Birleşmiş Milletler(BM) Genel Sekreteri Annan, 23 Eylül de Genel Kurul açılış konuşmasında; Ortadoğu da yaşanan son gelişmelerle örgütün bir yol ayrımına geldiğini, ABD’nin izlediği politikalarla BM’yi devre dışı bıraktığını ve BM’nin bu işten büyük zarar gördüğünü ifade etmiş. Annan’ın söylediklerinin doğruluğuna katılmamak mümkün değil. Hatta biz şunu da ilave etmek isteriz; Birleşmiş Milletler Teşkilatı, tüm eksiğine gediğine rağmen dünya genelinde barışı korumaya yönelik en önemli platformdur, denge unsurudur. BM’nin işlevini yitirmesi global anlamda barışa vurulacak en büyük darbe olur. Yakın tarihe baktığımızda BM’nin atası olarak kabul edilen Milletler Cemiyetinin işlevsiz kalması neticesinde dünya savaşının çıktığı tarihi bir gerçektir ve bundan başta ABD olmak üzere herkes gereken dersi almalıdır. Bu tarihi gerçeğin altını çizdikten sonra şunu da belirtmekte yarar görüyoruz ki, bu günkü yönetimi ile Birleşmiş Milletler Teşkilatı sorunlara çözüm bulmaktan çok uzaktadır. Hatta çok kritik durumlarda bizzat kendisi sorun oluşturmaktadır. Nitekim, dünya bunun örneğini Kıbrıs olayında yaşamıştır; Şimdi lütfen düşünelim; siz barışı korumak ve hatta sağlamakla ilgili en yetkili kurulun başındasınız. Toplam nüfusu yarım milyonu bulmayan ve iki farklı toplumun yaşadığı bir coğrafyada bütünlüğü sağlamak üzere bir çalışma hazırlıyorsunuz. Altı ayı aşkın bir süre uğraşıyorsunuz ve sonuçta bir plan ortaya çıkarıyorsunuz. Plana da kendi adınızı koyuyorsunuz: “Annan Planı” Ama bu plan, her iki taraf tarafından derhal ret ediliyor. Oysa siz söz konusu planı hazırlarken tarafları da dinleyip onların görüşlerine de baş vurmuş durumdasınız. Bu durumda üretmiş olduğunuz plana hiç olmazsa taraflardan birinin ılımlı yaklaşması gerekmez mi? Ama yılmıyorsunuz özenle hazırlamış olduğunuz planda revizyonlar yapıyorsunuz, fakat sonuç değişmiyor, hem Türk kesimi hem de Rum kesimi planı ısrarla ret etmeye devam ediyorlar. Üstelik planın kabul görmesi için taraflardan birine -Türk tarafı- uluslararası alanda büyük baskılar da yaptırıyorsunuz ama yine her iki kesim açısından da değişen bir şey olmuyor. Sonunda da taraflardan birini -yine Türk tarafı- “barıştan yana olmamakla” itham ediyorsunuz… Çok merak ediyoruz acaba Sn. Annan, acaba hatayı hiç kendisinde de aradı mı? Çünkü, Annan’ın elinde çok önemli kozlar vardı; Eğer Türk tarafının yanı sıra Rum tarafını da uzlaşmak için ikna etme amacında olsaydı, örneğin Kuzey Kıbrıs’a ambargo konulmasını ve oradaki Türk devletinin tanınmamasını içeren 550 sayılı Güvenlik Konseyi kararını askıya aldırmak ya da tümüyle iptal ettirmek yollarını deneyeceğini ifade edebilirdi. Bu durumda da Rumlar hem derhal masaya otururlar, hem de dünya çapında bir baskı havası yaratarak Türkleri masaya oturturlardı ve çok büyük olasılıkla da bu iş çözüme giderdi. Ama olmadı, bu yapılmadı. Bundan başka, Kofi Annan yönetimindeki BM, Filistin Lideri Arafat konusunda da üzerine düşeni yapmadı; Aylardan beri basın-yayın organları İsrail’in Arafat’tan kurtulmak istediğini, onu sürgüne göndermeyi planladığını yazıyorlardı. BM’den hiç ses gelmedi. Annan’dan tık çıkmadı. Ama ne zaman ki İsrail Arafat’ı sürgüne gönderme kararını resmen aldı, hazret o zaman konuştu : Yanlış olur! Şaşılacak şey… Gerçekten algılamakta zorlanıyoruz. Bu kararın alınacağı belliydi, konu ile uzaktan yakından ilgisi olan herkes işin buraya gittiğini görüyordu, bir tek Annan hariç. Şimdi de açıklama yaparak İsrail’i durdurmaya çalışıyor. İyi de bu karar alınamadan, açıklanmadan önce neredeydiniz Sn. Annan?
Uluslararası İlişkiler de kriz yönetimi son derece önemlidir. Birleşmiş Milletler gibi bir teşkilatın çok geniş vizyonlu olması ve doğması muhtemel olan sorunları, krizleri bile önceden görüp, çözüm yolları için alternatifler hazırlaması şarttır. Aksi takdirde başkalarının yaratmış olduğu krizler içinde debelenip durur, çözüm içinde figüranlık kapmak uğruna ricacı olursunuz… |