SON TV Yazıları: Casusluk Hikayeleri – MEHMET EREL
[ 12/5/2014 - 04:05 ]  By Mehmet Eymür  admin@atin.org

Türkiye’de 1940 ila 1994 yılları arasında 132 casus yakalanmıştır. Bunların çoğu ağır hapis cezalarına çarptırılmış, çok azı delil yetersizliğinden beraat etmiştir.

SON TV Yazıları: Casusluk Hikayeleri – MEHMET EREL


Türkiye’de 1940 ila 1994 yılları arasında 132 casus yakalanmıştır. Bunların çoğu ağır hapis cezalarına çarptırılmış, çok azı delil yetersizliğinden beraat etmiştir. Bu 132 casusluk faaliyetinin hangi ülke lehine yapıldığının dağılımı ise şöyledir: 2 ABD-İngiltere, 74 Bulgaristan, 6 Irak, 1 İran, 2 Libya, 2 Mısır, 2 Romanya, 27 SSCB, 10 Suriye ve 6 Yunanistan’dır.

Balkanlardan Göç

Görüleceği gibi rekor Bulgaristan’dadır. Bunda, Balkanlardan Türkiye’ye

1940’tan itibaren yapılan ve 585 bin kişiyi bulan yüksek miktarda göçün de rolü olduğu düşünülebilir. [1940─44 arasında 140 bin, 1950─51arasında 155 bin, 1978’de 130 bin, 1989 yılında ise 160 bin kişi gelmiştir.] Bu teknik detaydan sonra, meslek hayatımda iz bırakan ve daha önce de değindiğim eski bir Bulgar Casusluk olayına değinmek istiyorum.






Eski Eleman Mehmet Erel


Mehmet Erel'den nasıl şüphelenilmişti bilmiyorum. Bu şüphe bizden önceki tarihlerde ortaya çıkmış ve onunla temas eden Keysofiserlere teması kesmeleri talimatı verilmişti. (Keysofiser, İngilizce ‘case officer’ deyiminin Türkçeye adapte edilmiş şekli. - Elemanları sevk ve idare eden istihbarat görevlisi. Bu görevi masa başında yapıp değerlendirmeye tabi turan kişiye ise Deskofiser ‘desk officer’ denilir.)


Teşkilatta Erel'le görüşen Keysofiserlerden biri de Şemsi Bey'di. Şemsi Bey emri dinlememiş, gizli olarak Erel'le irtibatını sürdürüyordu. Bulgaristan, Peştere 1927 doğumlu Emin oğlu Mehmet Erel daha önce, Amerikalılarla müşterek bir operasyonda kullanılmıştı. Erel yedi yaşında iken 1934 yılında ailesi ile göç ederek Türkiye'ye gelmiş, İstanbul Ticaret Yüksek okulunda okumuştu. Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Almanca, Bulgarca ve Macarca dillerini konuşuyordu.


Teşkilatın Popüler Siması


Şemsi Bey, James Bond gibi iri yarı, yakışıklı bir insandı. Takip Şefliği yapmıştı. Teşkilat’ın popüler tiplerindendi. O tarihte Sorgu Bürolarının Amirliğini yapıyordu. Yani hep önemli, kritik ve birçok bilginin geçtiği görevlerde yer almıştı.


Mehmet Erel teknik dinlemeye alınmıştı. Teşkilat'la ilişkisi kesilmesine rağmen Şemsi Bey'in görev yaptığı Takip Şubesine ve Sorgu Bürosuna gittiği tespit edilmişti. Mehmet Erel yurt dışına gidip geliyordu. Ticari hayatı çabuk yükselen bir çizgi çizmişti. Mali durumu bir hayli iyiydi. Özellikle, Şemsi Bey'in başında bulunduğu ve şüpheli Bulgar göçmenlerin sorgulandığı yerlere girip çıkması dikkatleri fazlasıyla üzerine çekmişti.






Erel Sorgulanıyor


Neticede Mehmet Erel 1972'nin Aralık ayında sorguya alındı. Sorgu, Şemsi Bey'in başında bulunduğu büroların dışında yapıldı. Konum olmadığı halde Şube Müdürümüz olan Hiram Bey tarafından bu sorguda görevlendirildim. Zaman zaman önemli faaliyetler çıktığında Grup Amirlikleri arasında bu tip imeceler yapılırdı.


Mehmet Erel, 45 yaşlarında, hafif dökülmüş ve kırlaşmış saçlı, kültürlü, itimat telkin eden, son derece zeki, beyefendi bir insandı. Sorgusu sırasında işbirliğine yanaşan, sorgucuyu rahatlatan tiplerdendi. Sorulan her şeye düzgün cevaplar veriyor, saatlerce gayet ciddi ve net bir şekilde konuşuyordu. Son derece kibardı. Onun kibarlığı, bizi de müspet etkilemişti.


Erel'in, Sovyet Rusya ve diğer Doğu Bloğu ülkelerle ticari ilişkileri vardı. 1958 yılında ticari amaçla Bulgaristan'a yaptığı seyahatte Vasil Stayanov isimli istihbaratçı ile tanışmış, Stayanov Erel'e yakın ilgi göstererek Peştere'deki akrabalarını ziyaret etmesine yardımcı olmuştu.






Stayanov Türkiye’de


Vasil Stayanov aynı yılın Ekim ayında İstanbul Bulgar Ticaret Ataşeliğine tayin olmuştu. Bulgaristan ile zaten ticari ilişkisi bulunan Mehmet Erel'le kolaylıkla temas kurdu ve ilişkileri derinleştirdi. Konuşmalarda ondan Bulgaristan'daki akrabaları, ticari ve maddi durumu, sosyal çevresi, emniyet ve istihbarat teşkilatlarındaki tanıdıkları hakkında bilgi alıyordu. Sonunda Erel'e Bulgaristan lehine çalışması için hizmet teklifinde bulundu. Bulgaristan’la olan ticareti genişleyecek ve Erel çok para kazanacaktı. Erel görevi kabul etti. Erel arada bir Bulgaristan’a gidiyordu. Orada Bulgar istihbaratı DS'nin başı ile tanıştı. Artık Bulgarların üst seviyede bir ajanı haline gelmişti. Stayanov, 1963'de Bulgaristan'a dönünceye kadar Erel'den;



•Milli Birlik Komitesi Üyelerinin karakterleri, zaafları,




•CHP ile MBK arasındaki ilişkiler ve CHP'nin MBK’ne etkisi,



•14'lerin tasfiye edilmelerinden sonra orduda bir bölünme olup olmadığı ve 14'leri tutanların çoğunlukta olup olmadığı,


gibi bilgiler istemiş, Erel bu konuda derlediği bilgileri Stayanov'a iletmişti. Stayanov'un Bulgaristan’a dönmesinden sonra faaliyet devam etmiş, ancak bilgi alış verişi Sofya'ya kaymıştı. Stayanov, Erel'den;



•MİT Mensupları hakkında biyografik bilgiler, görevleri, zaafları, ailevi ve mali durumları, ideolojik eğilimleri,




•Türkiye'nin daha ne kadar göçmen kabul edeceği,




•Bunun Türkiye'nin ulusal politikasına mı yoksa parti politikalarına mı bağlı kalacağı,




•Göçmenler arasında şüphelilerin nasıl saptandığı,




•Bu şüphelilerin nasıl ve ne kadar süre ile kontrolde tutuldukları.



•Edirne'deki göç bürosunda bir tanıdık olup olmadığı.




•Türk-Amerikan Servisleri arasındaki ilişki,



gibi ve benzeri bilgileri istemiştir. Bu arada Bulgaristan’la ticari teması iyi şekilde devam eden Erel'in Bulgaristan'dan alacağı miktarlar gittikçe yükselmeye başlamış, Bulgarlar Erel'in parasının büyük bir bölümünü devamlı bloke ederek onun üzerinde baskı kurmuşlardı.


Avrupa’da Paravan Şirketler


Bulgarlar, faaliyetlerini gizlemek için Erel'e Cenevre ve İtalya'da paravan şirketler kurdurmuşlar, Erel, Bulgarlar lehine Avrupa'da da faaliyet göstermişti. Şemsi Bey'e çocuklarının yurt dışında tahsili gibi bazı maddi imkanlar yaratmış, eşine bir kürk almıştı. Bulgarların verdiği bir iki göçmene ait ismin sorgulamadan temiz çıkmasını Şemsi Bey vasıtasıyla sağlamıştı. Bunlardan biri halen yanında çalışıyordu.


Bulgarlar Erel'e ilginç görevler de vermişlerdi. Bazı ünlü kişilerin özel hayatlarını incelettiriyorlardı. Özellikle Org. Faruk Gürler’in özel hayatı ile çok ilgiliydiler.






Sağ-Sol Kapışması


Erel'e göre Bulgarlar o tarihlerde aşırı sağcıların İlim Yayma Derneğine para ve silah yardımı yapıyorlardı. Bulgarların Türkiye ile ilgili planı sağı silahlandırıp sokağa dökmek ve sol üzerinde bir baskı kurarak onların harekete geçmesini sağlamaktı. Sol karşı faaliyete ve silahlı harekete başlayacak, sonunda Ordu müdahale edecekti. Ordunun baskı kurması üzerine, halk ayaklanması ve iç savaş başlayacak, böylece birkaç aşamalı planla halk iktidarı gerçekleşecekti.


Mehmet Erel'in daktilo edilmiş 70-80 sayfa tutan ifadesini günlerce çalışıp bitirmiştik. Herhalde en sakin, en kibar sorgulardan biriydi. Hiram Bey, Mehmet Erel'in dublajda (Dublaj, bir ajanın ağırlığı bir tarafta olmak üzere iki istihbarat servisine birden çalışması. Bu tip ajanlara ‘Dubl-Ajan’ adı verilir.) olabileceğini ve Amerikalılara da çalışabileceğini düşünüyordu. Zira müşterek faaliyette kullanılan birçok elemana daha sonra Amerikalıların yanaştığı tarafımızdan bilinen bir husustu.


Şemsi Bey de Amerikalılarla çok yakın münasebetteydi. Hiram Bey'in kanaatine göre eğer Mehmet Erel dublajda değilse Şemsi Bey Amerikalılar tarafından Erel'e özellikle yakın tutulmuştu.


Sorgudan bu konuda bir bilgi alamadık ve neticede bu bir şüphe olarak içimizde kaldı. Oyun içinde oyun varsa bu kadarını çözememiştik. Emir verilmişti. Dosyaları alıp bir arkadaşımla birlikte Ankara'ya Karargaha gittik. Müsteşar Yardımcısı ve diğer üst amirlere bilgi verdik. Toplantılar yapıldı. Esas konu Erel'den ziyade Şemsi Bey’le ilgili idi. Ona ne yapılacağı düşünülüyordu. Silah taşıdığı için bu silahın nasıl alınacağı ve mukavemet ederse ne yapılacağı saatlerce tartışıldı. Neticede Şemsi bey ne sorgulandı ne de teşkilattan kovuldu. Teftiş Kurulunca yapılan bir idari soruşturmadan sonra Ankara'ya Sorgu Bürosu Amirliğine atandı.


Şemsi Bey birkaç yıl sonra teşkilattan ayrıldı veya ayrılmak mecburiyetinde bırakıldı. Bir müddet Amerikalılarla yakın ilişkisi bulunan tanınmış büyük bir firmada çalıştı. Kasım 1978'de bir kalp krizi geçirdi. Bilahare uzunca bir müddet Hilton Otelinde bir daireye yerleşti. Masraflarını üstlenen kişi ünlü bir mafya babasıydı.


Otel idaresi ve etrafı tarafından MİT İstanbul Başkanı olarak biliniyordu. Bu arada Şemsi Bey'in Amerikalılarla ilişkisi devam ediyor, CIA İstanbul Temsilcisi Charles'in evinde verdiği özel yemeklere katılıyordu. Charles ise, hükümetin değişmesi halinde bunun MİT'e etkilerinin ne olacağını, MİT Müsteşarı ve İstanbul Bölge Daire Başkanlığının değişip değişmeyeceğini merak ediyor bu konularda bilgi almaya çalışıyordu. Şemsi bey vefat edene kadar uzunca bir süre Otel masraflarını da ödeyen mafya babasının bir iş yerinde müdürlük yaptı.






Yeraltı dünyasının 1999 yılında ölen ünlü ismi Dündar Kılıç’ın hayatı, yeğeni Mustafa Dündar Kılıç tarafından kitaplaştırıldı. ’Kurtlar Sofrasında Son Kabadayı’ adlı 120 sayfalık kitapta Dündar Kılıç’ın Milli İstihbarat Teşkilat’ı (MİT) içerisindeki ajanları ve Yılmaz Güney’le olan dostluğu da anlatıldı. Kitapta bu ilişkiler şöyle yer aldı:


«Dündar Kılıç, bu arada kendine sığınan eski MİT’çileri himayesine alıyor, onlardan istifade ediyordu. Eski MİT’çi Şemsi Ülengin’in şirketine müdür olmasından sonra bir eski MİT’çi daha olan Hava Albay Faik Kelican’ı korumaya almıştı.


Zira Kelican Nuri Gündeş yanlısı olduğundan Mehmet Eymür ekibi tarafından takip ediliyordu. Bundan ötürü


Dündar Kılıç, Faik Kelican’ı 3 yıl Hilton Oteli’nde ağırlamış ve bir suikaste kurban gitmesin diye de silahlı koruma vermişti.» (Not: Bu tamamen yanlış bir bilgi. Nuri Gündeş'le Faik Kelican'ın arası iyi değildi. Nuri Gündeş Personel Başkanı iken, Müsteşar'a tesir ederek İstihbarat Başkanı N.Y'yi ve Faik Kelican'ı takip ettirmeye kalkmış, o tarihte Takip Şube Müdürü olan ben de 'teşkilat içindeki sürtüşmelere alet edilmememiz gerektiğini’ düşünerek bağlı olduğum amirim vasıtasıyla emri iptal ettirmiştim. Ayrıca Güneydoğu'da başarılı çalışmaları olan Faik Kelican'a da sempati ile bakardım. M.E.)


«Çiçek Sineması'nda çalışıp, sinemalara film getirip götüren Ali Aslan, daha sonra MİT’e alındığı için ‘MİT’çi Ali’ adıyla tanınmaya başlandı. Dündar Kılıç bu yüzden onunla ilişkisini her zaman canlı tuttu.


İstanbul’a gittikten sonra, Hacettepe’deki yoksullara dağıtılması için sürekli yardım gönderiyordu ve bu yardım köprüsünü de Ali Aslan üzerinden kurmuştu. MİT İstanbul Bölge Başkanı Nuri Gündeş’in de akrabası olan Ali Aslan’ın, Dündar Kılıç’a zaman içinde çok büyük iyilikleri dokundu.


Dündar Kılıç, iş yerlerinde ve şirketlerinde pek çok MİT mensubunu çalıştırmıştı. Bunlardan bir kısmını bilir, onlara yardım eder, gerektiğinde de bilgi alırdı. Bilemedikleri ise, Dündar Kılıç aleyhine MİT’e bilgi toplarlar, onu yakından takip ederlerdi. Zamanı gelince de değerlendirmeye alırlardı. Dündar Kılıç’ın yardım ettiği MİT’çilerden birisi de Ferdi Tamer’di.






Kılıç-Yılmaz Güney İlişkisi


Dündar Kılıç’ın cezaevi yıllarında tanıdığı Yılmaz Güney ile olan sıkı dostluğu da kitapta yer aldı: "Kılıç, Güney’i kaldığı İmralı Cezaevi’nden sürat motoruyla İstanbul’a getirtiyor ve sabaha kadar eğleniyorlardı. Hatta Kılıç, Güney’i cezaevinden 1980 yılında Zeki Ökten’in ’Düşman’ filminin galasına cezaevinden getirtmişti.»


Mehmet Erel'in dosyası Hukuk Müşavirliğince incelendikten sonra Genelkurmay Askeri Mahkemesine tevdi edildi ve Erel Bulgaristan lehine casusluktan tutuklandı. Milli Müdafaaya Hıyanetten 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasına mahkûm edildi.


Daha sonra, Yargıtay safhasında kararın Yargıtay tarafından bozulduğunu ve beraat kararı (Dosya No: 977/317 ve 977/262) verildiğini duydum. Kararın gerekçesi, Askeri Mahkemenin kararında Mehmet Erel’in; “uzun süre MİT'te sorguya çekildiği ve ifadesinin işkence ve baskı altında alındığı” şeklindeki beyanının kayda geçmiş olmasıydı. Mehmet Erel de Sabahattin Savaşman gibi işkence gördüğünü söylemişti. Her ikisine de bir fiske bile vurulmadığını samimiyetle belirtmek isterim. Ancak başka ortaya koyacakları bir sebep olmadığı için bu yola başvurmalarını da onların savunma hakkı olarak görüyorum. Her ikisinin de olanlardan çok üzüntü duyduğuna şahidim.


Yargıtay’ın bu kararından sonra Mehmet Erel’e ne oldu bilmiyorum. Ardı ardına süren ve bitmeyen işler nedeniyle takip etmek mümkün olmadı. Ocak 1988’de vefat ettiğini öğrendim. “Mehmet Erel Şirketler Grubu” mensuplarının onun için duygulu bir ölüm ilanı verdiğini görmüştüm. Allah rahmet eylesin. Bazen esen rüzgârlar insanı hiç ummadığı, istemediği yerlere de sürükleyebiliyor. Mehmet Erel beyefendi bir adamdı…






Tasmalı Çekirge


Erel konusuna son vermeden ilişkili bir mevzuya değinmek istiyorum: Erel konusundan sonra aradan yıllar geçmişti. 1990 yılında bir dostum telefon ederek yeni çıkan bir kitabı okuduğunu, kitabın büyük bir bölümünün Hiram Bey ve benim üzerime inşa edildiğini, kitapta yerden yere vurulduğumuzu bildirdi. Kimin yazdığını sordum. Yazan emekli Büyükelçi İsmail Berduk Olgaçay'dı. Kitabın adı ise ‘Tasmalı Çekirge’. Hiç tanımadığımı söyledim. Dostum kitabı yollayacağını söyledi. İstanbul’a telefon açtım ve Hiram Bey' e böyle birini hatırlayıp hatırlamadığını sordum, bana söylenenleri aktardım. O da hatırlamamıştı. Dostumun gönderdiği kitabı alıp şöyle bir göz geçirdim.


Emekli Büyükelçinin ismi Mehmet Erel'in ifadesinde geçmiş. Mehmet Erel Bulgaristan'da Bulgar istihbaratına tanıştırdığı şahıslar arasında Olgaçay ismini de vermişti. Yazılarından engin bir kültürü ve geniş bir muhayyile gücü olduğu anlaşılan Sayın Büyükelçi, Mehmet Erel'in avukatı vasıtasıyla 1976 yılı başında öğrendiği ve o tarihlerde bu konuda hiçbir sorgu suale muhatap olmadığı halde, olayı 14 yıl sonra gündeme getirmiş ve bütün meslek hayatı boyunca Hiram Bey ve benim tarafımdan kendisine komplolar düzenlendiği kanaatine varmıştı.






Büyükelçi Olgaçay'ın, Mehmet Erel'in verdiği ifadelerinde ve şimdi hatırlanması mümkün olmayan yüzlerce isimden biri olduğu anlaşılıyordu. O tarihlerde Büyükelçilik gibi önemli bir makamı işgal etmediğine göre bizlerce hatırlanmaması da normaldi. Teşkilat ve adli makamlar o tarihte yaptıkları araştırma ve değerlendirmede herhalde Erel'in Olgaçay'la ilgili ifadesini geçersiz saymışlar veya Olgaçay'ı suçlu görmemişlerdi ki Büyükelçi herhangi bir soruşturmaya, sorgu ve suale muhatap olmamıştı. Buna rağmen, böyle bir ithama maruz kalmanın ne kadar ağır bir şey olduğunu idrak ediyor, ancak adalete tevdi edilen ve gizliliği kalmayan bir olayın Büyükelçi tarafından neden 14 yıl saklı tutulduğunu anlayamıyordum. Sayın Büyükelçi neden 14 yıl önce bu olayı öğrenir öğrenmez amirlerine koşup tepki göstermemiş, neden bu çirkin iftira için hukuki yollara başvurmamıştı. Emekli Büyükelçi Olgaçay'ın bu olaydan hareketle geliştirdiği teoriler, elmayı armutla toplayıp bir neticeye varması ve bütün dünyanın merkeziymişçesine herkesin onunla uğraştığına vehmedip birçok olayı kendisiyle bağlantılı kılması, gerçekten çok ilginçti.


Bu muhayyilesi, kültürü geniş Büyükelçimize bir kaç cümle ile cevap verip aydınlatmak ve bu konuyu kapatmak istiyorum: Bay Olgaçay, kitabınızda yer alan ve yabancı bir istihbarat teşkilatı tarafından telefon dinlemelerine dayanarak verilen rapor, yurt dışındaki kaçakçıların yurt içindeki bir kişiyle vaki görüşmeleriyle ilgilidir. Ne rapor bana gelmiş, ne de zamanın Cumhurbaşkanına veya Sıkıyönetim Komutanına tarafımdan iletilmiştir. Cumhurbaşkanı veya Sıkıyönetim Komutanına bu tip raporları ancak Teşkilat’ın en üst seviyedeki görevlileri verebilir. Benim sadece bilgim olmuştur. O raporda bahsi geçen siz değil o tarihte Cumhurbaşkanlığında görevli bir zattır. Raporun sizinle ilgili olduğuna nereden ve nasıl kanaat getirip neredeyse koca bir kitabın yarısında hiç tanımadığınız bizlerle ilgili teoriler ürettiniz? Kendinizi bir kaçakçı gibi düşünmeniz garip... Sayın Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk beni teşkilattan atmadı. Bir milletvekilinin oğlunu gözaltına aldığım için zamanın Başbakanı Ecevit MİT'ten başka bir teşkilata tayinimi istedi. Raporlu olduğum için tayinimi tebellüğ etmedim ve rapor bitiminde durumumun düzelmesi üzerine Teşkilat’daki görevime devam ettim. Acaba siz rahmetli Cumhurbaşkanımız Korutürk ile ailevi yakınlığım olduğunu biliyor muydunuz? Sizinle Paris'te çalıştığını belirttiğiniz ve 1988'de ziyaretine gittiğiniz teşkilat mensubu HT, namı diğer Hüseyin Bey'in hakkınızda ne rapor verdiğini bilemem. Ancak mesleğimin ilk yıllarında tanıdığım Hüseyin Bey'i tuhaf davranışları nedeniyle pek sevmediğimizi, sorgu bürolarında ışıkları kapattırıp mumlar yakarak korkutucu olma maskaralıklarının aramızda alay mevzuu olduğunu belirtebilirim. Bildiğim kadarıyla çok seneler önce teşkilattan ayrıldı ve boğazdaki havuzlu evinde yaşamaya başladı. Teşkilat'la hiçbir alakası kalmadı. Yıllar sonra Erel konusu ile ilgili olarak neden ona gittiğinizi anlayamadım. Yoksa siz hala onun MİT'de etkin bir görevde olduğunu mu sanıyordunuz? Paris'te beraber olduğunuz ve takdir ettiğiniz Galatasaraylı diğer kişi Hiram Bey'in ve benim çok yakın dostumuzdur. Geniş hayal gücünüzü bozmak istemem ama, eğer görüşebilirseniz Hiram Bey ve benim için yazdıklarınızın ne kadar saçma sapan, tutarsız olduğunu size daha iyi izah edecektir. Kim bilir belki bir diplomata yakışacak incelikle geç de olsa özür dileme nezaketini gösterirsiniz.


Evet, 40 sene önceki bir casusluk olayı ve tatsız yansımaları böyle. Yaptığınız görevin niteliği bazen canınızı yakıyor…