"Yaşasın Adalet" Diyebilmek...
[ 25/3/2002 - 00:04 ]  By Atin  anadolu@atin.org

Tam işlemeyen, kişilere, kişilerin makam ve mevkilerine göre değişen bir adalet sistemine "Yaşasın Adalet" demek mümkün mü?

Tam işlemeyen, kişilere, kişilerin makam ve mevkilerine göre değişen bir adalet sistemine "Yaşasın Adalet" demek mümkün mü?

Tabii ki değil.

Susurluk'tan bahsediyoruz.

Demek "Susurluk" adını verdiğimiz "Devletin en üst kademesindeki yöneticilerden, sokaktaki serseriye kadar uzanan; "uyuşturucu, cinayet, gasp, tehdit, şantaj" yumağının sorumlusu; bir emekli Yarbay ile bir Polis Müdürü ve birkaç polis memuruymuş.

Bunlar yargılanıp hapse girince "Susurluk" pisliği de temizlenmiş ve konu kapanmış oldu...

Şu anda cezaevinde olanlardan iki kişiyi iyi tanıyorum. Korkut Eken ve İbrahim Şahin.

Kader birliğimiz olan Korkut bir zamanlar kardeşim kadar yakındı. Daha önce ondan bahsederken şöyle yazmıştım:

"Korkut Eken esasında geçmişi başarılı bir "Özel Harp" veya yeni adı ile "Özel Kuvvetler Komutanlığı" subayı. Evi, aldığı başarı madalyaları ve ödüllerle dolu. Çok iyi bir ailesi var. Hepsi pırıl pırıl, düzgün ve vasıflı insanlar. Eken iyi bir silah uzmanı, iyi de nişancı. Bir arkadaşının elindeki elmayı 25-30 metreden vurabilecek kadar iyi. Bu "elma tutma" sırasında bir kaç ufak kaza olmuş ama, astları, yürekleri atsa da Korkut emrettiği zaman o elmayı tutmak mecburiyetindeler. O aynı zamanda, paraşütçülük, kayak, dalgıçlık gibi özel eğitimler de görmüş, ABD'de "rehineli harekat" gibi özel kurslara da katılmış bir kişi."

Evet bu kadar güzel vasıfları bir araya toplamış bir kişinin şu anda cezaevinde bulunması gerçekten üzücü.

Polis Özel Timlerinin ilk kurucularından, eski Özel Harekat Daire Başkanı Emniyet Müdürü İbrahim Şahin'i de görev dolayısıyla tanıyorum.

Onun için de geçmişte şunları yazmıştım:

"Şahin ve kazada ölen Hüseyin Kocadağ, esasında bu ülke için bir şeyler yapmış, kanlarını akıtmış insanlar. Pırıl pırıl, gurur duyulacak bir mazileri var. Bizce onlar "bu vatan için hakikaten bir şeyler yapanlardan" ama, sonra, devletin gücünü kendi güçleri gibi görme gafletine düştüler, para hırsına kapıldılar. Keşke fazlaya tamah etmeyip de o güzel mazileriyle kalsalardı. Vatan için bir şeyler yapmış olmak, kimseye suç işleme hakkı vermiyor, vermemesi lazım."

İBRAHİM BABAT - İTİRAFCIŞimdi geriye dönelim ve önemli bir ifadeye, PKK itirafcısı İbrahim Babat'ın el yazısı ile yazılı 11 sayfalık ifadesinden bir bölüme yer verelim.

Önce İbrahim Babat kim ona bakalım.

Kod adı Mete. PKK itirafçısı. 1967'de, Suriye'nin Kamışlı kazasında doğan İbrahim Babat, 1984'te PKK'ya katılmış.

1988'de 15 kişilik bir grupla Botan bölgesinde çalışmaya başlayan Babat Örgüte güvenini yitirince kaçmaya karar vermiş ancak Suriye sınırına giderken konakladığı köyün korucubaşısı tarafından yakalanarak jandarmaya teslim edilmiş.

Binbaşı Ahmet Cem Ersever tarafından sorgulanan Babat'a PKK'ya karşı mücadeleye katılması için teklifte bulunulmuş.

İbrahim Babat, "Deşifre edilmemesi ve herhangi bir çatışmada ölü olarak gösterilmesini" şart koşmuş. İsteğinin zamanın Asayiş Komutanı Hulusi Sayın Paşa tarafından kabul edilmesi üzerine devlet için çalışmaya başlamış.

Buraya kadar her şey normal. Bu tip faaliyetlerde işin içinden gelmiş örgüt üyelerini kazanmak mücadele açısından çok önemli.

Sıkıntı amacın rayından çıkmasından kaynaklanıyor.

Devlet hizmetini kendi anlatımından dinleyeceğimiz Babat, daha sonra Türk vatandaşlığına geçmiş ve 1993 yılında İstanbul'a yerleşerek tahsilat işlerine girmiş.

1997'de İstanbul Kadıköy'de silahlı çatışmaya katılan İbrahim Babat, ortağı Süleyman Ülger'i öldürmeye teşebbüsten aranırken, ilişkisini hiç kesmediğini söylediği Yalova İl Jandarma Alay Komutanı Arif Doğan'ın odasında yakalanmış.

Yargılama sonunda 17 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılmış. 7 yıl ceza alacağı vaadine rağmen 17 yıl 6 ay hapis verilince önce Başbakanlık Teftiş Kurulu müfettişlerine, sonra da İstanbul DGM Başsavcılığı'na itirafta bulunmuş. İtirafları Kutlu Savaş'ın hazırladığı "Susurluk Raporunun" 10 numaralı eki olarak Mesut Yılmaz'a teslim edilmiş.

Şimdi Babat'ın itiraflarından bazı bölümlere göz atalım.

"... JİTEM birlikleri içinde teröre karşı başarılı çalışmalarımız olmakla birlikte açığa çıkmamış ve gizli kalmış ve bugün de devleti sıkıntıya sokan bazı keyfi, hukuk dışı, pis uygulamalar olmuştur.

Teröre karşı mücadelede çok yararlı istihbarati bilgiler getiren Hacı Ahmet Zeyrek ve Mehmet Bayar adındaki sivil vatandaşlar -ki bunlar ülkesini, devletini seven insanlardı- mantıklı hiçbir gerekçe öne sürülmeden faili meçhul bir şekilde katledildiler.

Hacı Ahmet Zeyrek'i 1988'de Silopili Lokman Gündüz'e öldürttüler. Mehmet Bayar ise 1990 yılının başında çok kirli bir yöntemle imha edildi.

Bayar'ın eline istihbarat gizli servislerinin kullandığı orijinal bombalı bir çanta verildi. İdilli bir avukatla randevu alındı.

Mehmet Bayar'a 'Avukatın yanına bu çantayla gideceksin, görüşme esnasında çantanın kolundaki düğmeye basacaksın, ses kayıtlarını alıp bize getireceksin' dendi.

Gerekli izahat yapıldıktan sonra Bayar'ı bir arabayla avukatın bürosunun yakınına bıraktık.

Mehmet Bayar, arabadan indikten sonra daha büroya varmadan düğmeye basmış olacak ki, çanta infilak etti.

Bunda esas amaç görüşmedeki bilgileri almak değil Mehmet Bayar'ı yem olarak kullanıp kendisiyle birlikte avukatı da imha etmekti. ...

... Yine 1989 yılında Kasrik Boğazı'ndan Gija Şanlı'nın yeğeni olan Hurşit, örgüte (PKK) adam kazandıran birileriyle randevulaştığını ihbar etti.

Beraber gittik, sözü edilen şahıs iki kişiyle birlikte geldi. Üç orta yaşlı vatandaşı aldık, merkeze getirdik, sorguladık. Bu vatandaşların örgütle herhangi bir bağını tespit edemedik.

Meğer bize bu vatandaşları ihbar eden Gija Şanlı'nın yeğeniyle bu vatandaşlar arasında kan davası varmış. İhbar bu nedenle olmuş.

Bunları serbest bırakmayı düşündük fakat, Şanlı'nın yeğeni JİTEM yetkililerine 'Eğer bunlar serbest bırakılırsa güvenliğimiz tehlikeye girer' dedi.

Bunun üzerine Şanlılar'ın hatırı için suçsuz yere üç vatandaşı Nusaybin, İdil arasında infaz ederek araziye attık.

Bu infazlardan hemen sonra bilgi almak için Asayiş Komutanı, kurmay başkanı Albay Kuru'yu Silopi'ye gönderdi. Gereken bilgileri verdik.

Bize bu çalışmalar için bir miktar para verdi. Üç vatandaşın ölümüyle ilgili 'Sakın kimse duymasın, aramızda kalsın, devam edin' talimatlarını verdikten sonra ayrıldık.

... 1989 yılında JİTEM subayları tarafından bize Irak kökenli, Türk vatandaşlığına geçmiş ve vatani görevini Antalya Jandarma Alay Komutanlığı'nda yapan Mehmet Maho Gevdan'ı (Mehmet Kılıç) alıp getirmemiz söylendi.

Ben, astsubay Şaban Bayram ve Niksarlı Erol adında bir asker, birlikte Antalya'ya gittik. Alay komutanıyla görüştük. Zaten bizim eleceğimizden haberdardı. Alay komutanına 'Biz bu şahsı alıyoruz ancak geri getirmeyebiliriz, ifadesini aldıktan sonra infaz edebiliriz' dedik.

Mehmet Kılıç'ı nasıl alacağımızı kararlaştırdıktan sonra, alay komutanı yanımızdan tabur komutanını aradı. 'Yarın Mehmet Kılıç'ı çarşı iznine çıkar' diye talimat verdi.

Biz de kendisini sabahtan nizamiye kapısında bekledik. Hacı Süleyman Gündüz adını kullanarak Mehmet Kılıç'ı nizamiyeden aldık. Arabaya bindirip kelepçeledik ve Silopi'ye götürdük.

... Mehmet Kılıç eskiden KDP'nin üst düzey bir sorumlusu olduğundan, Iraklı yetkililer tarafından JİTEM'den istenmiş ve karşılığında yüz bin dolar vaadedilmişti.

Cem Ersever o dönemde bir aylığına Zaho'da (Kuzey Irak) irtibat subaylığı görevi yapıyordu.

Mehmet Kılıç bu para karşılığında onun sıkı ilişkide bulunduğu Irak yetkililerine teslim edildi.

Vatani görevini yapan bir Türk vatandaşı para karşılığında satıldı.

Bu paranın tahminen otuz bin doları alındı. Diğer kısmının alınmadığını daha sonra duydum.

Bu olaya karışan yüzbaşı İsmail (Toprak) kısa bir süre sonra şüpheli bir şekilde nöbetteki bir asker tarafından öldürüldü. Bu sıradan bir kazadan çok planlı bir cinayetti.

...1990 yılında JİTEM'de bazı köklü değişiklikler oldu. Asayiş Bölge Komutanlığı'na Hikmet Köksal Paşa, JİTEM'in başına da Veli Küçük Paşa (o zaman albay) getirilmişti.

1990 yılında yakalanıp serbest bırakılan bazı itirafçılar asker kimliğiyle JİTEM Grup Komutanlığı'na alınmıştı.

Bütün asker itirafçıların bir araya toplanması düşünülüyordu. JİTEM'den bana bu itirafçıların sevk ve idareleri için görev çağrısı yapıldı.

Önce kabul etmedim. Daha sonra Hikmet Köksal Paşa araya girince, bazı kaygılarım olmasına rağmen, paşaya güvenerek Diyarbakır'a gittim.

Bu arada JİTEM çatısı altında illegal bir oluşuma gidildi. Diyarbakır ve çevresinde PKK'yla ilişkili olduğundan şüphelendiğimiz hemen herkesi infaz yetkimiz vardı.

Bu insanları yakalayıp, suçu varsa tesbit edip adalete teslim etmek yerine faili meçhul bir şekilde öldürmeyi bir yöntem olarak benimsemiştik. Bizden istenen buydu, bu tarzda talimat alıyorduk.

Bu grup içerisinde eski itirafçılardan Ali Ozansoy, Hüseyin Tilki, Abdülkadir Aygan, Hayrettin Toka, Recep Tiril, Adil Timurtaş ve eski Tikko'cu Fetih adındaki kişiler vardı.

Antalya'da PKK tarafından öldürülen Numan kod isimli Selahattin Görgülü bizim grubumuzun istihbaratçısıydı.

Örgütle ilişkilidir tarzında bize gösterdiği ve getirdiği kişilerin hepsini değişik dönem ve zamanlarda infaz ettik.

Bismil'de benzinci Talat'ı, Diyarbakır - Bismil yol kavşağında bir vatandaşı aynı gerekçelerle infaz ettik.

Batman'da iki kişiyi birini evinden, diğerini evin önünden alarak Batman, Silvan arasında infaz ettik. Yine Hazro'da bir vatandaş infaz edildi. Bu çalışmalar beş ay sürdü.

Yine o dönemde Selahattin Görgülü'nün verdiği istihbarat doğrultusunda bir şahsı Celil kod isimli Aytekin Özel binbaşıyla Abdülkadir Aygan birlikte infaz ettiler.

... 1991 yılı içinde JİTEM grubu olarak gerçekleştirilen bazı bombalama olaylarını izah etmek istiyorum.

Aytekin Özel binbaşının getirdiği istihbarat sonucunda Kızıltepe'de bir vatandaşın Toros binek arabasını bombaladık.

Yine Diyarbakır merkezinde, Diyarbakır Baro Başkanı'nın arabasını Aytekin binbaşı, Abdülkadir'le birlikte bombaladı. Patlamadan sonra polisler bunları yakaladı. Ama daha sonra binbaşı ve itirafçı olduğunu görünce serbest bıraktılar.

... Mehmet Kılıç'ın para karşılığında Irak'a teslim edilmesi bir dergide yayınlanıp MİT tarafından soruşturma konusu olunca, görev yerlerimiz değiştirildi.

O dönemde JİTEM grup komutanı olan Arif Doğan geldi, beni Silopi'den Diyarbakır'a götürdü. Batman JİTEM komutanını çağırarak beni yeni görev yerim olan Batman'a gönderdi.

1991 yılından Ersever'in öldürüldüğü güne (4 Kasım 1993) kadar Jandarma İstihbarat Grup Başkanlığı'nca kurulan, sadece itirafçıların bulunduğu ekibimiz bir dağılma süreci yaşadı. Bu sürede boşta kalan bazı arkadaşlarımız değişik işler için kullanıldılar.

... Yukarda belirttiğim olay, yüzbaşı İsmail'in kaza süsüyle öldürülmesi, üç vatandaşın suçsuz yere öldürülmesi beni de olumsuz etkilemişti. Teşkilata olan güvenim sarsılınca Batman'da 15 gün kaldıktan sonra adeta kaçarak kimseye haber vermeden İstanbul'a geldim. O sırada zaten Türk vatandaşlığına geçmiştim.

... 1997 yılında yakalanana kadar JİTEM'le bazı dostluklarımız dışında sınırlı ilişkim oldu. Eski ekipten albay Arif Doğan, yüzbaşı Sinan Yaşar gibi arkadaşlarla ilişkilerim son Bodrum olayına kadar (Sun Club'tan 40 bin dolar haraç alınması) devam etti.

... Terörle mücadele adı altında oluşturulan JİTEM birlikleri daha sonra kendi amacından saparak hukuk dışı bir yapıya büründü.

Bu devletin verdiği yetkiler teröre karşı mücadele yerine bugün bile devleti töhmet altına sokan bazı çeteleşmelere, kirli işlere ve rant kavgasına dönüşerek adeta devletin kontrolünden çıktı. Teröre karşı mücadele rant kavgasına dönüştü.

Devletin yetkilileri kişisel çıkarları için, faili meçhul infazlara ve haksız uygulamalara karıştı.

Vicdanen rahatlamak için, devleti zan altından kurtarmayı esas alarak, hiçbir baskı altında kalmadan özgür irademle bu açıklamayı yapıyorum."

Evet, öldürdüğü insanların sayısını dahi hatırlayamayan bir "devlet görevlisinin..!" ifadelerini okudunuz.

İbrahim Babat'ın da ifade ettiği gibi olayın özü "Terörle mücadele adı altında oluşturulan asker-polis-sivil karışımlı bazı birimlerin, amacından saparak hukuk dışı bir yapıya bürünmesi, olayın çeteleşmeye, kirli işlere ve rant kavgasına dönüşerek devlet kontrolünden çıkması ve terörle mücadele ile ilgili görevlilerin kişisel çıkarlar için faili meçhul infazlara ve haksız uygulamalara karışmasıdır."

Sizi ürperten bu ifadelerdeki olayların sadece İbrahim Babat ve çevresi ile sınırlı kaldığını sanmayın. Devlet arşivleri, mahkeme klasörleri benzeri binlerce dosya ile dolu.

Bu olayların geçmişte kaldığını ve artık olmadığını da sanmayın. Pek fazla bir şey değişmedi.

Peki, İbrahim Babat'ın ifadesinde bahsi geçen görevlilerle ilgili ciddi bir soruşturma ve işlem yapıldı mı?

Bildiğimiz kadarıyla yapılmadı.

Bunları okuduktan sonra, "Susurluk" sanığı olan birkaç kişinin cezaevine girmesine "Yaşasın Adalet" diyebilir misiniz?

Korkut Eken ve İbrahim Şahin "çete oluşturmaktan" mahküm oldular.

Peki, "daha hesabımız bitmedi" diye etrafa tehditler savuran milletin vekili Mehmet Ağar...

Esas çete reisi o değil mi?

Siz "iki Mehmet'in kavgası" diye olayı şahsileştiren ve sulandıran yazarlara bakmayın.

Adam ben bildim bileli hep bu işlerin içinde.

Bir değil yüzlerce çeteyi idare ediyor.

Bütün meslek hayatı kanunsuzluklarla dolu...

Korkut Eken ve İbrahim Şahin'in bir suçu varsa onun suçu dosyalara sığmaz.

Eğer bir ülkede, yolsuzluk, ahlaksızlık ve kanunsuzluk en yukarılardan başlayıp aşağıya doğru gidiyorsa, bununla mücadelenin de en yukarılardan başlaması gerekir..

Bu ülkede yargılanamayan, veya yargılansa dahi bir şey olmayanlar yaşadığı müddetçe "Yaşasın Adalet" demek zor.

Korkut Eken, İbrahim Şahin ve arkadaşları, Mafya şefi Çakıcı'ya "yerini değiştir" diye mesaj yollayan, o istedi diye devletin kritik bir makamında çalışan görevliyi tertiplerle görevinden alan, mafya şefi istedi diye banka satan, onu televizyonlara çıkartıp muhaliflerine sövdürten, çetelerle mücadele görüntüsü altında çetelerle işbirliği yapan Mesut Yılmaz ve Eyüp Aşık gibilerinden daha mı suçlu?

Üsttekiler elini kolunu sallayarak gezerken alttakilerin cezaevinde olması bizi vicdanen rahatsız ediyor..

Ya siz?

Siz "Yaşasın Adalet" diyebiliyor musunuz?


Belki yeni "Susurluklar" olmaması için ciddi tedbirler aldıktan sonra bir af ile cezaevindekileri de bırakıp, pisliklerle dolu "Susurluk" yumağını tarihe maletmek ve yeni bir beyaz sayfa açmak; "Yaşasın Adalet" diyemeyeceğimiz yarım yamalak bir adalet olgusundan, daha doğru olacak.