İngiliz Egemenliğinin Amiral Gemisi Rio Tinto
[ 3/6/2002 - 15:23 ]  By Galip Türkmen - Eti Holding Başmüfettişi  mustafa@eso-es.net

“Biz bor konusu Türkiye’nin en büyük rezervidir, yani, “Dünyanın en büyük re­zervlerine sahibiz” diye iddia ediyoruz, ama

İşbirlikçi Mantığı ve Kartele Terkedilen Bor Pazarı

“Bir bor konusu Türkiye’nin en büyük rezervidir, yani, “Dünyanın en büyük rezervlerine sahibiz” diye iddia ediyoruz, ama acaba bor satışları maden olarak değil, hammadde olarak değil, nihai mamul olarak satışlarının yüzde kaçına sahibiz? Yüzde 10’una yüzde 15’ine sahip miyiz? Ben zannetmiyorum; yani nihai mamul olarak, katma değeri ilave edilmiş olarak sahip değiliz. 1960’lı yılların sonuna doğru bu konu üzerine Planlamada eğildiğimiz zaman karşımıza bir büyük monopol sistem meydana çıktı. Üzerinde çok durduk, bu gün gibi hatırlıyorum, hatta bir takım anlaşmaya yaklaşmıştık. Şöyle bir anlaşma;

Hepinizin de bildiği gibi, “Amerikan Boraks” diye Kaliforniya’da bir grup, daha doğrusu Kaliforniya’daki rezervleri işleten grup, aşağı yukarı dünyanın o tarihlerde yüzde 80’ine sahip durumdaydı ve birtakım patentleri de var. Nihai mamulleri yapıyor. Pazarlaması gayet güçlü. O tarihlerdeki araştırmalarımızda, ya rakiplerine gidecektik, ya da onlarla bir ortaklık kuracaktık; yani monopol olacaksak, beraber monopol olalım diye düşündük. Bu şekilde bir anlaşmaya varma imkanı gözüktü, bu söylediğim 1970 yılına doğrudur. 1970 yılı dahil, bu yabancılarla dünyayı ikiye bölmek, Avrupa’yı ve Amerika’nın doğusunu Türkiye’den beslemek; Japonya, Uzakdoğu ve Amerika’nın batısını Kaliforniya’dan beslemek – ekonomik oluyor tabii, mesafeler bakımından ekonomik oluyor- böyle bir anlaşmaya varmak üzereydik; ama maalesef o zaman Türkiye’deki devletleştirme havaları, illa her şeyi biz yapacağız havaları bu gelişmeye mani olmuştur.

Tabii ileri ki yıllarda ülkemiz bunun sıkıntısını çok çekti, döviz yokluğunun ana sebeplerinden biri, bu politikaların 1970’li yılların başından itibaren uygulanamaması, özellikle 12 Mart’tan sonra uygulanmamasıdır.”

Bu sözler 21 – 22 Haziran 1990 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilen I.Maden Şurası’nın açılış konuşmasını yapan zamanın Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a ait.

Özal biliyor muydu bilinmez ama, bilinen şu ki, konuşmanın yapıldığı tarihte dünya bor pazarı, tam da düşündükleri gibi, ikiye bölünmüştü. Avrupa’yı ve Amerika’nın doğusunu Türkiye’den beslemek; Japonya, Uzakdoğu ve Amerika’nın batısını Kaliforniya’dan beslemek şeklindeki paylaşma aynen yürürlükte idi. Uzakdoğu’da en büyük pazar olan Japonya, US Borax tarafından beslenmektedir. Tayland ve Güney Kore Türk borlarına bırakılmıştır, ancak buraya satışlar Owens Corning’in alt kuruluşu olan American Borate Company (ABC) tarafından yapılmaktadır. Amerika’nın batısı US Borax tarafından beslenmektedir. Amerika’nın doğusu ve Avrupa, Türkiye’den beslenmektedir. Amerika’nın doğusuna satışlar; kendiside bor üreticisi olan, ABD’deki Billie, Boraxo, Millsite, Kathleen ve Sigma 17-20 bölgelerindeki bor madenlerinin sahibi, üretim yaptığı Billie madenini Türkiye’den ucuz hammadde temin ettiği için 1986 yılında kapatan American Borate Company/ABC, Pittsburg Plate Glass/PPG ve Kobitex aracılığı ile yapılmaktadır. US Borax, Rio Tinto’nun Londra kolu olan Rio Tinto Plc.nin alt kuruluşu Kennecott Holdinge bağlıdır. Sermayesinin %100’ü Rio Tinto’ya aittir.

Afyon Ticaretinden Kazanılan Para İle Kurulan Şirket

Rio Tinto, 1873 yılında Jardine Matheson firması tarafından kurulmuştur. Şirkette en büyük hisse Rothschild ailesine aittir ve İngiliz kraliyet ailesinin de hissesi bulunmaktadır. Jardine Matheson 1800’lü yılların başından itibaren Türkiye’den Çin’e “afyon” ticareti yapan bir firmadır. 1837 Paniği’nde diğer afyon tüccarları Russel ve Perkins firmalarının zor duruma düşmeleri ve Rothschildlere başvurmaları üzerine, Jardine Matheson, Russel Co ve Perkins Co birleştirilerek Rothschild ailesine ait J.P. Morgan denetiminde afyon karteli oluşturuldu. O yıllarda afyon ticareti serbestti ve en gözde ticari işti. 1839 yılında Çin ile İngiltere arasındaki Afyon Savaşı’nın Çin’in mağlubiyeti ile sonuçlanması üzerine Hong Kong İngilizlere bırakıldı. Burada, Rothschildler’in kontrolündeki Hong Kong Shangai Bank Corporation (HSBC) afyon ticaretini finanse etmeye başladı.

Jardine Matheson firmasının afyon ticaretinden kazanılan parası ile kurulan Rio Tinto, bu gün dünyanın en büyük maden firması olup, tek başına dünya maden üretiminde % 12.5’lik (27 milyar dolarlık) pay ile birinci sıradadır. İkinci sırada % 11’lik pay ile yine İngiltere merkezli Anglo American Corp., üçüncü sırada % 8’lik pay ile yine İngiltere merkezli Billiton/BHP gelmektedir. Tüm Türkiye’nin maden üretiminin dünya üretiminde % 0.9’luk bir paya sahip olduğu dikkate alınırsa firmaların büyüklükleri anlaşılır. Billiton/BHP firması Royal Deutch Shell’e ait olup, Shell ise Rothschild ailesinin kontrolündedir. Anglo American Corp.(AAC), Oppenheimer ailesinin kontrolünde olup, Rothschild ailesinin De Beers kanalıyla payı bulunmaktadır. AAC’nin % 45’i De Beers’e, De Beers’in % 34’ü AAC’ye aittir. Her üç firmada ayrıca kraliyet ailesinin payları bulunmaktadır.

Yukarıda sayılan üç firma ve diğer firmalarla birlikte İngiltere dünya madenlerinin yaklaşık % 50’sini tek başına kontrol etmektedir. Bu durum altın, gümüş, elmas gibi kıymetli madenlerde % 100’e yaklaşmaktadır. Türkiye’de altın, gümüş, trona, bakır, çinko, nikel, platonyum v.s. maden aramaları yapan ve yatırım için MAI, MIGA, Endüstriyel Bölgeler Yasa Tasarısı gibi düzenlemelerin yapılmasını bekleyen firmaların tamamı sonuçta İngiltere’de yerleşik firmaların kontrolündedir. Kanada ve Avustralya’da yerleşik maden firmalarının tamamı da bunların kontrolündedir.

Rio Tinto’nun, 2001 yılında eroinin serbest bırakılması için yürütülen lobi çalışmalarını parasal olarak basına yansıyan konulardandır. Avustralya’da bazı kiliseler bünyesinde oluşturulan Tolerance Room’larda (Hoşgörü Odaları) haftanın belli gününde, belli saatlerde isteyenlere düşük miktarda eroin enjekte edildiği, T-Room’ların masraflarını karşılayanlar ve lobi çalışmalarını destekleyenler arasında Rio Tinto’un da bulunduğu, diğer destekçilerin Westpacbank, ANZBank, NABank gibi Rio Tinto’nun kurumsal yatırımcıları olduğu, ayrıca Prens Charles’e ait Queen Truest firmasının da bu çalışmayı desteklediği belirtilmektedir.

Rio Tinto’nun Ortaklık Yapısı

CRA – RTZ birleşmesinden sonra Rio Tinto adını alan grup, iki ana merkezde toplanmıştır. İngiltere’de Rio Tinto Plc.nin, Avustralya’da Rio Tinto Ltd.nin merkezleri bulunmaktadır. Rio Tinto Plc.nin % 49’u Rio Tinto Ltd.e aittir. Diğer yatırımcılar Dodge&Cox Inc., State Farm Mutual, Sun Life Assurance (Rothschild), World Asset Management, Merrill Lynch (HSBC) Investment, Delaware Capital ve diğer firmalardır.

Rio Tinto Ltd.nin ortaklık yapısı ise Mayıs 2000’de aşağıdaki gibidir.

Tinto Holdings Australia Pty Ltd 47.39

Chase Manhattan Nominees Ltd 6.51

Westpac Custodian Nominees Ltd 6.30

National Nominees Ltd (NABank) 4.47

Citicorp Nominees Ltd 2.67

AMP Life Ltd 2.27

Queensland Investment Corporation 1.63

HSBC Custody Nominees Ltd 1.55

BT Custodial Services Pty Ltd 0.96

MLC Ltd 0.85

Perpetual Trustees Nominees Ltd 0.79

Mitsubishi Development Ltd 0.69

Permanent Truste Ltd 0.79

ve diğerleri. En büyük kişisel yatırımcı ise İngiliz kraliyet ailesidir.

Rio Tinto Ltd’in ortaklık yapısı oldukça ilginç. Şu anda Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı bankaların neredeyse tamamının hissesi bulunmaktadır. Chase Manhattan ile J.P. Morgan’ın birleştiği, Citicorp’un, Salomon Smith Barney, Citibank ve ABN Amro’ya sahip olduğu, HSBC’nin de aynı sermaye grubundan olduğu dikkate alındığında ülkemizin içine düşürüldüğü cenderenin boyutları anlaşılır. Bu bize finans sektöründe rekabetin olmadığını göstermektedir. Diğer sektörler incelendiğinde aynı durumun olduğu görülecektir. Rio Tinto/Comalco’nun % 30 hissesinin bulunduğu Queensland Alümina firmasına aynı zamanda Kaiser % 28, Alcan % 22 ve Pechiney % 20 hisselerle ortaktırlar. Yıllık 3.650.000 ton alümina üretim kapasitesi ile dünyanın en büyük alümina tesisine rakip dört firma ortaktırlar. Tesis hammaddesini Rio Tinto’nun Weipa Boksit maden ocağından temin etmektedir. Bu dört firmanın bir biriyle rekabet etmesi mümkün değildir.

Rio Tinto; Normandy, BHP, MIM, Newcrest, Hudson Conway, Westfield Holding, (7 milyar dolar cirosu var) National Australia Bank, (NABank) Mayne Nickless, Bankers Trust Australia, Westpac, Fosters Browing, Pasific Dunlop, Santoc Ltd., Quantas, Ford Motor Australia, Telstra firmalarını kontrol etmektedir. Ayrıca, Freeport McMoran, WMC, ARCO, Commenwealth Bank, Macquade Bank, Reylesbury Holding, Vodafone firmaları üzerinde büyük etkisi vardır.

Rio Tinto yönetiminin tavırları ve ILO standartları karşısındaki duyarsızlığı bir çok küçük hissedarının tepkisini çekmiş ve bu hissedarlar 2000 yılı Mart ayında örgütlenerek, yönetimi hesap vermeye ve ILO standartlarına uyulacağını açıklamaya davet etmişlerdir. Tinto Holding’den başka beş büyük ortak Chase Manhattan, Westpac, Citicorp, HSBC, National Nominees Ltd (National Australia Bank) yönetime destek açıklamışlar, böylece girişim sonuçsuz kalmıştır. Rio Tinto; Avustralya’da, çocuk işçi çalıştıran, çevre felaketlerine yol açan, eroinin serbest bırakılması için çalışan, vergi vermekten kaçınan, ayrılıkçı hareketleri destekleyen bir firma olarak tanınmaktadır. Bu manada Rossing Uranyum firmasındaki uygulamaları oldukça eleştiri almıştır.

Namibya’daki Rossing Uranyum firmasına İran Devleti ile birlikte ortak olan Rio Tinto, halen İran’ın nükleer hammaddesini temin etmektedir. İran’ın hissesi % 10’dur, Rio Tinto’nun % 67 hissesi bulunmaktadır. İsrail’in kurucusu ve finansörü olan Rothschild ailesine ait bir firmanın İran’a Uranyum temin etmesi düşündürücü bir durum.

Gözcü Gazetesi’nin 11.08.2001 tarihli nüshasında “Dehşet Verici Rapor” başlığı ile yayınlanan yazı dizisinin üçüncüsünde Rio Tinto hakkında; “Rio Tinto Mining Exploration adı bir zamanlar Trabzon Limanı’nın özelleştirilmesinde de geçer. Turgut Özal Hükümeti zamanında ünlü bir yahudi iş adamımız %50’si Avustralyalı, %25’i Amerikalı ortaklarına, %25’i kendisine ait bir şirket kurar ve Özal Hükümeti’nden Trabzon Limanı’nın işletim hakkını ister. Bu iş adamımız limandan hem maden ihracatı yapacak hem de Ermenistan Devlet Başkanı Ter Petrosyan’a verdiği sözü yerine getirerek Trabzon Limanı’nı Ermenistan’ın ithalat – ihracat kapısı haline getirecek. Ermeniler de soykırım iddialarından bir şekilde vazgeçecekler. Hükümetten onay alan bu iş adamımıza önce İstanbul basınından birkaç milliyetçi yazar tarafından, ardından Trabzon halkından büyük tepki gelir. Bu proje bir şekilde rafa kaldırılır. Bu yahudi iş adamımızın Amerikalı ortakları Ermeni lobisidir. Avustralyalı ortağı ise Rio Tinto’dur. Rio Tinto kısaca; İngiltere ve Avustralya’da merkezleri olan Siyonist bir şirkettir” ifadeleri yer almaktadır. Anlaşılan Rio Tinto, Türk-Ermeni probleminden (Asala’yı da hatırlayalım) faydalanmanın yolunu bulmuş, ancak Trabzon halkını aşamamış.

19. yüzyılın başlarında, House of Rothschild (Rothschild tröstü) ABD’de bazı yatırımlar yaptı ve kendine bağlı bankalar kurdu. Rothschildler’in ABD’de kurduğu bu bankaların ilki, The City Bank adını taşıyordu. 1812 yılında New York’ta kurulan banka, daha sonra National City Bank adını aldı ve 50 yıl boyunca da Moses Taylor tarafından yönetildi. Taylor 1882’de geride 70 milyon dolar bırakarak öldü ve yerine oğlu Percy geçti. Ertesi yıl, John D. Rockefellerlar’ın kardeşi William Rockefeller bankaya yüklü bir para yatırarak ortak oldu. 1891’de ise Rockefellerlar, Percy’i ikna ederek, onun yerine banka yöneticiliğine ortakları James Stillman’ın geçmesini sağladılar. James Stillman’ın da bir “Londra bağlantısı” vardı; babası Don Carlos uzun yıllar Rothschildlar’a hizmet etmişti. (Eustace Mullins, The World Order: Our Secret Rulers, s. 104-105) Bu firma şimdiki Citicorp’tur.

Osmanlı ve Rio Tinto

Rio Tinto’yu 1900’lü yılların ilk çeyreğinde Lord Denbigh kanalıyla İngiltere’nin çıkarları için Osmanlı yetkililerine Glascow projesini kabul ettirmeye çalışırken bulmaktayız. Bu dönem Chester/ABD, Glascow/UK gibi projeler ile Fransız ve Almanların demiryolu imtiyaz kavgalarının yoğun bir şekilde yapıldığı dönemdir. Osmanlı ilk dış borcunu 1854’de Palmer ve Goldshmildt’den almıştır. Kırım savaşını ise Rothschildler finanse etmiştir. Osmanlıyı yeteri kadar borçlandırdıktan sonra Rothschildler, Herzl’i, Sultan Abdulhamit’e göndererek, borçları silme karşılığında Filistin topraklarının yahudilere bırakılmasını talep eder, bu talep rağbet görmez.

Chester projesinin arkasında ABD’de yerleşik, Rothschild ve Warburg ortaklığı olan Kuhn Loeb & Co (şimdiki American Express) firması vardır. Ayrıca, Chester projesi kapsamında kurulan Ottoman American Development Company firmasının yönetiminde bir Rothschilds kuruluşu olan Wickers Armstrong firmasının Washington temsilcisi de bulunmakta idi. Bu proje daha sonra Atatürk tarafından çöpe atılır. Buna mukabil ABD senatosu 18 Ocak 1927 tarihli toplantısında Lozan Barış Anlaşmasını reddeder.

Yine bir Rothschilds kuruluşu olan Osmanlı Bankası, Almanlarla birlikte Bağdat demiryolunu finanse etmekte ve yeni imtiyazlar peşinde koşmaktaydı. Bir Rothschilds ajanı olan Gülbenkyan, Shell adına Osmanlı petrol alanlarının peşinde idi. Gülbenkyan başarılı oldu. Petrol imtiyazı daha sonra Irak Petrol Şirketi adını alan Türkiye Petrol Şirketine verildi. Amerika % 23.5, İngiltere % 23.5, Fransa % 23.5, Shell % 23.5 ve Gülbenkyan % 5 hisse aldılar. Bölge BM tarafından İngiltere’nin nüfuz alanı olarak ilan edildi.

Projeler ve imtiyazların temeli demiryolu inşasına dayanmakta ve yapılacak demiryolunun 20 km sağı ve solu demiryolunu yapacak firmalara imtiyaz bölgesi olarak verilmekteydi. İmtiyaz bölgesindeki madenler, petrol, orman envali, tarım alanları, tarihi eserler ve ören yerleri bu firmaların tasarrufuna bırakılıyordu. Amerikan misyonerler Anadolu ve Ortadoğu’yu karış karış taramışlar ve demiryollarının güzergahlarını belirlemişlerdi. Şu günlerde demiryolu projeleri gündemde olmadığından, benzer imtiyazları –YASED’in hazırladığı şekliyle, Maden, Çevre, İmar, Tabiat Varlıklarını Koruma kanunlarının geçerli olmadığı- endüstriyel bölgeler adı altında, lokal alanların emirlerine/egemenliklerine tahsisini sağlayacak şekilde, elde etmeye çalışmaktadırlar. (Hükümet tarafından hazırlanan yeni endüstri bölgeleri kanun tasarısı tehlikeli unsurları ihtiva etmemekle beraber, ilk hazırlanan tasarı niyeti ortaya koymak bakımından önem arz etmektedir. Yeni tasarı kanunlaştığı takdirde de yabancı sermayenin beklenen miktarda geleceği şüphelidir. Zira tasarı bekledikleri tavizleri içermemektedir.) Bu lokal alanlar tek tek belirlenmiş ve ruhsatlar alınmıştır. 100 yıl sonra aynı senaryo tekrarlanmakta, Türk’ün hafızasının zayıflığı bir kez daha tarihe dipnot olarak düşülmek istenmektedir. Dergilerinde “The Turk of The Town” şeklinde alaycı başlıklar atanlar tarihin tekerrür edeceğinden emindirler.

Türkiye ve Rio Tinto

Bor madenlerinin devletleştirildiği 1978 yılından önce Türkiye’deki bor madenlerinin % 80’ine Türk Borax adlı firması ile hakim olan Rio Tinto, Anatolia Mineral Development Ltd isimli firması ile bu günlerde ülkemizde altın, gümüş, bakır, çinko v.s. araması yapmaktadır. Bu firmaya Cominco’da ortaktır. Zengin altın rezervi buldukları belirtilmektedir. Ancak bu bilgilere ihtiyatlı yaklaşmakta fayda vardır. Rio Tinto ve diğer altın arayıcılar, ülkemizin içinde bulunduğu ve patronu olan bankalarca körüklenen krizden faydalanarak; “krize çare olarak işte altın, altın çıkarmak için yerli sermayenin gücü yetersiz, o halde yabancı sermayenin önünü açalım” şeklinde bir yaklaşımla önemli imtiyazlar elde etmek isteyebilirler.

Rio Tinto lobisi şimdilerde bu tezi ısrarla işlemekte ve toplumun önüne altın haritaları sermektedir. Bazı televizyonlar kamuoyu yapıcılığına soyunmuşlardır. Bazı madencilik kuruluşları bu lobinin sözcülüğünü üstlenmişlerdir. Hiçbirinin aklına Eti Gümüş’ün yılda 120 ton altın işletebileceği gelmemekte, çözüm olarak yabancı sermayenin önündeki engellerin kaldırılması önerilmektedir. Bu manada işbirlikçi sermaye de aynı koroya dahildir. Hazretlerinin çıkarları zedelenmesin yeter ki, vatanın bir parçası gitmiş ne önemi var. Bunlar çıkarları için yavru(vatan)larını bile harcarlar.

Her ne kadar Almanların altın konusunda engelleyici rolü açıkça ortaya konulmuş ise de dikkatlerden kaçan, bir Fransız kamu şirketi olan BRMG’nin Eurogold’daki çoğunluk hissesini Normandy firmasına devrettikten sonra tesisin deneme üretimine başlamış olmasıdır. Üretime başlayış ile eş zamanlı olarak, Alman vakıflarının engelleyici rolü deşifre edilmiştir. Osmanlı petrol bölgelerinin paylaşımı için sergilenen oyunlar şimdilerde Türkiye'nin altın ve bor madenleri için oynanmaktadır. Benzer şekilde ittifaklar kurulmakta, ittifaklar bozulmaktadır.

Rio Tinto’nun Rio Tur firması ile de ülkemizde trona aramaları yaptığı ve Ankara/Kazan’da trona rezervi tespit ettiği belirtilmektedir. Türkiye’de önemli miktarda altın sahası kapatan Eldorado Gold firması Anglo American Corp’a (AAC) aittir. Eurogold isim değiştirerek Normandy olmuştur. Ana firma Normandy Posseidon’un kontrolü Rio Tinto ve AAC’dedir. Altın fiyatları, her gün, iki kez İngiltere’de City’i bulunan Rothschild Bank tarafından belirlenmektedir. Hammadde temin ettikleri ülkelerden hiç birisi gelişmişlik seviyesini yakalayamamıştır.

Rio Tinto’nun GAP projesi kapsamında yapılan Ilısu barajında, Balfour Beatty firması ile birlikte hissesi bulunmaktadır. Buradaki hissesi kendi faaliyet alanı ile ilgili olmayıp İngiltere’nin Ortadoğu politikaları muvacehesindedir. Balfour Beatty’nin alt kuruluşu PacifiCorp firmasının Soma ve Orhaneli Termik santrallarının işletilmesi ihalesini aldığı bilinmektedir.

US Borax’ın Geleceği

Rio Tinto’nun kendi açıkladığı bilgilere göre elinde en fazla 20 yıllık bor rezervi kalmıştır. Boron’daki yataklarda açık ocak işletmeciliği yapma imkanı kalmadığı, cevherin toprakla karıştığı, kapalı ocaklardan yapılacak üretiminde oldukça pahalı olduğu bilinmektedir. Rio Tinto, Arjantin’deki bor yataklarından üretimi durdurmuştur. ABD ise üretime en fazla 10 yıl daha müsaade eder ve kalan bor rezervini stratejik rezerv ilan ederek üretimi durdurur. “Yirmi Katırlı Takım” ile başlayan macera da yirmi satırlı ferman ile sona erer.

Bu durumda Rio Tinto/US Borax’ın önünde iki çözüm bulunmaktadır. Ya yeni bir bor rezervine sahip olacak ya da bor madenine alternatif bulacaktır. Yeni bir bor rezervine sahip olabilmesinin en kestirme ve etkili yolu Türk bor madenlerine sahip olmaktır ya da pazarlamasını tamamen kontrol altına almaktır.

Bunun için de;

1. Öncelikle bor madenlerinin özelleştirilmesi sağlanmaya çalışılmış, bu hususta öyle hızlı davranılmıştır ki, ilgili Bakan’ın dahi haberi olmadan, 2840 sayılı kanun yürürlükte iken Eti Holding, Özelleştirme İdaresine devredilmiştir. Ancak, hükümet daha sonra durumun farkına vararak ve kamuoyunun yoğun tepkisini dikkate alarak özelleştirmeye devir kararını iptal etmiştir. Bu yöntemden sonuç alınamamıştır. Rio Tinto’nun, Quiborax’ı alma yönünde girişimlere başladığı belirtilmektedir.

Bundan sonra ise,

2. Bor madenlerinin devlet eliyle işletileceğini hüküm altına alan 2840 sayılı yasa değiştirilmeye ya da en azından, bu hususta kamuoyunun hassas olduğu dikkate alınarak, kanun hükümleri battal hale getirilmeye çalışılacaktır.

3. 2840 sayılı kanun ile Eti Holding’in tasarrufuna bırakılan bor sahalarının ruhsatları çeşitli gerekçelerle iptal edilerek bir müddet sonra Rio Tinto’nun eline/kontrolüne geçecek şekilde üçüncü kişi veya kuruluşlara aktarılmaya çalışılacaktır. Bu yöntemde en önemli argümanları, bor havzalarındaki diğer madenlerin işletmeye açılması şeklinde olacaktır. Milli hisleri de okşayan bu yaklaşım, Eti Holding’in dışındaki kuruluşlar için nedense sergilenmemektedir. Rio Tinto’nun doğrudan veya dolaylı olarak üzerinde olan ruhsat sahalarındaki madenlerin yıllardır niçin işletmeye açılmadığı, işletmeye açılmamasına rağmen niçin ruhsatların iptal edilmediği sorgulanmamaktadır.

4. Rio Tinto ile aynı sermaye grubuna dahil olup, Eti Holding’den bu güne kadar hiç bor almamış ya da çok az bor ürünü almış diğer şirketlerin ihtiyaçlarının çok üzerinde taleplerle gelmesi sürpriz olmayacaktır. Yüksek miktarda ve uzun süreli bağlantılarla ürün talep eden yeni aracılar ortaya çıkacaktır. Böylece USBorax/Rio Tinto’nun üretimden çekilmesi ile doğacak boşluk kendi çıkarlarına uygun olarak doldurulacaktır.

5. Türk borlarını ele geçirme operasyonunda Rio Tinto’ya en ucuza mal olacak yöntem, Eti Holding veya Eti Bor A.Ş.nin halka açılmasını sağlamaktır. Bunun için de mevcut ekonomik kriz gerekçe gösterilecektir. (Danıştay’ın 26.05.1999 gün 1999/66 Esas ve 1999/93 Karar sayılı kararı ile Eti Holding’in Anonim Şirket olarak yapılandırılmasının ve Eti Bor A.Ş.’nde özel şahıs hissesinin bulunmasının hukuka aykırı olduğu tespit edilmesine rağmen, halen hukuka uygun bir yapılanmaya gidilmemesi dikkati çekmektedir.) Bu şirketlerin halka açılması sağlandığında gerisi kolay. Nasıl olsa FinansKapital’in tecrübesine sahip olan Rio Tinto, % 10’luk hisse ile şirketin tamamının nasıl kontrol edileceğini çok iyi bilmektedir. Hatta, kendisi hiç ortada gözükmeden de Türk borlarını ele geçirebilir. Bu durum ileride tröst suçlaması ile karşılaşmaması bakımından gereklidir de. Önemli bor ve trona üreticisi olan NACC ve Lardarello benzer bir operasyonla kontrol altına alınmıştır.

Rio Tinto, halen dünyanın en önemli bakır üreticilerindendir. Fakat bu güne kadar, özelleştirilmek amacıyla birkaç kez ihaleye çıkarılan Karadeniz Bakır İşletmelerine dönüp bakmamıştır bile. Onun ilgisi bor, trona ve altın rezervlerinedir. Rio Tinto’nun, İngiltere’deki merkezinde Türk borlarının özelleştirilmesi ile ilgili olarak ayrı bir birim oluşturduğu ifade edilmektedir. Yukarıdaki tahminlerden başka yol ve yöntemler geliştirmeleri de beklenmelidir.

Bor madenine alternatif ürün geliştirme hususunda yoğun bir çalışma yürütülmektedir. Trona madeninin bor yerine kullanılması için çalışmaları halen devam etmektedir. Owens Corning’in borsuz fiberglas üretme çalışmaları ve deterjan üretiminde borun trona ile ikame edilmesine yönelik gayretler ancak bu şekilde anlamlı hale gelmektedir. Alternatif ürün kısmen bulunsa bile, gelişmeler bor ürünlerine olan talebin süratle artmakta olduğunu, kullanım alanlarının çoğunda alternatifinin bulunmadığını göstermektedir. Bu durum da, Rio Tinto’nun Türk borlarını ele geçirme hususunda daha radikal davranmasını zorunlu kılmaktadır.

US Borax, Owens Lake Operation adlı firması ile uzun zamandır trona üretmektedir. (http://www.borax.com/ nonflashsite/company/news_051199.html) Eti Holdinge verdiği yazılarda trona üretiminin olmadığını belirten Rio Tinto, 1993 yılından bu yana Beypazarı trona madenlerinin işletmeye açılmasını engelleme gayreti içinde girmiştir. Bu yatırımı engelleyemez ise kendisi kontrol altına almak istemektedir. Trona’nın en çok tüketildiği Avrupa’ya en yakındaki tek doğal soda yatağının Türkiye’de olması bu cevheri stratejik hale getirmektedir.

Rio Tinto’nun Arkasındaki Güçler

Alman ve İngiliz firmalarının ortaklıklarının arkasında, Rothschild, Oppenheimer ve Goldschmild ailelerinin Frankfurt kökenli aileler olmaları yatmaktadır. Daha sonra İngiltere’ye göçen bu ailelerin soyağaçları 1600’lü yılların başında Oppenheimer ailesinde birleşmektedir. 1700’lü yılların sonunda Rothschildler daha güçlü olmuşlardır. Ancak bu ailelerin bir çok gelişmiş devletten daha fazla ekonomik gücü elde etmeleri ve korumaları pek mümkün görülmemekte ve bu şirketlerdeki İngiltere kraliyet ailesinin payının varlığı, bu ailelerin arkasında Birleşik Krallığın (İngiltere) olduğunu düşündürmektedir. İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın ve Büyükelçiliklerinin bu firmaların işini takip etmesi bu düşünceyi kuvvetlendirmektedir. Rio Tinto’ya karşı Avustralya’da ciddi bir muhalefet vardır ve bunlara göre; Rio Tinto, İngiliz egemenliğinin “Amiral Gemisi”dir.

1970’li yılların başında Rusya’ya bor sevk edildiği gerekçesi ile Çanakkale çıkışında bor yüklü gemilere el konulur. ABD kanalıyla yapılan bu el koyma işinin Rio Tinto’nun isteği üzerine olduğu açıktır. Rio Tinto’nun, Bilderberg, Mont Pelerin, RIIA/Chatham House ve CFR’yi finanse eden kuruluşlar arasında olduğu çeşitli yayınlarda yer almaktadır. ABD, Türk borlarına Rusya’ya gidiyor diye el koyarken, aynı yıllarda hammaddesi bor olan fiberglas tesisleri, ABD’de yerleşik Owens Corning firması tarafından SSCB ülkelerine kuruluyordu.

SONUÇ

Türk borları dünyada oldukça yaygın kullanılmaktadır. Ancak pazarlama büyük oranda aracılar eliyle yapıldığından Eti Holding’in payı daha düşük gözükmektedir. 1978 yılında yapılan devletleştirmenin hemen ardından 1983 yılında sahaların eski sahiplerine iade edilmeye çalışılmasının yarattığı tereddütler, daha sonra eski ruhsat sahiplerinin sürekli bu yönde baskı yapmaları, icranın başı olan hükümetin/hükümetlerin Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliklerinden olan Devletçilik ilkesine soğuk bakması, 80’li yıllarda esen ve halen devam eden özelleştirme rüzgarları bor madenlerinin ülke ekonomisine azami katkıyı sağlaması için radikal kararlar alınmasını engellemiştir. Özal Hükümeti tarafından 1986 yılında hazırlatılan Morgan Planı’nda, borlar tüm özkaynakları ile birlikte, ilk etapta özelleştirilecek madenler arasında sayılmaktadır. Etibank/Eti Holding, bir yandan bu şekilde baskı altına alınarak başarısızlığa mahkum edilirken diğer yandan da kıyasıya eleştirilmiştir. Zaman zaman bu eleştirileri haketmek isteyen yöneticiler iş başına getirilmiş olsa da alınan mesafe küçümsenemeyecek kadar önemlidir.

Her şeye rağmen Türk borları ile ilgili olarak bu güne kadar yapılan en iyi tasarruf devletleştirme olmuştur. Devletleştirme öncesinde durum oldukça vahimdir, ülkenin elde ettiği gelir 230 milyon doların çok çok altındadır ve Türk bor madenleri de Borax Consalidated Limited kanalıyla Rio Tinto’nun kontrolündedir. Devletleştirme ile en azından üretim millileştirilmiştir. Bunun olumlu sonuçlarını görmek için Kırka, Bandırma, Emet ve Bigadiç’i görmek yeterlidir. Dünyanın en büyük rezervlerine sahip olduğumuz Pomza ve Perlit madenlerinin içinde bulunduğu acıklı durum dikkate alındığında borlardaki devletleştirmenin önemi kendiliğinden ortaya çıkar. Büyük oranda yabancı firmaların kontrolüne geçen perlit sahalarından 17 dolara perlit ihraç edilmektedir. Bu madenler süratle devletleştirilmeli ya da en azından ANSAC benzeri bir ihracat sistemi oluşturulmalıdır.

İlginçtir, yerli bir grup var ki, ısrarla borların millileştirilmesini savunmaktadırlar. Borlar (maden veya pazarlama) kendilerine (üç,beş kişiye) verilirse millileşmiş olacak, milletin malı olan bir devlet kuruluşunda kalırsa milli olmayacak!... Milli kavramının şahısların menfaati ile özdeşleştirildiği dahiyane ve yeni bir tanımla karşı karşıyayız. Son yüzyılda özel sektör olarak bir tane dahi uluslararası marka ve firma oluşturamadıysak da, milli kavramının profanlaşmış, globalleşmeye de uygun yeni şeklini dünyaya armağan ederek, bilime bir nebze de olsa hizmet etmenin gururunu yaşayabiliriz. Gelecek nesiller de bizimle öğünürler. (Bor’un İngilizcesi Boron’dur. US Borax müseccel markalı ürünlerinde Türkçe olan bor kelimesini kullanmaktadır. Timbor, Biobor, Solibor gibi. Etibor markası tüm kullanıcılar tarafından benimsenmiştir.)

Bor pazar yapısı bu şekilde ortaya çıkınca niçin özel sektörün işletemeyeceği daha iyi anlaşılacaktır. Pazarlama da özel sektör eliyle yapılamaz, çünkü rakip firma oldukça güçlü olup, dışarıda özel sektör firmalarına satış yaptırmazlar. Rio Tinto/US Borax bor teknolojisi konusunda çok önemli mesafeler almış, patentler elde etmiştir. Bu durum pazarın yapısından kaynaklanmaktadır. Pazar rakibin kontrolünde ve aracılar eliyle oluşunca, Eti Holding’in koruyacak müşterisi olmadığından, teknoloji geliştirmesi de gerekmemektedir. Bu kısır döngü içinde Rio Tinto’nun peşinden gitmek zorunda bırakılmıştır. 233 sayılı KHK kıskacında, memur mevzuatı ile üretimden pazarlamaya kadar tüm aşamalarda basiretli bir tüccar gibi davranarak, uluslararası pazarda yer edinmeye çalışılmaktadır.

Eti Holding müşterileri ile doğrudan görüşmeler yapabilecek personele ve ihracat tecrübesine fazlası ile sahip olup bu firmaların Türkiye’de ayrıca temsilci bulundurmasına gerek yoktur. Bilhassa iktidara göre değişen firma temsilcileri, pazarlama politikasının ülke menfaatleri yönünde geliştirilmesinin önünde ciddi bir engeldir. Her yeni temsilci fiyatın bir miktar daha düşürülmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca, kurum ile müşteriler arasına kalın bir duvar çekilmektedir. Son yıllarda pazarlama konusunda atılan küçük ama doğru adımlar aracıları ve rakipleri telaşlandırmıştır. Bu doğru adımları kurumun özerkleştirilmesi takip etmelidir.

Rio Tinto yatırım yapacağı ülkelerin Üniversiteleri ve bilhassa madencilik kuruluşları ile iyi ilişkiler kurar, buralardaki öğretim üyelerine, ihtiyacı bulunmasa dahi, araştırma projeleri verir ve kendisine bağlar. Dolaylı olarak finanse ettiği enstitüler, vakıflar, dernekler kurdurur. Yaptığı masraflar kendisine lobi desteği olarak döner. Bu ülkemiz için de böyledir. Rio Tinto, liberal felsefenin yaygınlaşması için faaliyet gösteren Mont Pelerin Topluluğu’na büyük oranda destek vermektedir. Bu topluluk aynı zamanda Globalleşmenin fikir babası olarak bilinmektedir. Rio Tinto için Çin ve Türkiye’nin ayrı bir önemi vardır. Bu bağlamda ülkemizdeki bazı üniversitelere ve buralardaki öğretim üyelerine projeler vermek suretiyle yardımda bulunduğu bilinmektedir.

Uluslararası firmalar, faaliyet gösterdikleri ülkelerdeki madencilik derneklerine, vakıflara ve enstitülere yardım yaparak yürüttükleri lobi faaliyetlerini artık yeterli görmediklerinden, daha güçlü desteklere yönelmişlerdir. Bu destekler şimdilik MAI ve MIGA olarak karşımıza çıkmaktadır. Rio Tinto ve benzeri uluslararası firmalar GATT çerçevesinde Dünya Ticaret Örgütü’nün güçlü korumasına yönelmişler, daha doğrusu bu korunma ihtiyacı Dünya Ticaret Örgütü’nü doğurmuştur. Bu tür bir örgütlenmenin felsefi alt yapısını oluşturmak için Mont Pelerin Topluluğu (uzantıları Liberal Düşünce Toplulukları), Aspen Enstitüsü gibi entellektüel kulüpleri, siyasi alt yapı için CFR, Bilderberg, RIIA gibi kuruluşları kullanmışlardır.

GATT, MAI ve MIGA gibi uluslararası hukuk normlarını oluşturduktan sonra sıra bu anlaşmaların uygulanmasını sağlayacak tahkim kuruluşları ve güvenlik kuvvetlerinin yapılandırılmasına gelmiştir. Tahkim yoluyla alınan kararlar ve Dünya Ticaret Örgütü’nün kararlarını cebri olarak uygulayacak herhangi bir güvenlik gücü oluşumu halen sağlanamamıştır. Bu firmaların, bir birinden çok farklı yönetimlere sahip değişik ülkelerdeki yatırımlarını ve oldukça büyük meblağlara ulaşmış olan sıcak paralarının ülkeler arasındaki hareketini güvenlik altına alacak yeni ve global bir güce ihtiyacı bulunmaktadır. Global ekonominin, global hukuku oluşmuş, sıra global güvenliğin sağlanmasına gelmiştir. Bunun için de global güvenlik gücüne ihtiyaç vardır. Bu nasıl sağlanacaktır? Ekonomik gerekçelerle ve firmaların ihtiyacı var diye böylesine bir askeri oluşuma uluslararası toplum rıza göstermez. Global bir tehdit icat edildiğinde ve uluslararası toplum, global terör ile yeterince uyarıldığında global komutanlık oluşturulabilir. Bu gün de olanlar bundan farklı değildir. Bu sağlandığında artık liberal felsefe de rafa kaldırılacaktır.

Bu çalışmada madencilik alanındaki dünyanın en büyük şirketi olan Rio Tinto, bor madenleri merkeze alınarak incelenmiştir. Rio Tinto ve Finans Kapital’e dahil şirketlerin diğer madenlerde -kamu kuruluşlarının elinde olanlar hariç- büyük bir hakimiyeti bulunmaktadır. Türk özel sektör madenciliğinin sermaye, teknoloji ve bilgi yönünden zayıf olduğu bilinen bir husustur. Devlet kuruluşları ise başta Eti Holding olmak üzere oldukça iyi bir bilgi birikimi ve teknik iş gücü kapasitesine sahiptir. Bu kuruluşlar Marakeş sürecinden çıkarılıp, siyasetten arındırıldıkları ve özerklikleri yönünde gerekli hukuki düzenlemeler yapıldığı takdirde başarılı projelere imza atabilirler. Yabancı sermaye ise girdiği ülkelere teknoloji getirmeyi bırakın, vergi dahi vermeden işletmecilik yapma yollarını aramaktadır. Hammadde ihracı ile kalkınmış hiçbir ülke bulunmamaktadır.


Neslimiz 150 milyar doların üzerindeki borç ile gelecek nesillere hiç de iyi bir miras bırakmamaktadır. Buna bir de çevre felaketlerine yol açan yabancı şirketler, bu şirketlere verilmiş ve uluslararası kuruluşların garantisindeki uzun sureli ruhsatlarla adeta işgal edilmiş bölgeler eklendiğinde torunlarımız ve onların çocukları elbette bizi hayırla anmayacaktır. Günümüzü kurtaralım diye yarınları satarsak, Çanakkale’de Kocatepe’de, Dumlupınar’da bizler için kendilerini feda edenlerin de kemikleri sızlayacaktır. Bundan yabancı sermayeye karşı olunduğu anlamı çıkarılmamalıdır. Ancak güçlü ekonomiler için faydalı olan yabancı sermaye, zayıf ekonomiler için yıkıcı bir etkiye sahiptir. Yabancı yatırımcıların fazlaca ürkek olması nedeniyle oldukça fazla taviz istemesi de doğası gereğidir. Bu tavizler verildiğinde ise geleceğin ipotek edileceği açıktır. Ayrıca, uluslararası şirketlerin, asıl sermayenin sahibi olan ülkelerin dış politikalarının birer parçası olduğu gerçeği de dikkatlerden ırak tutulmamalıdır. Son zamanlarda bu tür şirketlerin bir çoğunun devletler üstü –dolayısıyla toplumlardan bağımsız- organizasyonların çıkarlarına hizmet eder hale geldikleri konusu tartışılmaktadır. Global ekonomi milli ekonomileri, global hukuk milli hukukları ve global güçler milli güçleri tehdit etmektedir. 80 yıl sonra neslimiz tarihi bir tercih yapacaktır.

Anadolu Türk İnterneti, sizlerin olumlu, yapıcı yazılarınıza herzaman açıktır. Atin'de yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı lütfen bize iletin. Açık kimliğinizi veya takma bir ismi kullanabilirsiniz. Görüş ve düşüncesi ne olursa olsun, seviyeli bir şekilde yazılmış yazıları yayınlayacağımızdan şüphe duymayın.  ATİN