaya devam ettiği" görüşü de savunuluyordu.

Bu raporun da içinde yer aldığı, Afganistan, Pakistan, İran ve Türkiye'de İslâm'ın canlanışını inceleyen ana projenin sorumlusu Graham Fuller’di. Fuller ile görüşen Ufuk Güldemir’e muhatabı ilginç değerlendirmede bulundu ve Sovyetler Birliği'ndeki gelişmelerden de bahsetti.


İslâm'ın Eğitim, Bürokrasi, Yargı Üzerindeki Köhne Ve Ezici Yükü


GÜLDEMİR - "Yörüngesini yeniden düşünebilmelidir" derken ne demek istiyorsunuz?
FULLER - Kemalizm’in reformcu yönü, büyük ölçüde İslâm'ın eğitim, bürokrasi, yargı üzerindeki köhne ve ezici yükünden kurtulmayı amaçlıyordu. Gerçi daha 19. yüzyılda, sonradan Atatürk'ün reform alanına giren her konuda İslâm'ın etkisini azaltan, modernizme dönük bir gelişme sağlanabilmişti. Ama Atatürk, o dönemin Türkiye’sinde İslâm'ın kalkınma üzerindeki rolünün tamamen negatif olacağını düşünüyordu. Özellikle devletin bürokratik ve yapısal çerçevesi bakımından. Oysa bugün Türkiye'nin İslâmî düşünce ve eğilimler konusunda daha esnek olabilmesi mümkündür. "İran gibi olun" demiyorum, ama İslâm'ın özel yaşam ve kamu yaşamındaki rolü konusunda esnek olmak ve İslâm'ın Türkiye'nin kültürel ve entellektüel mirasının önemli bir parçası olduğunu, bastırılması gerekmediğini kabul etmek, katılaşmayı önlemek için kendisini ifade etmesine olanak sağlamak mümkündür. Geçmişteki radikal lâiklik politikaları döneminde İslâm'ın yaşamınızdan nasıl dışlanacağı âdeta bir fikri sabit haline gelmişti. Bence bu, bugün daha az lazım olan bir reaksiyon.

İslâm’ın otomatik bir tehdit olarak kabul edilmesi yanlıştır.

GÜLDEMİR - Yani tarihi bir uzlaşma mı öneriyorsunuz?

FULLER - İslâm'a bakmanın çeşitli yolları var. Bence otomatik bir tehdit olarak kabul edilmesi yanlıştır. Hareketin hangi siyasi görüşleri savunduğuna bağlı. Eğer lâik bir hükümet yıkılarak yerine İran türü bir rejim kurulmak isteniyorsa bu, demokratik yapıya hasmane bir tutum.

Ama diğer yandan insanlar İslâm dininin kültürünün gereklerinin daha çok gözetilmesini, İslâmî eğitimin yaygınlaşmasını istiyorsa, bu otomatik bir tehdit olarak kabul edilmemeli ki bu, üstelik Türkiye'nin ulusal ve kültürel mirasının parçasıdır. "Zamanıdır" demiyorum, ama parçasıdır. Son elli yılda yapay olarak bastırılmasının bazı meşru nedenleri olabilir, ama artık Türkiye bu bakımdan kendisiyle barışmalıdır. Eğer siz İslâm'a dayalı olduğunu söyleyen siyasi partileri, daha fazla siyasileşmeye, parlâmentoya katılmaya çekebilirseniz, tartışmaya açık bir platform yaratabilirseniz, bu çok daha değerli olur.



Siyasete Katılınca Laiklikle Barışmaktan Başka Çare Kalmıyor

Mısır'daki, diğer Arap ülkelerindeki İslâmî hareket, "İslâm tariktir" diyor. Yani "yolumuz odur" diyor. Bunu söyleyebilirler, ama bu kanıtlanmış bir gerçek değildir. Hele siyasi bir program hiç değildir. Siyasi yaşama katılıp sanat, vergi, sağlık, eğitim, sanayi politikalarının spesifik hatlarını açıklamak zorunda kaldıklarında, lâiklikle barışmaktan başka çare bulamıyorlar. O zaman İslâm'ın arkasına saklanma imkânları kalmıyor.
Somutlaşmak durumunda kalıyorlar. Somutlaşma da uzlaşmayı beraberinde getiriyor.

GÜLDEMİR - Söyleşinin şu anına kadar anlattıklarınızdan "İslâm'ı meşrulaştırarak nötralize etme" gibi bir formül üzerinde durduğunuzu anlıyorum. Ancak İslâm'ın demokratik bir olgu olmadığını savunan bazı düşünürler de var.

FULLER - Bu sorunuz bana Batı Avrupa'nın geçmişte, komünist partileri siyasi yaşama kabul etmekte geçirdiği tereddütleri hatırlatıyor. Eğer komünizmin hedefi demokrasiyi yıkmaksa o zaman demokrasi neden komünist partilere kollarını açarak kendi yıkılışını hazırlasın?

Çelişki İslâm'da da aynen budur. Benim dediğim şu: Eğer şiddete başvuran, devleti yıkıp İslâmî diktatörlük kurmak isteyen bir eğilim varsa ki bu çok olumsuzdur, o zaman demokratik devlet elbette güvenliğini sağlayacak adımları atar. Ama İslâm adına bir diktatörlük arzulayanların varlığı İslâmî hareketin tümüne mal edilemez.

En Büyük Görev İnançları Çağa Uyarlamak

Zaten İslâmî harekâtın önündeki en büyük görev de inançları çağa uyarlamaktır. Birçok İslâm düşünürü, İslâm'ın demokrasi ile uzlaşmaz olmadığını savunuyor. İslamiyet’teki "şura" kavramının demokrasiye açık olduğunu söylüyorlar. Bazı İslâmî hareketler çok tehlikeli ve radikal bazdan da reformist liberal. İşte geliştirilmesi asıl cazip olan bu.



GÜLDEMİR - 12 Eylül öncesi parlâmentosunda Süleymancılar, Nakşibendiler ve Nurcular çeşitli siyasi partiler içinde temsil ediliyordu. Yani bir tür sisteme katılıyorlardı. Böyle bir formül mü öneriyorsunuz?

Din Ahlaki Değerleri Güçlendiriyor

FULLER - Mistik cazibelerini böylece yitiriyorlardı değil mi? Söylediğim de bu. Diğer yandan İslâm'ın bir de özel yaşamda yeri var ki, o ayrı bir konu ve her zaman teşvik edilmeli. İster İslâm, ister Hıristiyanlık olsun, din birey yaşamındaki ahlâkî değerleri güçlendiriyor. Ama din siyasete soyununca o zaman gerçekçi bazı "tavizler" vermesi gerekiyor.

Bu olumludur ve çok sağlıklı bir şeydir. Türkiye'de İslâm'ı bu noktaya getirmek lazım. Zaten geliyor da. Kemalizm’in bir diğer boyutu da elitin halka paternalistik (Lider-yönetici gibi) yaklaşımı idi. Bugünkü daha kentli, daha iyi eğitilmiş, oy kullanmaya alışmış Türkiye, elitin bu rolünü artık istemiyor.

Artık "demokrasi güzel şey, ama ne yazık ki halkımız o noktaya gelmedi" cümleleri geçerliliğini yitiriyor. Zaten "halk adına biz konuşuruz" politikası hep tehlikeli bir politika olagelmiştir. Türkiye örneğinde de bu kanıtlanıyor.



Ordu Bu Oluşumun Neresinde?

GÜLDEMİR - Tüm bu oluşum içinde ordunun yerini nerede görüyorsunuz?


FULLER - Ordunun tek bir görüşten oluştuğundan kuşkuluyum, çeşitli görüşler olabilir. Ordu temel olarak kendisini Türk değerlerinin bekçisi ve Atatürk'ün mirasçısı olarak görüyor, ama düşünceleri ezmek istediklerini sanmıyorum. Eğer bazı düşünce ve programların anarşi ve kaosa yol açtığı görüşüne varırlarsa bundan tedirgin olabilirler. Ama "düşünce" ile "taktik" ayrı konulardır. Şiddet yoluyla hangi düşüncenin propagandası yapılırsa yapılsın ondan rahatsız olurlar.

GÜLDEMİR - Diyelim ki söyleşinin başında çerçevesini çizdiğiniz bir Türkiye zaman içinde oluştu. Böyle bir Türkiye'nin Batı sistemi içindeki yeri ne olur?

Türkiye Yüzyıllardan Beri Doğu’ya Tepeden Bakıyor

FULLER - Birincisi, Türkiye'nin Batı'ya dönüklüğü hayli köklü. Üstelik Batı'ya ait olan değerler üzerinde Batı'nın tekeli yok. Bu düşünceler yayılıyor ve her gittiği yerde oranın karakterini alıyor.

O yüzden de Türkiye'deki Batı değerleri özgündür ve size aittir. Aynca sizin değerler sisteminiz, sadece Atatürk'ten bu yana değil, yüzyıllardan beri Doğu'ya tepeden bakıyor ve Batı'ya dönük duruyor.

Osmanlı döneminde Ortadoğu'ya ve Ortadoğu halkına, imparatorluğun geri kalmasına yol açan ilkel bir coğrafya olarak bakma eğilimi yaygındı. Araplarla, İranlılarla, Ortadoğu'nun geri kalanı ile fazla özdeşleşmeme, onlara karşı kendinizi üstün ve daha gelişmiş görme yönünde doğal bir duyguya sahipsiniz.



Demokrasi İle İslâmı Bir Arada Yaşatabilecek Formül

Gerçekten de bu duygu sizi, Ortadoğu'da müstakbel büyük rollerin adayı yapıyor. Türkiye geçmişte Ortadoğu için bir modeldi bugün de olmaya devam ediyor. Hele demokrasi ile İslam’ı bir arada yaşatabileceği modern bir formül bulunsa, İran ve Arap dünyasına olağanüstü büyük bir entelektüel öncülük yapmış olacak. İslâm dünyası için geleceğin modeli olacak. Ama Türkiye'nin tıpkı İslâm konusunda olduğu gibi Ortadoğu konusunda da komplekslerini atması lâzım. Ortadoğu ile temas vb. alışverişiniz olması, geri ve ilkel olduğunuz anlamına gelmez.

Artık Kimse Batı Değerlerini Türkiye'den Koparamaz

Türkiye bir yandan Batı ile birarada olup diğer yandan bölgeye sunacağı çok şey olan bir ülke olabilir. Türk deneyiminin Ortadoğu'yu etkilemesini ben kendi adıma çok arzularım. Bu çok olumlu bir rol olur. Bu artık Batılı olmadığınız, Batı'ya ait olmadığınız anlamına gelmez. Çünkü artık kimse Batı değerlerini Türkiye'den koparamaz. Avrupa Topluluğu'nun Türkiye'yi tam üyeliğe alıp almaması da bu bakımdan fark etmez ve Batılılığınız konusunda hiçbir ölçü sinyali vermez.

Türkiye'nin Önceliği Kendi Ulusal Menfaatleridir

GÜLDEMİR - Türkiye'deki İslâmî güçlerin, üzerlerindeki baskıdan Amerika'yı sorumlu tutmaları, halkın Osmanlı İmparatorluğumun Batı tarafından parçalandığına olan inancından kaynaklanan Batı aleyhtarı köklü duygulara sahip olması gibi unsurlar göz önüne alınırsa, portresini çizdiğiniz yeni Türkiye'nin ABD ile ilişkilerinin çerçevesi ne olur?

FULLER - Türkiye'nin hayattaki tek hedefi Amerika'nın güvenilir müttefiki olmak değil ki. Türkiye geçmişte ABD ile ortak menfaatleri bulunduğunu fark etmiş ve bir ilişki başlamıştır. Umarım bu ilişki gelecekte de sürer, çünkü, ortak menfaatler varlığını koruyor. Ama Türkiye'nin önceliği kendi ulusal menfaatleridir, "ABD'nin güvenilir müttefiki olmak" değildir. Evet ABD'ye eleştiri ve reaksiyon artabilir, ama bir Amerikalı olarak söylüyorum, biz bununla bir arada yaşayabiliriz. Biz de dünyanın diğer köşelerinde her zaman kabul görmeyen şeyler yapabiliyoruz. Libya'ya saldırımızı uygun bulanlar da oldu, bulmayanlar da. Ben bir Amerikalı olarak Türkiye'nin bu konudaki eleştirisinden rahatsız olmam. Eğer diplomat olsaydım elbette ki Türkiye'yi bu olayda yanımızda görmek isterdim. Amerika zaten kendisini uzun vadede, kendisinden farklı düşünen, eleştiren dostlara alıştırmalıdır.



Atatürk Pan Türkizm, Pan İslâmizm’den Türkiye'yi Soyutladı.

GÜLDEMİR - Azerbaycan olaylarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

FULLER - Atatürk kendi döneminde gayet doğru bir şekilde Pan Türkizm, Pan İslâmizm gibi düşüncelerle oynamanın tehlikelerini tahlil etti ve Türkiye'yi bundan soyutladı. Türkiye için gayet net bir tanımlama yaptı. 1920-30'larda zorunluydu böyle yapmaya. Ama bugün koşullar çok değişik. Sovyetlerde çok ilginç gelişmeler var. 50 milyon Müslüman Türk artık daha fazla özgürlük ve otonomiye kavuşacak. Hatta bir noktada bağımsızlık bile söz konusu olabilir.

Bu insanların Atatürk'ten önce dahi yüzleri hep İstanbul'a dönük olmuştur. "Genç Buharalılar" grubu gibi akımlar entelektüel gıdalarını hep Türkiye'de aramışlardır. Bunları anlatmakla, ben demiyorum ki Türkiye Pan Türkizm’e dönsün veya Türkiye'nin geleceği Pan Türkizm'dedir. Benim söylediğim şu; Orta Asya ve Azerbaycan'da öyle veya böyle bir Türk milletler topluluğu peydah olacaktır.

Türkiye bu süreçte çok değerli bir rol oynayabilir. Gelecekleri için entelektüel ilham olabilir. Demokrasi sorunları, ticaret, ekonomik sistem yönünden. Orada o kadar güçlü bir uluslar bloku ortaya çıkacak ki Türkiye'nin bu oluşumda olumlu rolü olsun isterim. Bugüne kadar Türkiye bu konunun varlığını dahi kabul etmekten tedirginlik duydu. Sovyetlerin, Türkiye'nin ilgisini, saldırganlık gibi algılamasından ürktü. Oysa Sovyetler şimdi değişiyor.



Bugün ABD bile Sovyetlerin Parçalanmasını İstemiyor GÜLDEMİR - Bu tür bir ilgi Sovyetleri rahatsız etmez mi?

FULLER - Ben, Türkiye Sovyetlerin dibini oysun demiyorum ki. Geçmişte Türk solu Orta Asya Türkleri konusuna çok tepki gösteriyordu. Çünkü Amerika'nın Sovyetler'i parçalamak için Türkiye'yi kullandığını düşünüyordu. O günler geride kaldı. Bugün ABD bile Sovyetlerde öyle bir manzara görmek istemiyor. ABD, Sovyetlerin güney sınırlarında birçok yeni küçük ülke ortaya çıkmasının istikrarsızlık yaratabileceğinden bile ürküyor.

Türk Ulusları Otonomlaşacaklar.

Bu konuda çok açığız. Moskova da giderek açılacaktır. Benim dediğim şu, bu Türk ulusları, giderek doğal bir süreçle otonomlaşacaklar. Hatta bir noktada Moskova dahi ayrılmalarının Rus halkı için daha hayırlı olacağı düşüncesine varabilir.

Ben demiyorum ki Türkiye Sovyet imparatorluğunun çöküşünü hızlandıracak bir tutum alsın. Orada olanlara sempati duyması, ilgi göstermesi, oralardaki entelektüel gelişmeye ışık turnası yeterli. Hatta Sovyetler dahi bu yönde bir role olumsuz bakmayabilir. Eğer Türkiye rasyonel, vakur ve istikrara dönük yapıcı bir tutum alırsa, Sovyetler bunu fanatik ırkçı milliyetçiliğe, din savaşlarına tercih eder.

Orta Asya ve Azerbaycan Büyük Değişikliklere Gebe

GÜLDEMİR - Dış politika ve ulusal güvenlik konularına duyarlı eski Başbakan Bülent Ecevit'in bu yönde bir gözlemi var...

FULLER - Evet okudum. Moskova, Orta Asya ve Azerbaycan'ın büyük değişikliklere gebe olduğunun farkında. Zaten Gorbaçov'un politikalarının mantığı da buna dayanıyor. Türkiye eğer yapıcı düşüncelerle ortaya çıkarsa Moskova buna "hayır" demez. Nitekim İran ile boşuna iyi bir ilişki kurmaya çalışmıyorlar. Yangına benzin döken yayınlar yerine İslâm'ın fanatikleşmemesi için yardım etmesini istiyorlar. Ama İran bunu yapabilir mi, bilmiyorum. Oysa Türkiye düşünceli ve yapıcı bir rol oynayabilecek pozisyona sahip.

İslâm Değil, Türklük Daha Ağırlık Kazanacak

GÜLDEMİR - Peki sizce oradaki olayların temel motivasyonu nedir?

FULLER - Azerbaycan'a henüz gitmedim, ama daha 1910'larda, 20'lerde dahi Azeriler Türkiye'ye bakıyorlardı. Azeriler elbette İran'a da bakar, çünkü orada 9-10 milyon ırkdaşları Var. Ama ben etnik kökenleri dinden ayırmakta son derece zorlanıyorum, bu âdeta imkânsız. Orta Asya'daki İslâmî hareketi de milliyetçilik hareketi de aynı. Çünkü yapanlar hem Türk hem Müslüman. İçlerinden bir tek Tacikler Türk değil. Her ne kadar din ve ırk konusunun birbirinden soyutlanarak incelenmemesi gerektiğini düşünüyorsam da ben yine de son tahlilde İslâm'ın değil, Türklüğün daha ağırlık kazanacağını düşünüyorum.



Rus Milliyetçi Akımları Var

GÜLDEMİR - Bu süreçte Moskova'nın tutumu ne olur?


FULLER - Baksanıza Litvanya açık açık birlikten ayrılmayı konuştu. Moskova da "lütfen ayrılmayın" gibi laflar etti. Kim ne derse desin, Azerbaycan'a askeri birlik gönderilmesinin bence asıl nedeni, siyasi gelişmeleri durdurmak değil, "kamu düzenini sağlamaktı."

Azeri Halk Cephesi, Komünist Parti'den daha güçlü ve Moskova da bunu sessizce kabulleniyor, tanıyor. Rus Savunma Bakanlığı açıkça onlarla müzakere yapılmasını istedi.

Bir de Rus milliyetçi akımları var. Bunlar Rus olmayan Sovyet milletlerinin, Rusya'da gerçek bir demokrasinin yerleşme şansını azalttığını düşünüyor. Demokrasinin, bu milletleri silah zoruyla bir arada tutmaya kurban gideceğini düşünüyorlar. Henüz parti bunu söylemiyor, ama insanlar bunlan yazıyor, tartışıyor. Öte yandan diyelim ki bu milletler otonomlaşırsa, hatta bağımsızlık kazanırsa bu, Sovyetlerin onlarla yakın bir ticari ilişkide olmayacağı anlamına gelmez..

Petrol çıkıyorsa, petrolü satarsınız. Bu insanlar Rusça biliyor, Moskova'nın nasıl çalıştığını, sistemi biliyor. Hatta bu insanlar Ortadoğu ile Moskova arasında ticari aracılık dahi yapabilirler. Demiyorum ki ayrılmaları Sovyet ekonomisini etkilemez ama ayrılmaları halinde dahi yakın ticari ilişki sürdürme kapısı açık tutulur. Öte yandan bu milletlerin de Ruslara ihtiyacı var. Hatta özel bir ortak pazar dahi kurabilirler. Veya İngiliz milletler topluluğu gibi bağımsız ama özel statülü bir formül bulabilirler. Belki bazıları bağımsız olabilir, diğerleri istemeyebilir. Gürcistan ve Ermeniler, Azerilerden farklı bir bağımsızlık veya otonomi yolu izleyebilir.

****



Evet, yaşadığımız günleri yansıtan bu söyleşide, insanı pek rahatsız etmeyen, Türkiye’ye önem atfeden sözler var. Bunlar ilk bakışta kulağa hoş gelse de şunları da düşündürüyor:

1. Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık nedeni Atatürk’tür. Türkiye Cumhuriyeti yaşadıkça Atatürk de Türk milletinin kalbinde yaşayacaktır. 57 senelik kısa ömrünü bu ülkeye adamış olan Mustafa Kemal’in fikirleri ve bizlere işaret ettiği hedefler çağdaş ve günümüzde geçerli hedeflerdir ve inançlarla çatışan herhangi bir tavrı yoktur.

2. Bir zamanlar ABD’nin “Yeşil Kuşak Projesi” vardı. İslamiyet’i kullanılarak Sovyetler Birliğinin etki alanını kırmayı hedefleyen benzer bir proje. Bu proje Sovyetlerin Afganistan’ı işgalini önledi ama İslami terörü tetikledi ve hem dünya düzenine hem de ABD’ye büyük zarar verdi. İran’da Humeyni devrimi, 11 Eylül’de kulelerin çökmesi ve yakın tarihte Graham Fuller’in kızı Samantha Ankara Fuller’in de adının karıştığı “Boston Bombacıları” olayı gibi birçok kanlı olay bu projenin neticesidir. Yani her şey masa başındaki projelere uymuyor.

3. İster “Yeşil Kuşak”, ister “Ilımlı İslam”, ister “Büyük Ortadoğu” isterse de “Arap Baharı”. Adı ne olursa olsun, bunlar birbirini tamamlayan, Amerikan menfaatleri ile ilgili projelerdir. Bu projeler nedeniyle Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de ölen milyonlarca insan Amerika’nın umurunda bile değil. Türkiye şimdilik bu Amerikan projelerinde örnek bir ülke ve iyi bir müttefik hatta projelerin ortağı konumunda...

Ancak Türkiye zaten bu projeler olmadan da hem Afganistan, hem Türki Ülkeler, hem de Orta Doğu ülkeleri için örnek bir ülkeydi. ABD ile müttefik olmak iyi de bu hem daha dengeli, daha onurlu, hem de Atatürk’ün her zaman geçerli olan “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözlerine uygun olsa daha iyi olmaz mı?.






FastCounter

 

Hit Counter

  Anadolu Türk İnterneti

 

Güncelleştirme : 15.10.2024 - 22:56