Bu resim bir zamanlar "Sıkıyönetim Komutanlıklarınca aranan" teröristlere ait broşürlerden bir tanesine, Dogu Perinçek ve arkadaşları tarafından 1971'de kurulan "Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Gizli Örgütünün" lider ve militanlarına ait. (Resmi büyük olarak görmek için buraya tıklayın)
Şimdi Ne Yapıyorlar?
Acaba bir zaman bu gizli ihtilalci örgütün yönetici ve militanı olan teröristler şimdi ne yapıyor diye düşünüyor insan. Birkaçını inceleyelim:
Profesör Halil Berktay - Bir zamanlar Perinçek'in en güvendigi kişilerden biri olan Halil Berktay onu terkedenler arasında. Yale Üniversitesinde Ekonomi okuduktan sonra Birmingham Üniversitesinde "Tarih" konusunda doktora almış.
19 ve 20'inci yüzyıl Türkiye tarihçisi olan, Birmingham ve Harvard'da ders veren Profesör Halil Berktay, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Tarihi ve İktisadi Doktrinler kürsüsü ile ODTÜ ve Bogaziçi Üniversitesi Tarih bölümlerinde ögretim üyeligi yapmış. Halen Sabancı Üniversitesi'nde ögretim üyesi.
Türkçede yayımlanmış üç kitabı olan, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfi ile Helsinki Yurttaşlar Dernegi kurucu üyesi Berktay'ın Uzmanlık alanı, "20. yüzyıl Türk milliyetçiligi ve milliyetçi historiyografisi".
Yayıncı Ferit İlsever - İP Genel Başkan Danışmanı ve Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ferit İlsever hala yoluna Perinçek ile devam edenlerden.
Zamanında Türkiye İhtilalci İsçi Köylü Partisi (TİİKP) İstanbul sorumlusu olan Ferit İlsever, 12 Mart 1971 darbesinden sonra güvenlik güçlerince yapılan Şafak Operasyonunda, örgütün İstanbul'daki karargahı olan, Robert Kolejdeki İngiliz Profesör Hiller Samder'e ait lojmanda, arkadaşları, telsizler ve örgütsel dökümanlarla birlikte yakalanmıştı.
Maoist bir örgütün karargahının bir İngiliz'in lojmanında bulunması çok dikkat çekmiş ancak o tarihte üzerine gidilmedigi için baglantı tam olarak çözülememişti.
İlsever, kendini geliştirememiş, kişiligini bulamamış zavallı bir uydu. Patronu Perinçek'i taklit etmeye meraklı. Ancak "fabrikatörlük ve provokatörlük" bile bir beceri meselesi.
Bir gün Reha Muhtar'ın yaptıgı programda, müthiş bir iddia ortaya atmış; "12 aile 420 milyar doları Türkiye'den yurtdışına kaçırılıp yabancı bankalara yatırdı..."
Bu iddia üzerine kendisi de eski solcu olan bir bir basın mensubu onu makaraya almış; "Böyle bir iddiayı ancak paradan hiç anlamayan biri ortaya atabilir. 420 milyar dolar dedigimiz para, Türkiye'nin gayrisafi milli hasılasının neredeyse iki katı. Kimmiş bu babayigit 12 aile de Türkiye’nin gayrisafi milli hasılasının iki katı parayı yurtdışına kaçırmış. Sallamanın da bir insafı, izanı olmalı."
Doçent Doktor Ercan Enç - 1946 yılında Agrı'da dogan Ercan Enç'in en son Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü Doçenti oldugu biliniyor.
1968-9 yılında Ankara'da ABD Büyükelçisi R. Commer'in arabasının yakılması ile başlıyan süreç içinde Yusuf Arslan, Sinan Sönmez ve Hüseyin İnan tarafından kurulan Türk Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) kadrosu içinde yer alan militanlardan.
Filistin'de egitim gördükten sonra, Hüseyin İnan, Tuncer Sümer, Teoman Ermete, İbrahim Seven, Atila Keskin, ve Müfit Özdeş ile 1970 baharında Diyarbakır'da yakalanmış.
Bilahere Müfit Özdeş ile bu gruptan koparak Proleter Devrimci Aydınlık'a (PDA) katılmış.
Perinçek'in aktif alt kadrolarında gözükmese de yürüttügü faaliyetler ile onunla olan bagını korudugu anlaşılıyor.
Profesör Mehmet Ümit Necef - ‘‘Ben Türkiye'deki şiddetin artmasına katkıda bulunan kişi, bir teröristim. Eger tarihi bir mahkeme kurulursa ilk önce bizi, sonra hem 1970'li yıllarda gerçekleştirilen terörist hareketleri, hem de PKK'yı yargılamalıdır. İnsanlara zarar verdik. Ben çok şeyimi kaybettim.’’
Bu sözler yukarıdaki arananlar listesinde bulunan, ancak daha sonra önce Dogu Perinçek'i, bilahare de terörü terk edenlerden Ümit Necef'e ait.
1952 Antalya dogumlu Necef, ortaokulu Talas Amerikan Koleji'nde, liseyi Robert Kolej'de tamamlamış. Robert Kolej'de iken Fikir Kulübü'ne üye olan Ümit Necef, Proleter Devrimci Aydınlık Dergisi'nde çalışıp, TKP/ML Halkın Birligi örgütüne ait ‘‘Proleter Birlik’’ ve ‘‘Halkın Birligi’’ adlı yayınların çıkarılmasına katkıda bulunmuş.
Örgütsel egitim için El-Fetih kampına gidip daha sonra TKP/ML örgütünün askeri kanadı olan TİKKO'ya katılan Necef, "sandık cinayeti" olarak bilinen M. Adil Ovalıoglu adlı kişinin öldürülmesi ile ilgili olarak 18 yıl hapis cezasına çarptırılmış.
İstanbul İş Bankası Suadiye ve Kadıköy şubelerinin soyulması olayına da karışan Necef, 1977 yılında illegal yollardan Danimarka'ya gidip, Kopenhag'da temizlikçilik yaparak üniversite egitimini tamamlamış ve Kopenhag Üniversitesi Kültür Sosyolojisi Enstitüsü'nü bitirmiş.
Enstitüyü bitirdikten sonra akademik kariyer yaparak profesör olan Necef, terör örgütlerine katılmış olmaktan utanç duydugunu söylemekte.
Bu duygularını Danimarka'da açıklayan Necef şöyle diyiyor: ‘‘Terörle bir şeyleri elde etmenin ne kadar yanlış ve haksız oldugunun herkes tarafından bilinmesi gerekir.
Terörizm hiçbir şekilde mazur gösterilemez. O dönem bizim düşüncelerimize göre toplum bastırılmıştı. Durumu halka göstermeyi amaçlıyorduk. Bunun için de karakollara saldırmayı, asker ve polis öldürmeyi, amacımızı gerçekleştirmenin tek yolu olarak görüyorduk, yanıldıgımızı anladıgımızda ise iş işten geçmişti.
Devlet 1974'de örgütleri dagıtırken bunu yaparken halktan büyük destek gördü. Toplumun bizi sevmedigini o zaman anladık. İnsanlar bizim saklandıgımız yerleri polise bildirdi ve yakalanmamıza yardım etti. Yaptıgımız kesinlikle yanlıştı ve etkin degildi. Diger insanların hayatlarını tehlikeye atmamalıydık. Onları öldürmemeliydik. Amacımızın, aracımızı yani öldürmeyi mazur gösterecegini düşünecek kadar çıldırmıştık. 1975 yılında şiddete ve silahlı mücadeleye olan inancım yıkılmıştı. Bundan dolayı, parti içinde şiddete karşı mücadele ettim, bir süre sonra kendi hayatımın tehlikede oldugunu hissetmeye başladım. Terörizme devam etmek isteyen örgüt arkadaşlarım bir şekilde benden kurtulmak istiyorlardı. Sonunda sahte bir pasaport temin ederek, Türkiye'den ayrıldım.
Sonu ölümle biten bazı kararlara katılmış olabilirim. Şükür ki kimseyi bizzat öldürmedim. Bütün bu olaylara katıldıgım için çok üzgünüm ve bunun bedelini çok agır ödedim. Üniversiteyi ve ailemi terk ettim. Ülkemden ayrılmak zorunda kaldım. Hapse girdim. Zihnimde birçok yaralar açıldı. Ayrıca insanın kendine verdigi zarar hiçbir şey ile kıyaslanamaz.
Hep, bir gün Türkiye'ye dönecegimi umut ederek yaşadım. İçimdeki Türkiye boşlugunu doldurmak amacıyla Yunanistan, İstanköy'e kadar gittim. Amacım uzaktan da olsa Türkiye'yi görebilmekti. Orada kendimi sanki Türk topraklarına ayak basıyormuş gibi hissettim. Çok heyecanlıydım, büyüleyiciydi, ancak yakalanırsam sonumun hapishane olacagını da biliyordum.
Zaman makinem olsa ne yapardım? Zamanı 1970 yılına geri götürebilseydim, demokrasi için, işçilerin ve fakirlerin yaşam şartlarını düzeltmek için çalışırdım. Bizim terörümüz, 1971 yılında askeri darbeye neden oldu. Terörist eylemler 1980 yılında başka bir askeri darbeyi yarattı.
Ben Türkiye'deki şiddetin artmasına katkıda bulunan kişi, bir teröristim. Eger tarihi bir mahkeme kurulursa ilk önce bizi, sonra hem 1970'li yıllarda gerçekleştirilen terörist hareketleri, hem de PKK'yı yargılamalıdır. Biz, Türk ulusunun karakterinin en dibindeki bölümü gün ışıgına çıkardık, harekete geçirdik ve toplumu şiddete ittik. Artık terörle bir şeyleri elde etmenin ne kadar yanlış ve haksız oldugunun herkes tarafından bilinmesi gerekir. Terörizm hiçbir şekilde mazur gösterilemez.’’
Anarşist Gün Zileli - Gün Zileli, 1968-70 kuşagının liderlerinden. Dogu Perinçek ve Atilla Sarp'ın başkanlıgındaki Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun (FKF) MKYK üyesi.
Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) kurucusu ve Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP)'nin Başkanlık Kurulu Üyesi. Bir zamanlar Dogu Perinçek'in sag kolu.
Yandaki, "Yarılma" isimli kitap, 10 küsür yıldır Londra'da siyasi göçmen olarak yaşayan ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlıgından çıkarılmış bulunan Gün Zileli'ye ait.
‘‘Aydınlıkçı’’ bir solcunun, otobiyografisi olma özelligini taşıyan ve 1954-1972 dönemindeki Türk soluna ışık tutan kitabın yazarı Zileli, 1993 yılından beri anarşizmi benimsemiş.
Eleştriciler Zileli'nin kitabını "sansürsüz ve övünmesiz bir dürüstlükle kimseyi, hatta kendisini bile kayırmadan" yazmış oldugunu belirtmişler. Geçmişi ve düşünceleri ne olursa olsun, demek ki hem kendine, hem de başkalarına karşı dürüst bir insan. İkinci kitabı merakla beklenen ve bu cildinde Türk solundaki 1972 sonrası gelişmeleri yazacagı belirtilen Zileli, ilk cildin takdiminde şöyle demiş:
"1960 yılından itibaren solla iç içe yaşadım. Erdemli insanların, isimsiz kahramanların, devrime, yaşamlarını kendileri için hiç bir şey istemeden adadıklarını gördügüm kadar, korkunç kariyer ve iktidar kavgalarına da tanık oldum.
Liderlerin örgüt içi iktidar savaşları, devrimci hareketleri paramparça etti, can yoldaşı yüzlerce militanı yapay olarak birbirinden koparttı ve birbirinin can düşmanı haline getirdi.
Ne yazık ki '68 nostaljisinin küllerini eşeledigimiz zaman, karşılaşacagımız acı gerçek budur. Bu yüzden, belli bir aşamada lider roller oynadıgım sol hareketle iç içe geçmiş yaşam öykümün başlıgı olarak, hepimizi irkilten "yarılma" sözcügünü kullanmayı tercih ettim."
Kitapta Gün Zileli'nin eylemde, hapishanede, partide, dernekte yoldaşı olan günümüzün ünlü isimleri de yer alıyor. İşte kitaptan bazı alıntılar:
"Adım Tam Demokrat Atilla Sarp - Sıra eski Dev-Genç başkanlarından Atilla Sarp'a gelmişti. Atilla Sarp, büyük bir ciddiyetle gidip mahkeme heyetinin karşısına dikildi. Duruşma yargıcı: Adınız... Atilla Sarp: Tam Demokrat... Duruşma yargıcı: Adınızı sordum efendim... Atilla Sarp: Ben de söylüyorum işte. Adım Tam Demokrat Atilla Sarp. Duruşma Yargıcı: Nasıl yani? Gerçekten Tam Demokrat Atilla Sarp mı? Atilla Sarp: Evet efendim. Aynen öyle. Duruşma yargıcı: Allah, Allah. İlk kez böyle bir ad duyuyorum. (Zabıt katibine dönerek) Yaz, adı Tam Demokrat Atilla, soyadı Sarp. (Atilla'ya dönerek) Peki kim koymuş bu adı size? Atilla Sarp: Babam efendim. Atilla Sarp'ın babası, 1950'li yıllardaki ‘‘Terziler Tevkifatı’’ diye bilinen tevkifatta tutuklanmış ve hapis yatmış, meslegi terzilik olan eski bir komünistti. Atilla, tam İkinci Dünya Savaşı bitiminde dogdugundan babası, komünistlerin demokrasi aşkıyla oglunun adının başına gerçekten de ‘‘Tam Demokrat’’ adını ekleyip nüfusuna geçirtmişti.
Nuri gözünü burjuvalıktan kaybetti - SBF'den gelen gençler daha şehir, hatta burjuva kökenliydiler. Konuşmalarından, entelektüel tavırlarından bunu kolayca algılamak mümkündü. Örnegin bu tür şehir kökenli bir gencin konuşkanlıgı ve ‘‘malumatfuruş’’lugu dikkatimi çekmişti. Bir gözü hep sabit bir noktaya bakan bu gencin adı, Nuri Çolakoglu'ydu. Sabit bakan gözünün Robert Kolej'deki bir beyzbol oyunu sırasında, beyzbol sopasının çarpması sonucunda çıktıgını ve takma oldugunu, daha sonraki yıllarda ögrenecektim.
Can Yücel zülfünü niye aşagı indirmiş? - 1965 seçimleri gelip kapıya dayanmıştı. Samanpazarı mitinginde Çetin Altan, Mehmet Ali Aybar gibi agır toplarımız henüz sahneye çıkmamıştı ama Can Yücel gibi yetenekli konuşmacılarımız vardı. Can Yücel, siyah direnişçilerin ‘‘We shall overcome’’ adlı ünlü şarkısını Türkçe sözlerle kürsüden söyledi. Ne var ki Can Yücel'in keçi sakalı, köylü kökenli emekçilerce tuhaf karşılanmıştı. Yaşlı bir köylü bana egilip Can Yücel'in keçi sakalını göstermiş ve ‘‘Neden zülüfünü aşagı indirmiş?’’ diye sormuştu.
Erdal Gökyüzü Demirel'in koruması oldu - Saldırının hedefini, en güvendigimiz grup arkadaşlarımızdan bile saklamışken polis nasıl olmuştu da bu eylemi ögrenebilmişti? Tabii o zaman henüz sekiz grup başkanından biri olan, bizim meşhur ‘‘anti-Dühringci’’ teorisyenimiz ve komünist marşlar repertuarının ustası Erdal Gökyüzü'nün bir sivil polis oldugunu bilmiyorduk. Erdal Gökyüzü, bu olaydan kısa süre sonra açıga çıkınca ortalıktan kayboldu. Daha sonraki yıllarda, Başbakan Süleyman Demirel'in koruma polisi, Komiser Erdal Gökyüzü olarak arz-ı endam etti.
Kafaoglu'nun karısı TİP'li berberle kaçtı - Hem kadından gözümü alamıyor hem de parti içinde çapkınca bir davranışın kınanacagı korkusuyla gözlerimi ondan kaçırıyordum. Kısa bur süre sonra bu kadının partinin teorisyenlerinden Aslan Başer Kafaoglu'nun karısı oldugunu ögrendim. Kısa boylu şişman bir adam olan ve ceketinin cebine doldurdugu makarna tanelerini iki de bir agzına atan Kafaoglu'nun bu kadar güzel bir kadınla evli olmasını hayretle karşımıştım. Daha sonraki günlerde bu kadının TİP üyesi bir berberle kaçtıgını ögrendim.
Muhittin kitap hırsızlıgında uzmandı - Köy çalışmalarına yollanan ekiplerin yol paralarını kısmen derginin gelirlerinden karşılıyorduk. Ama bu fon oldukça yetersizdi. (...) Diger bir yöntem kitap hırsızlıgıydı. Bu işin uzmanı Muhittin Sirer'le bendim. Esas çalışma alanımız Kızılay'daki Koca Beyoglu Pasajı'nın altında bulunan ikinci el kitapçılardı. Muhittinle beraber buradaki dükkanlara elimizde bir valizle giriyorduk. Ben dükkan sahibini lafa tutarken Muhittin, dükkanın önünde sergilenen kitapları valize dolduruyordu.
Metin Göktürk polislikle suçlandı - Metin Göktürk'e yapılan bu ‘‘polis’’ iftirasının daha sonraki yıllarda da devam ettigini, ama Metin Göktürk'ün bu iftiranın üzerine gitme yürekliligini gösterip birçok benzeri örnegin tersine kendini aklama becerisini gösterdigini belirtmeliyim. Türk solu, eski tüfeklerden tevarüs ettigi kötü bir özellige sahipti. Ajanlıkla ilgisi olmayan çok sayıda insana boş yere polis damgası vurup devrimci hayatlarını karartmak.
Beş kişi Kızılay parkında illegal parti kurdu - O toplantıyı birlikte terk eden, benim de içinde bulundugum gruptaki isimleri çok net hatırlıyorum: Dogu Perinçek, Ömer Özerturgut, Cengiz Çandar ve Oral Çalışlar. Bu beş kişi, gecenin o saatinde yürüye yürüye Kızılay Parkı'na geldi. Dogu, Mihri Belli'nin tutumundan dolayı büyük bir hayal kırıklıgı içindeydi. Deniz Gezmiş ve İstanbul kesiminden de istedigi destegi bulamamıştı. Dogu, ‘‘Devrimci parti’’ fikrine, toplantıdakinden daha büyük bir vurgu yaptı. Evet, kastettigi ‘‘öncü çekirdek’’ti. Böylece 21 Mayıs 1969 tarihinde, geceyarısına yakın bir saatte, Ankara'nın Kızılay Parkı'nda bu beş kişi, gelecekte Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) adını alacak olan PDA hareketinin illegal çekirdeginin kurulmasına karar vermiş oluyordu.
Kalabalıklar halinde geneleve - Beklentilerin aksine miting sakin geçti. Açılış konuşmasını FKF Başkanı Yusuf Küpeli yaptı. İzmir'de Ankara'ya dönmeden önce ilginç bir gün yaşadık. İzmir FKF sekreterligine yerleştikten sonra aramızdaki birkaç kız arkadaşı orada bırakarak büyük bir kalabalık halinde İzmir Genelevi'ni ziyaret ettik. İzmir Genelevi'nde çok güzel kadınlar oldugu söyleniyordu. Buraya kadar gelmişken bu güzel kadınları görmeden dönmek olmazdı. O zamanlar, sonradan oluşacak ahlaki refleksler yoktu sol saflarda. Bu yüzden bir genelevi topluca ziyaret etmekte hiçbir acayiplik görmemiştik. Hatta aramızda en kabadayılarımız ve kesesine güvenenlerimiz kadınlarla yukarı katlara bile çıktılar.
Şahin'le Ömer turist gibi - Söke çalışmasına (...) daha çok köy kökenli arkadaşlardan oluşan köy ekibi üyelerinin yanı sıra Atıl Ant, Şahin Alpay ve Ömer Madra gibi arkadaşlar da katılmışlardı. (...) Özellikle Şahin ve Ömer, köy çalışmasından çok turistik bir gezi havasındaydılar. Örnegin böyle bir yere gelirken kentsel alışkanlıkları bir kenara bırakmayıp yanlarında tuvalet kagıdı getirmişler."
Gazeteci, yayıncı, yönetici, işadamı, patron, sabık TUSİAD üyesi, Türkiye'nin Bilderberg temsilcisi, Mehmet Nuri Çolakoglu - Yukarıda resmi bulunanlar arasındaki en meşhurlardan biri şüphesiz Nuri Çolakoglu.
Ferit İlsever gizli örgütün "İstanbul sorumlusu" iken o da örgütün "Ankara sorumlulugunu" yürütüyordu.
Ancak o İlsever gibi başladıgı yerde kalmadı. Her ne kadar yakın tarihte yaptıgı bir söyleşide "35 yıldır aynıyım, o günkü düşüncelerimle bugünküler arasında temel bir fark yok" diyorsa da bunun dogru olmadıgı muhakkak.
Eger Çolakoglu kendini hala solcu görüyorsa Allah herkese böyle solculuk nasip etsin.
İzmir'de 1943 yılında Hasan ve Emine'nin ilk çocukları olarak dünyaya gelen Mehmet Nuri Çolakoglu'nun, Sabri (1947, işadamı) ve Kemal (1950, Ege Bölgesi Sanayi Odası Meclis Başkanı) adında iki kardeşi var. Nuri Çolakoglu, ilkokulu İzmir'de okuduktan sonra 1954'de İstanbul Robert Kolej'e girmiş. Gazetecilige burada başlayan M.N.Çolakoglu okulun lise gazetesini çıkartmış.
Çolakoglu, 1962'de koleji bitirip Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Dış Münasebetler (Uluslararası İlişkiler) Bölümü'ne girer. Siyasal Bilgiler'i bitirdigi halde Dışişleri Bakanlıgı sınavına girmez.
Üniversitede sırasında aktif birisidir. İyi bir tiyatrocudur, Fikir Kulübü, Ögrenci Dernegi gibi yerlerde görev alır. 1967'de Mülkiye'den mezun olur.
Mezun olmadan önce, 1966'da, sınavı kazanıp yeni kurulan TRT'ye metin yazarı olarak girer. Bu arada doktoraya kayıt olur. Mümtaz Soysal Hoca ile birlikte Türkiye'de toprak meselesi üzerine bir çalışma yapar.
Babası onu İzmir'deki fabrikalarında çalışmaya çagırır. Babasının yanında bir yıl bulunduktan sonra TRT Haber Merkezi'nde Muammer Yaşar Bostancı ve Dogan Kasaroglu ile birlikte çalışır.
1970'te de TRT Dış Haberler Bölümü'ne geçer. Bu arada Ankara Üniversitesi SBF Basın Yayın Yüksek Okulu Radyo TV Kürsüsü asistanı olur.
Dogu Perinçek'in önderligindeki Mao'cu Aydınlık gazetesinde de çalışan ve illegal Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi'nin (TİİKP) Ankara sorumlusu olan Çolakoglu, 12 Mart darbesi ile aranmaya başlanır.
Yakalanan Nuri Çolakoglu 20 yıla mahkum edilip iki yıl içeride kalır ve 1974 affı ile çıkar. Ardından ANKA Ajansı'na girer. Hayatı hep bir şeyler kurmakla geçen Çolakoglu burada Dış Haberler Servisi'ni kurar ve şefligini yapar.
Çok yardımını gördügü Altan Öymen'le birlikte çalışan Çolakoglu 1977'de Aydınlık gazetesinin Ankara Büro Şefi olur.
1978'de Aydınlık Yazı İşleri Müdürü Mehmet Ataberk'le birlikte 1,5 ay süren Çin, Kamboçya, Pakistan ve İran gezisini gerçekleştirir. Kamboçya'da Komünist Partisi Merkez Komitesi Genel Sekreteri ve Demokratik Kamboçya Başbakanı Pol Pot'la görüşür.
Nuri Çolakoglu, 1980'lerde Deutsche Presse Agentur, Sveriges Radio AB ve Westdeutscher Rund-Funk Ankara muhabirligi gibi birkaç yabancı basın kuruluşuna da çalışmaktadır.
12 Eylül 1980 harekatı sonrası tekrar aranmaya başlayan Çolakoglu yurt dışına çıkarak İngiltere'ye gider. BBC'de çalışmaya başlar. Londra'da iken part—time olarak Hürriyet Gazetesine de çalışan Çolakoglu, aynı anda Londra Temsilciligi boşalan Milliyet'e, Sami Kohen'in teklifi ile Londra Büro Şefi olur. Bu görevi 1987'ye kadar sürer. 1987'de Türkiye'ye döner.
Türkiye'ye döndügünde 2000'e Dogru Dergisini çıkartan Perinçek birlikte çalışmayı teklif eder. Çolakoglu teklifi kabul etmez. Artık yolları ayrılmıştır. Çolakoglu "Artık aynı düşünceler içinde degiliz. İnsanın sürekli evrildigi, degiştigi bir dünyadayız." der. O artık 30-35 yıl öncesinin tutucu fikirlerini geride bırakmıştır.
Milliyet'ten sonra Cem Duna'nın yönetimindeki TRT'de 1989'a kadar iki yıl "Genel Müdür Danışmanlıgı" yapan Çolakoglu, daha sonra Nezih Demirkent'le birlikte Asil Nadir'e, bir televizyon şirketi kurar.
Bilahare Nadir'in Almanya'da kurulu olan televizyonunun sorumlulugunu üstlenen Çolakoglu, Nadir iflas edince, eşi Ayşe Hanım'ın başında bulundugu "İntermedia" adlı kendi yayınevini kurar.
Takip eden yıllarda Çolakoglu'nun ismi kurdugu birçok televizyon kanalı ile anılır.
Erol Aksoy'un Show TV ve Cine5'i'ni kuran odur. Ardından Cavit Çaglar adına kurdugu ve daha sonra Ayhan Şahenk'e geçen NTV'de de onun emegi vardır.
Televizyon Yayıncıları Dernegi, Egitim Gönüllüleri Vakfı Yönetim Kurulu, Türk-Amerikan İş Konseyi Yürütme Kurulu, İstanbul Rotary Kulübü, 1907 Fenerbahçe Dernegi gibi 15'in üzerinde kurum ve kuruluşa üyeligi bulundugu söylenen Mehmet Nuri Çolakoglu, yakın tarihte CNN Türk'ün başına geçince, üyesi oldugu TÜSİAD yönetim kurulundan istifa etmiştir. Çolakoglu 2000 yılında yapılan Bilderberg Toplantısı'na da Türkiye'den davet edilen iki kişiden biridir.
Ayşe (Akmen) ile evli olan Nuri Çolakoglu'nun ilk eşi Sezi'den, Hasan (1971), ve ikinci eşi Merih'ten, Fatma (1980) isminde iki çocugu var.
Gözünden problemi oldugu için askerlik yapmayan Nuri Çolakoglu, 1776 Şumnu Savaşı'nda top mermisi kolunu kopardıgı için çolak kalan ve bundan dolayı "Çolakoglu Bayraktar" lakabı ile anılan bir dedenin torunudur.
Dedesinin kardeşi Rüştü Çolakoglu, 1. Meclis'te Milletvekilligi yapmış. Ayrıca, ANAP milletvekili Melike Hasefe ile CHP'den Hasan Erdogan da (1957—65) Çolakoglu'nun ailesinden.
Raif Dinçkök'ün kızkardeşi ile evli olup Çolakoglu Metalürji'nin kurucusu olan Mehmet Rüştü Çolakoglu, Nuri Çolakoglu'nun babası Hasan Bey'in aynı anneden kardeşi, yani M. Nuri Çolakoglu'nun amcası.
Rüştü Bey'in oglunun adı da "Nuri Çolakoglu". Rüştü Bey aynı zamanda Akın Tekstil'in sahiplerinden ünlü tekstilci Haydar Akın'la da dünür.
Mehmet Nuri Çolakoglu, eveliyatı ve yurt dışı ilişkileri ile istihbarat dünyasında soru işaretleri olan bir kişi.
Ama yigidin hakkını teslim etmek lazım. O kendini yenileyen, yaşadıgı topluma yararlı işler yapan, akıllı ve becerikli bir insan.
NOT: Hürriyet yöneticisi Ertugrul Özkök, "Tüsiad yönetiminde ilk medya mensubu" başlıklı yazısında; "Nuri Çolakoglu sadece, ‘yönetime giren ilk medya mensubu olma’ özelligi taşımıyor. Aynı zamanda yönetime giren ilk ‘eski Maocu’ oluyor. Ya da ilk ‘eski Marksist, Leninist ve de Maoist devrimci’. Dün bunu ögrenince, Maoculuk yıllarına ait bir fotografını istemek için kendisini aradım. Maocu yıllarına ait hiç fotografı yokmuş. 12 Mart'tan sonra aranırken polisin elinde bile fotografı yokmuş." demiş. Biz yukarıdaki örgüt fotografını hem Sayın Özkök'e hem de Sayın Çolakoglu'na hediye ediyoruz.
Digerleri
Gizli örgüt şemasında ismi bulunanlardan Bora Gözen, Lübnan'da Filistin Egitim Kampında hayatını kaybetmiş, Türkiye Yayıncılar Birligi Başkanlıgı da yapan Yayıncı Atıl Ant, Afa Yayıncılıgın sahibi, "Sandık Cinayeti'nin failleri arasında olan ve 27 Ocak 1982 tarihinde yakalanan Yazar Garbis Altınoglu halen Almanya'da. Çeşitli panellere katılarak "Ezilmiş halklar, sosyalizm, devrim" edebiyatına devam ediyor.
Örgütün Lideri
Yanda resmi bulunan ve PKK'ya yardım nedeniyle cezaevine giderken geçirdigi şok sebebiyle düşmesin diye kollarına girilen kişi, "gizli örgütün lideri" Dogu Perinçek.
Onu tanımayan yok.
O bazen herkesi güldüren bir orta oyuncusu, bazen iş adamlarına saldırıp ceplerine el atan bir tecavüzcü, bazen de bir taş atıp, hem akıllı geçinenlerin kafasını, hem de Türkiye'yi karıştıran bir deli.
Artık kendini üniformasız asker saydıgından aranmıyor ama hem gizli, hem de örgütsel faaliyetlerine devam ediyor.
Onların dilinde, "davadan dönene", yani terörü bırakıp insan gibi yaşama yolunu seçenlere, veya bir davadan diger davaya gidene "dönek" diyorlar.
"Komünizm, Maoizm, Apoizm ve Ajanizm" gibi çeşitli ideolojileri deneyerek sonunda "Kemalizm" ve "Militarizm"de karar kılan Perinçek, o kadar çok dönüş yapmış ki ona artık "dönek" bile diyemiyorlar. O litaratürde yeni bir deyimin dogmasına sebep olmuş: "Pervane".
Onun kolonlanıp birkaç kopyasının daha yapılmasının insanlık için nasıl bir felaket yaratacagını düşünebiliyor musunuz...?
İşin mizah kısmı bir yana. İlginç bir konuşmayı nakledelim.
Perinçek'in gözaltına alınması ile ilgili yukarıdaki resim çekildigi günlerde, gazeteci Melih Aşık, Perinçek'in başyaveri Hasan Yalçın'a, gözaltına alınma nedenini soruyor;
"İşçi Partisi, bir süredir Ordu'yla aynı çizgide görünüyor. Bu tezgahta bunun rolü var mı?"
Hasan Yalçın cevap veriyor:
"Devlet ikiye bölünmüş durumda... Bir tarafta CIA ve içerideki işbirlikçileri, öte yanda Ordu, İşçi Partisi ve öteki ulusalcı güçler. Birinci grup Ordu'yla çatışmayı göze alamadıgı için bizim üzerimizden güç gösterisi yapıyor."
Vay canına, bir İngiliz'in ikametgahında karargah kuran gizli örgütün temsilcisine göre, "Ordu, İşçi Partisi ve (her kimse) öteki ulusalcı güçler" el ele vermiş ülkemizi CIA ve işbirlikçilere karşı koruyor...!
Gülmeli mi, aglamalı mı bilmiyorum?
Neyse ki, yakın tarihte kulagımıza gelen haberlere göre, Dogu Perinçek ve ekibi ile ilişkiler nedeniyle agır tenkitlere maruz kalan TSK'nın üst yönetimi, konuyu incelemeye almış. Bu nedenle grubun bazı gelirleri de kesilmiş.
Biz daha önce de belirtmiştik, sivil asker birçok güvenlik görevlisinin kanına elleri bulaşan Perinçek ve Aydınlıkçıların, kendilerini Türk ordusu ile bütünleştirmeleri utanılacak bir husus, bundan daha büyük ayıp olamaz diye...
Sayın Genelkurmay Başkanı ve TSK'nın üst kademesinin bu konuda kendine yakışanı yapacagına inanıyoruz.
Eli kana bulaşmış PKK dostu "gizli örgütler" TSK'nın dostu olamaz, olmamalı... |