SON TV Yazıları: TÜRKİYE’YE BİÇİLEN ROL
[ 28/6/2013 - 01:00 ]  By Mehmet Eymür  admin@atin.org

Son günlerde herkeste bir tedirginlik var. Dostlarım “Acaba Türkiye İran gibi olur mu?” diye soruyorlar.

SON TV Yazıları: TÜRKİYE’YE BİÇİLEN ROL


Son günlerde herkeste bir tedirginlik var. Dostlarım “Acaba Türkiye İran gibi olur mu?” diye soruyorlar.

Türkiye İran Gibi Olur mu?

Son günlerde herkeste bir tedirginlik var. Dostlarım “Acaba Türkiye İran gibi olur mu?” diye soruyorlar. Ben bunun cevabı için Batı’nın ülkemize biçtiği rolün iyi tahlil edilmesi gerektiğine inanıyorum.

Daha önce “Yaşadığımız Günlerin Mimarları Ve Ilımlı İslam” başlıklı bir yazı yazmıştım. O yazıda daha 1990’lı yıllarda batı dünyasının ve de özellikle Amerika’nın günümüzün Türkiye’sine nasıl bir rol biçtiği belli oluyordu.




Laiklikle Barışmaktan Başka Çare Kalmıyor

O yazıda merhum gazeteci Ufuk Güldemir’in sorularını cevaplayan CIA Ortadoğu Dairesi eski Sorumlusu ve Büyük Ortadoğu Projesi Baş Mimarı Graham Fuller şöyle diyordu:

“Mısır'daki, diğer Arap ülkelerindeki İslâmî hareket, ‘İslâm tariktir’ diyor. Yani ‘yolumuz odur’ diyor. Bunu söyleyebilirler, ama bu kanıtlanmış bir gerçek değildir. Hele siyasi bir program hiç değildir.

Siyasi yaşama katılıp sanat, vergi, sağlık, eğitim, sanayi politikalarının spesifik hatlarını açıklamak zorunda kaldıklarında, lâiklikle barışmaktan başka çare bulamıyorlar. O zaman İslâm'ın arkasına saklanma imkânları kalmıyor. Somutlaşmak durumunda kalıyorlar. Somutlaşma da uzlaşmayı beraberinde getiriyor.

Eğer şiddete başvuran, devleti yıkıp İslâmî diktatörlük kurmak isteyen bir eğilim varsa ki bu çok olumsuzdur, o zaman demokratik devlet elbette güvenliğini sağlayacak adımları atar.

Zaten İslâmî harekâtın önündeki en büyük görev de inançları çağa uyarlamaktır. Diğer yandan İslâm'ın bir de özel yaşamda yeri var ki, o ayrı bir konu ve her zaman teşvik edilmeli. İster İslâm, ister Hıristiyanlık olsun, din birey yaşamındaki ahlâkî değerleri güçlendiriyor. Ama din siyasete soyununca o zaman gerçekçi bazı ‘tavizler’ vermesi gerekiyor.”

Başkan Clinton’a Göre Türkiye

Konuyu daha da berraklaştırmak için ABD Başkanı Bill Clinton’un 8 Kasım 1999’da Türkiye’yi ziyaret etmeden önce Georgetown Üniversitesi Herbert Quandt (BMW) Merkezinde verdiği konferans notuna bir göz atmakta yarar var.

“Türkiye'ye gittiğimde onlara 20. yüzyıl tarihinin acısıyla tatlısıyla Osmanlı İmparatorluğunun I. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında yıkılış tarzı ve Avrupalı güçlerin bu süreçte aldıkları kararlarla şekillendiğini anlatacağım.

İnanıyorum ki, önümüzdeki yüzyılda önemli ölçüde Türkiye'nin geleceğini, günümüz ve gelecekteki rolünü tanımlama tarzıyla şekillenecektir.

Zira Türkiye, Avrupa, Ortadoğu ve Orta Asya'nın tam kesiştiği noktada bulunmaktadır, dolayısıyla Türkiye, Avrupa'nın bir parçası olarak istikrarlı, demokratik, laik bir İslam ülkesi olma özelliğini koruduğu takdirde şüphesiz çok daha ümitli bir geleceğe kavuşuruz.”

Demokrat, Laik ve İslam

Gördüğünüz gibi Türkiye’ye biçilen rolde istikrarlı bir şekilde yürütülmesi gereken üç ana unsur vardır. “Demokrasi, laiklik ve din”. Bu unsurlar olmadığı veya demokrasi ve laiklik gibi unsurlardan biri veya birkaçı eksik olduğu taktirde, sadece iç güçlerin değil, dışarıdaki süper güçlerin de Türkiye’ye belli yöntemlerle müdahale edeceği kuvvetli bir varsayımdır. Nitekim son günlerde benzer müdahaleleri de görüyoruz.

Bu nedenle ben Türkiye’nin İran tarzı bir İslam devleti olabileceğini düşünmüyorum. Ancak son günlerde Cizre’den gelen PKK ile ilgili tatsız haberleri gördükçe, ABD Büyükelçisi’nin zamansız Güneydoğu seyahatini de dikkate alıp, Türkiye’nin bölünmesi ve istikrarı açısından derin endişeler taşıyorum. Bakalım bu tatsız oyun nereye kadar gidecek?