Geçen bölümde kendisine "paranoid şizofreni" teşhisi konan, istihbari konulara meraklı İbrahim Aksoylu’nun “Teşkilatın İki Silahşoru” benzeri, macera dolu yürekler acısı hikayesini okudunuz.
İbrahim, beni görevdeyken mahkemeye de vermişti. Burdur’da Mehmet Eymür’e bağlı yüzlerce silahlı ajanın köşebaşlarını tuttuğunu ve kendisini öldürmek istediklerini iddia ediyordu.
Mahkemeden gelen yazyı bana ileten MİT Hukuk Müşaviri’ne, “Bu kadar işin arasında bunu ciddiye alıp cevaplamamız mı lazım” diye sormuştum. O da bana “Maalesef. Mahkeme şikayeti kabul edip dava açtığına göre cevaplamamız lazım” diye cevap vermişti.
İbrahim’i tabii ki “Empati” (Kendini bir diğer insanla özdeşleştirme, başka bir insanın, şeyin özelliklerini kendinde bulma) yönlendirmiş. Onun kabaati yok.
Ya, Doğu Perinçek ve onun talebeleri, Doğan Yurdakul, Soner Yalçın, Talat Turhan, Orhan Gökdemir gibi, her şeyin arkasında Mehmet Eymür parayonası yaşayanlara ne demeli?
Onları kimler yönlendiriyor, kendilerini kimlerle özdeştiriyorlar acaba?
Doğan Yurdakul’un “Abi”sini henüz okumadım. Okuyunca tabii ki yorumda bulunacak, yalan ve yanlışların tek tek altını çizeceğim.
Esasında, bu güne kadar yapmadım ama bundan sonra kanuni yola giderek her yayınlarında, her konuşmalarıda, hiç bir mesnede dayanmadan, sadece birbirlerinin yazdıklarını yalanları kaynak olarak göstererek devamlı kişilik haklarıma saldırıda bulunan bu sözde aydın güruhunun gelirlerine ortak olmam pek ala mümkün.
Doğan Yurdakul’un söylediklerine bakın: “Bir de biyografi yazmak istiyorum. Mehmet Eymür’e karşı savaş durumu burada da olacak. Eymür, bir MİT istihbaratçısı değildi. Dezenformasyon uzmanıydı. Yani halkı yanlış bilgilendiren birisiydi ve psikolojik savaş uzmanıydı. Dündar Kılıç öldükten sonra, ‘Bu zibidi herif bile roman kahramanı oldu, ben olmadım,’ diyorsa aramızdaki savaş daha yıllarca devam edecek.”
Ne rahat söyleyebiliyor adam. Sözde hem “solcu” hem de “aydın” kişi ya, bu ona herkese rahat hakaret etme hakkı veriyor!
Hangi konuda dezenformasyon yapmışım, halkı nasıl yanlış bilgilendirmişim? Kime, ne zaman Dündar Kılıç öldükten sonra, ‘Bu zibidi herif bile roman kahramanı oldu, ben olmadım’ diye beyanat vermişim?
Bunların cevabı yok. Nasıl olsa kara çalarak bu güne kadar geldiler, bir şey olmadı...
Demek Dündar Kılıç öldükten sonra böyle söyledim diye aramızdaki savaş daha yıllarca devam edecekmiş...
Yurdakul iki kitap yazınca, kendini istihbarat uzmanı zannetmeye başlamış..
İstihbaratçılık oynamaya çalışan yazara göre, Eymür tarafından kaleme alınan MİT Raporları Dündar Kılıç ve Behçet Cantürk’den alınan ifadelerle hazırlanmış, bu raporlar Eymür’ün kendi kaynaklarına ve kendi muhbirlerine dayanarak yazıldığı için bunlara MİT Raporu değil “Eymür Raporu” demek lazımmış. Onun için bu kitabında bazı düzeltmeler yapmış ve kendini de ‘niye biz bu oyuna geldik’ diye eleştirmiş. ‘Teşkilatın İki Silahşoru’nu eleştiren Eymür hariçten gazel okuyormuş. ‘Bu kitap uydurma, bunların daha önce yazdıkları da uydurmaydı’ dediği için Eymür’e çok sinirlenmiş.
Zavallı hasta...
Hem benim kaleme aldığım raporları ve Analiz isimli kitabı, yazılarına temel oluşturup para kazanıyor, hem de abuk sabuk görüşleri ile beni eleştirip yermeye çalışıyor. Yeni kitapları “Abi”lerde de, büyük bir oranda bizim aldığımız ifadelerinden ve raporlardan faydalandığından şüphem yok.
Medyatik olmak ve ucuz yoldan çok para kazanmak sevdasına düşmeyip, hocası “Doğan Avcıoğlu’nun yaşam hikayesi” gibi bir kitap yazsaydı, biraz daha ciddiye alınabilirdi.
“Eski bir Maocu olmam dolayısıyla görüşümü soruyorsunuz ama bu konu beni hiç ilgilendirmiyor. Çünkü bugün ne dünyanın ne de Türkiye’nin sorunları içerisinde önemli bir tartışma konusu olduğunu düşünmüyorum. Tabii bu oranda da entelektüel hayatımıza katkıda bulunmaz. Şunu da belirtmeliyim ki ben bugün iki tarafın da yanında değilim. Böyle bir konuya kafamı yormak istemiyorum.”
Evet, bu sözler ona ait. O artık ne Mao’cu, ne de Sol’cu.
O artık başkalarının emeğini paraya çevirmeye çalışan sözde entellektüel bir fırsatçı.
Kim bu Doğan Yurdakul, önce evveliyatına bakalım:
Doğan Yurdakul 1946 doğumlu. Gençlik yılları Ankara- Farabi sokakta, Köşk Pastahanesine yakın bir apartımanın 4 nolu dairesinde geçti. Komşu bina olan, Kösk Pastahanesi'nin yan tarafındaki 2-3 katli eski bir Ankara evinde ise MİT' in bir bölümü faaliyet gösteriyordu. O zamanlar 4 nolu dairede annesi Nermin Hanım ile oturan Doğan Yurdakul ile aynı dairede bir müddet eniştesi ve ustası Doğan Avcıoğlu ve kızkardeşi Sevil (Doğan Avcıoğlu’nun ilk eşi) de oturdu.
Aynı tarihlerde apartmanın diğer iki dairesinde MİT’in üst düzey görevlileri oturuyordu.
O yıllarda devrimcilerin uğrak yeri olan ve sık sık polis tarafından basılan 4 nolu dairede halen anne Nermin hanım ikamet ediyor.
Yurdakul, gazeteciliğe 1963 yılında Yenigün'de başladı. Daha sonra Yön, Kim ve Devrim dergilerinde çalıştı.
62-72 yılları arasında Türkiye’de bulunduğu sürece Amerikan Büyükelçiliğinin taşlanması gibi çeşitli sol eylemlerin içinde aktif olarak yer alan Doğan Yurdakul, güvenilir kişi olarak ihtilal heveslisi “Cunta” faaliyetlerinin içinde de yer aldı. Asker kesimden Cemal Madanoğlu, Osman Köksal ile sivil kesimden Doğan Avcıoğlu, İlhami Soysal, Cemal Reşit Eyüboğlu, İlhan Selçuk gibi kişilerin katıldığı “Cunta” toplantılarında Cunta’cılara “çay-kahve” hizmeti yapıyordu.
Sol bir devrim yaparak düzeni değiştirmek istiyen cuntacılar, bu toplantılarda gece yarısına kadar çalışıyorlar, Doğan Avcıoğlu’nun hazırladığı Anayasa taslağı üzerinde tartışıyorlar ve Cemal Madanoğlu’nun tabancasının üzerine el basarak devrim yemininde bulunuyorlardı.
1969’da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra Paris Sorbonne ve Vincennes Üniversitesi'nde lisansüstü eğitim gördü. Türkiye’deki yandaşları “devrim yapıyoruz” diye çağırınca doktorasını tamamlamadan döndü.
Dönüşünden sonra, Türkiye'de 1972-19774 yılları arasında ‘Şafak’ davasından, Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi davasından mahkumiyeti dolayısıyla. Mamak’ta iki yıl hapiste kaldı.
Çıktıktan sonra Vatan Gazetesi'nde editörlük, Aydınlık Gazetesi'nde Ankara Temsilciliği ve köşe yazarlığı yaptı.
12 Eylül sonrası Aydınlık Gazetesi kapatılınca Yankı gazetesine Yazı İşleri Müdürü oldu. Yankı’da çalışırken Aydınlık’da yazdığı yazının birinden 7 buçuk sene ceza aldı. Bunun üzerine önce saklanarak çocuklarını yurt dışına gönderdi. Sonra da bir yolunu bularak kendisi yurt dışına, Paris’e kaçtı. Yurt dısına birlikte kactığı eşinden daha sonra ayrıldı ve ikinci eşi ile evlendi.
Yurt dışındayken “Komünizm propagandası” içeren çeşitli yazıları nedeniyle TCK 142 maddesinden 200 yılı aşkın hapis cezası aldı ve 11 yıl yurt dışında kaçak yaşadı. Bu dönemde Cenevre Üniversitesi'nde Fransız Dili ve Uygarlığı öğrenimi gördü.
1991 yılında Türkiye'ye döndükten sonra Evrensel Gazetesi Ankara Temsilciliği ve Siyah Beyaz Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu. "Merkez Komitesi'nde Cinayet", “Kafkasya Halkları” ve "Kadınlar ve Erkekler" adlı çeviri kitapları var.
Yakın tarihlerde, Susurluk olayı sonrası, Cengiz Erdinç ile “Çetele” isimli kitabı yazdı. Bu kitap daha ziyade basında ve resmi belgelerde yer alan bilgilere istinaden yapılmış bir indeksleme, yani “kim kimdir” türü bir çalışma.
Bu kitap ile ilgili olarak bir zamanlar Milliyet Gazetesini satın almak isteyen ve Abdi İpekçi cinayeti ile bağlantılı, Malatya’lı karanlık işadamı Kemal Derinkök, ‘kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiası’ ile 10 milyar liralık tazminat davası açtı.
Diğer bir kitabı, Soner Yalçın ile birlikte hazırladıkları ve Abdullah Çatlı’nın hayatını konu alan “Reis” isimli kitap.
Bu kitabın yayınlanmasının ardından, büyük bir bölümünün, bu konuda 17 yıl araştırma yapan Fransız gazeteci Jean Marie Stoerkel'in hazırladığı ve Mehmet Ali Ağca'nın Papa'ya suikast girişimini anlatan "Saint - Pierre'in Kurtları" isimli kitabından çalındığı iddiası ortalığı bir hayli karıştırmıştı.
Garip bir tesadüf ki, Jean-Marie Storkel’in asıl adı “Les Loups de Saint-Pierre (Saint-Pierre’in Kurtları)” olan kitabının Fransızca’dan Türkçeye cevirisini de Doğan Yurdakul yapmıştı.
Aydınlık dergisi ise hem bu kitabın hem de daha sonra yazılan “Bay Pipo” nun Aydınlık arşivlerinden çalınan bilgilerle yazıldığını iddia ediyordu. Doğan Yurdakul, her iki kitapla ilgili olarak eski Maoist dostları ve eski iş yeri Aydınlık aleyhine 10 milyar liralık tazminat davası açtı, Aydınlık’ın İnternet’teki web sitesine tedbir konmasını istedi.
Yurdakul’un, bir başka kitabı ise yine Soner Yalçın ile birlikte kaleme aldıkları ve MİT Müsteşar şehit Hiram Abas’ın hayatını konu alan “Bay Pipo”.
Bu kitaptan sonra Doğan Yurdakul ile Soner Yalçın’ın arası bozuldu. Nedeni medyatik olma savaşı ve Doğan Yurdakul’un isminin kendinden bir hayli genç olan Soner Yalçın’dan sonra anılmasıydı.
Söylentiye göre Soner Yalçın çağrıldığı bir televizyon programına yalnız gidince Doğan Yurdakul ile aralarında tartışma çıkmıştı.
Yurdakul "Bay Pipo" isimli kitaptan 20 milyar lira civarında gelir elde etmiş. Ancak kitabın korsan baskısı çıktığı ve daha fazla gelir sağlayamadığı için çok üzgünmüş.
Mersin'de ünlü ve zengin bir iş adamı olan ağabeyi Uğur Yurdakul'un kendisine gecici olarak verdigi bir villada oturan Doğan Yurdakul, kitaplarından elde ettiği parayla Alanya' da bir ev almış ve son kitabının bir bölümünü bu evde yazmış.
Evet, Doğan Yurdakul’un geçmişi de, “Dündar Kılıç’ın ki kadar karanlık.
İstihbarat teşkilatları bu tipleri pek boş bırakmazlar. Uzun yıllar yaşadığı yurt dışında ve özellikle Paris’te neler yaptı acaba?
Bir önceki yazımızda, İbrahim Aksoylu’nun hayatını alt-üst eden “Empati”den, yani kendini bir diğer insanla özdeşleştirme, başka bir insanın veya şeyin özelliklerini kendinde bulmadan bahsetmiştik.
12 Mart sonrası işkenceye tabi kaldığı halde “konuşmadığı” için övünen Yurdakul da kendini yeraltı dünyasının şefi Dündar Kılıç ile özdeşleştirmiş. “Dündar Kılıç’ın tutumu ile diğer mafya babalarının tutumunu karşılaştırmak lazım. Ötekiler teslim olmuş, bildikleri her şeyi anlatmışlar. Ama Dündar Kılıç kişisel onurunu korumuş. Galiba benzeşiyoruz” diyor.
Vah, vah...
Bu “empati, paranoya, şizofreni” gibi hastalıklar çok bulaşıcı galiba...
Gittikçe yaygınlaşıyor.
Hastalardan biri olan Yurdakul’un kitap ortağı, Uğur İpekçi kod adlı Soner Yalçın, artık yüzük, künye, kolye gibi bütün takılarına ve eşyalarına “Teşkilat-ı Mahsusa” arması koyduruyormuş.
Durum vahim....
Devam Edecek |