21 Mayıs 2010
(Güncelleme: 01 Aralık2013)
Sayın Yargıçlar, Sayın Savcılar,
Adaletin saygıdeğer dağıtıcıları.
Bu dilekçemi, Doğu Perinçek ve grubu ile süregelmekte olan karşılıklı davalarda bazı kararların adil olarak verilmediğini düşündüğüm için kaleme aldım.
Bu konuda detaya girmeden önce biraz kendimden bahsetmek, yaşamımdan bazı kareler vermek istiyorum.
1943 yılında İstanbul’da doğdum. nnem iki kız çocuğundan sonra pes etmiş ve bir üçüncü çocuk istememiş. İstiklal harbine katılmış bir subay olan babam ise “Hanım biri senin, biri benim, bu da memleketin olsun” demiş ve annemi ikna etmiş, öyle doğmuşum. Hakikaten hayatım da hep ülkenin çalkantılarıyla, geçiş noktalarıyla bütünleşti ve ne mutlu ki memleketin, Türkiye’nin malı oldum.
1966 yılında Milli İstihbarat Teşkilatı’na girdim ve İstanbul’da işe başladım, 1975 yılına kadar İstanbul’da kaldım. 1998 yılı sonuna kadar devam eden istihbarat hayatımda hep aktif görevlerde bulundum. Meslek hayatım casusluk, organize suç ve terörizm konuları ile uğraşarak geçti.
Sol İhtilal Hazırlıkları
İstanbul’daki görevim, 1970’li yıllarda kaynayan Türkiye’nin durumuna uygun olarak çok hareketli geçti. O tarihlerde içlerinde Faruk Gürler ve Talat Turan'ın da bulunduğu bir grup subay, bazı sivil unsurlarla işbirliği ile Mart 1971’de sol bir darbe planlamışlardı.
Sivil Unsurlar arasında Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Doğu Perinçek, Mihri Belli, Hasan Cemal, Ali Kırca, Uğur Mumcu, Altan Öymen, Fakir Başkurt, Mümtaz Soysal gibi isimler vardı.
Hasan Cemal'in "Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım" isimli kitabına göre: Darbe başarılı olsaydı: Doğan Avcıoğlu Başbakan, Uğur Mumcu Gençlik, Altan Öymen Basın-Yayın Genel Müdürü ve Hükümet Sözcüsü, TÖS Başkanı Fakir Baykurt Milli Eğitim Bakanı,Mümtaz Soysal Dışişleri Bakanı, İlhami Soysal da MİT Başkanı olacaktı. İllegal TİİKP örgütünün lideri
Doğu Perinçek'e de darbenin gerçekleşmesi halinde herhalde önemli bir görev verilecekti.
İhtilalin zeminini hazırlamak için, Deniz Gezmiş, Deniz Harp Okulu öğrencisi Sarp Kuray gibi Marksist gençler kullanıldı. Bunlara silahlı ve bombalı eylemler yaptırıldı. 27 Mayıs'ta olduğu gibi gençleri sokağa dökecekler, bu kargaşa ortamında meşru sayılabilecek bir darbe ile iktidarı ele geçireceklerdi.
12 Mart 1971’de Memduh Tağmaç Başkanlığındaki ordu, hükümete muhtıra vererek ve emir-komuta zinciri içerisinde darbe yaparak bu sol ihtilal teşebbüsünü açığa çıkarttılar. 12 Mart darbesini takip eden gelişmelere geçmeden önce biraz geriye, eski yıllara gidelim.
Bir Protestan Okulu
II. Mahmud devrinde, 1839'da İstanbul'a ayak basan ABD'li misyoner ve eğitimci Cyrus Hamlin, Türkiye'de bir Protestan okulu açmak için kolları sıvadı.
Okulu New York'lu Mr. Christopher Robert finanse ediyordu. 1863'te faaliyete geçen Robert Kolej Amerika Birleşik Devletleri sınırları dışında kurulan ilk Amerikan Okulu oldu. Robert Kolej'e ilk Türk 1881’de girdi. 1882'deki 232 öğrencisinin kökeni, Osmanlı İmparatorluğu'nun yapısını da yansıtıyordu: 89 Bulgar, 85 Ermeni, 28 Rum, 7 Türk ve 23 diğer uluslardan.
Casus yuvası mıydı?
"Türkiye ve Dünyada Casuslar” isimli kitabın yazarı araştırmacı Aytunç Altındal (12.01.1945 - 13.11.2013), yapılan bir söyleşide şöyle demektedir: “Robert Koleji’nin kurulmasında büyük casusluklar yaşandı. Hamlin Ailesi, Protestan Hıristiyanlığı, Osmanlı topraklarında yaygınlaştırmak için çok yoğun bir faaliyet sürdürmüştü. O dönemde bu okulda öğrenci olan Müslüman gençlerden bazıları, bu tuzağına düşerek Hristiyan olmuşlardı. Robert Kolej, ayrıca Osmanlı’daki Amerikalı, İngiliz ve Rum casusların da yuvası olmuştu. Birçok casus, bu okulda öğretmen kisvesi altında faaliyet göstermişti”.
Seçkin birçok insanın yetiştiği bu güzel okul için söylenen sözler ağır gelse de istihbari faaliyetlerde her vasattan faydalanıldığı da bir gerçek. Okullar da istihbari faaliyetler açısından mükemmel bir korunak.
Sola kitakse!
Nitekim Kolejli, tanınmış köşe yazarı Engin Ardıç, 17.12.2005 tarihli, ‘Sola kitakse!’ (Sola Bak!) başlıklı köşe yazısında şöyle söylüyor:
“...bizim A sınıfına Charles Gilchrist gelirdi. Ölmüştür herhalde, toprağı bol olsun. Savaş yıllarında SOE, yani İngiliz Özel Harekât Dairesi’nin ajanı olarak komandoluk yapmıştı. Görev bölgesi Yunanistan, uzmanlık alanı da köprü uçurmak ve daha önce de nöbetçi Alman askerinin gırtlağını çıt çıkarmadan jiletle kesmek..
...Bayan Mary, Doğan Nadi’nin eşi, ...savaş yıllarında OSS ajanıymış! ...’Office of Strategic Services’, yani ‘Wild Bill’ namıyla maruf William Donovan’ın kurduğu, FBI’ya bağlı olmayan ilk Amerikan dış istihbarat ve harekat örgütü.
...Gene çok sevgili hocalarımızdan biri olan Hilary Sumner-Boyd’un da MI5 ajanı olduğunu.
...Son Robert Kolej başkanı John Scott Everton’un CIA ajanı olduğunu biliyorduk.
...Bayan Mary, daha sonra, Dünya Bankası’nda çalışan yeğeni Zeynep’in oğlunun, okulunu bitirince CIA örgütüne ‘analizci’ olarak girmesini önermiş, çünkü çok iyi para veriyorlarmış.
...Zeynep’in ablası Emine, Cumhuriyet Gazetesi’nin ortağı ve yöneticisi... Aile, İzmir eşrafından, eni konu zengin ve ünlü Uşşakizade Ailesi...”
Boğaz sırtlarından Türkiye
Kolejin bir diğer öğretim görevlisi Prof. John Freeley, ABD Deniz Kuvvetlerinde görev yapmış bir komando subayıdır. 2.nci Dünya Harbi sırasında Burma ve Çin'de görev yapmış, 1960'da İstanbul Robert Kolej'de "fizik" öğretmenliğine başlamış ve 1993'e kadar İstanbul'da yaşamıştır. John Freely'nin “Boğaz sırtlarından Türkiye” isimli Robert Koleji anlatan kitabı, okuldaki sol faaliyetleri de anlatıyor:
Kolej’de Sol isyanlar, Maoist hareketler
“...1970'te okul bir kriz geçirmektedir. ...Dev Genç'in Genç Devrimciler Örgütü de kampusta bildiri dağıtmaya, rektörü faşist ilan etmeye ve duvarlara Mao'dan sloganlar yazmaya başlamıştır. Yüksek Okulu Arnavutköy'e taşıma girişimlerine karşı sosyal demokrat Öğrenci Birliği de boykot ve işgal tehditleri savurur.
Genç Devrimciler Grubu boykot kararı alır. Sol basında Robert Kolej'in artık Amerikan emperyalizmine yeteri kadar hizmet veremediği için dağıtıldığını öne süren haberler çıkar.
Ayrıca kolej beyin göçünden de sorumlu tutulur, ancak Öğrenci Birliği boykotu tanımaz ve iki grup rasında kavga çıkar”.
Kızılordu Kurucusu Leon Troçki
Asıl adı Leon Davidoviç Bronstein olan Troçki (Trotsky), Yahudi bir ailenin çocuğu olarak 7 Kasım 1879'da Güney Ukrayna'nın Yenovka köyünde doğdu. Genç yaşta sosyalist düşüncelerle tanıştı. İki kez tutuklanıp Sibirya’ya sürgüne gönderildi. İkisinde de Londra'ya kaçtı. 1917 devriminde Rusya'ya döndü.
Dışişleri Komiserliği, ardından da Savaş Komiserliği'ni üstlenip Başkumandan sıfatıyla Kızıl Ordu'yu kurdu. 1924'te Lenin'in ölümünden sonra Stalin'le giriştiği iktidar mücadelesini kaybetti. 1926'da Politbüro'dan çıkartıldı. 1928'de Alma Ata'ya, bir yıl sonra da Türkiye'ye sürüldü.
Troçki 1929’da İstanbul’a geldi. Yolculuğu sırasında tanınmamak için sakalını kesen Troçki, eşi ve daha sonra KGB ajanı olduğu ortaya çıkan Abraham Sobolevicius ile birlikte Türkiye’ye geldi.
1929-1933 yılları arasında İstanbul Büyükada'da sürgün hayatı yaşadı. Kaldığı yer çok sıkı güvenlik önlemleriyle korundu. Düzenli olarak balığa çıkar, yemek seçmez, sigara içmez yanında da içilmesine izin vermezdi. Sakin bir hayat sürdü, bu sırada bazı hatıra ve düşüncelerini kaleme aldı ve yayınladı.
Rusça, Ukraynaca, İbranice, Almanca, İngilizce, Fransızca ve İspanyolca dillerini konuşabilen Troçki için İstanbul yılları verimli geçtiği gibi olaylı da oldu. 20 Şubat 1932’de Stalin tarafından Sovyet vatandaşlığından atıldığında İstanbul'daydı. İstanbul'da; Sürekli Devrim, Stalin Grubunun Hatası, Rus Devrimi Tarihi, Çin Devriminin Sorunları, Hayatım gibi kitaplar yazdı.
1933'te Fransa'ya, sonra Norveç Oslo'ya geçti. 1937'de Meksika’da Mexico City'ye yerleşti. Uluslararası Sosyalist Devrim için mücadelesini bu merkezden ölene kadar sürdürdü.
1940'ta bir İspanyol komünisti olan Ramon Mercader tarafından başına kazmayla vurularak öldürüldü.
New York Entelektüelleri ve Troçkizm
Troçkizm, Stalin ile mücadelesi nedeniyle 1929 tarihinde Stalin tarafından Sovyet vatandaşlığından atılan ve sürgüne gönderilen, Leon Troçki tarafından geliştirilen Marksist teoriye verilen isimdi. Troçki’nin Stalin'den ayrılan yönü, sosyalizmin tek ülkede kurulabileceği düşüncesine katılmaması, sadece dünya çapında bir devrimin başarılı olabileceğini düşünmesiydi.
Troçki’nin fikirleri ile Sovyetlerdeki bölünmeyi fırsat bilen ABD ve İngiliz istihbarat servisleri bu olguyu başarılı bir şekilde Sovyetler aleyhine kullandı, Troçkist çevrelerden entelektüelleri "komünizmle yarışabilecek bir ideoloji imal etmek" üzere kendi saflarına devşirdiler.
New York Entelektüelleri olarak adlandırılan grup, başlarında Marksist felsefeci Sidney Hook, Kültürel Soğuk Savaş'ın ileri cephe ajanlarına dönüşerek, CIA'in planladığı görevleri tutkulu biçimde ve başarıyla yerine getirdiler.
Marksist Sidney Hook, 1938 yılında kurulan Amerikan İşci Partisi içindeki Troçkistler klanına katıldı ve Troçki’nin masumiyetini kanıtlamak amacıyla “Moskova Duruşmalarının Gerçek Yüzü Hakkında Soruşturma Komisyonu”nu örgütledi.
Şubat 1948’de, İngiltere Dış İşleri Ofisi’nin bünyesinde, Enformasyon Araştırma Departmanı (IRD) kuruldu. Bu kuruluş, örtülü fonlarla beslenen ve komünistleri karalamak için sahte enformasyon üretmekle görevlendirilmiş gerçek bir “Soğuk Savaş Bakanlığı”ydı…
CIA ve IRD, Troçkist militanları “döndürmek” ve sadakatlerini garantilemek için tamamen batmak üzere olan bazı radikal dergileri “kurtarmak” amacıyla bunlara gizli ödeneklerden para sağladı, ayrıca birkaç antikomünist dergi daha çıkarmaya yöneldi. Amaç Batı Avrupa’da Moskova'ya karşı bir “psikolojik savaş” cephesi yaratmaktı.
İngiliz Kızıl Bayrak Birliği
New York Entelektüelleri’ne paralel faaliyet yürüten İngiltere merkezli Troçkist “Kızıl Bayrak” Birliği, İngiltere ve Avrupa’da etkindi. Marksist Kızıl Bayrak Birliğinin 238 Edgware Road Londra adresindeki merkezinin yöneticisi olan Charles Sumner, 1910 yılında ABD Massachusetts, Boston’da doğmuş, Boston, Oxford’da bir Hıristiyan kilisesinde özel eğitim almıştı. Türkçe, Yunanca, Almanca, Fransızca ve Latin dillerini biliyordu.
Fotoğrafı ve evveliyatı hakkında herhangi bilgi olmayan ABD doğumlu İngiliz Charles Sumner hakkında ‘İngiltere’deki Troçkizm’in Tarihi’ belgesinde, ismi belirsiz babasının ABD'li şair-gazeteci-komünist John Reed’i, annesinin ise Troçki’yi tanıdığı belirtiliyor.
Bu örgütte önemli görevler alan ve 1937 ila 1940 yılları arasında “İngiliz Trocki’yi Savunma Komitesi Sekreterliği” pozisyonunda da bulunan Charles Sumner 1940’da İstanbul’a geldi ve İstanbul Robert Kolej’de Profesör olarak çalışmaya başladı.
35 yıl Amerikan Robert Koleji’de (sonra Boğaziçi Üniversitesi oldu) Humanities (Temel Bilimler) profesörü olarak görev yaptı. O, aslında yukarıda Engin Ardıç’ın Sola kitakse (Sola Bak!) isimli yazısında bahsi geçen Profesör Hilary Sumner-Boyd’du.
O, Pınar Kür’ün de rol aldığı “RC Players”ın (Robert Koleji Tiyatro Oyuncuları) hocası, danışmanı, Hilary Sumner-Boyd’du...
Yukardaki İngilizce metinde görüleceği gibi “Charles Sumner” onun Kızıl Bayrak Birliği’ndeki takma adıydı. Zaman zaman A. Boyd takma ismini de kullanmıştı. Pınar Kür onun için şöyle diyor: “Boyd oyunlardan sonra evinde parti verirdi. Kaç kişi davet edilmek isterdi ama o sadece tiyatrocuları çağırırdı. Büyük prestijdi Boyd’un partilerine gitmek. Çok eğlenirdik, içki içerdik. Evi kampüsteydi, şimdi ne oldu o evler bilmiyorum”.
Hilary Sumner-Boyd, 35 yıl Robert Kolej’de görev yaptıktan sonra 06 Eylül 1976 tarihinde İstanbul’da öldü ve Feriköy’deki Protestan Mezarlığına gömüldü...
Profesör Hilary Sumner-Boyd'un 1972 yılında Amerikalı John Freeley ile birlikte yayınladığı “Strolling Through Istanbul" isimli bir kitabı da var. Kitap, istihbarattaki tabiri ile “mükemmel bir şehir etüdü.”
Hilary'nin kitap ortağı John Freeley, daha önce de belirttiğim gibi, 17 yaşında iken ABD Deniz Kuvvetlerine katılmış bir komando subayı. 2.nci Dünya Harbi sırasında Burma ve Çin'de görev yapmış. New York Üniversitesinde Fizik dalında doktora aldıktan sonra, 1960'da Oxford'da "İlim Tarihi" üzerinde araştırmalarda bulunmuş. Aynı yıl İstanbul Robert Kolej'de "fizik" öğretmenliğine başlamış ve 1993'e kadar İstanbul'da yaşamış. İleride Hilary Sumner-Boyd’a tekrar değineceğiz.
NATO Doğdu
09 Nisan 1949'da Washington Antlaşması ile kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü "NATO" bir kolektif savunma örgütü olarak bilinmektedir. 07 Mart 1954 günü Milliyet gazetesi “NATO’nun kızı oldu” başlığıyla çıktı.
NATO’nun Kuzey Avrupa Hava Kuvvetleri Karargâhında görevli genç Türk Hava Yüzbaşı’nın eşi Napoli’deki NATO Hastanesinde doğum yapmış ve bir kızları olmuştu.
NATO’da bulunmanın heyecanını yaşayan aile kızlarına “NATO” ismini koymuştu. Şimdilik, sonranın tanınmış askerinin ve kızının kimliğini açıklamayacak sizi bir parça merakta bırakacağız...
Sıkıyönetimce Arananlar
Aşağıdaki resim bir zamanlar "Sıkıyönetim Komutanlıklarınca aranan" teröristlere ait broşürlerden bir tanesi.
"Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi" isimli illegal örgütün lideri Doğu Perinçek ve militanlarına ait.
Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP), 21 Mayıs 1969 tarihinde Doğu Perinçek başkanlığında Aydınlıkçılar tarafından kurulan gizli ve ismi gibi ihtilalci bir partiydi.
Partinin ilk kadroları arasında Cüneyt Akalın, Ömer Madra, Bora Gözen, Hasan Yalçın, Halil Berktay, Gün Zileli, Oral Çalışlar, İbrahim Kaypakkaya, Doğu Perinçek, Atıl Ant, Ferit İlsever ve Nuri Çolakoğlu bulunuyordu. Daha kuruluş aşamasında, silahlı mücadeleye yaklaşım ve halk ihtilalini gerçekleştirme yöntemi konusunda parti içinde görüş ayrılıkları belirdi. Bu tartışmalar sonucu önce Garbiz Altınoğlu partiden ayrıldı.
TİİKP lideri, 1970’li yıllarda Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi ile temasa geçip, Filistin’e gönderilecek parti mensuplarının askeri eğitim görmeleri hususunda anlaşmaya vardı. TİİKP bu anlaşmaya dayanarak Filistin’e çeşitli gruplar halinde militanlarını gönderdi.
1970–1973 yılları arasında TİİKP’lilerin kaldığı Lübnan’da Golan Tepeleri, Reşadiye ve Nahr El Bared olmak üzere üç ayrı kamp vardı. Nahr El Bared İsrail tarafından bombalandı ve dokuz partili hayatını kaybetti.
Partinin Doğu Anadolu Bölge Sorumlusu İbrahim Kaypakkaya ve onun çevresinde bulunan bir grup Nisan 1971'de parti çizgisine yönelik eleştiriler getirdiler. Bu sürecin sonucunda 1972'de Kaypakkaya ve grubu partiden ayrıldı ve daha sonra Türkiye Komünist Partisi / Marksist-Leninist (TKP/ML) adlı örgütü kurdu.
Çin Komünist Partisi'nin görüşlerini benimseyen TİİKP, mücadelenin kırlardan kente doğru ve iktidarın parça parça ele geçirilmesi ile başarılı olacağını savunuyordu.
TİİKP, 12 Mart darbesinden sonra Şafak isimli illegal dergi çıkarmaya başlamıştı.
Sıkıyönetim, İstanbul’u ev ev arıyor teröristleri bulmaya çalışıyordu. 23 Ocak 1972 günü İstanbul'da, 03.00 ile 18.00 saatleri arasında sokağa çıkma yasağı konarak, kent genelinde 512.000 ev arandı.
Şafakçılar Yakalandı
17.05.1972 tarihli Milliyet Gazetesi’nin ilk sayfasındaki haberde, “Şafak” dergilerini basanların yakalandığı belirtiliyordu.
Gazetenin 9.ncu sayfasında devam eden haberin detayı şöyleydi: “1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Şubesi’nin bu konudaki 89 numaralı açıklaması şöyledir:
«Daha önce yapılan açıklama ile Türk Devletini yıkmayı hedef alan ihtilalci komünist bir yeraltı örgütü tarafından yurt içinde ve yurt dışında gizlice basılarak dağıtılan ‘Şafak’ adlı bölücü ve yıkıcı dergi ile aynı isimle yayınlanan bültenleri İstanbul'da teksir eden ve dağıtanların yakalandıkları bu konudaki aydınlatmanın ileride yapılacağı duyurulmuştu. 12 Mart 1971 den önce komünizm propagandası yaptıkları için 12 Mart sonrasında kapatılmış bulunan bazı yayın organları etrafında toplanan bu ihanet militanlarının söz konusu yayın organlarının kapatılması sonucu, faaliyetlerini yeraltına indirerek «Şafak» dergi ve bültenlerini basmaya, teksir etmeye, dağıtmaya ve tespit ettikleri adreslere göndermeye başladıkları görülmüştür. Bu bültenler, yurt dışında basılarak, yurt içine getirilen benzeri yayınlara kaynaklık etmekte, komünizmi eylem kılavuzu yapan diğer militanları kendi saflarına çekmeğe çalışmaktadır.
Her sayısında, vatandaşları, sapık ideolojilerini uygulamağa çağırmakta, devlet kuvvetleri hakkında geniş ölçüde tezyifkâr ifadeler kullanmakta, parlâmento düşmanlığı yaratarak kin ve adalet tohumları ekmeye uğraşmaktadır.
Bir süredir güvenlik kuvvetlerinin süre gelen operasyonlarında, Şafakçılar» adı ile İstanbul'da faaliyet gösteren bu grubun bir kısmı, suç aletleri ile birlikte yakalanarak adalete teslim edilmişlerdir. Diğerleri de aranmaktadır.
Yapılan soruşturma esnasında tek merkezden idare edildikleri ve aziz milletimizi bir ihanet kampanyası ile bölmeyi hedef tutan menfur emellerine dair kuvvetli deliller bulunmuştur.
Söz konusu faaliyetlerinden dolayı yakalanarak tutuklanan veya gözaltına alınan şahıslarla bunlar tarafından kullanılmış olan malzeme şunlardır:
Gözaltına alınan ve tutuklananlar:
1. Ülkü Göker. 2. Emine Büşra Ersanlı. 3. Sema Rührat (Bulutsuz). 4. Sevgiye Yalçın (Özberk). 5. Yasemin İpar. 6. Lale Uzay. 7. Gülây Büyüközden. 8. Nur Üster. 9. Cahit Düzel. 10. Nuri Türkeş. 11. Aydoğan Büyüközden. 12. Musa Samasti. 13. Rıza Celal Üster. 14. Sadettin Malkoç. 15. Bekir Ege. 16. Aydoğan Kaymak. 17. Hayrettin Şahmaz. 18. Mahmut Bozdoğan. 19. Muammer Altıner, 20. Cemal Beydağ. 21. Sami Perinçek. 22. Çiğdem Kömürcüoğlu. 23. Hüseyin Karanlık (Takma adı) Mustafa Naci Cağdagül. 24. Ali Cenabi Nuhrat. 25. Leon Mavan. 26.Ahmet Metin Göktürk. 27. Nergis Savran. 28. Ayten Bulut. 29. Ferit İlsever.
Ele geçen malzemeler:
1.Teksir makineleri. 2. Bir adet el baskı aleti. 3.Çok sayıda matbaa harfleri. 4. Çok sayıda yabancı yayın ve Şafak dergileri. 5. Daktilo makineleri. 6. Alıcı verici telsizler. 7. Bir adet tabanca 8. 31 adet mermi. 9. İki adet orak-çekiçli madalyon.»
Haber’in bazı eksikleri vardı.
Şafakçılar, daha doğrusu illegal TİİKP - Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin Ferit İlsever başkanlığındaki İstanbul yönetimi, malzemeleri ile birlikte, (Pınar Kür’ün “evine gitmek büyük prestijdi” dediği) Profesör Hilary Sumner-Boyd’un Robert Kolej kampüsü içindeki evinde yakalanmıştı.
Nereden mi biliyorum, çünkü oradaydım...
Sıkıyönetim tarafından da yetkilendirilmiş bir MİT görevlisiydim. Profesör Sumner-Boyd’la konuştum. Başında bir perukla yakalanan ve sağır-dilsiz gibi davranan Aydoğan Büyüközden’i Emniyet Müdürlüğüne götüren ekibin içindeydim.
Sözde CIA düşmanı Aydınlıkçılar, ABD doğumlu İngiliz Profesör Boyd’un evinde karargâh kurmuştu!
Bu operasyon sonucunda 266 örgüt mensubu yakalandı ve örgüt Türkiye çapında çökertildi. Örgütün çökertilmesinde en büyük etken, İngiliz’in evinde ele geçirilen Ferit İlsever'e ait şifreli defterdi.
Ankara yakınında bir çiftlik evinde yakalanan Doğu Perinçek’in polise verdiği çok geniş ifade de bu çöküşe yardımcı oldu.
(NOT: ABD doğumlu İngiliz Profesör Boyd neden derinlemesine araştırılmadı, neden kanuni bir işlem yapılmadı, hangi gizli el, Hilary Sumner-Boyd’u olayın içinden çekip aldı bilmiyorum. Zaten o tarihte olaydan olaya koştuğumuz için arkaya dönüp bakamıyorduk. Yakın tarihe kadar Sumner-Boyd’un Amerikan ve İngiliz İstihbarat Servislerinin kontrolündeki Troçkist Kızıl Bayrak Birliği’nin sorumlusu olduğunu da bilmiyordum. Ne zamanki benim Ergenekon Davasındaki ifademi yok saymaya çalışıp, saldırılarını arttırdılar, o zaman daha kapsamlı bir araştırma yapma gereği duydum. Bir şeylerin açığa çıkmasından çekiniyorlardı... İnternet doğru kullanılırsa iyi bir hazine. Milliyet’in 1950’den itibaren gazetelerini arşivlemesi de çok faydalı olmuş. – Mehmet Eymür)
Mao’cu Parti ve Duane Clarridge
Duane Clarridge, istihbarat dünyasında ve CIA’de önemli bir isim. Nepal’den, Hindistan’a, Türkiye, İtalya, Nikaragua, Panama ve Irak’a, uzanan ve bizzat yaşanan muazzam bir espiyonaj birikimi sahibi, üst düzey bir istihbaratçı. CIA Kontr-terör Merkezi’nin kurucusu. “Irangate” olayından sonra emekli olan Duane Clarridge, Türkiye’nin en çalkantılı yılları olan 1968-1973 yılları arasında Türkiye’de görev yaptı.
Araştırmacı gazeteci Murat Yetkin’in Radikal gazetesindeki köşesinde yayınladığı aşağıdaki yazı, mükemmel bir değerlendirme. Birlikte okuyalım:
Maocu partinin arkasında CIA mı vardı?
17/02/2002
“Çin Komünist Partisi yanlısı siyasi partilerin 1960'larda ortaya çıkmasıyla birlikte, Amerikan gizli servislerinin bu partilere sızıp Moskova'ya karşı kullandığı iddiaları da yayılmaya başlamıştır. Bu iddialar, kendi ülkelerinde o zamana dek var olan sol akımları yeterince 'devrimci' bulmayan Pekin yanlılarınca hep reddedilmiş, 'komplo' olarak nitelenmiştir. Ancak yenilerde yayınlanan bir kitap, bu iddialara bir ölçüde geçerlilik kazandıracak cinsten.
'A Spy For All Seasons - Her Devrin Casusu' adlı kitabın yazarı Duane Clarridge. Yıllarca Amerikan istihbarat örgütü CIA’de çalıştıktan sonra emekli olmuş bir istihbaratçı. Sıradan biri olmadığını az sonra anlayacaksınız, ama ben şimdilik Nikaragua'daki Kontra hareketinin fikir babası ve perde gerisindeki uygulayıcısının o olduğunu söyleyeyim.
Clarridge, meslek hayatının nispeten başlarında, 1960-64yılları arasında Hindistan'da çalışmış. CIA istasyon şefliğini Madras kentinden yürüttüğü döneme ilişkin olarak, anılarında ilginç bir bölüm var. Özetleyerek aktarıyorum:
Moskova ve Pekin arasında 1958 yılında, Kruşçev'in Stalin'i reddetmesi, Mao'nun da sahiplenmesi üzerine başlayan gerilim, 1962'de sınır çatışmalarına dönüşmüştür.
Bundan Hindistan da payını almakta, Çin sınırı sık sık tecavüze uğramaktadır. Moskova buna karşın kendi yörüngesindeki Hindistan Komünist Partisi (CPI) aracılığıyla, Nehru önderliğindeki Kongre Partisi hükümetini desteklemektedir. Çin'in buna yanıtı, Kalküta ağırlıklı ve Pekin yanlısı Hint Komünist Partisi Marksist/Leninist (CPIM/L) ayrışmasını kışkırtmak olur. CIA sorumlusu Clarridge'nin görevi, bu ayrımı körükleyerek Pekin yanlısı fraksiyonun güçlenmesini, dolayısıyla Moskova'nın etkisinin zayıflamasını sağlamaktır.
Clarridge anılarında, işe güney eyaletlerinde basılan, Pekin eğilimli bir dergiden başladığını yazıyor. Çinliyi andıran bir başka ajan aracılığıyla yayıncıyla ilişkiye geçilip, Pekin'in dergi yayınlarını ne kadar takdir ettiği, doğru devrimci çizgiyi onların izlediği filan anlatılıyor.
İstihbarat dilinde 'false flag-sahte bayrak' denilen bir teknikle CIA ajanları kendilerini Çin adına çalışıyor gibi tanıtıyorlar. Merkez tarafından kıymeti bilinmekten gururu okşanan yayıncı iki haftada Pekin'den sandığı, ama aslında CIA istasyonu tarafından kaleme alınan güya devrimci bildirileri, başyazı olarak basmaya gönüllü oluyor.
Clarridge, anılarında, planının dergiyi ve etrafındaki hareketi 'Sürekli olarak daha sol bir çizgiye çekmek' olduğunu ve bunu başardığını yazıyor. Bütün yaptığı ise Mao'nun ÇKP resmi yayınlarındaki konuşmalarını alıp keskinleştirmek oluyor.
Sonunda güneydeki Pekin yanlısı hareket, Moskova yanlısı partinin giderek güç kaybetmesinde bir etken haline geliyor. O derece rahatsızlığa yol açıyor ki, CPI destekli hükümet 1965'te CPIM/L'nin bütün yönetimini tutuklatıp hapse attırıyor. İçişleri Bakanı mecliste bu uygulamanın başlıca gerekçeleri arasında, haftalık derginin (aslında CIA tarafından kaleme alınan) tehlikeli devrimci yayınlarını gösteriyor.
Dört yıl merkezde Hint masasını yöneten Clarridge'e 1968'de, sol hareketin yükseldiği bir başka yerde dış görev talimatı gelir. Anılarında, İstanbul'a geldiği gün onlar Dolmabahçe'deki bir CIA evinde öğle yemeği yerken, dışarıda solcu öğrencilerin 6'ncı Filo'yu protesto edip, denizcileri denize döktüğünü yazıyor.
Bu hele ki bir NATO üyesi ülkede, hele ki Boğazlar gibi Moskova için stratejik bir bölgede, kabullenilir bir şey değildir. Clarridge ise sol hareketlerle uğraşmak konusunda kendisini kanıtlamış bir uzmandır. Türkiye'de de Hindistan'daki gibi bir planı uygulayıp uygulamadığını anılarında bulamıyoruz.
Ancak Türk solunun giderek keskinleşmeye ne zaman başladığı, Pekin yanlısı hareketlerin ne zaman ortaya çıkıp örgütlendiği, 1965'de Meclis'e Türkiye İşçi Partisi altında 15 milletvekili sokan Türk solunun bir daha belini doğrultamamasına yol açan12 Mart 1971 darbesi koşullarına nasıl gelindiği kayıtlarda var.
Clarridge İstanbul'dan sonra 3 yıl da Ankara'da görev yapıp1973'te Türkiye'den ayrılıyor”.
Savaşman Olayı
25 Aralık 1977 tarihli gazetelerin manşetlerinde “MİT İstihbaratBaşkan Yardımcısı casusluk iddiası ile tutuklandı, Sabahattin Savaşman Amerika ve İngiltere Hesabına Casusluk Yapmakla Suçlanıyor” ibareleri yer alıyordu.
İstihbarat Başkanlığı teşkilatın ana ünitelerinden biriydi ve Savaşman da bu Başkanlıkta Yardımcılık görevini deruhte eden emekli bir Kurmay Albaydı.
Ben o tarihte Ankara'ya, Bölge Daire Başkanlığı Takip Şube Müdürüydüm. 1975’de Ankara’ya, bu göreve tayin edilmiştim.
Savaşman'ın batılılarla ilgili çalışmalara özel ilgi göstermesi bu konulardaki evrakları bir müddet elinde alıkoyması dikkat çekmişti. Konu Kontr-espiyonaj D. Başkanı Hiram Abas tarafından Müsteşar Hamza Gürgüç'e intikal ettirilmiş, o da Savaşman'ın 24 saat kontrol altında tutulmasını emretmişti.
Savaşman takip ve gözetleme faaliyetinin başlamasından bir süre sonra bir akşamüstü karargâhtan elinde büyükçe bir evrak çantası olduğu halde çıktı. Hava erken kararıyordu. Makam arabası doğrudan doğruya Savaşman'ın Çankaya'daki evine geldi. Savaşman apartmana girip otomatiğe bastığında makam arabası da civardan uzaklaşıyordu. Merdiven otomatiği söndüğünde onun eve girdiğini düşündük.
Fakat kısa bir süre sonra Savaşman elinde çantası olduğu halde karanlıktan dışarıya süzüldü. Yanında çantası olduğu halde evinin yanındaki merdivenlerden inerek Güvenlik Caddesi’ne çıktı. Çok tedirgin olduğu, sık sık arkasına dönüp kontrol ettiği görüldü.
Savaşman arkasını araya araya Güvenlik Caddesinin ortalarında, bahçe içindeki iki katlı villa tipi eve gelip girdi. Hemen civarda tertibatımızı aldık. Eve başka giren çıkan olmadı. Bir, bir buçuk saat kadar sonra Savaşman evden çıktı. Dönerken gelişine göre daha rahat bir hali vardı.
Ertesi gün Güvenlik Caddesindeki evde oturan tek kollu, 55-60 yaşlarındaki adamı kontrole almış, hizmetçi dahil evde oturanların kimliklerini ve resimlerini öğlene kadar tespit etmiştik. Ev sahibi İngiliz uyruklu A. Denton Thompson'du. Birleşmiş Milletlerde görevliydi. Asker orijinli olup bir kolunu savaşta kaybetmişti.
Savaşman'ın İngilizlerle gizli bir faaliyet içinde olduğuna kanaat getirmiştik. Thompson'un evine gidişinden birkaç gün sonra Savaşman yine çantası ile Karargâhtan çıktı ve akşam yürüyerek ve yine etrafını kollayarak Çankaya'dan inip Nenehatun Caddesinin alt başlarındaki bir apartmanın birinci katındaki daireye girdi. Ertesi gün daire sahiplerini tespit edip kontrole aldık. Resimlerini temin ettik.
ABD uyruklu astsubay Inarac Onsager Tuslog'da görevliydi ve eşi Lyle ile bu adreste oturuyordu. Evlerin sahipleri daha önce Türkiye'de istihbari faaliyetleri tespit edilmemiş, hiç bilinmeyen kişilerdi. Neticede karargâh Savaşman'a suçüstü yapılmasına karar verdi! Savaşman evlerden herhangi birine, yine aynı şekilde gittiği zaman kapıda bekleyecek ve çıkışında suçüstü yapacaktık. Evlerin içine girmemiz uygun görülmemişti. Beklenen gün geldiğinde her türlü hazırlığımız tamamdı. O günlerde karargâhta Savaşman'a, bazı batılılarla ilgili ikinci derecede hakiki evraklarla birlikte kasıtlı olarak hazırlanmış sözde çok önemli bir faaliyetle ilgili evrak da arzedilmiş, Savaşman evrakları alıkoymuştu. Her zamanki gibi çantası ile çıkan Savaşman'ın hangi eve gideceğini merak ediyorduk. Bütün personel doğal olarak çok heyecanlıydı. Savaşman'ın bir başka adrese de gidebileceğini düşünüyor ve hata yapmamaya çalışıyorduk. Savaşman Çankaya'dan aşağıya Nenehatun Caddesinin altındaki eve doğru yürüyor, tereddütlü adımlarla kaderine doğru gidiyordu.
Adres belli olmuştu. Ankara Başkanı Süleyman Albay heyecanla operasyon ekiplerine katılmıştı. Savaşman Onsager'in evine girdikten bir müddet sonra Süleyman Albay, ben, teknik ekip, birkaç takip personeli apartmanın içine girdik. Süleyman Albay'la Onsager'in kapısına kadar gelip kulağımızı dayayıp içeriyi dinlemeye çalıştık. Diğerleri merdivenlerde bekliyordu. İçeriden gelen konuşmalar anlaşılmıyordu. Her şey bir anda oldu. Kader Müsteşarlığın emirlerini dinlememiş ve Savaşman'ın kurtulmasına imkan vermemişti. Birden kapı açıldı ve Lyle Onsager ile karşı karşıya geldik. Kocası Inarac de arkasındaydı. Ev sahipleri evi terk ediyordu ve Savaşman yanlarında yoktu.
Süleyman Albay ayağını araya koyarak kapıyı yüzümüze kapatmak isteyen ev sahiplerine mani oldu; kapıyı iterek önde biz, arkada ses ve film ekibi ve de diğerleri içeriye girdik. Koridorun sağında oturma salonu vardı. Salonda Savaşman ve gözlüklü bir şahıs ayakta duruyorlardı.
Bizi gören Savaşman birden paniğe kapılıp sağa sola koşuşmaya başladı. Takipçiler hemen onu yakaladılar. Gözlüklü şahıs kanepenin önünde duran bir takım evrakı telaşla ceketinin iç cebine attı. İkazımız üzerine ceplerini boşaltan ve bilahare CIA mensubu William Philips olduğunu anladığımız şahıs, cep defterini, Savaşman'a imzalattığı para makbuzlarını, hüviyetini çıkardı. Karı-koca ev sahipleri ise diğer bir köşede tedirgin bir şekilde duruyor, meraklı gözlerle olanları izliyorlardı.
Takipçiler Savaşman'ı yemek masasının yanına bir sandalyeye oturtmuşlar ve kollarını arkaya kıvırmışlardı. Savaşman'ın canının acıdığını söylemesi üzerine kollarını bırakmalarını söyledim. Kapıdan girişimizden itibaren ses ve görüntü tespitleri devamlı yapılıyordu.
Evde kısa bir arama yaptık, zabıt tuttuk. William Philips başını ellerinin arasına almış kara kara düşünürken biz delilleri ve Savaşman'ı alarak daireyi terk ettik. Savaşman'ı kapalı bir minibüse bindirip Ankara Bölge Daire Başkanlığına getirdik.
Süleyman Albay'ın makam odasının yanında istirahat için ayrılmış banyolu küçük bir bölüm vardı. Savaşman oraya yerleştirildi ve başına nöbetçi konuldu.
Savaşman’a çok iyi davranıldı. Savaşman büyük bir moral çöküntüsü içindeydi. Durmadan sigara içiyor, zaman-zaman ağlıyordu. Pişmanlık duyuyordu. Bu utançla yaşamayacağını ve cezaevinde kahrından öleceğini söylüyordu. Yaşarsa yapacağı en iyi şeyin kitap yazmak olacağını belirtti.
Savaşman, ilk önceleri İngilizlerle olan ilişkisini de gizledi. Güvenlik Caddesindeki evi bildiğimizi anladığı zaman o evde SIS'den (İngiliz Gizli Servisi) Robin Seeley ile buluştuğunu, her iki servise de birbirinden habersiz hizmet ettiğini bildirdi.
Casusluk suçlarına bakan Genelkurmay Askeri mahkemesi maddi delilleri yeterli görmüş ve Savaşman'ı ağır hapis cezasına mahkûm etmişti. Savaşman 1984 yılında hapisten çıktı ve 1994'de öldü. Olaydan sonra MİT Müsteşarı Hamza Gürgüç Paşa ABD ve İngiliz Servis Başkanlarına ağır bir mektup yazıp yolladı. Her iki servisten de gelen cevapta özür dileniyor, bu tip faaliyetlerin bir daha yapılmayacağı belirtiliyordu. Tabiatıyla bu sadece nezaketen verilmiş bir sözdü ve hiç bir zaman tutulmadı.
Sen misin Bizim Casusu Yakalayan...
Savaşman’ın yakalanmasından bir süre sonra, henüz dava aşamasında karşı hücum başladı. Doğu Perinçek’in Aydınlık Gazetesi “Kontrgerilla” diye planlı bir dizi yayınlamaya başladı. Birkaç uyduruk haberden sonra ana hedeflere yöneldiler. İlk hedef Hiram Abas’tı
08 Ağustos 1978 – AYDINLIK
“ClA'nın okullarında 4 yıl eğitilen Kontrgerilla şefi, İstanbul'daki bütün provokasyon ve tertiplerin ardındaki beyin: M. HİRAM ABAS. M. Hiram Abas, İstanbul'daki bütün tertip ve operasyonları planlayan Kontrgerilla şefiydi. CIA ve MİT adına Faik Türün'e danışmanlık yapıyor, İstanbul Kontrgerilla Karargâhı ile CIA ve MİT'in irtibatını sağlıyordu. Gemi batırma olayları, Elrom olayı, Fırtına Tatbikatları gibi tertip ve saldırılar Hiram Abas'ın başı altından çıktı. Hiram Abas, işkence ve operasyon hastası. Görevli olmadığı halde 12 Mart'taki bütün baskınlara en önde katıldı. Yeni işkence yöntemleri geliştirdi ve bu yöntemleri bizzat uyguladı. Hiram Abas, Türkiye'deki masonların ileri gelenlerinden Hilmi Abas'ın oğlu. YARIN: Hiram Abas şimdi nerede görevli?”
Fabrikasyon haberler tam yol devreye girmişti. Bu haberin yazıldığı tarihte Hiram Abas 4 yıl CIA okullarında eğitim görmek değil, ABD'yi bile görmemişti. Elrom olayını bile Hiram Abas'a bağlayan Aydınlık, ertesi günü Hiram Bey’in adresi, evinin, otomobilinin ve kendisinin resmi de verilmişti.
09 Ağustos 1978 - AYDINLIK
“Hiram Abas dört gün önce yine İstanbul'a geldi, Çiftehavuzlar'daki eve indi. Muhabirlerimiz, Abas'ın bu resmini evden çıkıp, BMW marka koyu yeşil arabasına binerken çektiler.
•Halen devlet görevlisi olarak işbaşında. M. Hiram Abas. MİT Merkezindeki MAH Başkanlığında görevli. •MİT içinde itibarı sarsılan CIA ajanları Hiram Abas'a Sabahattin Savaşman'ı yakalatarak durumlarını korumaya çalıştılar. • Hiram Abas sık, sık İstanbul'a geliyor. Yayınımızın ilan spotları çıktığında MİT, Hiram Abas'ı uyardı. •12 Mart'ta İstanbul'daki bütün provokasyonları planlayan Hiram Abas, Ankara'da MİT Merkezinde, Milli Asayiş Hizmetleri (MAH) Başkanlığı'nda görevli.
...Hiram Abas'ın İstanbul'a gelince kaldığı, Çiftehavuzlar Cemil Topuzlu Caddesi, No: 32'deki apartmanın 2 nolu dairesinde kalıyor. ...Hiram Abas, Sabahattin Savaşman olayında önemli rol oynadı.
Bilindiği gibi bu yılın başlarında MİT İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Sabahattin Savaşman, Kıbrıs konusundaki bazı gizli karar ve haritaları, CIA ve İngiliz Entelijans ajanlarına verirken yakalandı ve tutuklandı. Yakalanma olayı. MİT'in Gaziosmanpaşa semtindeki "Misafir evi - Guesthouse"nda meydana geldi. Savaşman burada, belgeleri CIA ajanı William Philips'e verirken üç MİT ajanı tarafından yakalandı.
Aslında Savaşman, MİT ajanlarının sürekli yaptıkları işlerden birini yapıyordu. MİT ajanları gerektiği zamanlar, gelişmelerden CIA'yı haberdar eder, CIA'nın yardım ve tavsiyelerini alırlar. Ama bu seferki olayın bilinmeyen ilginç bir yönü de vardı. Savaşman'ı ihbar eden, CIA'nın okullarından yetişen ve 12 Mart sırasında bütün gelişmelerden CIA'yı haberdar eden Hiram Abas'tı. CIA'nın adamı Hiram Abas, neden Savaşman'ı CIA ajanı diye ihbar ederek birdenbire "vatansever" pozuna girmişti?
İşin aslı şuydu: 12 Mart' tan sonra Hiram Abas'ın ve MİT içindeki bir kesimin itibarı sarsılmış ve bunlar tasfiye edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardı. Bir olay yaratarak tekrar itibar kazanmaları gerekiyordu. Bunun için Sabahattin Savaşman "feda" edildi. Bu görevi de, provokasyon ve baskın ustası Hiram Abas yerine getirdi. Hiram Abas, Savaşman'ı yakalayarak MİT içindeki bugünkü itibarlı ve etkili yerine ulaştı ve yerini iyice sağlamlaştırdı...”
Hiram Bey’den sonraki hedef bendim:
24 Ağustos 1978 - AYDINLIK
“ERENKÖY İŞKENCE MERKEZİ’NDEKİ BİNBAŞI - İstanbul Kontrgerillasında işkence provokasyon ve İstihbaratı yöneten «BEŞLİ ÇETE»den. MEHMET EYMÜR (CENGİZ ABAOGLU):
Erenköy'deki işkence merkezinde "Binbaşı" olarak çağrılırdı. Buradaki bütün işkenceleri M. Eymür yönetti ve uyguladı. Babası eski MİT'çilerden Mazhar Eymür babasının himmetiyle MİT içinde hızla yükseldi. Halen MİT’te önemli bir mevkide bulunuyor. Eymür, 35 yaşlarında, uzun boylu, kumral, soluk benizli ve dazlak. Beşiktaş'ta Resim ve Heykel Müzesinin yanındaki MİT Merkezinde çalışıyor. Küçükbebek'te oturuyor. Muhabirlerimiz, Eymür'ün yukarıdaki fotoğrafını evinden çıkarak turuncu renkli Renault arabasına binerken çektiler. KIZILDERE OPERASYONUNA KATILDI - Eymür, İstanbul Kontrgerillasında işkenceci olarak çalışırken Kızıldere operasyonuna da katıldı. Mahir Cayan ve 10 arkadaşı, Niksar'ın Kızıldere köyünde sarılmıştı. Hemen buraya ordu ve MİT içinden seçme elemanlar gönderildi. Bu elemanlar arasında Mehmet Eymür da vardı. Açılan yoğun ateş sonucunda Mahir Cayan ve 9 arkadaşı öldürüldü. MC CUNTASINDAN - Mehmet Eymür, 12 Mart'tan sonra da görevini sürdürdü. Halen MİT içinde önemli bir mevkide bulunuyor. İstanbul Beşiktaş'ta Resim ve Heykel Müzesinin yanındaki MİT Merkezinde çalışıyor. Haftalık "7 Gün" dergisinde yayınlanan işkencelerle ilgili bir dizide adı geçince, MİT, dergiye iki kişi göndererek, yayının durdurulması için baskı yaptı. Eymür, MİT içinde "MC Cuntası" olarak anılan gruba mensup. Faşist görüşleriyle tanınıyor. BABASI DA MİT'Çİ - Mehmet Eymür'ün babası Mazhar Eymür da eski MİT'çilerden ve Mason. Mehmet Eymür, MİT'e babasının tavsiyesi üzerine girdi ve babasının isminden yararlanarak hızla yükseldi. İnce tel çerçeveli gözlük takıyor. Turuncu Renault marka bir arabası var. Eymür, Küçükbebek'te soldan yukarıya doğru çıkan ve Bebek- Beşiktaş-Taksim dolmuşlarının kalktığı Küçükbebek caddesinde sağ koldaki dördüncü apartmanın zemin katında oturuyor...”
Benden sonraki hedef Ankara Bölge Başkanı Em. Alb. Süleyman Yenilmez’di. Hiram Bey ve benimle ilgili iftira kampanyası günümüze kadar devam etti.
Yüzyıl: “Gidici Olduğunu Bildirmiştik”
Hiram ABAS, 26 Ağustos 1990 günü AYDINLIK'ta yayınlanan adresteki evinden çıkıp, işine giderken ev civarında sinsice bir şekilde şehit edildi. Dört gün sonra AYDINLIK yerine yayınlanan Yüzyıl Dergisi, Hiram Abas’ın kanlı bir resmini kapak yapmış, son derecede çirkin iftiralarda bulunmuştu: Resmin üstünde şu yazıyordu:
“Özal sözünü tutmadı.
HİRAM ABAS’IN SON DURAĞI MAFYA.
•1.5 yıldır tedirgindi. •20 gün önce özel yapım bir magnum aldı. •Fevzi Öz ve Heybetli kumar arkadaşlarıydı”.
İç sayfalarda çirkinlik artarak devam ediyordu:
“•Çınardibi Oteli’nde Heybetli ve Fevzi Öz’le, Dragos’ta Dündar Kılıç’la poker oynardı. •MİT Müşaviri: Hiram, MİT’te iken de karanlıkta dolaşan biriydi. Ayrılınca karanlığa bütün boyuyla daldı.
BEYAZ PİYASASINA ÇOK HIZLI GİRMİŞ.
•Hiram Abas “uluslararası silah kaçakçısı” Gandur’un Türkiye’ye giriş yasağını kaldırttı. Emekli olunca Gandurlara danışman oldu. •Mafya içi hesaplaşma olabilir. Beyaz işinde bir atak yapmaya kalkışmış, rakipleri tarafından ortadan kaldırılmış olabilir”.
İstedikleri gibi yazdılar, nefret dolu, adeta devlete, güvenlik güçlerine, hukuka, adalete meydan okurcasına... “Biz zaten gidici olduğunu çok önceden bildirmiştik” diye başlık attılar fütursuzca...
Devlet, eski MİT Müsteşar Yardımcısını ne yaşarken, ne de öldükten sonra korumamıştı. Savaşman’dan ilk şüphelenip üstlerine bildiren ve suçüstü yakalanmasına neden olan Hiram Abas hedef gösterilmiş, öldürülmüştü.
AYDINLIKÇILAR, öldükten sonra bile onu aşağılamaya çalıştılar. Doğu Perinçek ve AYDINLIKÇILAR'a kimse hesap sormadı, sormadı...
MİT sus-pus olmuştu, aydınlar, milliyetçiler, basının ağır topları, savcılar, hakimler, güvenliği sağlayan yöneticiler hep sustular ve işte bu günlere, doğru ile yanlışı birlikte yaşadığımız bu karışık günlere, geldik. Kimse, bir gün sıranın kendisine gelebileceğini düşünemedi...
NATO’nun Babası Yakalanıyor
Savaşman olayından sonra, CIA ve SIS’in başkanlarının Müsteşar Hamza Gürgüç'e bu tip olayların tekerrür etmeyeceğine dair verdiği teminatın geçerli olmadığını ve bunun istihbarat faaliyetlerinin karakterine uymadığını belirtmiştik.
Nitekim Doğu Perinçek ve AYDINLIK Grubuna el altından bilgi veren ve yazılar hazırlayan Emekli Hava Kurmay Albay Turan Çağlar 16 Mart 1983 tarihinde İstanbul'da CIA mensubu ile gizli bir buluşma sırasında suçüstü yakalandı.
MİT İstanbul Bölgesince yürütülen faaliyet neticesinde tenha bir yerde gerçekleşen gizli buluşma görüntülenmişti. Amerikalı John, 34 CA 200 plakalı aracı kullanıyordu.
Turan Çağlar, NATO’nun Kuzey Avrupa Hava Kuvvetleri Karargâhında görevli iken Mart 1954’te Napoli’deki NATO Hastanesinde doğan kızına "Lale NATO" ismini koyan Hava Muhabere Yüzbaşıydı. Çağlar, 30 Ağustos 1957’de Binbaşı, 30 Ağustos 1960’da Yarbay oldu. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Basın Yayın İstanbul İl Temsilciliği ve İstanbul Radyo Evi Müdürlüğü yaptı.
İhtilal faaliyeti ile ilgili "Balon Operasyonu'nda" da ismi geçen, orduda ve MİT’te üst düzeyde ilişkileri bulunan Turan Çağlar, sorgusunda bu güne kadar kamuoyuna yansımayan ilginç şeyler anlatmıştı. Turan Çağlar casusluk faaliyetini on yılı aşkın bir süredir devam ettiriyordu.
İngiliz Haber alma Servisi SIS'den John, Amerikan Merkezi Haber alma Servisinden Nick, Billy, John ve ismini hatırlayamadığı, “sarhoş” adını taktığı kişiler ile ilişki kurmuştu. ”Devletin emniyeti ve dahili veya beynelmilel siyasi menfaatleri icabından olarak gizli kalması gereken bilgileri” bu kişilere yazılı olarak veriyordu. Suç sabitti. Ayrıca evinde yapılan aramada da yeni birçok delil elde edilmişti. Görüleceği üzere bu olayda da CIA ve İngiliz Gizli Servisi SIS yan yanaydı.
Turan Çağlar tevkif edildi, mahkemesi kamu güvenliği sebebiyle kapalı olarak yapıldı ve yayın yasağı konuldu! Belki bir gün bu yasak kalkar ve Turan Çağlar'ın anlattığı ilginç olaylar kamuoyuna yansır.
Turan Çağlar tutuklu bulunduğu cezaevinden İstanbul Bölge Başkanlığına bir mektup yazdı ve sorgusu sırasında kendisine gösterilen yumuşak ve nazik muameleye teşekkür etti. Bir müddet sonra gazeteler Turan Çağlar'ın cezaevinde kalp krizinden öldüğünü yazdılar. 1Em. Hava Kur. Alb. Turan Çağlar gazetelerde çıkan birkaç ufak haberle kaldı ve unutulup hafızalardan silindi. İlginç olan basın kuruluşlarının hiç birinin ulaşamadığı bilgilere her nasılsa ulaşabilen Doğu Perinçek’in, bu sefer bu konuda suskun kalmasıydı. Hem de Turan Çağlar eski bir kaynakları ve yazarları olduğu halde...
Savaşman’ın Kitabı!
Sorgusunda Sabahattin Savaşman’ın pişmanlık duyduğunu, bu utançla yaşamayacağını, yaşarsa kitap yazacağını söylediğini belirtmiştim.
Savaşman sözünü tuttu ve yazdıklarını Doğu Perinçek’e verdi. Perinçek’in desteği ile AYDINLIKÇILARIN “Kaynak Yayınları”nda basılıp “3. Adam Anlatıyor MİT CIA İlişkisi” ismiyle kitap yayınlandı. Tuhaflığı kitabın “İçindekiler” sayfasına bakınca göreceksiniz. Kitapta Savaşman’ın anılarından ziyade Doğu Perinçek’in savunması yer almış...
İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ – 7,
I- MİT'İN ÜÇÜNCÜ ADAMI SAVAŞMAN'IN ANILARI
Jimmy'le Tanışmamız – 11
ClA'yla Temas - 16
Teşkilât-İsrail-İran Üçgeni - 21
Teşkilât'ın Ordudan istihbarat Elde Etmesini Sağladım - 25
Cunta'yla Karşı Karşıya - 29
İşkence - 33
Yakalanışım - 36
II-SAVAŞMAN OLAYI (Mehmet Eymür'ün Anıları) - 40
Fabrikatör - 54
III-DOĞU PERİNÇEK'İN "EYMÜR'ÜN ANILARI”NA YANITI
Altı Karşılaşma - 71
Savaşman, ClA-MİT işbirliğini sergiledi - 72
CIA'nın "Our Boys"unun Hedefiydik - 73
ABD Tutmazsa İngiltere - 74
O da olmadı, Almanya - 75
Olmadı. "FKÖ Casusu" - 76
Hep ABD ile Özal'la Birlikte - 77
Eymür'ün Doğruları - 78
Hiram Bey'in Körfez Politikası - 78
Eymür Niçin Piyasaya Sürülüyor? - 79
Amerika'da Yahudi-Hıristiyan-Müslüman Düğünü
Şimdi sizi bir düğüne götürmek istiyorum. 2008 yılında Amerika’da yapılan bir düğüne. Yahudi-Hıristiyan aileden gelen Sharon Watkins ile Müslüman Tuğrul Keskin’in düğünü. (Daha fazla bilgi almak için Weddingfire, Travelersjoy, Revendelisheva bağlantılarına bakabilirsiniz.)
Kim bu Tuğrul Keskin diyeceksiniz?
Damat Tuğrul’un esas soyadı Keskingören. İstanbullu, Üsküdar Doğancılar’dan. Üsküdar Halide Edip Adıvar Lisesi mezunu. Lise dönemini bilmiyorum ama ABD’deki Üniversite hayatı ve yaşamı bir hayli karışık. PKK’nın Washington’daki üst düzey temsilcisi Kani Gulam ve Amerikan Kürt Enformasyon Örgütü – AKIN’dan tutun, Türk istihbarat birimlerine, Ebulfeys Elçibey’den, Iraklı, İranlı Türkmen Liderlere, bir cinayete kurban giden Necip Hablemitoğlu’na kadar uzanan karmaşık ilişkiler. Hem istihbarat elemanı, hem Akademisyen, hem Gazeteci hem de AYDINLIK’ın ABD Temsilcisi. Ayrıca “Açık İstihbarat” isimli sitenin yazarlarından.
Bir cinayete kurban giden Necip Hablemitoğlu, “Cumhuriyete Aydın İhanetinin Belgesi ve Düşündürdükleri” adlı yazısında Tuğrul Keskingören ve bazı diğer kişiler için şöyle diyordu: “En önemlisi de, Türkiye'de espiyonaj, ajitasyon faaliyetleri dahil her türlü etnik ve mezhepsel kışkırtıcılık içinde yer alan yabancı vakıf temsilciliklerinin karşılıkları mutlaka bu ülkelerde açılmalıdır. Örneğin, Almanya'da, Türk Devleti'nin himayesinde bir "Türkiye Araştırmaları Merkezi", Türkiye'de de bir "Almanya Araştırmaları Merkezi" süratle açılmalıdır.
Adı her ne olursa olsun, "merkez", "enstitü", "vakıf temsilciliği" gibi akademik oluşumlar, Fransa, İngiltere ve özellikle de ABD'nde harekete geçirilmelidir.
Bu görevler için Türkiye'ye bağlılığını fazlasıyla kanıtlamış Atilla Ongun, Tamer Bacinoğlu, Dr. Yağmur ve Dr. Buğra Atsız, Tuğrul Keskingören gibi konularının uzmanı Cumhuriyet aydınları mevcuttur.
ABD'ndeki "Türk Araştırma Merkezi", CIA ve Fethullahçıların yönlendirdikleri akademisyenlerin yanı sıra, yanlış seçim ve hatalı yönetim nedeniyle sadece para yutan, hantal, işlevsiz bir kuruma dönüşmüştür.” Tuğrul Keskingören ve diğerleri biliniyor da, Atatürkçü Düşünce Derneği yayınlarında "Arlington'da faaliyet gösteren ‘Turkish Cultural and Political Center’ın yöneticisi" olarak bilinen, 1.nci Ergenekon İddianamesinde de ismi geçen “ismi var, cismi yok Atilla Ongun” kim?
İddianamenin 1422 ve 1423 sayfalarında, Ümit SAYIN'a ait bilgisayarda "silinmiş Chat kayıtları" bölümünde yer alan Ümit SAYIN ve ADNAN AKFIRAT arasında 24.02.2001 tarihinde gerçekleştirilen MSN görüşmesinde şu hususlar yer alıyor: “KTB'nin etkisinin beklenenden daha fazla olduğu, Ümit SAYIN'ın Amerika'dan Türkiye'ye gelmesini Masonlar ve diğer unsurların engelleyebileceğini, bu durumu Ümit SAYIN'ın Doğu PERİNÇEK'e bildirdiğini, Ümit SAYIN'ın belli bir dönem masonların içinde bulunduğunu, Masonların bütün pisliklerini ve üç kağıtlarını bildiğini, Adnan AKFIRAT ve Ümit SAYIN'ın ULUSAL Kanal'a görüntü ve bağlantı bulmak için çaba gösterdikleri, Ümit SAYIN'ın son 2 yıldır KTB ile uğraştığını.
Ümit SAYIN'ın Adnan AKFIRAT'a Atilla ONGUN'un Mart ayında Türkiye'ye geleceğini bildirerek kendisi ile temasa geçip geçmediğini sorduğu, Adnan AKFIRAT'ın şahsın henüz kendisi ile temasa geçmediğini, Ümit SAYIN'ın Atilla ONGUN'un MHP'ye çalıştığını ve dikkatli olunması gerektiği şeklinde Adanan AKFIRAT'ı uyardığı, Atilla ONGUN'un HABLEMİTOĞLU ile iyi arkadaş olduklarını, HABLEMİTOĞLU'nun kime çalıştığının belli olmadığını, her taraf ile bağlantısının olduğunu, Doğu PERİNÇEK ile yaptığı görüşmede iyi gelişmeler olduğunu öğrendiğini, DARBE olasılığının arttığını”...
Atilla Ongun, Tuğrul Keskingören’in takma adı olmasın? Ne dersiniz?
Sayın Hakimler, Sayın Savcılar,
Adaletin saygıdeğer temsilcileri.
Bunları neden yazıyorum; Teraziniz daha doğru çalışsın diye... Her şeyin göründüğü gibi olmadığını bilesiniz diye... Kuvvetlinin hukuku, hukukun kuvvetini alt etmesin diye... Derinlemesine incelemeye vakit bulamadığınız veya unuttuğunuz olayları hatırlayın diye... Benimle ilgili kara propagandalara itibar etmeyin diye... Ülkeme hizmet etmek ve tek dayanağım adalet, yani sizler olduğunuz için... Onlara gelince, onlar saldırılarına 24 Ağustos 1978’de başladılar ve bugüne kadar aralıksız devam ettiler. Beni çeşitli kılıklara soktular, inanılmaz yalanlar uydurdular.
Devlet memuru idim, cevap hakkım yoktu, gelirim ancak aylık geçimimize yetiyordu, avukat tutacak halde değildim. Devamlı beni hedef gösterdiler. Hiram Bey gibi "gidici olup" gitmem onları çok mutlu edecekti. Şansım yaver gitti ve bazı suikast planlarını kazasız atlattım. Görev yaparken de, emekli olduktan sonra da birçok kereler evimin adresini, telefonlarımı, hatta elektronik posta adresimi yayınladılar. Buna İstanbul’da beş yıldır oturduğum evin adresi de dahildir. (Adresimi, biliyor ve yayınlıyorlar ama yine de Amerika’da yaşadığım yalanını yayıyorlar. Sayın Yargıtay üyeleri bile bir kararda benim ABD’de yaşadığımı söylemişler.) Ne TCK'nın 301.nci maddesinin ilgili hükümleri, ne 2937 sayılı MİT Kanunu'nun 27.nci maddesi, ne de 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 6'ncı maddesi dikkate alınmadı.
Ulusal Kanal’da her türlü kara propagandayı, hakareti yaptılar, ilgili savcılar da, RÜTÜK de hiç birini duymadı.
Bana yolsuzlukları, hırsızlıkları, kanunsuzlukları yazdığım için davalar açan, cezalandırmaya çalışan Teşkilatım, savcılar, hakimler bunlara bir şey yapmadı, yapamadı.
Doğu Perinçek ve çevresiyle bağlantılı birçok karşılıklı şikayet ve davalarım mevcut. Tek tek saymak istemiyorum ama genelde bu karşılıklı davalarda aleyhimde işleyen hukuki, adli bir dengesizlik olduğunu düşünüyorum. Yargıtay’ın Doğu Perinçek’in lehine verdiği “ajanlık ve batılı istihbarat örgütlerince kullanılması” ile ilgili kararlar, sanki bu kararlar sadece Doğu Perinçek için verilmiş gibi, benim açtığım davalarda geçerli olmuyor. Bana: “Tekzip yolunun kullanılması ile kamuoyuna duyurulması mümkündür. Diğer bir deyişle gerçeğe aykırı olarak yapılan yayın her zaman hakaret suçuna vücut vermez. ...Davaya konu olan yazılar ve iddianameye esas alınan ifadeler bir bütün olarak ele alınıp incelendiğinde, basın hürriyeti kapsamında gazetecinin haber verme hakları içerisinde kamuyu aydınlatma kamuyu oluşturma ve eleştiri yer aldığı bunlar basının hakkı olduğu kadar görevi içerisinde bulunduğu” gibi cevaplar verildi…
Yukarıda da görüldüğü gibi kararlarınızı “Yargıtay’dan CIA maşası Mehmet Eymür’e tokat gibi karar: İftiracı Eymür, Perinçek’e tazminat ödeyecek” gibi hakaretlerle kutluyorlar, avukatları, muhabir ve kameramanlarla oturduğumuz evin kapısına dayanıp icra işlemi yapmaya çalışıyorlar. Sonra bunu Ulusal Kanal’da ve diğer yayınlarda gösteriyorlar...
Abdullah Öcalan’a “Sayın” diyenlere soruşturma ve davalar açıyorsunuz. Gayet normal değil mi? Ona “Bebek Katili” ve benzeri lafları söyleyenleri hakaret etti diye yargılamıyorsunuz...
Şimdi yukarıdaki anlattıklarıma aşağıdaki resimleri de katın ve lütfen rsimlere dikkatle bakın:
Sayın Hakimler, Sayın Savcılar,
Adalet terazisinin in saygıdeğer sahipleri.
Belirtildiğine göre Balkan Savaşı’nda 4307 şehit, İstiklal Savaşı’nda 10,885 şehit, Kore Savaşı’nda 731 şehit, Kıbrıs Savaşı’nda 654 şehit vermişiz.
Ya PKK ile mücadelemiz? Kesin rakamlar belli değil, ancak yuvarlak rakamlar var. 27 Kasım 1978’de kurulan terör örgütü PKK ile 1984-2007 yılları arasında mücadelede 6,000 asker, polis ve geçici köy korucusu şehit olmuş, 5,000 vatandaşımız da teröristler tarafından katledilmiş. Toplam zayiatımız 11,000 kişidir. Halen de kayıp vermeye devam ediyoruz. Buna kolu, bacağı kopanları, her derecede yaralananları ve ekonomik zararımızı da düşünün... Yani bu mücadelede kaybımız İstiklal Savaşına eşit veya biraz fazla. Öldürülen terörist sayısının ise 22,000 bin civarında olduğu belirtiliyor.
Şimdi soruyorum sizlere. PKK kamplarında merasimle karşılanan, PKK bayrağı altında pozlar veren, şehitlerimizin katillerinin ellerini tek-tek hararetle sıkan, Abdullah Öcalan’la sarmaş-dolaş olan kişilere, hitap ederken saygılı mı olmamız gerekir?
Ya onlar, onlara gelince artık o kadar fütursuz davranılıyor ki... AYDINLIKÇI avukatları mahkemelere verdiği dava dilekçelerinde; ‘Derin Devlet’ edebiyatı yapıyor:
“Mehmet Eymür, Aydınlık Hareketi'nin sırrını çözemez. Çünkü Aydınlık Hareketi'nin kökleri ülke topraklarının en derinindedir. Halktır, emekçilerdir, aydınlardır, köylüdür besin kaynağı. Dayanağı ise Türk Milletidir” diyor.
Aydınlık Hareketi’nin “Derin Devlet”in bir parçası olduğu doğru olabilir ama yalnız başına değil... Hilary Sumner-Boyd’lar, Troçkistler, Savaşmanlar, Çağlarlar, yabancı istihbarat ve terör örgütleri ile beraber...
Sayın Yargıçlar, Sayın Savcılar,
Adaletin saygıdeğer dağıtıcıları...
Umarım sizlere bilgilerimi, duygularımı, dert ve endişelerimi ifade edebildim. Benim ne siyasetle, ne de herhangi bir organizasyonla ilişkim yok.
Ben ailesini, ülkesini, ülkesinin insanlarını seven emekli bir memurum, eski bir istihbaratçıyım. Yaşadıklarımı, bildiklerimi, araştırdıklarımı sizlerle paylaştım...
Sancılı bir dönemden geçerken, karışan kavramlar içindeki doğruları bulmalıyız düşüncesi ile saygılarımı sunuyorum. 21 Mayıs 2010
Mehmet Eymür