SON TV Yazıları: NECDET KÜÇÜKTAŞKINER Komisyon niye dikkate almadı, MİT neden savunmadı?
[ 31/1/2013 - 13:00 ]  By Mehmet Eymür  admin@atin.org

“12 Mart olayları sırasında 1972 senesinde Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) operasyonu yürüdü Türkiye'de. Bu operasyonu planlayan benim. Adı Şafak Operasyonu’dur.

SON TV Yazıları: NECDET KÜÇÜKTAŞKINER
Komisyon niye dikkate almadı,
MİT neden savunmadı?


Tarih 17 Mart 1997, yer TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu.
Komisyon Başkanı Refah Partisinden Nevşehir Milletvekili Mehmet ELKATMIŞ, Başkanvekilli Doğruyol Partisinden Van Milletvekili Mahmut YILBAŞ, Komisyon Sözcüsü Refah Partisinden Gaziantep Milletvekili Mehmet Bedri İNCETAHTACI, Kâtip Üye Anavatan Partisi İzmir Milletvekili Metin ÖNEY, Üyeler Refah Partisinden Karabük Milletvekili Hayrettin DİLEKCAN, Doğruyol Partisinden Tekirdağ Milletvekili Nihan İLGÜN, Anavatan Partisinden Sinop Milletvekili Yaşar TOPÇU, Demokratik Sol Partiden Aydın Milletvekili Sema PİSKİNSÜT, Cumhuriyet Halk Partisinden İçel Milletvekili Dursun Fikri SAĞLAR

Komisyon’un dinlediği kişinin adı ise Necdet Küçüktaşkıner. Avukat, 1966-1973 arasında görev yapmış eski bir MİT mensubu. Necdet anlatıyor:
“12 Mart olayları sırasında 1972 senesinde Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) operasyonu yürüdü Türkiye'de. Bu operasyonu planlayan benim. Adı Şafak Operasyonu’dur.




Bu Şafak Operasyonu’nu yürütürken İstanbul Bölge Sorumlusu Ferit İlsever'in karargâh olarak kullandığı evi tespit ettik. Bu karargâh, Hiller Samder Boyt adında Robert Kolej'de profesör olan İngiliz uyruklu şahsa ait.

Bu operasyon sonucunda İstanbul bölgesinde ve bütün Türkiye şamil olmak üzere, 266 eleman yakaladık; bu arada İngiliz'i de yakaladık. İngiliz'i aldık emniyete getirdik, gazetelerde yazdı...

Bu İngiliz'i, bize sorgulatmadılar. Yukarıdan kesin dediler. MİT'ten gelen emir, Ankara'dan kimin verdiğini bilemem. Bizim teşkilattan geliyor. 20 tane konsolosluk arabası geldi. İngiliz'i biz sorgulayamayınca o tarihte bu örgütün yabancı iltisaklarını tam tespit edemedik.

Bize sol örgütü yakala dediler. Biz, sol illegal örgütü deşifre etme çalışmalarına girerken altından İngiliz çıktı.

Ferit İlsever’in defterini ele geçirdik. Bu şifreli defterde, bugün, halen, medyada yer alan, elliye yakın insanın ismi vardı. Ankara 3 numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesi’nin Şafak Davası dosyasında mevcuttur bu şifreli defter, delil olarak orada mevcuttur.

Ondan sonra aradan seneler geçti, 1973 senesinde ayrıldım, avukatlık yapıyorum. 1978 senesi 15 Temmuzunda benim yazıhanem basıldı. Bu Ferit İlsever yazıhaneme geldi. 1978'de Aydınlık “Kontrgerilla” yayınını başlattı. Bu yayından önce bana geldiler ilk sayısının çıkmasından önce yazıhanemi bastılar resmen silahlı.



Bunlar silahlı bir örgüt değildir, onu hemen arz edeyim. Bunlar daha ziyade böyle yayın yoluyla falan yıpratma, provokasyonlar, işte hükümet, devlet devirme falan böyle işler yaparlar ve diğer örgütlerden farklıdırlar; bunlar hedef gösterirler, vurdururlar. Aydınlıkçılar bastılar. Bunlar böyle silahlar-milahlar koymuşlar geldiler.

"Beni tanıyor musun?", "Tanıyorum, seni tanımam mı Ferit İlsever otur" dedim. "Yok. İşte biz buraya... Sen bize işkence ettin, sen efendim kontrgerillasın, kimden emir aldın, kime emir verdin, bunları açıklayacaksın, bunları açıklarsan biz seni yazmayız gazetemizde" dediler.

Dedim "kardeşim, bu bir kere sizin saçmalığınız, böyle bir olay olmamıştır, ben kontrgerilla değilim, ben bir MİT mensubuydum. Sizin sorgularınızda bulundum, bunu da kabul ediyorum. Ancak, bu ithamlarınız saçmadır, bu talepleriniz de yersizdir; lütfen buyurun çıkın" dedim. Ertesi gün değil, aynı geceki Aydınlık Gazetesinde koca bir manşet attılar işkencelerde görev aldığımı, “işkenceci avukat Necdet Küçüktaşkıner” diye. Benim yazıhanemin, evimin resimleri, şahsımın yandan, önden çekilmiş filan, hedef olarak bizi ortaya attılar.

O tarihlerde MİT'ten bir iki arkadaş geldi; Tabii, ben de gittim anlattım, dedim böyle böyle adamlar geldi, 16 kişiyi yazacaklarmış teşkilattan, bunlar sorgularda bulunan veya tespit ettikleri 16 kişi...

Hatta MİT, bana biraz şey etti; “Niye böyle işkencelerde görev aldın falan”. Nuri Bey'di başkan, Nuri Gündeş. "Böyle şey mi olur?" gibi... Söylemedim, “Nuri Bey bunların hepsi uydurma, sizin hakkınızda kim bilir neler yazacaklar” diye. Nitekim 16.ncı olarak Nuri Bey çıktı. Nuri Bey'in resmi...

Ben hemen gazeteyi aldım, Nuri Beye gittim dedim "Nuri Bey, bakın, bana biraz şey gösterdiniz, kafanızda birtakım istifamlar belirmişti, bakın, sizin hakkınızda ne yazıyor." Nuri Bey hakkında altın kaçakçısı, İsviçre bankalarında bilmem ne hesapları... Sadece onun hakkında değil, 16 kişi hakkında neler neler yazıyorlar. Şimdi bakıyorum bu bizim hakkımızdaki bibliyografik bilgiler doğru, hepsi doğru; ama böyle bir sayfa bibliyografik bilgi, ana adı, baba adı, MİT'e hangi tarihte girmiş çıkmış, hangi görevde bulunmuş, tayini nereye olmuş, hangi devrede terfi etmiş bunların hepsi doğru. Ancak, altına, işte benim için işkencelerde görev aldı, öbüründe altın kaçakçısı, birisine affedersiniz homoseksüel, öbürüne bilmem ne... Herkese bir çamur atıyorlar. Yayın bu tarzda devam ediyor.

O tarihlerde, bizim bu örgütün, bu örgütü bir sol örgüt olarak biliyorduk, kafamızda bir İngiliz istifamı belirdi. Ben İstanbul'da Ferit İlsever'in şifreli defterini çözünce, zaten, bütün İstanbul örgütü çıktı. İstanbul örgütünün şeması vardı şifreli defterde. Ondan sonra, operasyon, Ankara'ya atladı, Doğu Perinsek, burada, bir çiftlik evinde çoban kıyafetinde yakalandı. 120 sayfa kendi el yazısıyla ifadesi vardır. Ferit İlsever'in 60 sayfa kendi el yazısıyla ifadesi var. Bu ifadelerin işkenceyle alındığı yalandır.

Bu örgütün içerisinde subaylar vardı. Subaylar muhtelif örgütlere katıldılar, sadece bu Doğu Perinçek'in örgütüne değil. Mesela 81 sanıklı dava, Sarp Kuray ve arkadaşları, Hikmet Kıvılcımlı grubu, bunlar ayrı tutuklandı, havacılar ayrı tutuklandı.

Benim operasyonumda da, Türkiye İhtilalci Köylü Partisi, bu örgüt içerisinde subaylar, teğmenler filan vardı. Doğu Perinçek'e selam veriyordu onlar, buyurun komutanım, buyurun başkanım diyorlardı, olay böyle.

Biz, kontr espiyonajcıydık, yabancı casusluk faaliyetlerine karşı koyma faaliyeti bölümünde çalışıyorduk. Ben, Hiram Bey, Mehmet Eymür falan... Bu operasyonlar başlayınca, bizi, destek güç olarak oraya aldılar, K bölümü, işte orada çalıştık, bu operasyonu da bana verdiler, öbür operasyonlar Türk Halk Kurtuluş Partisi Cephesi, Türk Halk Kurtuluş Ordusu vesaire...


Şimdi konuştuk, "benim kanaatimi sorarsanız, bu işin içerisinde çapanoğlu var, bunlar, yabancı bir istihbarat servisiyle temas halindeler; ancak, ben, bunu tam tespit edemedim " dedim. Ondan sonra çalışmalar başladı, bu kontrgerilla yayını üzerine, MİT birtakım ciddî çalışmalar yürüttü. Bu arada, bu çalışmalar yürürken, bunların istihbarat ağına, Turhan Çağlar adında bir emekli albay takıldı. Turhan Çağlar...

Gündeş Bey bunu iyi biliyor. Herhalde, çok iyi anlatmıştır. Turhan Çağlar, emekli bir albay ve Ankara'dan İstanbul'a gelmiş, burada, Odalar Birliğinde "Özel Sektör Enformasyon Bürosu" adında bir kuruluş kuruluyor. Bu büroyu yönetiyor.

Büronun ne iş yaptığı belli değil, paranın nereden geldiği belli değil, paranın nereye gittiği de belli değil.

MİT içerisinde iki şahıs Sabahattin Savaşman ile Turan Çağlar yakalanıyor. Albay Turhan Çağlar bir MİT mensubu değil, dışarıdan, MİT'le teması olan bir kişi ve söylendiğine göre, bizim, o tarihlerdeki bölge daire başkanımız Turhan Deniz'le yakın arkadaşmış. Bu özel sektör enformasyon bürosu, Uğur Mumcu'nun da tetkikatına uğruyor. Özellikle bunun üzerinde uğraşıyor Uğur Mumcu; araştırıyor ediyor, birtakım paralar sarf edilmiş, bu paraların nereye gittiğini ne yapıldığını tespit edemeden Uğur Mumcu çalışmalarını yarıda bırakıyor. Bu arada, Turhan Çağlar, yine o tarihte, zannedersen Nuri Beyle ilgili bilgileri verirken suçüstü oluyor. Aydınlık Gazetesine veriyor ve suçüstü olduğunda yanında Millî İstihbarat Teşkilatının içindeki bir adam var, ikisini birden suçüstü yapıyorlar. Bu adam, alınıyor, birtakım sorgulara tabi tutuluyor ve ondan sonra her ne hikmetse serbest bırakılıyor, hakkında hiçbir tahkikat yapılmıyor. Yanındaki MİT'çi Bülent Şekerkaya... Öldü, intihar etti. Birlikte suçüstü oluyorlar, İstanbul Fındıklı'da Set üstünde.

Sonra Turhan Çağlar serbest bırakılıyor. Birtakım oyunlar oluyor, burada bunun nereden geldiği bilinmiyor serbest bırakılıyor. Nuri Bey, bilmiyorum anlattı mı, bu işin üzerinde duruyor. Meğer, Turan Çağlar denilen adam, bizim biyografik malumatımızı, demin arz ettiğim biyografik malumatı adamları vasıtasıyla alıyor personelden ve Aydınlık Gazetesine aktarıyor. Aydınlık Gazetesine aktarıyor; ama, kendiliğinden aktarmıyor, CIA ile irtibatlı olarak aktarıyor. Yani, CIA, Aydınlık Gazetesini destekle diye Çağlar'a emir vermiş; Aydınlık Gazetesine veriliyor. Aydınlık Gazetesi bunları alıyor, kullanıyor, yazıyor, çiziyor, herkese bir yakıştırma yapıyor. Hatta Turan Çağlar, Aydınlık Gazetesinin merkezinde merkez komitesinden iki üç kişiyle beraber toplantılar yapıyor. Artık, işi bu derece ihtilal öncesi yozlaştırmışlar yani.

Bakınız, ben bunu ek olarak koydum. Şu nokta dergisi1993 senesi yıl, sayı: 36'dır. Bu dergi mutlaka her Türk vatandaşının okuması lazım, sağcısı solcusu, Alevî'si Sünnî'si, Türkü Kürdü, herkesin okuması lazım. Şu çok önemli belgedir. Bunu okuyunca herkes birçok şeyler öğrenir. Yabancı bir Millî İstihbarat Teşkilatının içerisine...

Bunlar çok detaylı şeyler; ama, çok sathi anlatmaya çalışıyorum. Bu adamlar bir şeyler yapmak istiyorlar. Burada bir ihtilal hazırlığı var. Turan Çağlar daha önce 27 Mayıs ihtilalinde de yer almış bir adam. Radyoevini işgal etmiş, ondan sonra radyoevi müdürü yapmışlar bunu, Turan Çağlar bu kişi. Daha sonra, bu tabii bırakılıyor, Ankara'dan birtakım adamlar geliyor, bir şeyler oluyor, bırakın bunu, bırakıyorlar ve bunun üzerinde duruyorlar. Bu adam neyin nesidir, fesidir, o tarihten sonra serbest bırakılıyor; ama, MİT kontrolü bırakmıyor bu adam üzerindeki ve neticede Turan Çağlar'ın Amerikalı Mark Lesın –yanılmıyorsam adında bir CIA ajanıyla suçüstü yapıyorlar Levent'teki bir evde. Buralarda, yer konusunda yanlışlığım olabilir.

Adam suçüstü oluyor, Amerikalılara, CIA'lilere bilgi verirken suçüstü oluyor, onlarda para alıyormuş 1000 dolar filan. İşte içimizdeki bir iki kişiye de -soysuz adamlar diyeceğim tabirimi mazur görün- para veriyormuş, orada bilgileri çalıyor, bunları Aydınlık Gazetesine aktarıyor. Bu arada şunu arz etmek istiyorum: Bu adamın CIA'dan aldığı talimat muvacehesinde Aydınlık Gazetesini desteklemesi bence ilgi çekici bir olaydır, Komisyonun dikkatini çekiyorum. Netice itibariyle, adam askerî mahkemede yargılanıyor, yargılanırken de ölüyor. 1980'den sonra; bu dosyada hepsi var.

Bu olaylar böyle devam ediyor. Ben olayların üzerine gittikçe, farkında olmayarak arı kovanına çomak sokmuşum. Ben CIA'yı kovalamıyorum, sol örgütü kovala diyorlar, ardından bu olaylar çıkıyor. Biz, sanki hassaten CIA'nın üstüne gitmişçesine bizim yakamız bırakılmıyor ve devamlı her provokasyonda, her destebilizasyon düğmesine basıldığında, işkenceci Necdet Küçüktaşkıner. İthamlardan bir tanesi de 1 Mayıs 1977 olaylarını benim yaptığım tarzındadır.

Bakınız, çok enteresan. Bir belge neşrediyor Aydınlık Gazetesi, bu dosyaya koydum, geçen gün Cumhuriyet Gazetesinde çıktı. Bu belgede deniliyor ki, bir başlık atmışlar, 1 Mayıs 1977 kanlı Taksim olaylarından onbeş gün önce işkenceci avukat Necdet Küçüktaşkıner'e ödenen 8 049 041 lira veya 51 lira. Necdet Küçüktaşkıner bu parayı alıp bu Taksim provokasyonunu tertipledi.

Şimdi, ben bunu Aydınlık Gazetesinde okuyorum, Millî İstihbarat Teşkilatı Ankara'ya telefon ediyorum Erkan Ersin diye bir arkadaş bakıyordu personel dairesine.

Dedim, bu yazı nedir, neyin nesidir? Doğru mudur, değil midir? Ben olmadığını biliyorum tabii de, Aydınlık Gazetesi böyle bir belge yayımladı; ben, bu belge nedir diyorum, sahte mi, değil mi diyorum, neyin nesidir diyorum. Belge yayımlıyor çünkü bir gazetenin başına bu kadar bir sayfa koyuyor. Bana verilen cevap şu oluyor: Deniliyor ki, bu belge, bu para, 8 049 051 lira bütün MİT mensuplarına ödenen şu sayılı kanun, şu tarihli Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü kararı uyarınca ödenen paranın yekûnudur ve bu paradan senin üç ay onbeş günlük fiili hizmetine karşılık sana düşen para 1617 liradır. Peki, niye 8 milyon benim zimmetimde gösteriliyor. Efendim, bunun altında, 8 milyonun altında "meyanında" kelimesi mevcut. Doğu Perinçek ekibi, Aydınlık Gazetesimeyanında kelimesini silmiş, tipeksle geçmişler üstünden, bunu yayımlıyorlar para senin zimmetinde gösteriliyor; yani, 8 milyonu ben almış oluyorum.

Kaldı ki, 8 milyon bana da verilse, böyle bir saçma sapan operasyonla Emekli Sandığına MİT yazacak, Emekli Sandığı bu parayı bana verecek, ben de gideceğim Taksim olaylarını tertip edeceğim; böyle bir kargaların gülebileceği bir olay.

Neticede, peki diyorum o zaman bana bir belge verin olayı açıklayıcı mahiyette. O tarihlerde deniliyor ki, MİT bu adamlarla Aydınlıkçılarla, Maocu diye geçer, yüz göz olmak istemiyoruz, bu nedenle hiç kimseye bir belge vermiyor ve açıklama yapılmasını da istemiyorlar. Ben diyorum ki, ben MİT mensubu değilim şu anda avukatım ve ben bu olaylar dolayısıyla, bu belge dolayısıyla halkın nazarında 37 kişinin katiliyim. Ben bundan son derece büyük bir azap duyuyorum. Bana işkenceci diyorlar, o kadar azap duymuyorum, 37 kişinin katili olmaktan, öyle bir katliamın sorumlusu olarak gösterilmekten çok büyük bir azap duyuyorum diyorum, bunu yapmayın.

Ayrıca, bu itham sadece bana değil, sizedir de. Siz niye açıklamıyorsunuz, siz açıklayın, ben rahat edeyim. Açıklamıyorlar, prensip kararı aldık açıklamayız, bana da belgeyi vermiyorlar ve ben MİT'le, teşkilatımla takışıyorum. O arada, benim bir belgeyi mutlaka alıp bir basın açıklaması yapmam lazım ve kanunî haklarımı kullanmam lazım, avukatım, hukukçuyum, böyle bir katliam meselesi...

Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne gittim. Girdim böyle sert bir şekilde Emekli Sandığı Genel Müdürü, dedim ki, kardeşim -adamın adını unuttum, belgede imzası vardır veya yoktur, zannedersem Tahsin Ağalı- ve bu olayı biliyorsunuz dedim, bu belge nedir? Efendim, bu belge siz buna bu kadar kıymet mi veriyorsunuz, biz bu belgeye gülüyoruz. Niye gülüyorsunuz beyefendim?

Kardeşim buna kargalar bile güler, 8 milyonu MİT sana vermiş, bizim teşkilattan vermiş, böyle şey mi olur? Yahu dedim, bu memlekette sen herkesi kendin gibi kültürlü sanıyorsun, beyni yıkanan insanlar var, örgüt mensupları var. Adamlar diyor ki, bu adam 1 Mayısı yapmış. Ben 1 Mayıs katliamının sorumlusu bir hedef haline getiriliyorum ve 1989 yılında da yazıhaneme bomba atılıyor bu yüzden, 1 Mayıs katliamının sorumlusu olduğumdan, o belgeyi de bu dosyaya koydum. Dev-Sol açıklama yaptı; işte 1 Mayıs katliamının sorumlusu Necdet Küçüktaşkıner'dir diye.

15 Temmuz 1978 yılında, ondan sonra bir seri yazı çıktı aynı Cumhuriyet Gazetesinde olduğu gibi, böyle beş altı 13 sayı beni yazdılar, sanki bütün MİT'in bütün faaliyetlerinin yegâne sorumlusu benmişim gibi, adamlar benim hakkımda devamlı yazıyorlar.

İstanbul Başkanı Galip Beye telefon ediyorum. Galip Bey, bakın, ben 1978 yılında 1 Mayıs katliamının sorumlusu olarak neşredildim, hedef gösterildim. O zaman bu bir Aydınlık Gazetesi yayınıydı. Bugün bütün medya bu olayı ele aldı. Son derece ciddî köşe yazarları Zülfü Bey gibi kişiler bu konuyu ele almış, yazıyorlar. Onun için, sizin teşkilat olarak bir açıklama yapmanız gerekir diyorum. Aldığım cevap şu oluyor: Biz, 1978 yılında açıklama yapmadık, şimdi açıklama yaparsak ne derler." Ne derlerse desinler kardeşim. Yani, MİT teşkilatı olarak siz nasıl böyle bir töhmeti sırtınızda taşımayı kabul ediyorsunuz, ben anlamıyorum dedim, böyle çirkin iftira ve ithama nasıl maruz kalıyorsunuz.

Şimdi bu gizli teşkilata, arı kovanına çomak sokmuşum, bu teşkilat, bu adamlar bizle uğraşıyorlar; olay bu. Bugün başımıza gelen olayların esas sebebi budur. Şu MİT belgesini de bana sonradan verdiler, Teoman Koman imzalıdır, bu paradan benim şahsıma 1617 lira düştüğü ve üç ay onbeş günlük fiili hizmetime karşılık bu paranın bana verildiğini açıklayan. MİT'e sual soruyorum, niçin açıklamıyorsunuz; Cevaben şunu da söylüyorlar. Diyorlar ki, biz bir müsteşarlığız, açıklama yapma yetkisine sahip değiliz, Başbakana bağlıyız. Başbakanlar da bugüne kadar hiçbir açıklama yapmadı.”



Necdet Küçüktaşkıner’in anlattıkları, hem ülkemizde halen de faaliyet gösteren Maocu bir örgütün kökü, hem de MİT’te görevini doğru yapan bir memurun yaşadığı trajedi açısından çok önemli. Komisyon üyeleri ise anlatılanlara pek önem vermemiş, raporlarında bile bu konuya hiç değinmemişler.

Necdet Küçüktaşkıner’e gelince, 2006’da Antalya’da geçirdiği bir trafik kazasından sonra, kendisine Maocu örgüt tarafından yapıştırılan 1977’deki “kanlı 1 Mayıs’ın tertipçisi” yaftasını silemeden hayatını kaybetmiş. Haberi veren gazetenin başlığı “İllegal işlere bulaşan MİT elemanının sonu.”

Necdet Küçüktaşkıner’in bahsettiği ve Perinçek’in illegal TİİKP örgütünün İstanbul’daki karargâhının bulunduğu evin sahibi İngiliz Profesör Hilary Sumner- Boyd ise, 1910 yılında ABD Massachusetts, Boston’da doğmuş, Boston, Oxford’da bir Hıristiyan kilisesinde özel eğitim almış. Türkçe, Yunanca, Almanca, Fransızca ve Latince biliyormuş.



ABD ve İngiltere’nin Sovyetler Birliğine karşı birlikte yürüttüğü bir istihbarat faaliyet olan İngiltere merkezli Troçkist Kızıl Bayrak” Birliğinin 238 Edgware Road Londra adresindeki merkezinin yöneticisi olan Hilary Sumner-Boyd, 1937 ila 1940 yılları arasında “İngiliz Trocki’yi Savunma Komitesi Sekreterliği” pozisyonunda da Necdet Küçüktaşkıner bulunmuş ve 1940’da Trocki’nin Meksika’da öldürülmesinden sonra İstanbul’a gelerek Robert Kolej’de Profesör olarak çalışmaya başlamıştır. Mao’cu örgüt ile ilgili hizmetini ihmal etmeden 35 yıl Robert Kolej’de görev yapan Sumner-Boyd, 06 Eylül 1976 tarihinde İstanbul’da ölüp Feriköy’deki Protestan Mezarlığına gömülmüştür.

Şimdi Susurluk Komisyonu’nun Yaşar Topçu, Fikri Sağlar, Hayrettin Dilekcan ve yaşayan diğer üyelerinden, Necdet Küçüktaşkıner’in anlattıklarına neden itibar etmediklerini, Küçüktaşkıner’in komisyona tevdi ettiği dosyanın içinde nelerin olduğunu ve halen nerede bulunduğunu sormak lazım. MİT Müsteşarlığımız ise Necdet Küçüktaşkıner’i yabancı istihbarat teşkilatlarının hizmetkarı olan karanlık örgütlerin kara propagandası ile baş başa bırakarak, bu örgütlere ve arkasındaki güçlere dolaylı bir şekilde yardım eden MİT mensuplarını (ölmüş olsalar dahi) ciddi bir şekilde araştırarak açığa çıkarmasının öncelikli ve tabii bir görevi olduğunu varsaymalıdır.