"Bu işlere girişte, Allah'a ve kendinize güvenirsiniz, inanç meselesidir bunlar. Ben, İstanbul Birinci Şube Müdür Muavini olduğum vakit Tansu Hanım mı vardı? Siyasî şubeye girdiğimizde Ocak 1980'de, Türkiye'de yarın ne olacağını kimse bilmiyordu. Ne diyordum, üst kattaki adam, gelip çay içmiyordu yanımızda, adımız hedefe çıkar diye. Biz orada, dört beş kişi çalışıyorduk orada. Ne oldu, Şükrü Balcı da mahkemelerde süründü, o dönemin Emniyet Müdürü, hayatını koydu ortaya. Şükrü Balcı örneğini de gördük, hepsini gördük. Bunları göre göre yaptık biz bu işleri. Rahat olduğumuz bir tek konu vardır, buramızdan geçen bir şey yoktur. O bakımdan, benim hiç endişem yok". 16 Ocak 1997'de TBMM Susurluk Komisyonuna ifade veren Mehmet Ağar, üstadı Şükrü Balcı'dan bu şekilde bahsediyor, kendi durumunu Şükrü Balcı'nın ki ile bütünleştiriyordu. Ağar bir yandan "Bunları göre göre yaptık biz bu işleri" diye öğünürken, öbür yandan ne gibi ‘işler’ yaptığını bir türlü komisyona söylemiyordu. Ağar komisyona “Rahat olduğumuz bir tek konu vardır, buramızdan geçen bir şey yoktur. O bakımdan, benim hiç endişem yok" diyordu ama, kimse ona ‘bir polisin bu kadar servete nasıl sahip olduğunu’ sormuyordu... Üstat Şükrü Balcı, veliahdı Ağar kadar sempatik olmasa da bir hayli becerikli ve pratik bir adamdı. Köşe yazarı Burhan Ayeri Şükrü Balcı'lı o günlerden şöyle bahsediyor. "Mehmet Ağar'ın DYP Genel Başkanlığı'na seçilişi, pek çok anının gözümüzün önünden geçmesine yol açtı. Komiser ve Başkomiserliği bir yana, esas ününü Siyasi Şube'de yapmaya başladı. İstanbul Gayrettepe'deki şubeyi ve o müthiş takımı bugün bile unutmak mümkün değil. ...Tabii merhum İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı da unutulmamalı. Bırakın yeterli aracı, oto lastiği bile bulamayan bir teşkilatı nasıl ayağa kaldırdığını dönemin polisleri kadar, gazetecileri de çok iyi hatırlar. Ne kadar yurda kaçak sokulup, yakalanmış araç varsa hepsine el koyup, siyasi şube emrine yollayan Şükrü Balcı'ydı. Bir ara, o da teröristlerce şehit edilen unutulmaz polis memuru Muhsin Bodur'un altına bile Mercedes oto verilir hale gelinmişti. ...Bu ekip içinde yer alan Mehmet Ağar'ın en büyük tutkusu her zaman için çocuklar olmuştur. Yemekli sohbetlerde onu gözden kaybeden Ünal Erkan 'Bulun şu Mehmet'i der ve ardından ilave ederdi; 'Bebekli yerlere bakın.' Hakikaten, ailelerin bulunduğu masalardan birinde, küçük bir veletle sohbet ederken yakalanır ve 'Baş Müdür sizi bekliyor' mesajı iletilirdi. İşte böyle bir insanın hayatındaki en büyük acı, gencecik kızını çaresiz hastalıkla toprağa vermesidir. Silah arkadaşı Şakir Koç'un öldürülmesinden daha büyük felaket oldu onun için. Bugün Mehmet Ağar'da insan ve çocuk sevgisi açısından hiçbir değişiklik yok. Bakmayın siz acımasız gibi gözüken terörle mücadele yıllarına. O, bu devletin geleceği ve bütünlüğü için gözünü kırpmadan can verecek bir yapıya sahiptir. İnanılmaz başarı hırsı var. Eğer Amerika'da yaşasaydı hayatı birkaç kez film ya da televizyon dizisi olarak çekilmişti..." Evet, Burhan Ayeri de Şükrü Balcı'nın veliahdı Ağar'ın hayatının bir dizi film olabileceğinde hemfikir, ancak ne tür bir dizi olabileceğini belirtmemiş. Mehmet Ağar'ın hayatında önemli bir yeri olan Şükrü Balcı konusunu kapatmadan, o günlere dönerek, onunla ilgili bilgileri kronolojik bir şekilde incelemeye devam edelim: Tarih 7 Mart 1978, Dönemin İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Şükrü Balcı İstanbul Üniversitesi'ndeki polis birimlerine bir yazı yolluyor ve yazıda, Özgün Koç önderliğindeki Ülkücü öğrencilerin, solcu öğrencilere yönelik bir katliama girişecekleri haber veriliyordu. Bu belge yıllar sonra çok önemli hale geldi. 16 Mart 1978'de İ.U. Eczacılık Fakültesi önünde yapılan bombalı saldırıda yedi öğrenci ölürken, 41 kişi de yaralanmıştı. “Katliamla ilgili olarak 1980 yılında Sıkıyönetim Mahkemeleri'nce yapılan yargılamada sanıklar delil yetersizliğinden serbest bırakılmıştı. 1992 yılında davayla ilgili zaman aşımına saniyeler kala ortaya sürpriz tanıkların çıkması, davanın yeniden açılmasını sağladı. Katliamdan 18 yıl sonra ortaya çıkan Şükrü Balcı imzalı belge, katliamı gerçekleştirenlerin başında Özgün Koç adlı öğrencinin bulunduğunu ortaya çıkardı. Polisin bu ihbara karşılık hiçbir önlem almaması, katliamda polis - ülkücü işbirliğini ortaya çıkardı. Olay sırasında görevli olan polis memuru Yahya Gergin ise, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Reşat Altay'ın, patlamadan sonra katil zanlılarını kovalamamak için emir verdiğini öne sürdü. Katliamda kullanılan TNT bomba kalıplarını ise Abdullah Çatlı'nın temin ettiği öne sürüldü”. 20.05.1997 Milliyet Evet, 1978'den Susurluk'a ve günümüze kadar uzanan süreçte pek değişiklik yok. Aynı isimler hep gündemde. 16 Mart katliamına adı karışan polis şefi Reşat Altay halen Bursa Emniyet Müdürü. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne aday isimler arasında adı geçiyor. Reşat Altay, Mehmet Ağar'a çok yakın bir isim. Reşat Altay ismine bir başka yerde de rastlıyoruz. 27 Kasım 1996 tarihinde Gebze Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'nce şüphe üzerine durdurularak aranan 34 FBM 44 plakalı otomobilde Abdurrahman Kayıkçı ile sahte kimlik taşıyan Faysal Esen isimli iki kişi ve bu şahıslara ait 1 adet Motorola marka telsiz, 1 adet 7.65 çapında Unique marka tabanca, tabancaya ait 9 adet mermi, 1 adet kelepçe bulunur. Faili meçhul cinayetlerin odak noktasında telsiz, tabanca ve kelepçe ile yakalanan bu şahısların biri PKK örgütünün kurucularından, diğeri ise PKK’nın eski Çukurova Bölge Sorumlusudur. Şahıslar görevlilere Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’nda görevli Hanifi Avcı ve İstanbul Emniyet Müdür Muavini Reşat Altay'a bağlı görev yaptıklarını bildirirler. Görevliler bu beyanın doğruluğunu tetkik ettikten sonra şahısları hiç bir işlem yapmadan malzemeleri ile birlikte serbest bırakırlar. Mehmet Ağar İstanbul Emniyet Müdürlüğü Siyasi Şube Müdür Muavinliğine atanmadan önce Türkiye bir hayli hadiseli bir dönem yaşıyordu. Olaylarla dolu 1979-1980 yıllarının önemli hadiselerinden biri 1 Şubat 1979’da Milliyet gazetesi başyazarı Abdi İpekçi’nin İstanbul’da, evinin önünde, arabası içinde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülmesiydi. Olayın faili Mehmet Ali Ağca 5 Haziran 1979 günü İstanbul'da yakalandı ancak 5 ay sonra, 25 Kasım 1979’da önce tutuklu bulunduğu Kartal-Maltepe Askeri Cezaevinden, sonra da Türkiye’den kaçtı. Örgütler, özellikle güvenlik görevlilerine eylemlerde bulunarak, onları sindirmeye çalışıyorlardı. 05.Şubat 1979’da 12 Mart döneminin İstanbul Siyasî Şube Müdürlerinden olan avukat Ilgız Aykutlu İstanbul'da evinin önünde kimliği belirlenemeyen kişilerin silahlı saldırısı sonucu öldü. 1.nci Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet Üruğ, 11 Mart 1979’da yaptığı basın toplantısında, gazetelerle istihbarat konusunda, iş birliği yapmak istediklerini açıklıyor, 18 Mart 1979’da ise İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Şubesi bir açıklama yaparak Ülkücü Gençlik Derneği ÜGD’nin İstanbul’daki bütün şubeleri ile bazı sol derneklerin faaliyetlerine sıkıyönetim süresince son verildiğini bildiriyordu. 05 Haziran 1979’da İstanbul Emniyet Müdürlüğü; Merter, Laleli, Kadıköy ve Göztepe'de bir süre önce yapılan operasyonlarda Marksist Leninst Silahlı Propaganda Birliği üyesi üçü kız 10 kişinin yakalandığını açıklayarak örgüt üyesi kişilerin, MHP İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlı ve oğlunun, 12 Mart dönemi Siyasi Polis Müdürü Ilgız Aykutlu'nun ve Yargıtay Cihangir Erdeniz'in öldürülmeleri olaylarına karıştıklarının saptandığını bildiriyor, 21 Haziran 1979’da ise Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi (THKPC) Eylem Birliği adlı illegal örgütün tümüyle ortaya çıkarıldığı, örgüt militanlarının 8'inin ölü, 35'inin de sağ olarak ele geçirildiği açıklıyordu. Olaylar bir türlü durmuyordu. 7 Aralık 1979’da İ.Ü. İktisat Fakültesi Sosyoloji Kürsüsü Başkanı Cavit Orhan Tütengil öldürüldü. 21 Nisan 1980'de Sağmalcılar Cezaevi'nden 23 hükümlü ve sanık kaçtı. 04 Mayıs 1980’de İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı ‘HDÖ’ grubunun (Halkın Devrimci Öncüleri) 46 üyesinin yakalandığını, örgüt üyelerinin evlerinde yapılan aramalarda çok sayıda suç aletinin, ölüm listelerinin ve broşürlerin ele geçirildiğini basına açıklıyordu. Mehmet Ağar bu operasyon sırasında İstanbul Siyasi Şube’nin çiçeği burnunda Müdür Muavini idi.
27 Mayıs 1980’de MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Gümrük ve Tekel eski Bakanı Gün Sazak öldürüldü. Sazak dürüstlüğü ile tanınan bir yöneticiydi ve Bakanlığı sırasında gümrüklerdeki yolsuzluklara karşı bir mücadele başlatmıştı.
4 Temmuz 1980’de Çorum'da Alevi-Sünni çatışması çıktı, 26 kişi öldü, çok sayıda ev ve işyerleri ateşe verildi. 8 Temmuz 1980'de Komando birlikleri Fatsa’yı kuşatılıp, denetim altına aldı. 19 Temmuz 1980’de eski Başbakanlardan Nihat Erim ve 22 Temmuz 1980’de Maden İş Başkanı Kemal Türkler İstanbul'da uğrakları silahlı saldırılar sonucu öldürüldüler. 6 Eylül 1980'de MSP'nin Konya Mitingi'nde, şeriat başkaldırısı denendi. Mehmet Ağar bu dönemde Siyasi Şube’de Müdür Muavini idi.
Her gün gittikçe artan terör olayları, ölümler, askeri darbe gerekçesini de hazırlıyordu. 12 Eylül 1980 günü Türk Silahlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanununun verdiği yetkiye dayanarak, emir ve komuta zinciri içerisinde yönetime el koydu. Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren, oluşturulan Milli Güvenlik Konseyi'nin de başkanlığını üstlendi. Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, emekli Oramiral Bülent Ulusu'yu başbakan olarak görevlendirdi. Turgut Özal Başbakan Yardımcılığına getirildi. Türk-İş dışındaki sendikalar, Kızılay dışındaki dernekler ve tüm partiler kapatıldı. Bazı milletvekilleri ve parti liderleri gözaltına alındılar. Askeri yönetim ile birlikte, siyasi olaylara ve cinayetlere karışanlarda Türkiye’den kaçmaya başlamışlardı. Ülkücü Abdullah Çatlı 8 Ekim 1980 tarihinde yurtdışına çıkarken, hareketin lideri Alpaslan Türkeş 11 Ekim 1980 günü tutuklandı. 06 Şubat 1981’de İstanbul Emniyet Müdürü Başyardımcısı Mahmut Dikler ile koruma polisi Turgut Ergülen, akşam saat 19.15 sıralarında Levent-Etiler kavşağında silahlı 3 teröristin makam otomobiline açtığı yaylım ateşle öldüler, olayda iki polis de yaralandı. İki ay sonra İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı, 08 Nisan 1981’de, İstanbul Emniyet Müdür Başyardımcısı Mahmut Dikler'in öldürülmesine karar veren, eylemin istihbaratını yapan ve silahlı saldırıyı gerçekleştiren yasa dışı Dev-Sol örgütünün, ikisi ölü, ikisi yaralı olmak üzere toplam 11 militanının yakalandığını açıkladı. Aynı günlerde Mehmet Ağar Siyasi Şube Müdür Yardımcılığı’ndan önce Personel Şube Müdürlüğüne, daha sonra da Asayiş Şube Müdürlüğüne getiriliyordu.
24 Nisan 1981'de MSP genel başkanı Erbakan ve 33 arkadaşına ‘laikliğe aykırı davranış ve cürüm işlemeye alenen tahrik‘‘ savıyla, 29 Nisan 1981'de MHP yöneticileri hakkında ‘Anayasanın tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya cebren teşebbüs’’ suçundan, yine 29 Nisan 1981 tarihinde Doğu Perinçek ve 23 TKİP yöneticisi hakkında ‘sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar içinde tahakkümünü tesis etmeye’’ çalışmaktan dava açıldı ve yargılanmalarına başlandı. Ağca, 13 Mayıs 1981’de Vatikan'da, Papa II. Jan Paul'ü vurdu. Papa saldırıdan yaralı olarak kurtulurken, Ağca'nın kaldığı otelde yapılan aramada ele geçen bir mektupta ABD ve Sovyet Emperyalizmine dünyanın dikkatini çekmek için bu eyleme giriştiği yazıyordu. Gelişmeler neticesinde Abdullah Çatlı, Oral Çelik ve arkadaşlarının da bu olayla ilişkili olduğu anlaşıldı.
Aynı tarihlerde İstanbul Asayiş Şube Müdürü olan Mehmet Ağar, yıllar sonra polisçe aranması gereken Abdullah Çatlı’yı tanıyıp tanımadığını soran TBMM Susurluk Komisyonu üyelerine demagoji yapıyor, “Ona benzer binlerce insan var; herkesten haberdar olabilmek mümkün müdür? Yani, hiçbir şekilde mümkün olamaz. Akşama kadar son derece önemli işlerle meşgulsünüz. O şekilde aranma durumunda olan, bugün kayıtlara bakalım, 50 binin üstünde adam vardır Türkiye'de. Bunların her birini takip edebilmek, alabilmek, anlayabilmek mümkün değil. Bir diğer konu daha söyleyeyim ben size. Ben, alt kademelerde çalıştığım dönemde, hep sol terör örgütleriyle ilgili bölümlerde çalıştım; yani, sağ terör örgütleriyle ilgili bölümlerde hiç çalışmadım, özellikle İstanbul Birinci Şube Müdür Muavini olduğum dönemde. Dolayısıyla, sol terör örgütleriyle ilintili olan kişilerin hepsini tanırım; fakat, bu kesimde tanıma şansım olmamıştır” diyordu.
Bu sözler, komiser muavinliğinden İçişleri ve Adalet Bakanlığı’na kadar gelmiş bir kimse için samimiyetsiz ve ciddiyetten uzak bir savunmaydı. Sözüm ona Ağar, adeta bütün dünya güvenlik teşkilatlarının adını ezbere bildiği Abdullah Çatlı’nın ismini bile duymamıştı... 16 Mayıs 1981’de Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren, İstanbul Kalender Orduevi'nde düzenlenen bir törenle, İstanbul Emniyeti’nin şaibeli Müdürü Şükrü Balcı’yı çalışmalarındaki başarıdan dolayı ‘Üstün Başarı Belgesi’ ile ödüllendirdi. Orgeneral Evren, törende yaptığı konuşmada, ‘Adalet emniyet ve idare... Bu üç mekanizma el ele verdikçe vatan ve millet düşmanı kişilerle mücadelede muvaffak olmamak için hiçbir sebep yoktur. Bundan evvelki dönemlerde bu mücadelede muvaffak olunamamışsa, bu üç kuruluşun birbirleriyle ahenkli çalışamamasından olmuştur. Ama 12 Eylül'den sonra, aynı teşkilâtlar, aynı kişilerle, pekala bu hainlerin haklarından gelinebildi’ dedi. Evren yanılıyordu. Türkiye ne o günlerde, ne de o günlerden sonra, sakin ve terörsüz yaşayan bir ülke olamadı. Fırsatçıya, hırsıza, satılmışa emanet edilen bir mücadeleden netice almak tabii ki mümkün değildi...
Şükrü Balcı terörle, o da sadece sol kesimiyle, mücadelede aktif rol almıştı ama, yolsuzlukları da aleniyete dökülmüştü. Ondan daha iyi terörle mücadele edebilecek yüzlerce namuslu polis müdürü olmasına rağmen ne hikmetse görünen ve görünmeyen bazı güçler Şükrü Balcı’yı kolluyordu. (Devamı var) |