Türkiye çıkmaz yolların göbeğinde oturmuş duruyor, bir mucize bekliyor.
Türkiye’yi selamete çıkaracak yolların hepsi sorunlarla, tuzaklarla dolu.
Seçimler, Kıbrıs sorunu, Avrupa Birliğine giriş, Irak, Kuzey Irak, Kürt ve PKK (KADEK) problemleri..
Halk ümidini 3 Kasım 2002 seçimlerine bağlamış.
Sanki bir mucize olacak gibi...
Seçim yasalarında bir değişiklik yapılmadı, TBMM’nin son yıllarda yitirdiği itibarını yükseltecek bir düzenleme yok.
Parası bol olana yollar açık.
Paranın nasıl elde edildiği önemli değil.
Yine milletvekilliğini iyi bir yatırım gibi görenler, yine kaçakçısı, katili, ahlaksızı, çete reisi, o kutsal çatının altına girecek ve dokunulmazlık kazanacak.
Sivil İhtilal AK Parti geliyor korkusunu işleyerek, iç ve dış bazı güçlerin desteği ile Hüsamettin Özkan’ın liderliğinde yürütülen “Sivil İhtilal” başarısızlıkla sonuçlandı.
Türkiye’de kötü yönetimin, ekonomik çöküntünün sorumlusu olan bazı eski yüzlere yapılan makyajla yeni bir hareket gibi yutturulmaya çalışılan YTP’nin sonunun, seçimlerle birlikte hüsranla biteceği artık kesin şekilde gözüküyor.
Siyasete atacakları bomba kendi ellerinde patladı...
Halkın ne Hüsamettin Özkan gibi adı yolsuzluklarla anılan siyaset cambazlarına ne de İsmail Cem (İpekçi) gibi kargaşadan istifade doğan fırsat liderlerine pirim vermeyeceği gün gibi aşikar.
Bir hilkat garibesi gibi sakat ve yarı ölü doğan YTP, belki yaşamını, başka bir siyasi kuruluşun kanatları altında bir süre devam ettirebilir.
Sivil İhtilal’in sivil liderlerinden Kemal Derviş, son anda tehlikeyi görmüş ve YTP ile yollarını ayırmış, tercihini CHP’den yana koymuştur.
Belki, sivil ihtilalin içinde yer almayıp başlangıçta DSP’ye yönelseydi, artık liderliğinin son demini yaşayan Ecevit’in yanında daha iyi bir gelecek bulabilir, Türkiye’nin yönetiminde daha çok söz sahibi olabilirdi.
Artık geçmiş olsun...
O’nun sol’u birleştirme çabaları samimi girişimler olsa dahi, Türkiye gerçeklerine yabancı olduğunu gösteriyor.
Bilmiyor ki bizim liderler kendilerinden başka lider tanımaz, ancak ihtilallerden sonra gözaltına alınıp aynı yerde kalınca birbirlerini farkedebilirler...
Siyasete yeni müdahaleler, sivil veya 28 Şubat benzeri post-modern askeri darbeler gelmezse, bütün aleyhindeki kampanyalara rağmen gittikçe güçlenen AK partinin Türkiye’nin geleceğinde önemli derecede söz sahibi olacağı artık gün gibi aşikar.
Peki müdahale olursa ne olur?
Kısa vadede, siyasi dengeler tam manasıyla bozulur, büyük bir siyasi çöküntü olur, siyasi çöküntü beraberinde ekonomik çöküntüyü getirir.
Yani sıkıntıyı yine, gittikçe fakirleşen halk çeker.
Orta vadede, bu güne kadar ki müdahaleler neticesinde sonuç ne olduysa aynısı olur.
Kapatılan veya bölünen ve bu suretle siyasetten uzak tutulan partinin yerine bir yenisi kurulur ve daha da güçlenmiş bir şekilde siyasetteki yerini alır.
Halkın tercihlerine saygı göstermek demokrasinin temel unsurlarından biri.
Tersi davranışların bir fayda getirmediği de ortada.
Dalton Biraderler Siyasi geleceği merakla izlenenlerden biri Mesut Yılmaz.
Sivil ihtilalin bombası onun da elinde patladı.
Şimdi “seçimleri erteletme” gibi yeni tertipler peşinde.
Ama artık kimse ona güven duymadığı için taraftar bulması zor.
Halk, bıraksalar neredeyse Türkiye’nin bütün kaynaklarına sahip olmak isteyen bu gözü doymayan politikacı ve ailesine kırmızı ışık yaktı.
Borsa, banka, enerji ve gazete operasyonları ile elde edilen servetin de artık ona faydası olmuyor.
Servet büyüdü ama, kendisi de, partisi de bir nokta kadar küçüldü.
Gerçi Türkiye’de kimseden hesap sorulmaz, yapanın yanına kalır ama, olur ki sorulursa düştüğü zaman vereceği hesabın çok olduğunu biliyor.
Sadece onun mu?
Perde arkasından İstanbul’u ve Emniyeti yönetmeye çalışan, “elektrik düğmesinin dışında enerji işlerinden anlamadığını” beyan eden, esas beyin birader ve borsacı yeğenin de hesapları bir hayli yüksek olmalı.
Görünen o ki, tertiplerle gelmişti, tertiplerle gidecek.
Yine de siyasi dokunulmazlığını devam ettirebilmek için her türlü oyuna gireceğinden şüpheniz olmasın.
Pike Düşüş telaşını yaşayanlardan bir diğeri meclisin kirli milletvekili Mehmet Ağar.
Sivil ihtilalden sonra YTP’ye destek verdiğini belirterek onlara yanaşmaya çalıştı ama oradan bir ışık göremeyince sesi sedası kesildi.
Anlaşılan herkes ondan “aman bana bulaşmasın” diye vebalı gibi kaçıyor.
Bence her yöntemi deneyecek ve dokunulmazlık zırhı altında Mecliste kalmaya çalışacaktır.
Avrupa Birliği İsmail Cem “Ne Kıbrıs’tan vazgeçeriz ne AB’den” sloganı ata dursun, Avusturya Başbakanı Qolfgang Schüssel, dün bir toplantıda yaptığı konuşmada "Türkiye AB üyeliğine alınacak olgunlukta değil, Türkiye'de ordu her sorunda itiraz hakkına sahip, böyle bir ülke AB'ne alınma olgunluğuna erişmiş olamaz'' demiş.
Schüssel, Türkiye'nin köklü reformlar kararlaştırdığına işaret ederek, ''Ancak bunların öncelikle inanılır bir şekilde yaşama geçirilmesi gerekir'' diye ilave etmiş ve Türkiye'de 3 Kasım'da yapılacak seçimlerde hangi partinin kazanacağının beklenmesi gerektiğinin de altını çizmiş.
Yani Avrupa birliğine girmemiz;
3 Kasım seçimlerinde Avrupa’nın da uygun göreceği bir partinin seçimleri kazanması,
Ordunun kışlasına dönüp siyasetin dışında kalması, Avrupa’daki gibi Milli Savunma Bakanlığına bağlı, sadece yurt savunması ile uğraşan bir müessese haline gelmesi,
Reformların, buna bağlı olarak bir çok kanuni düzenlemelerin yapılması ve bunların, Avrupalıların da “inandırıcı” olduğuna karar vereceği bir şekilde yaşama geçirilmesi gerekiyor.
Anlaşılan bizim kısa bir dönem içinde Avrupa Birliğine girmemiz bir hayal gibi gözüküyor.
Yeşil Ada Evet, biz “Ne Kıbrıs’tan vazgeçeriz ne AB’den” sloganları atarken, AB Parlamento Başkanı Fontaine “AB genişlemesi Kıbrıs’sız düşünülemez” demiş.
Yani belli ki Kıbrıs’ı bir bütün olarak Avrupa Birliğine alacaklar, Kıbrıs Avrupa Birliğinin bir parçası olacak.
Eğer basına aksedenler doğru ise, bizimkiler de buna karşılık pratik bir yol bulmuşlar.
“O zaman bizde KKTC’yi Türkiye’ye ilhak ederiz, yani Kıbrıs Türk kesimini Türkiye’nin toprakları içine alırız” diyorlarmış.
Yani hem Avrupa Birliğine girmeye çalışacağız, hem de üyeliğe alındıktan sonra Avrupa Birliğinin bir parçası haline gelen Kıbrıs’ın bir kısmına el koyacağız.
Olacak şey değil.
Bu, üyesi olmak için büyük çaba harcadığımız Avrupa Birliğine savaş açmak gibi bir durum.
Böyle bir eylemde yanımızda kimsenin olmayacağı, kimsenin bizi desteklemeyeceği de muhakkak.
Görünen o ki, Rumlar inisiyatifi ele almışlar ve Avrupa Birliği ile birlikte, bağırta bağırta Kıbrıs’ı elimizden alacaklar.
Yani 30 yıla yakın bir süredir uğrunda maddi manevi mücadele verdiğimiz, kan döktüğümüz Kıbrıs için bütün yapılanlar bir hiç olacak.
Yazık mı yazık...
Temennimiz bu konuda yanılmış olmamız ve Kıbrıs ile ilgili gelişmelerin, Türk yöneticilerin ustaca manevraları ile düşündüğümüzün tersine şekillenmesi.
Irak ve Kuzey Irak Yakın tarihte ülkemizden “ABD’nin Irak’a müdahalesine müsaade etmeyiz” gibi sesler yükselirken, birkaç Amerikan yetkilisinin, özellikle ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’in Ankara'da Başbakan Bülent Ecevit ve yetkililerle yaptığı görüşmeden sonra, birden bire ABD’nin Irak’a muhtemel bir müdahalesinde İngiltere dışındaki tek güvenilir müttefiki haline geliverdik.
Şimdi ise ABD Senatosunda olası bir ABD müdahalesinden sonra ne gibi gelişmeler olabileceği, Kuzey Irak’da yerleşik Kürtlerin, yönetim boşluğundan istifade ile Musul ve Kerkük’deki petrol kaynaklarını ele geçirebileceği, Türkiye ve İran’ın da buna karşılık Kürtlere müdahele edebileceği senaryoları üzerinde konuşuluyor.
Kürt gruplar, bir süreden beri ABD'ye, Irak rejimini devirmede yardım karşılığında, zengin petrol kaynakları bulunan Musul ve Kerkük'ün kendilerine bırakılması yönünde lobi yapıyorlardı.
Bu arada Kuzey Irak'taki özerk bölgeyi kontrol eden iki temel Kürt gruptan biri olan Mesud Barzani yönetimindeki Kürdistan Demokratik Partisi, Saddam sonrası bir devlet modeli için, dört ana Irak'lı muhalif grubun da büyük ilgi gösterdiği ve Washington'un halen oldukça ciddiye aldığı bir anayasa taslağı hazırladı.
Plana göre, Irak iki federal bölgeye bölünüyor. Irak'ın merkezini ve güneyini kapsayan bir Arap bölgesi ve kuzeyde Irak'ta Kürt bölgesi. Her bölge kendi meclisine ve devlet başkanına sahip olacak, gizli oyla özgür bir şekilde seçilen bir meclis kuracak, ancak Bağdat, iç güvenliğin kontrolünü elinde tutacak ve bir federal orduya sahip olacak.
Kerkük'ün başkent olarak belirlendiği Kürdistan'daki bölgesel yönetim, vergilendirme ve uluslararası ilişkileri başlatmak gibi geniş çaplı yetkilere sahip olacak.
Taslak anayasa, federal Kürt oluşumunun yapısını ve Bağdat'taki merkezi hükümetle ilişkilerini detaylı olarak açıklıyor, ancak federal Arap bölgesi için bir yapı önermiyor.
Federal meclis, Bağdat'ta, beş yılık bir dönem için seçilip (ve en fazla iki dönem hizmet ederek) meclisten sorumlu bakanlar kuruluna başkanlık edecek olan devlet başkanının bulunduğu yerde olacak.
Mevcut Irak Anayasası Irak’ın iki ana unsurdan, Arap’lardan ve Kürtlerden oluştuğunu yazıyor.
Kürtler 11 Mart 1970’de Bağdat yönetimi ile “otonomi” (Otonomi: Bir topluluğun, bir kuruluşun ayrı bir yasaya bağlı olarak kendi kendini yönetme, hakkı, muhtariyet) antlaşması yapmışlar.
Ancak antlaşmanın yürürlüğe girmesi için 4 yıl süre konulmuş.
11 Mart 1970 antlaşmasına göre Otonom Kürdistan’ın başkenti “Erbil” olarak belirtilmiş ve aynı tarihlerde Bağdat hükümeti Erbil’e yerel parlamento ve hükümet binası yaptırmış.
Otonomi anlaşmasının yürürlüğe gireceği l974'te, Irak BAAS yönetimi, 11 Mart antlaşmasını tek taraflı feshetmiş ve daha önce verilen hakları kısıtlayan yeni bir otonomi yasası çıkarmış.
Kürtler 1974’de çıkarılan bu yasayı yok sayıp, özerkliklerini tamamen 11 Mart 1970 antlaşmasına dayandırıyorlar.
Türkiye, her zamanki tavrı ile “Kuzey Irak’ta Kürt Devleti kurulmasına asla izin vermeyiz” diyor. Hatta Irak devletinin tanıdığı “Kürt” ve “Kürdistan” kelimelerini bile kabul etmiyor.
Ancak fiili durum, Türkiye’nin görmezden geldiğinden çok farklı. Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş durumda. Kürtler şimdi mevcut kargaşadan faydalanarak daha da fazlasını elde etme yolundalar.
Türk sınırından Kuzey Irak’a girdiğinizde karşınıza ilk çıkan tabelada “Kürdistan'a hoş geldiniz" sözleriyle karşılaşıyorsunuz.
Bölgesel Parlementosu, siyasi partileri, şehirleri, yerel yönetimleri, gümrüğü, okulları, üniversiteleri, resmi kurumları, gazeteleri, internet kafeleri, uydu televizyonları, uluslararası telefon hatları, spor klüpleri, tiyatroları ve sair organları ile bir devlet yapısında gerekli olan unsurların hemen hemen tamamı mevcut.
Kürtler tamamen kendi kontrollerinde olan bu bölgede özgür bir şekilde bağımsız bir devlet gibi yaşıyorlar.
Basın haberlerine göre dünyanın en büyük fast food zinciri McDonald's da Erbil’de bir şube açıyormuş. Haber, Erbil'de futbol maçlarının oynandığı stadyumun karşısındaki alana tabelasını asan McDonald's inşaatının büyük bir hızla sürdüğünü belirtiyor.
Kürtlerin büyükelçilikleri yok ama Türkiye dahil birçok yerde dış temsilcilikleri var. Ankara’daki KDP temsilciliği adeta minyatür bir diplomatik büro. Bir hayli de faal.
“Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti’nin kurulmasına asla izin vermeyiz...”
İzin vermeyiz, Kürt, Kürdistan laflarına bile tahammül edemeyiz ama Kürt liderler Türkiye’ye bir devlet adamı gibi gelirler ve (yanda görüldüğü gibi) en üst yöneticilerimize muhatap olurlar, hem de bazen mahalli peşmerge kıyafetleriyle.
Evet biz çok kahramanca laflar eder ve hiç bir şeye müsaade etmeyiz...
Etmeyiz ama, Abdullah Öcalan’ı bir gün Meclis’te görürsek ona da şaşmayız.
Kuzey Irak’ta Kürt devleti için geçmiş olsun...
İsmi yok ama cismi var.
Hiç değilse bundan sonra Kerkük’lü Türkmenleri yaşatabilecek, haklarını koruyabilecek tedbirler alabilsek.
Ahlaki Değerler Türkiye’de son yıllarda gittikçe artan bütün olumsuzlukların bizce ana nedeni “ahlaki deformasyon”.
Terörün de, ekonomik gerilemenin de, adi suçlarda artışın da, fakirleşmemizin de temel nedeninde ahlaksızlık yatıyor.
İstatistikler, bir yıl içinde daha da kötüye gittiğimizi, geçen yıl ''en temiz ülkeden en kirliye'' yapılan sıralamada 54. sırada yer alırken bu yıl 64. sıraya yerleştiğimizi gösteriyor.
Bu utanç tablosundan kurtulmak, Türkiye’yi düzeltmek istiyorsak her şeyi bir kenara bırakıp, ahlaksızlıkla mücadele etmeliyiz.
Mesut, seçimleri nasıl erteletirim tertipleri peşindeyken, yeğen Mehmet’in Global Menkul Değerleri, Toprakbank’ı da alma aşamasında.
Birader Turgut, Tekstilbank’ın Teşvikiye’deki binasının bir bölümünü Sabahtan kopan Zafer Mutlu ve arkadaşlarına tahsis etmiş, belli ki bir hesabı var.
Turgay Ciner Sabah’ın çoğunluk hisselerini eline geçirdikten sonra, cebinde bir hayli parası kalmış olacak ki Cumhuriyet Gazetesinin vakıf hisselerini de almış. Hem de aynı hisselere talip olan Ayten Kılıç’a rağmen.
Ayten Kılıç da kim mi?
Şu yazar Doğan Yurdakul’un adına iki cilt kitap yazdığı ve okuduğunda herkesin “ah ben de onun gibi olabilsem” diye özendiği “müteveffa, iyiliksever, vatansever, kabadayı, başarılı iş adamı ve mümtaz vatandaş...” Dündar Kılıç’ın eşi.
Yani bizim tabirimizle yeraltı dünyasının tanınmış bir ismi, hayatının 26.5 senesini cezaevlerinde geçirmiş bir kriminal suçlu.
Ayten hanım hisseleri alsa, herhalde Doğan Yurdakul da Cumhuriyet’te yüksek maaşlı bir yöneticiliğe gelirdi...
Evet ahlaksızlıkla mücadeleye meclisten, her türlü dokunulmazlıktan, satılık kalemlerden başlamak lazım.
Aksi taktirde her yıl “utanç tablosunda” daha da gerilere gideceğiz... |