Alaattin Çakıcı imzasıyla basına bir mektup fakslanmış.
Çakıcı bu mektupta "1998’de Fransa’da Milli İstihbarat Teşkilatı ile ne direkt ne endirekt hiçbir bağlantım olmadı, hiçbir zaman ve hiçbir dönemde ne bir ilişkim ne de organik bağım olmamıştır. Kaşif Kozinoğlu’nu hayatımda ne gördüm ne de kendisiyle telefon görüşmem olmuştur. Yargıdaki davamla ilgili ne Kaşif Bey’den ne de bağlı olduğu kurumdan hiçbir suretle ne yardım istedim ne de bana yardım edilmiştir. Hayatımda Sayın MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’u ne gördüm ne de birlikte oldum. Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya’yı tanımam, kendisinden herhangi biri aracılığıyla davamla ilgili yardım istemedim. Buradan, devlet protokolünde 4 numarada yer alan Sayın Yargıtay Başkanı’na sesleniyorum: Yargı herkese lazım. Lütfen; bu makama gelmiş bir insan dost ve arkadaşlarını seçmesini bilmeli. Türkiye’yi yanlış dostluklarla bu bunalıma sürüklemeye hakkınız yoktur" demiş.
Çakıcı aklınca MİT yöneticilerini koruyor, Yargıtay Başkanını da yanlış dostluklar kurmakla suçluyor. Bozacının şahidi şıracı misali, yalanlara yalan katan akılsızca ve komik, herkesi aptal yerine koyan bir açıklama.
Şimdi eski günlere dönüp, bu ilişkilere bir göz atalım, hatırlayalım:
-Çakıcı-Beşiktaş ilişkilerini ve gayri resmi bazı temasları şimdilik dikkate almayalım, resmi belgelere bakalım; Şenkal Atasagun, Alaattin Çakıcı ile ilk resmi görüşmesini İstanbul'da 13 Temmuz 1987 tarihlinde yapıyor. Bu görüşmeyi "temas raporu" olarak düzenliyor ve 16 Temmuz 1987 tarihinde bu raporu resmi bir yazıya ekleyerek Müsteşarlık makamına yolluyor. Yani Şenkal Atasagun ile Çakıcı'nın tanıştığı resmi belgelerle belirli.
-Çakıcı, 03 Şubat 1998 gecesi saat 22:45'de Erol Evcil ile telefonla konuşuyor ve bu konuşma MİT ve Polis tarafından kayda alınıyor. Bu görüşmede Çakıcı Evcil'e "Onların emriyle gittim ben kardeş, direk ikisinin emriyle, Yavuz’a (Yavuz Ataç) bağlı olarak gittim, bak hayatımı kaybettim, yani onu anlatıyorum, ha bunlar yok dediler, yok dediyseler, Londra Konsolosluğunda elimde evraklarım var" diyor. Çakıcı'nın "onların emriyle gittim" dediği, yani yurt dışına kaçtığı tarihte Şenkal Atasagun MİT Operasyon Başkan Vekili, Yavuz Ataç da onun emrinde çalışıyor. Bu telefon görüşmesinin yapıldığı tarihte ise Atasagun Londra'da MİT Temsilcisi olarak görevli.
-Çakıcı 17 Ağustos 1998 tarihinde Fransa'da yakalandı. Nice Cezaevi'nde yatan Alaattin Çakıcı, kendisiyle görüşen bir yakınına, 24 Eylül'de yapılacak ilk duruşmada çok önemli açıklamalar yapacağını, siyasi ilişkileri dahil olmak üzere önemli bazı olayları açıklayacağını belirtti, ucu Ankara'ya uzanan mesajlar verdi. Çakıcı, ‘‘Yakın dönemde kendisine destek veren bazı siyasilerin, daha sonra yüzüstü bıraktığını’’ anlattı. (21 Ağustos 1998 - Hürriyet)
-24 Ağustos 1998 tarihinde Kanal D'de Uğur Dündar, Çakıcı'nın 2 yıl önceki bir ses bandını yayınladı. Bu ses bandında Çakıcı MİT ile olan resmi bağlantısının devam ettiğini belirtiyor ve kendisinin teşkilatın personeli olduğunu öne sürüyor, kırmızı pasaport alması olayına açıklık getiriyor, ‘‘Orayla olan organik bağlantım kopmuş değil. Yani onların ‘ilişkinizi kestik' dediği zaman bildirmeleri lazım. Çünkü ben orada resmi statü taşıyan biriyim. Yani biliyorsun, oranın bir direk adamı vardır. Bir de endirekt adamı vardır. Bizimki teminat altına alınmış. Bize bildirmeleri lazım en azından. Bu, bunun kanunu. O teşkilatın personeli oluyoruz, dolaylı olarak.’’ diyor. Bu arada Çakıcı’ya yakın kaynaklar ‘‘Alaattin, MİT'çi Ataç ile çok iyi dosttur. Yavuz, Çakıcı'nın istediği bilgileri kendisine ulaştırır. Çakıcı'nın kızkardeşinin Nikah şahitliği aralarındaki dostluğunu gösteriyor. Çakıcı zaten pasaportunu Çin'e gidip Yavuz'dan bizzat aldı’’ şeklinde beyanda bulunuyorlar (25 Ağustos 1998 - Hürriyet)
-Fransa'da yakalanan Alaattin Çakıcı Belçika güvenlik görevlilerince de sorgulanıyor. Çakıcı bu sorguda kendisine sorulan suallere şu cevapları veriyor: Kaç tane pasaportunuz var? 4-5 tane vardı, şimdi hiç kalmadı. Hepsini attım. Nereden aldığımı hiç sormayın, cevap vermem. Neden? Ben Türkiye için çok önemli bir kişiyim ve Türkiye beni korumak zorunda. Bunun için ne istesem yaparlardı. Kimler? Devlet yetkilileri. Devlet adına mı çalışıyordunuz? Bu konuda cevap veremem. Çok lüks hayat yaşamışsınız. Bu kadar parayı nereden buluyordunuz? Kazanıyorum. (30 Ağustos 1998 - Hürriyet)
-30 Ağustos 1998 tarihinde Başbakan Yılmaz, Belçika polisine ‘‘Ben Türkiye için çok önemli bir kişiyim, Türkiye beni korumak zorunda’’ diye ifade veren Alaattin Çakıcı için "Çakıcı'nın devlet için yaptığı hiçbir iş yoktur. Devlet Çakıcı'yı değil, Çakıcı devleti kullanmış’’ dedi. Mesut Yılmaz, "Çakıcı'yı kullanmak isteyen kişiler kim? Yavuz Ataç mı?" sorusuna "O da var, onun üzerindekiler de var." diyor ve bir gazetecinin, ‘‘Onun üzerindekiler belli, Mehmet Eymür, Şenkal Atasagun ve Sönmez Köksal.’’ şeklindeki hatırlatması karşısında susmayı tercih ediyor. (31 Ağustos 1998 - Hürriyet)
-03 Ekim 1998 tarihinde Güneri Civaoğlu "Paris" başlıklı köşe yazısında şunu yazıyor: "Şu satırları, Fransa'dan dönüşte ayağımın tozuyla yazıyorum. Orada, Çakıcı konusunda bazı duyumlar aldım. Yansıtayım... Çakıcı, Fransız avukatı ile her gün görüşüyormuş. Sabah 10:00'da başlayan bu seanslar, - genellikle - akşamüstü 17:00'ye kadar sürüyormuş. Çoğu kez, Çakıcı, bir köşeye çekiliyor, saatlerce avukatının getirdiği Türkçe gazeteleri okuyormuş. Gazetelerde - TV'lerde yayınlanan kasetler, onun onayıyla verilmiş. Her kasetin 5 kopyası, Çakıcı'nın çeşitli ülkelerdeki arkadaşları tarafından saklanıyormuş. Çakıcı'nın işaretiyle ya da Çakıcı'nın başına bir şey gelirse, arkadaşlarının inisiyatifi ile medyaya verileceklermiş. Şimdiden, medyaya sızdırılan kasetler, belirli adreslere mesaj olabilirmiş; Yılmaz hükümetine, "üstüme gelmeyin" mesajı... MİT ve güvenlik birimlerine ise, "Ben, sizi hedef almıyorum. 'Bakın, devlete çalışmadım' diyerek bunu kanıtladım. Siz de, beni hedef almayın" zarfını atıyormuş. (Zarf atmak, onların deyimi G. C.)"
Herhalde mesajlar yerini buluyor, bir uzlaşma oluyor ki Çakıcı bir daha "devletle, MİT'le" bağlantısı olduğunu ağzına almıyor. Bu konuda Yavuz Ataç'ın önemli bir aracılık rolü oynadığı muhakkak.
Bir kaide vardır ve istihbaratçılar da bunu bilirler. Saklanması istenilen bir konuda ana hatlarıyla doğrunun söylenmesi, bazı detayların saklanması iyi bir yöntemdir. İnkar etmek, yalanlara başvurmak, iftira atarak o konuyu başkasının üstüne yüklemek akılsızca ve ömrü uzun olmayan bir yöntemdir ve bir gün doğrular muhakkak ortaya çıkar. Nitekim ikinci yola başvuran ve Çakıcı ile ilişkilerini gizleyerek suçu başkalarının üzerine atmaya çalışan Atasagun için 12 Ağustos 2000 tarihinde Şenkal Atasagun - İlaveler, Düzeltmeler başlıklı yazıda şöyle denilmiştir:
"Çakıcı'nın MİT'te ilk ve son teması Şenkal Atasagun'dur. Çakıcıyı en son Operasyon Başkanı olduğu devrede önemli bir faaliyet için kullanmıştır. Bu amaçla Yavuz Ataç ve Yavuz'un ilişkili olduğu Neyzi Genel isimli dansöz kadını ve İstanbul ve Ankara'dan bir takım memurları Avrupa'ya yollamıştır. Bu ekip Avrupa'da firari Alaattin Çakıcı ve onun adamlarıyla buluşmuş ve planlama birlikte yapılmıştır. Operasyon başarılı olmamış ve ekip bir netice almadan geri dönmüştür. Çakıcı'ya 'kırmızı pasaport'un bu çalışma sırasında verildiği söylenmektedir. Dikkat edilirse Yavuz Ataç'ın verdiğini, Başbakan Ecevit'in resmen açıkladığı "kırmızı pasaport" meselesi, birden bire kesilmiş, bir daha konu edilmemiştir. Operasyonda yer alan Neyzi Genel, aynı zamanda Susurluk davasının önemli ismi Abdullah Çatlı ile de ilişkisi olan bir kimsedir. Şenkal Atasagun ne kadar saklamaya çalışırsa çalışsın, Çakıcı ile olan ilişkileri bir gün bütün teferruatı ile ortaya çıkacaktır."
O gün geldi. Atasagun'un bütün kapatma gayretine, hatta Çakıcı'nın adamları ile para konuları konuşan Kaşif Kozinoğlu'na sahip çıkıp, onun ifadesini alan savcılara resmi yazı yollayıp "Kozinoğlu'nun temasları bilgim dahilindedir" demesine rağmen Çakıcı-Atasagun ilişkileri pis kokular saçarak ve her geçen gün biraz daha büyüyerek ortalığa dökülüyor.
Atasagun'un memuruna sahip çıkması, Kaşif Kozinoğlu'nun bazı girişimleri Atasagun'un bilgisi dışında yapmış olması, Çakıcı'nın devlet için bir şeyler yapmış olabileceği gibi faraziyelerin hepsi boş ve yanlış yaklaşımlar. Atasagun, kendine zarar verecek bir personelin işini bir saniyede bitirir. Kozinoğlu'na bu kadar sahip çıktığına göre bu buzdağının görünmeyen kısmı çok derin olmalı.
Dikkat çeken bir husus Atasagun'un açıklamaları ve konuşma tarzı. Suçluluk psikolojisi içinde ve, kontrolünü kaybetmiş bir vaziyette, hakaret ve tehdit içeren, birilerine mesajlar gönderen bir üslup:
-Arkadaşımız Kaşif Kozinoğlu, görüşme talebinin Yargıtay Başkanı Özkaya'dan geldiğini söyledi.
-Yargıtay Başkanı doğru söylemiyor. Kozinoğlu bana gelip, Yargıtay Başkanı’nın kendisiyle görüşmek istediğini söyledi. Ben de gidip görüşmesini söyledim.
-Ayrıca Yargıtay Başkanı, arkadaşımızın 4 arabayla geldiğini söylüyor. MİT’ten hiç kimse bir yere 4 arabayla gitmez. Bunları nereden, penceresinden mi görmüş?
-Yargıtay ile belki 50 kere görüştük.
-Size şunu kesinlikle söyleyebilirim. 1989’dan beri MİT’in Çakıcı ile hiçbir ilişkisi yoktur. 1998’de göreve geldiğim günden bugüne tüm sorumluluğu ben taşıyorum. En küçük bir ilişki olduğu ispatlanırsa gereğini yaparım, bu işi bırakır giderim.
-Son olayda, Alaaddin Çakıcı’yı yakalatan biziz. Eğer aksini iddia eden varsa, çıksın söylesin.
-Çakıcı ile ilişki 15 yıl önce bitti. İşe kurumun adını karıştıran MİT'tense işini bitiririm. Değilse, adalet hemen harekete geçmeli.
-Ben her zaman önce kendi personelime güvenirim, aksi ispatlanana kadar. -Yargıtay Başkanı’nın kendisiyle görüşmek istediğini söylüyor. Ben de ‘Git görüş’ diyorum. Tabii ki benim onayımla gitti. Benim kimsenin kimseyle tanışmak istemesine hayır diyecek halim yok. Tanışmak istiyorsa gider tanışır.
-(Kozinoğlu, Yargıtay Başkanı ile temaslarından sonra teşkilata bu konuda rapor verdi mi şeklindeki soru üzerine) Siz şimdi savcı durumuna düştünüz... -Ama biz kolay kolay yıpranmayız, merak etmeyin. Hesabını veremeyeceğimiz hiçbir şey yok. Bu konuda kolay kolay da pes etmeyiz. Onu da açık söyleyeyim. O konuda birilerinin bir arzusu varsa, yani birileri ‘bu adamı kızdırırız, küstürürüz, çeker gider’ diyorlarsa, gitmez. Gideceğim varsa da daha çok kalırım.
-(Başbakan’la ne zaman görüşeceği yolundaki soru üzerine) Bilemiyorum. Ben tatilimi bitirip ondan sonra döneceğim.
-(Ne zaman Ankara’ya dönüyorsunuz sorusu üzerine) Ne zaman tatilim biterse.
-(Kaşif Kozinoğlu, İstanbul’da savcılığa neden davet edildi sorusu üzerine) İki olayı birbirinden ayırmak lazım. İstanbul’daki olay şu: Devletin birimlerinden birine imzasız bir ihbar mektubu geliyor. Bu mektupta önemli bir şahsiyetin ve valinin Nuriş’in adamları tarafından öldürüleceği ifade ediliyor. Bizden bu olayı araştırmamız istendi. Araştırdık ve mektubu Alaattin Çakıcı’nın yazdığını ortaya çıkardık. Arkadaşımızın verdiği ifade işte bu olayın araştırılmasıyla ilgili.
-(Öldürülecek önemli kişi kimmiş sorusu üzerine) Şimdi ben size bunu söylemeyeyim. Biz bu durumu o makama bildirdik. Gerekirse kendisi açıklar.
Atasagun'un, olayı detaylı bir şekilde araştırmadan doğrudan Yargıtay Başkanını suçlaması ve onu yalancılıkla itham etmesi çirkin bir taktik davranış. Kozinoğlu özel hayatında tanıştığı, görüştüğü herkes için Atasagun'dan onay mı alıyor ki Yargıtay Başkanı ile tanışmak için onay istesin?
Atasagun'un "Benim kimsenin kimseyle tanışmak istemesine hayır diyecek halim yok. Tanışmak istiyorsa gider tanışır." ifadesi ile "Tabii ki benim onayımla gitti." ifadesi arasında bir çelişki yok mu? Onay alınması ancak belli bir resmi konuda olabilir ve böyle bir görüşmenin neticesinde de görüşen kişi "Temas raporu" hazırlayarak üstlerine sunar.
Yargıtay Başkanı'nın Kaşif Kozinoğlu'nun korumalar ile geldiğini öğrenmesi için illaki camdan mı bakması lazım. Bu hususu giriş kapısındaki görevliler veya Başkan'ın korumaları bildiremezler mi?
"MİT’in Çakıcı ile hiçbir ilişkisi yoktur. En küçük bir ilişki olduğu ispatlanırsa gereğini yaparım, bu işi bırakır giderim. Çakıcı ile ilişki 15 yıl önce bitti. İşe kurumun adını karıştıran MİT'tense işini bitiririm." diyen Atasagun, gazetelerde son günlerde çıkan, Kozinoğlu'nun Çakıcı'nın kurtarılması ile ilgili şu bilgiler karşısında ne yapacak?
-Kozinoğlu savcılara, Çakıcı ile bir siyasiye yapılacak suikastı engellemek için görüştüğünü ileri sürdü. MİT, savcılığa gönderdiği bir yazı ile Kozinoğlu’nun faaliyetlerinin bilgileri dahilinde olduğunu bildirdi. Oysa Kozinoğlu dosyada delil olarak bulunan ve son derece samimi ifadelerle dolu bir görüşme kaydında, Çakıcı’dan iki kişi arasındaki parasal anlaşmazlıkta taraf olmasını istiyordu. Kozinoğlu Çakıcı’ya iletilmek üzere, onun adamına şöyle diyordu: ‘Söyle ona, adamı arasın, senin üzerine karabulut gibi çökerim desin.’
-Telefon kayıtlarına göre, Çakıcı'yla doğrudan konuşmamasına rağmen, Çakıcı'nın adamlarına telefonda "Yargıtay'daki dosyaları halletme" sözü veren emekli binbaşı Kozinoğlu, diğer yandan da Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya ile görüşüyor.
-Kozinoğlu, telefonla Alaattin Çakıcı'ya yakınlığı ile bilinen emekli bir yüzbaşı, Çakıcı'nın koruması olan emekli bir polis ve Yargıtay Başkanı'nın yazlık evini onaran müteahhit Hakkı Süha Şen ile sık sık görüyor, bu görüşmelerin her biri Emniyet'te kaydediliyor. Konuşmalarında MİT'te amiri olduğu anlaşılan bir kişiden de "1 numara", "baba" ve "tepedeki abi" diye söz eden Kozinoğlu, '1 numara'ya düzenli bilgi verdiğini ifade ediyor. Kayıtlara göre, '1 numara'nın "En kötü ihtimal, 8 ay oyalar. Diğerlerini zaman aşımına sokarız" dediğini de Çakıcı'nın adamlarına anlatıyor. Çakıcı'nın adamlarının zaman zaman "Komutan" diye hitap ettiği Kozinoğlu her konuşmada, "Çakıcı'nın dosyasının mutlaka bir şekilde halledileceğini" vurguluyor. "Ben, dışarıda rejim değiştirmiş adamım, Yargıtay'daki bir dosya ne ki! Bunlar devlet menfaatleri için gereken şeyler. Biz söylüyorsak düşünmek onlara kalmaz, gereği yapılır" diyor, "görevinin önemi gereği, tüm devlet görevlilerinin kendisine yardımcı olma zorunluluğu bulunduğunu" vurguluyor, "Bu dosya bir şekilde halledilip, Karagümrük Olayı'nın tek kalem üzerinden hesaplanması sağlanacak" diyor.
-Telefon kayıtlarına göre Çakıcı'nın adamları, görüşmelerde kendine güvenen ve sürekli istihbarat teşkilatının yöntemleri hakkında bilgi veren Kozinoğlu'nu uyarmak zorunda kalıyor. Bir defasında kendisine "Ya abi, bu konuları istersen diğer kanallardan görüşelim. Çok açık konuşuyorsun. Takılmayalım" diye uyaran Çakıcı'nın adamını paylayan Kozinoğlu, "Kardeşim biz devletiz! Ne korkuyorsunuz? O işin de kolayı var. Özel cihazlar var. İstiyorsanız ben size onlardan temin ederim. Kriptolu, taktığınız telefonu kimse dinleyemez" diyor.
-Konuşmalarda Kozinoğlu, müteahhit Şen'le yaptığı görüşmede Çakıcı'nın dosyasındaki gelişmeleri görüşürken, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'un bilgisi dahilinde hareket ettiğini ima ederek, "1 numaranın da haberi var, desteği var" diyor. Kozinoğlu (Şen'e): Biz hallederiz, merak etmeyin. Biz söyleyince akan sular durur. 1 numaranın da haberi var.
-Çakıcı'nın adamı MİT'çi Kozinoğlu'nu tehdit etti. Karagümrük Lokali'ne düzenlenen saldırı için verilen hapis cezasının Çakıcı aleyhine bozulmasının ardından yapılan görüşmede telefonun bir ucunda MİT Dış Operasyonlar Daire Başkan Yardımcısı Kozinoğlu, ötekinde Çakıcı'nın emekli polis olan bir adamı var. İşte o diyaloglar: Çeteci: Ağabeyim, bu gelişmeye çok kızdı. Hani her şey tamamdı, aynen onanacaktı... MİT'çi: Şu anda müsait değilim. MİT'çi (Bir başka görüşme): Daha ne istiyorsunuz kardeşim. Onun gibi bir adam için çıkacak en güzel karar çıktı. Olumsuz bakmayın... MİT'çi (Devam ediyor): Biz ve dostlarımızın girişimi olmasaydı onun gibi bir adam için bu bile çıkmazdı. Çeteci: Ağabey bize kolpa yaptığını düşünüyor. 'Hiçbir şey yapmadı bari kararı oyalasın da avukatlar için zaman kazanalım' diyor.
Atasagun'u kimler niçin yıpratmak istiyor? Kimler ‘bu adamı kızdırırız, küstürürüz, çeker gider’ diye düşünüyor? Bir devlet memuru olan Atasagun'un görevinde kalıp kalmaması kendi arzusuna mı bağlı? Atasagun bu sözlerle kime, nasıl bir mesaj gönderiyor. Bir zamanlar Amerika'da çok şey bildiği için Başkanların görevden alamadığı ve 48 yıl Federal Araştırma Bürosu'nun (FBI) başında kalan J. Edgar Hoover'i kendisine örnek mi alıyor?
Son bir husus;
Atasagun, eski bir MİT görevlisinin yazıldığı ve bir İnternet sitesinde yayınlanan, bizim de MİT'de Temizlik isimli yazıda yorumladığımız bir mektuptan dolayı bize dava açtırmıştı.
Mektubun 14.cü maddesinde "Oyakbank eski genel müdürü olan Coşkun Ulusoy ve bir siyasi partinin halen başkanı olan birisi ile üvey akrabalıkları olduğu bilinen, İstanbul’un yeraltı kesimiyle karanlık irtibatları olan bir başkanımız Sayın Atasagun ile beraber hareket ederek, illegal operasyonlar planlayıp icra etmişlerdir." deniliyordu.
Ben bu maddeyi yorumlarken, "14.ncü maddede bahsi geçen Oyakbank eski genel müdürü olan Coşkun Ulusoy ve bir siyasi partinin halen başkanı olan birisi ile üvey akrabalıkları olduğu bilinen, İstanbul’un yeraltı kesimiyle karanlık irtibatları olan MİT başkanının kim olduğunu tahmin edebiliyorum. Ancak yanlış yapmamak için isim vermeyeceğim" demiştim.
Artık bu ismi açıklayabilirim. Oyakbank genel müdürü Sayın Coşkun Ulusoy'un üvey kardeşi ve DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar'ın akrabası olduğunu her yerde ifade eden bu MİT Başkanı Kaşif Kozinoğlu'dur.
Bu beyanın doğruluğu şüphelidir. Özellikle Trabzonlu olan Kozinoğlu ile Elazığ'lı Mehmet Ağar'ın nasıl bir akrabalık bağının bulunduğu meçhul.
Ancak, son günlerde medyaya da yansıdığı ve yukarıda belirttiğimiz gibi, Kaşif Kozinoğlu'nun "İstanbul’un yeraltı kesimiyle karanlık irtibatları olduğu" artık açıkça ortada.
Yani bu konu kapansa da bizim davamız devam edecek... |