Mete Bey'in Günlüğü 05 - Yarım Kilo Eroin
[ 29/10/2001 - 11:00 ]  By Atin  anadolu@atin.org

Mete Bey, İstanbul’daki bürosunun bahçesinde azgın Doberman köpeği ile oynuyor, ancak onun damarına basmamaya çalışıyordu. Bir kere hışmına uğramış, her tarafı paralanmıştı. Deli deliyi görünce çomağını saklar misali artık onu kızdırmamaya dikkat ediyordu

Mete Bey, İstanbul’daki bürosunun bahçesinde azgın Doberman köpeği ile oynuyor, ancak onun damarına basmamaya çalışıyordu. Bir kere hışmına uğramış, her tarafı paralanmıştı. Deli deliyi görünce çomağını saklar misali artık onu kızdırmamaya dikkat ediyordu.

O gün, 23 Kasım 1983, hava bir hayli soğuktu. Soğuk ve akşamüstü olmasına rağmen, batmaya hazırlanan güneşin ışıkları, bulutsuz ve parlak gökyüzünden bahçeye vurmuştu.

Muhafız gelerek bir gözü Doberman’da, fazla yaklaşmadan, “Özel telefondan Ufuk Bey arıyor” dedi.

Mete Bey Doberman’ı tel örgülü yuvasına kapayıp odasına gitti. Telefonun ahizesini eline almadan ses kayıt cihazının yeşil ışığının yanıp yanmadığına baktı. Cihaz otomatik kayda geçmişti.


Kötü Haber
Karşılıklı hal hatır sorduktan sonra Ufuk, kötü haberi verdi. İsviçre’deki adamları Tayfun, malzemelerle birlikte yakalanmıştı.

Ufuk anlatıyordu:

“Tayfun İsviçre’ye iltica talebinde bulunmuş. Sözde Ülkücü geçinen ve Eyüp’lü olduğunu öğrendiğimiz ve benim tanımadığım Çelik isimli bir kişi onu yakmış. Ben devamlı olarak Tayfun’a yukarı çıkacağın gün bana haber ver sana takviye yollayayım diye ikaz etmiştim. Bir süredir bir birimizle görüşemedik. Ben beklemede iken yakalanma haberi geldi.

Olay şöyle olmuş. Ülkücü olduğu için Tayfun’un ayak işlerine bakan Çelik, İsviçre’ye yapmış olduğu iltica talebini bekliyormuş. Duyuma göre yakalanmış. Fakat benim tahminim satış yaptı. Ve malzeme dolu bir çantanın kendisine Tayfun tarafından verildiğini ifade ile ismini ve evini vermiş.

Polis baskın yapmış, Tayfun’da misafir kalan dört arkadaşını yakalamış ve sorguya almışlar. Fakat Tayfun’un evinde bir şey bulunmadığı için dört arkadaşını serbest bırakmak zorunda kalmışlar. Ancak Tayfun, Çelik “çantayı Tayfun getirdi” dediği için tutuklanmış. Ben yarın İsviçre’ye gidiyorum. Olayı tam manası ile orada öğrenmeye çalışacağım, size bildiririm.

Çelik burada kalırsa biz onun işini bir süre sonra bitireceğiz ama şimdilik ortalık durulsun diye bekliyorum. Duyduğumuza göre, İsviçre polisi Çelik’in iltica talebini hala kabul etmemiş. Herhalde öldürülebileceğinden dolayı böyle bir riske girmek istemiyorlar. Bunu Türkiye’ye gönderecekler. Ben size geri gönderileceği zamanı bildireceğim.

İsviçre’ye gidişimin diğer bir sebebi de, bir duyuma göre malzemenin hepsi yakalanmamış, kalanını geri getireceğiz.

Bu arada biz, ara sokaktakini etüt ettik, onun işini bitireceğiz. Siz merak etmeyin. Bir şeye ihtiyacımız yok, Allah razı olsun. Ben sizi devamlı ararım. Siz de beni geçen sefer temas kurduğumuz atölyeden Ömer’i arayarak temas kurarsınız. İsviçre Ostaad’daki hedefi şimdilik unutalım, oraları durulur durulmaz sıraya koyarız”

Mete Bey’in canı sıkılmıştı. Operasyon tehlikeye girmişti. “Gelişmelerden beni haberdar et” deyip telefonu kapattı.


Ufuk beş gün sonra tekrar aradı. İsviçre’ye gidip gelmiş, Fransa’ya dönmüştü.

Mete Bey’e, “Tayfun’la görüşmem mümkün olmadı. Kesin olmamakla birlikte, şu andaki verilere göre, Çelik Taşan ihbarcı durumunda. Tahkikata devam ediyoruz. Biz buradaki ara sokakta olan hedefle ilgili her şeyi tamamladık. Yalnız önemli bir nokta var, bunun otosunda alarm var mı bilmiyoruz.” dedi.

Mete Bey, “Otoyu sarsın, ayrıca binerken herhangi bir anahtarı açıp, kapamadığını kontrol edin” diye cevap verdi.

Telefonu kapadığında Mete Bey’in aklı hala İsviçre’de yakalanan malzemelerdeydi. Olayın büyük bir sıkıntı yaratmamasını diliyordu. Malzemenin kaynağını tespit edemedikleri sürece olay çok önemli değildi ama aksi olursa ortalık karışırdı.


Hedefe Kitlendik
Mete Bey 5 Aralık 1983 günü İstanbul’daki bürosunda, gözü telefonda bekliyordu.

Telefon çaldığında saat tam 09:25’di. Telefonun çalması ile birlikte ses kayıt cihazının yeşil lambası da yanmıştı.

Ufuk - Selam. Ben Ufuk.

Mete Bey - Merhaba Ufuk.

Ufuk - Dün akşam hediyeyi AT’ın (Ara Toranyan) –aracına koyduk. Neticeyi bekliyoruz.

Mete Bey - Elinize sağlık. Haber alır almaz beni ara.

Ufuk - Tamam

Saat 10.30, telefon yeniden çalıyor.

Ufuk - Selam

Mete Bey - Selam

Ufuk - Radyo haberine göre Toronyan patlamada yaralı olarak kurtulmuş. Yanında bulunan karısının ise ağır yaralı olabileceği belirtiliyor. Detaylı bilgi için televizyon yayınının başlamasını bekliyoruz. Haber alır almaz bildireceğim.

Mete Bey - Elinize sağlık. Kutluyorum. Aman dikkatli ol. Yabancı kulaklar olabilir. Detaya lüzum yok.

Ufuk - Tamam. Tekrar arayacağım.

Saat 14.30. Ufuk Fransa’dan tekrar arıyor:

Ufuk - Benim

Mete Bey - Merhaba

Ufuk - Televizyonu izledik. Olayı verdi. Otomobilin ön tarafı tamamiyle hasar görmüş ama maalesef AT kurtulmuş. Hala şokun etkisinde. Konuşmakta zorluk çekiyor. Kulakları işitmiyormuş.

Mete Bey - Aman sakın şu aralık olmadı diye üzülüp ikinci bir teşebbüste bulunmayın. Sakin olun.

Ufuk - Tamam merak etmeyin.

Ufuk ertesi gün tekrar aradı. Olayın istendiği şekilde sonuçlanmamasına çok üzüldüğünü söyledi. Hedefe iki kalıp monte etmişlerdi. Nasıl olup da netice alamadıklarını anlayamıyordu.

Mete Bey onu teselli etti, moral verdi. Şahsı ve teşkilatı adına teşekkür ederek “Merak etme, Allah’ın izni ile mutlaka kati sonuçlar alacağız” dedi.

Ufuk hayli rahatlamıştı.

Esasında Mete Bey de, Ara Toranyan’ın kurtulmasına bir hayli sıkılmıştı. “Demek daha yaşayıp göreceği varmış” diye düşündü.

Gerçek adı Jean-Marc Toranian olan Ara Toronyan, 1954 doğumluydu. Marksist - Leninist çizgideki MNA (Ermeni Milli Mukavemeti) örgütünün Fransa’daki en aktif ve önde gelen isimlerinden biriydi. Aynı zamanda örgütün yayın organı Ray Baykar (Ermeni Savaşı) dergisinin de editörüydü. Türklerle mücadelede şiddetten başka bir alternatif bulunmadığı görüşünü taşıyor, davalarına politik bir çözüm bulunmazsa, şiddet eylemlerinin tırmanabileceğini açıkça ifade ediyordu.

Bu Toronyan’ın aynı yıl içinde yaşadığı ikinci suikast teşebbüsüydü. 21 Mart 1983 tarihinde de benzer bir olay yaşamış, ondan çok ucuz bir şekilde kurtulmuştu.

Ermeni kız arkadaşı olduğu halde evine giderken otomobilinin altından sarkan bir paket, çevredeki bazı kişiler tarafından fark edilmiş, ikaz edilmesi üzerine arabayı terkedip polise haber vermişti.

Otomobilin altındaki bombayı etkisiz hale getirilen polis, “fevkalade bir mekanizma ile hazırlanan 700 gramlık plastik patlayıcı kalıbın telinin kopmasının, patlamayı engellediğini” belirtilmişti.

MNA bu eylemde “Faşist Türk rejiminin gizli servislerini” suçlamış, ancak resmi makamlar ve Fransa’nın önde gelen basın kuruluşları olayın, “Ermeni terör örgütleri arasındaki sürtüşme”ye de dayalı olabileceğini yorumlamışlardı.

Nitekim Toronyan, olaydan bir kaç ay önce ASALA’yı desteklemekten vazgeçtiklerini açıklamış, Fransız polisi de Toranyan’ı, Hamo Moscovian’a yönelik suikast teşebbüsüyle ilgili olarak sorgulamıştı.

Mete Bey, “Bakalım bu şanslı çekirge kaç kere sıçrayacak?” diye düşündü. Yine de Ufuk ekibi iyi çalışıyordu. Daha tanışalı 2 ay bile olmamıştı. Bu bile başarı sayılırdı.


Gümrükçü'nün Örgütü
Onlarla tanışana kadar kaç kapının ipini çekmişlerdi iyi bir organizasyon kurmak için. Mete Bey defalarca İstanbul – Ankara – Avrupa arasında mekik dokumuş, her türlü imkanı değerlendirmeye çalışmışlardı. Tabii ki tercihleri milliyetçi Türk’lerdi.

Havayolu şirketleri, bankalar, basın ajanslarının hepsinin listeleri çıkarılmış, çeşitli temaslar yapılmıştı. Hatta Avrupa’daki tanınmış bir basın ajansının sahibi gazeteci Gök Sipahi’yi Haziran ayında İstanbul’a davet edip Nuri Baba ve Selim Albay’la birlikte uzun uzun görüşmüşlerdi.

Mete Bey “Yine de bütün gelişmeleri Gümrükçü’ye borçluyuz” diye düşündü. Öyle ya Ufuk ekibi dahil örgütlenmede en büyük işlevi Gümrükçü üstlenmiş, onu Türkmen Konur, Oral Delik, Ahmet Tevfik Kesensoy, Ramiz Dolgun, Enver Tor Taş, Mehmet Şen Er, Ali Kısaırmak, Üzeyir Bayrak, Bedri Ateşe, Rifat Yıldırı, Kerim Er Çetin, Karanlık Rafet, Oduncu Velican gibi milliyetçi gençlerle tanıştırmıştı.

Gümrükçü becerikli bir elemandı. Ayrıca Ufuk kadar olmasa bile, Ülkücü gençler ona da “Reis” muamelesi yapıyorlardı. Gümrükçü, Türkiye’den bir sürü prosedür ve zorlukla temin ettikleri patlayıcı maddeyi ve diğer malzemeyi Avrupa’dan daha kolay temin ediyordu. Tabii ki parasıyla.

Mete Bey kendi kendine “Gümrükçü bu patlayıcıları nereden temin ediyor acaba?” diye sordu. “Herhalde silah kaçakçıları ile iyi ilişkileri var” diye kendi sualini cevapladı.

Mete Bey Gümrükçü’nün isteklerini karargaha bildirmiş, hatta Servis Şefi Burhan Paşa’nın 1993’ün Temmuz ayında bu konuda operasyonu bilenlere emir yayınlamasını sağlamıştı.

Emre göre:

• Gümrükçü’nün Avrupa’daki örgütüne aylık ödeme yapılacak,
• Örgüt tarafından ismi bildirilen kişiler, bunların seçiminde ağır cezalara çarptırılmamış olmaları göz önünde bulundurularak eylem maksadıyla yurtdışına çıkışları sağlanacak, bu kişilere pasaport ve vize temin edilecek,
• Gümrükçü ve adamlarına eylemler sırasında bir şey olursa geride kalan ailelerine maddi yardım yapılacak,
• Herhangi birinin yakalanması ve iade edilmesi halinde el altından maddi ve manevi yardımların yapılmasına çalışılacaktı.

Emir tabii ki örgüte sonradan dahil olan Ufuk ve arkadaşları için de geçerliydi.

Operasyon emrini veren Devlet Başkanı Kenan Paşa, Servis Başkanı Burhan Paşa’dan sık sık gelişmelerle ilgili bilgi alıyordu. Operasyona desteği tamdı.

Hatta, Ankara’da imal edilen özel patlayıcı sistemlerinin ilk denemeleri 1983’ün Eylül ayının son günlerinde, Devlet Başkanı’nın Güvenlik Müşaviri Damat Erkan’ın gözetiminde Muhafız Alayı Atış Poligonu’nda denendi. Sonuçlar başarılıydı.


Ufuk'a Moral
1983 geride kalmış ve 1984’ün Mart ayı gelmişti. Günler hızlı bir şekilde geçiyordu. Bu arada Ufuk İstanbul’a hem moral hem de detaylı görüşmeler için gelmiş, Mete Bey Ufuk ve ailesini uçakta karşılayarak, polis kontrolünden geçirmeden dışarı çıkartmış ve misafir etmişti.

Mete Bey ve Ufuk İstanbul’da faaliyetlerle ilgili uzun uzun görüştüler. Mete Bey Ufuk’u, Nuri Baba ile de tanıştırdı. Bu, Nuri Baba’nın İstanbul’daki son günleriydi. Kısa bir süre sonra başarılı çalışmalarından dolayı terfi ederek Ankara’ya gidecekti.

Nuri Baba yaman adamdı. İşin satışını da, üst makamların kalbini nasıl fethedeceğini de çok iyi bilirdi. Teşkilatın başındaki paşa onu çok tutuyor, becerikli buluyordu. Nuri Baba, İstanbul Teşkilatının imkanlarını kullanarak paşanın İstanbul’da yeni aldığı daireyi beş kuruş harcamadan pırıl pırıl hale getirmiş, teşkilatın marangozu iki ay çalışarak bütün ahşabı yenilemiş, yeni dolapları yapmıştı. Bu gibi başarılı çalışmaların muhakkak karşılığı oluyordu...

Mete Bey, 2 Mart 1984 günü Paris’e uçarken, İstanbul’da Ufuk’un istediği malzemenin geri kalan ikinci bölümünü de beraberinde götürüyordu. İlk partiyi bir gün önce Selim Albay götürmüştü.

Mete Bey ve Ufuk, 3 Mart Cumartesi günü akşamüstü belirli usullerle malzeme alış verişini gerçekleştirdikten sonra, ertesi günü bir kafede buluştular.

Ufuk verilen tabancalardan şikayetçiydi. Tutukluk yaptıklarını ve muhakkak denenerek kendilerine verilmesini istedi. Kendilerinin denemesi riskliydi. “”Bizim seri atış yapan komplike olmayan silaha ihtiyacımız var, lütfen bunu temin edin ve deneyin, biz riske girmeyelim” dedi.

Ufuk, Mete Bey’in yeni getirdiği kalıplar konusuna da değinerek bunların denenip denenmediğini sordu. Mete Bey, “Daha tam manasıyla denemedik, kalıp modellerini Tayfun’un verdiği ölçülere göre hazırladık, mutlaka çok iyi netice verecek. Ancak dönüşümün ertesi günü bizzat denemesini yapıp sana neticeyi bildireceğim” diye söz verdi.

Mete Bey sözünü tutup, dönüşünün ertesi günü Ufuk’u aradı ve “denemeleri bizzat yaptığını ve neticenin müspet, malzemenin fevkalade güçlü olduğunu” bildirdi. Esasında elinde başka malzeme olmadığından deneme yapamamıştı...

Kafede konuşulan diğer bir konu Tayfun’du. Ufuk “Aldığımız son bilgiye göre Tayfun yakalandıktan sonra kaçırılan çantada, 2 adet tahrip kalıbı, 1 susturuculu silah ve 1 de uzaktan ateşleme için dokunmatik cihaz bulunuyormuş. Bu çanta, arkadaşların bıraktığı yerde duruyormuş. Olayın selameti için, çantaya İsviçre’de bulunan ekipten kimse müdahale etmeyecek, Fransa’dan yollayacağım bir grup çantayı müsait zamanda alarak başka yere depolanacak, yada Fransa’ya geçirecek. Tayfun’a geçen ay Avukata verilmek üzere 1000, ayrıca şahsına verilmek üzere 500 İsviçre Frankı yolladık. Avukat henüz izinde, gelince diğer parayı da göndereceğiz. Paranın tamamını Gümrükçü ödedi” dedi.

Mete Bey “Ben Gümrükçü’ye parasını öderim, Ne lazımsa yapacağız” diye cevap verdi.


Brifing
Özellikle Alfortville’deki patlamalar, Teşkilatın karargahında sıkıntı ve tereddütlere yol açmıştı. Ermeni terörüne karşı koyma faaliyeti, örgüt mensupları ile onların barındıkları binalarla sınırlı olmalıydı. Zaten başlangıçta çizilen rota ve alınan karar da bu yöndeydi. İlgisiz yerlerde patlayan bombalar, karşı faaliyetin haklılığına gölge düşürürdü.

“Biz servis olarak eylemlerimizi ve cezalandırmalarımızı “haklılık” stratejisi üzerine inşa ettik. İran’daki son müessif ölüm ve geniş protestoya sebep olan Anıt olayı, zamanlama bakımından ve bir güç gösterisi olarak en güzel bir misilleme idi. Niye Alfortville? Zira Fransız hükümeti Ermeni melanetine en geniş hürriyeti bu kasabada tanıyor. Ermenilerin gerek örgütlenmede, gerekse politikada kale olarak ilan ettikleri bir yer. Bu sebeple –Biz istersek sizin ta dibinizde istediğimizi yaparız- imajını vermek için burada eylem koyduk. Neticede Türk halkının %98’ini memnun ettik. Ermeni terörünün beyinlerini ve onlara destek veren hükümetleri, düşünmeye sevk ettik. Hatta tarafsız Ermeniler, Ermeni terörünü başlatan örgütlere karşı cephe almaya başladılar. Ayrıca zincirleme yapılan ve son derece başarılı patlamalar Fransa’yı ve Ermeni’leri paniğe uğrattı.

Hedef tespiti ve bilgi akışı en büyük zaafımız. Bu konuda son derece kifayetsiz olduğumuzu kabul etmek zorundayız. Haziran 1982 tarihinden beri, şu ana kadar, Ankara’dan adresi, resmi ve sair detayı ile intikal etmiş tek bir bilgi yoktur. Yine aynı tarihten bu güne kadar Ankara’dan adresi ve resmi veya tarifi ile intikal etmiş tek bir örgüt binası veya şahıs evi yoktur. Yine aynı tarihten bu güne kadar şahsıma intikal etmiş tek bir hedef şahıs resmi yoktur. Halbuki, Ermeni örgütlerinin yerleşmiş oldukları bütün ülkelerde ve bilhassa Fransa’da hemen her gün televizyonlardan, basından, örgütlerin kendi dergilerinden geniş bilgi derlenmesi imkanı mevcuttur. Bu güne kadar hedefler tamamen şahsi gayret ve araştırmalarla tespit edilmiştir.

Ödemeler konusu disiplinli ve muntazam değildir. Bütün ödemeler gecikmeli yapılmaktadır. Bu durum arkadaşlarımızı yabancı bir yerde çok müşkül durumda bırakmıştır. Ufuk grubu, Ufuk dahil 8 kişiden oluşmaktadır. Bunlardan dört arkadaş keysing ve takip grubunu oluşturmakta, diğer üç arkadaş da eylem grubunu teşkil etmektedir. Bunlardan üç arkadaş talebe diğerleri ise işçi statüsünde fakat kaçak olarak çalışan kişilerdir. Keysing grupları bütün gün takip ve keysing ile meşgul oldukları için çalışmamaktadırlar. Ayrıca grubun dört kişisi Paris’e 250 km uzaklıkta, iki tanesi Paris’te, Ufuk ve diğer bir eleman da Paris’e 300 km uzaklıkta bir banliyöde ikamet etmektedirler. Keysing ve eylem zamanları bütün grup evlerinden uzun süreli ayrı kalmaktadır. Mesela D’ye yapılacak eylem dolayısıyla, grubun bir kısmı, bir buçuk ay süreyle Paris’e gidip, gelmiştir. Ufuk ve grubuna ayda 3,250 Dolar ödenmektedir. Bu miktar altı kişinin masrafları ve ayrıca elde bulundurulan 2 vasıtanın, gidiş, geliş, yemek ve sairenin tutarı olarak ödenmektedir. Nisan ayına tekabül eden miktar ve ufak bir ikramiye, güvenilir tüccarlar vasıtası ile dolaylı yollardan Paris’e intikal ettirilmiş ve üç ayrı adresten talebe dövizi olarak aldırılmıştır.”

Mete Bey bu sözleri 1984 Mayıs ayının başlarında Ankara’da yapılan brifingde sarf ediyordu. Alfortville eylemlerine yönelik tenkitlere karşı, o da karşı taarruza geçmiş, karargaha yükleniyor, karargah çalışmalarını ağır bir şekilde eleştiriyordu. Mete Bey, binlerce kişinin çalıştığı koca koca binalarla ve renkli çiçeklerle süslü karargahı, üretimi olmayan koca bir fabrikaya benzetiyordu. Yüzlerce şehit verdiğimiz en önemli bir konuda, ellerinde bir tane doğru dürüst bilgi, fotoğraf yoktu. Bu ne biçim işti? Yurt dışına yollanan bunca memur ne iş yapıyordu? Gizli faaliyet bir yana, televizyon, basın gibi açık kaynaklar takip edilse binlerce bilgi elde edilirdi...


Eyfel'in Bir Ayağı
Mete Bey, Haziran 1984’ün ilk Cumartesi günü, Ufuk ve Tayfun’la görüşmek ve aylık masrafları karşılamak için Viyana’ya uçtu. Yanında Ufuk’un ismini belirttiği Ülkücü M.T. vardı.

Onları Viyana’da, Paris’ten gelen Ufuk ile işi dolayısıyla o anda Almanya Kassel’da bulunan Gümrükçü karşıladı. Mete Bey, gideceği yerlere Gümrükçü’nün Alman plakalı otosu ile gitmeyi daha kolay ve güvenli buluyordu.

Ufuk da bir süredir ısrarla görüşmek istiyordu. Mete Bey Ufuk’un psikolojisini tahmin edebiliyordu. Ufuk ve ekibi, onları dosta-düşmana kabul ettiren başarılı eylemler yapmışlardı... Ufuk’un bu duyguyu Mete Bey’le paylaşmayı arzu etmesinden tabii ne olabilirdi...

Ayrıca hapisten tahliye olan Tayfun da görüşme arzusunu iletmişti. Tayfun, Mete Bey’i telefonla aradığında “gözden düştüğünü” ima eden sözler sarf etmiş, Mete Bey ona böyle bir şeyin olmadığını belirtmişti. Belli ki Tayfun da Mete Bey’e başından geçenleri iletmek, izah etmek istiyordu.

Viyana’ya indiklerinde, Ufuk’un ekibinden birkaç kişi M.T.’yi alarak götürdüler. Mete Bey ve Ufuk, Gümrükçü’nün arabasına binerek şehre indiler.

Kafe vari bir yere oturup, bir müddet havadan-sudan konuştuktan sonra faaliyet konularında uzun uzun sohbet ettiler. Ufuk ona son gelişmeleri ve Alfordville’deki çalışmaları anlattı.

“Olay tahmin edeceğimizin çok üstünde bir tepki yaptı. Tahribatı gördükten sonra gurur duyduk.

Elimizde şu an sadece 1 kalıp mevcut. Gönül isterdi ki malzemenin bize ulaşması için bu kadar süre beklenilmesin. Karşımızdakiler bu şoku atlatmadan bir kaç tane daha eylem yapalım. Düşüncenizi biliyorum ama inanın bu malzeme yakalanırsa 1 kalıp da 10 kalıp da tehlikesi ve sonuçları yönünden bizim için aynı.

Bir şeyi açıklamak zorundayım. Taban eylem için beni devamlı olarak sıkıştırıyor. Siz ise beni devamlı frenliyorsunuz. Bizim günümüz, saatlerimiz neler yapacağımızı araştırmak ve düşünmekle geçiyor. Tam her şey hazır oluyor sizden hiçbir şey yapmamamız için talimat geliyor. Bu güne kadar bize verdiğiniz bütün yerlerin araştırmasını yaptık. Açık konuşalım anladığım kadarıyla siz hedefleri tek şahıslardan seçiyorsunuz. Yalnız resim, iş adresi ve ev adreslerini de verin. O zaman işlerini bitirelim. Hedef olmayınca arkadaşlar sukutu hayale uğruyorlar. Malzeme ve hedef verin sansasyon eylem yapalım. Mesela Eyfel’in bir ayağını tahrip edelim, müzeye koyalım. Fransız halkını ve bilhassa sağcı Fransızları tahrik edelim. Göreceksiniz Ermeniler o zaman pes edeceklerdir. Normal Ermeni halkı ve Fransız hükümeti eylemci Ermenileri mutlaka diskalifiye edeceklerdir. Bunu son olayda gördük. Düne kadar Ermeni eylemini tasvip eden Fransız halkı “ herkes kendi kavgasını kendisi yapsın, Ermeniler de gidip, Ermenistan’da yapsın” diye yorum yapmaya başladılar. Ayrıca “Hükümet Orly katliamının sorumlularını cezalandırmazsa neticeye de katlanmak zorundadır” dediler.

Şu anda son derece elverişli bir ortamdayız. Türk solcular Ermenilerle iç içe. Bütün gösterilere katılıyorlar. Yılmaz Güney en olmayacak şeyleri yapıyor. Biz elimiz kolumuz bağlı oturuyoruz. Adres verin şunlardan bir kaç tanesinin işini bitirelim. Göreceksiniz Türk solu ve Ermeni dayanışmasını sıfıra indiririz.

Sizin de yakından bildiğiniz gibi arkadaşlarım ve ben sizden aldığımız parayla geçiniyoruz. Bilhassa bize verdiğiniz araştırma ve takip görevleri son derece masraflı oluyor. Siz bize sadece kişi başına 4000 frank ödüyorsunuz. Ama unutmayın ki bu paranın yarısından fazlası benzin, yemek, içmek ve otel masraflarına gidiyor. Size telefonda söyledim son mitingleri takip ederken arabalarımıza koyacak benzin parası dahi yoktu. Biz ayrıca üç ev kirası ödüyoruz. Gördüğünüz gibi paramız yetmiyor. Para yetmeyince ben tabana hakim olamıyorum. Adamın yaşamak için paraya ihtiyacı var. Ben dört aydır kiramı verememiştim. Devlete ait bir evde oturuyorum. Paramız yetersiz olduğundan haraç alırız. Bu güne kadar öyle yaşadık, mecburduk, hepimiz kaçağız ve yaşamak zorundayız. Bizi anlamaya çalışın.

Viyana da açılan lokanta maalesef bizi tatmin edecek maddi olanak sağlamıyor. Dükkanı iki aya kadar devredeceğiz ve parasını size iade edeceğiz.”

Mete Bey, Ufuk’un açık ve samimi konuşmasından etkilenmişti. “Açık ve samimi konuşmana teşekkürler. Malzeme konusunda gerekeni yapacağız. Gerekli teknik düzeltmeler için de hemen teşebbüse geçeceğim. Hedefler konusunda maalesef bizler de imkansızlıklardan dolayı şahıs hedeflerin kimlikleri ve adresleri ve oto plakaları yönünden sıkıntı çekiyoruz. Sizlerin bilemeyeceği nedenlerden dolayı eylem emirlerinde çok itinalı davranmak zorundayız. Ancak davamız, Ermenileri bu konuda pişman edene kadar devam edecektir. Son aylardaki gelişmelerin, yeni araştırma ve takiplerin çok masraflı olduğunu kabul ediyorum. Bu ihtiyacın sağlanması için her türlü çabayı göstereceğim. Deşifre olan otomobili bir daha devreye sokmayın. Kaza geçiren oto için gerekli harcamayı yapın. Eylemleri devam ettireceğiz. Ben şahsen arkadaşların maddi nedenlerle başka işlere tevessül etmelerini hoş bulmuyorum. Bu tür işler hem size, hem de operasyonumuza zarar verebilir. Bunu bana açıkça ifade ettiğin için sana teşekkür ederim. Viyana’daki lokantanın umduğumuzu vermediğine üzüldüm, devrini yaptıktan sonra satış parasını başka bir işte kullanmak üzere her halde sizde bırakırız. Kendi otomobillerinizin deşifre olmaması için bundan sonra keysing, takip ve eylem günleri, sahte pasaport ve oturma kartları ile oto kiralamanız uygun olur.”


Lictenstein
Aynı akşam, yemek yedikten sonra, saat sekizde, Lictenstein’e gidip Tayfun’la görüşmek üzere Gümrükçü’nün arabası ile yola çıktılar. Gece yol üzerinde konakladıktan sonra öğlene doğru Lictenstein’e geldiler.

Tayfun kararlaştırılan kafede kendilerini bekliyordu. Sarılıp, öpüştüler. Mete Bey ona “geçmiş olsun” dedi.

Tayfun yanında polis ve mahkeme evraklarını da getirmişti. Onları Mete Bey’e göstererek anlatmaya başladı.

“27 Ekim günü stokladığım malzemeyi bulunduğu yerden alarak malum hedef için gerekli fünye ve kalıpları ayırdım ve malzemeyi hazırladım. Bu malzemeyi otosunu kullandığım arkadaşım Metin’in Mercedes’inin bagajına yerleştirdim. Gereği olmayacak malzemeyi de ikiye bölerek, bir bölümünü şifreli çantaya, diğerini de sizin malzemeyi getirdiğiniz torbaya koydum.

28 Ekim günü arkadaşım Destan Çelik’ten evinin anahtarını kız götüreceğim bahanesiyle istedim. Anahtarı aldım. Kendisine parası olmadığını bildiğim için 50 Frank verdim. Yanımda getirdiğim şifreli çantayı kendisine kapalı olarak vererek “ben bugün akşam üstü Zürih’e gidiyorum, sen bu çantayı akşam üstü gelecek olan arkadaşıma ver.“ dedim.

Bir süre oturduktan sonra akşam üstü Mercedes oto ile hareket ederek 29 Ekim Cumhuriyet bayramı hediyesini vermek için hedefin olduğu kasabaya gittim. Evinin üstündeki evde düğün olduğu için etraf çok ışıklandırılmıştı ve giren çıkan çoktu. Bu sebeple saat sabahın dördüne kadar beklememe rağmen, fırsatını bulup, bombayı koyamadım.

Geri döndüm, malzemeyi bagajdaki diğer malzemenin torbasına koydum ve yattım. Bu arada Destan Çelik çantada beyaz zehir olduğundan şüphelenerek, kendi durumunu poliste sağlamlaştırmak ve ilticasını kabul ettirmek için, evinde bir çanta olduğunun ihbarını 28 Ekim günü evden çıkar çıkmaz yapıyor. Fakat polis ihbarı nazarı itibara almıyor ve gelmiyor. Bunun üzerine sabah tekrar telefon ederek ihbarını tekrarlıyor.

Bu arada ben kalktım sokağa çıktım, arkadaşları gördüm. Fransa ve Almanya’dan gelmişlerdi. Paraları ve oturma müsaadeleri olmadığı için devamlı gezer ve 3-5 gün arkadaşlarda kalırlar. Onlarla oturdum. Bana gelmek istediler. Evimin müsait olmadığını, mimli olduğunu ifade ettim. Baktım kırılıyorlar, mecburen onları eve getirdim. Onları evde bırakarak alış, verişe çıktım. Polis beni yolda çevirdi. Eve geldik. Orada da polisler vardı.

Arkadaşları oturma müsaadesi olmadığı için mahkemeye sevk etmek üzere aldılar. Dört polis evi en ufak detayına kadar araştırdılar Hiç bir şey bulamadılar. Ben evde bir şey olmadığı için protesto ettim. Ama aklıma çantanın Destan Çelik tarafından polise verildiği gelmedi. Beni karakola götürdüler.

Evden çıkarken arkadaşıma ceketimi alıp içindekileri saklamasını ve Mercedes’in bagajını boşaltmasını ve içinde bulduklarını yok etmesini söyledim. Kendimden emin olarak karakola gittim. Orada bana çantayı gösterdiler. Açmamı ve içindekileri izah etmemi istediler. Çantayı tanıdığımı, ama şifresini bilmediğimi hele içindekini hiç bilmediğimi ama belki eroin olabileceğini ısrarlar üzerine söylemek zorunda kaldım. Çantanın Ankara’dan gelen, Ahmet Demirci (Gümrükçü’nün kod adlarından biri) adındaki uzun boylu, çok iyi giyimli bir şahsa ait olduğunu, bana fazla bagajı olduğu için dönüşünde alacağını söyleyerek bıraktığını ve bana arada sırada para yardımı yaptığı için emaneten aldığımı ve çantayı Destan Çelik’e ‘ben bir kaç günlüğüne gidiyorum, burada yokum, benim sol taraftan düşmanım çok, çantayı emaneten sen sakla, çalınırsa mahcup olurum’ diye verdim dedim.

Bu arada D.Çelik ihbarında daha ileri giderek benim muhtemelen bu malzeme ile konsolosluğu uçurabileceğimi ifade etmesi üzerine polis sorguyu bu yöne teksif etti. Ben olayı anında hatırladım ve hiç bir şey saklamadan işime geldiği için açıkladım. Bir süre önce D.Çelik’in bir işi için Zürih konsolosluğuna gitmiştik. Elimizi kolumuzu sallayarak içeri girdik, kimse bir şey sormadı. İçeride tek görevli yoktu. Bunun üzerine ben “ bak görüyor musun belki otuz tane konsolosluk görevlisi öldürüldü. Hala bir tedbir yok. Biri bombalarla gelse asansöre bir tane, panik içinde merdiven altına bir tane koysa binayı toptan götürür”, bizim başımıza ne geliyorsa ihmalden demiştim.

D.Çelik hemen bu olayı ihbarına monte etmiş. Beni beş ay hücrede tecrit ettiler. Günde sadece yarım saat yürümek için avluya çıkardılar. Çok nazik davrandılar. Savcının emri ile sadece devamlı ve ısrarla sorgu yaparak aynı şeyleri yüzlerce defa tekrar tekrar sordular. Onlara Ahmet Demirci’nin fantom resmini çizdirdim. Bir süre sonra inanmaya başladılar. Zaten ispat için delilleri kalmamıştı.

Ben tevkif edilince arkadaşlar evden ceketimi ve cebimdekileri almışlar. Ayrıca Mercedes’in içinde bulunan çantayı almışlar, içindekileri görünce endişelenerek çantayı şehir dışında çalılığın içine atmışlar. Polisin beni aldığı gün, Mercedes oto benim olmadığı için akıllarına bagajı araştırmak gelmemişti bu benim hayatımı kurtardı.

Fakat bu olayda asıl can alıcı nokta, hapse girdiğimin bir ay sonrası, savcılıktan gelen bir yazıda arkadaşlarımın attığı çantanın 7 Kasım günü çalılıklarda bulunduğunu ve içindeki patlayıcıların özelliklerinin D.Çelik’in evinde bulunan çantadan çıkan malzeme ile aynı olduğundan bahisle bu konunun benden sorulması talep ediliyordu. Dikkati çeken nokta yazıda da gördüğünüz gibi çantada bulunan susturuculu silahtan katiyetle bahsedilmiyordu. Devamlı olarak ‘lütfen doğruyu söyle. Malzemeler aynı hangi tarafa yardım ediyorsun? Ermenilerle ilişkin ne?’ diye ısrar ettiler. Bende hiç bir şey bilmediğimi, ikinci çantayı beni provoke etmek için çıkardıklarını veya Ahmet Demirci’yi ele geçirdiklerini, beni de bu suça iştirak ettirmek için uğraştıklarını söyledim, öyle ise beni A.Demirci ile yüzleştirmelerini ve onun benim suçum olmayacağını söyleyeceğini ısrarla ifade ettim. Olayın İsviçre gibi bir ülkenin kanunlarına ters olduğunu ve çıkınca absın toplantısında açıklama yapacağım tehdidini savurdum, suçluluğum ispat edinceye kadar suçsuz olduğumun kabulünü istedim.

Bildiğiniz gibi şimdi serbesttim. Davam sona erinceye kadar haftada iki kere polise görünmek zorundayım. Beni şu anda isteğim üzerine İsviçre’de sağcı tanımlanan bir avukat savunuyor. Ama pek güvenemiyorum. Adam nede olsa İsviçreli. Beni Türkiye’ye iade edebilirler. Onun için sizden ricam, lütfen benim dosyamla meşgul olun. Zira ben Türkiye’de hapiste yatarken, beni dışarıda suç işlemekle itham etmişler. Bunun sebebi belli. O zaman yakalanmış arkadaşlar, benim İsviçre’de olduğumu bildiklerinden bana ulaşılmayacağı düşüncesi veya zorlanmaları nedeniyle benim ismimi veriyorlar. Beni arattılar ve hakkımda dava açan savcının da “bu adam suç isnat edildiği tarihte Türkiye’de ceza evinde yatıyormuş” diye araştırmak aklına bile gelmiyor. Ben oraya gelebilsem aynı gün tahliye olurum. Ama biliyorsunuz gelemem. Hele benim konsolosluk uçuracağım şeklinde haber Türk adli makamlarına ulaştıktan sonra, bu benim için çok zor. Lütfen bana dolaylı olarak yardımcı olun.

Bana en zor gelen, arkadaşlarımın ve dostlarımın konsolosluk uçuracağımı duyduktan sonra bana yüz çevirmeleri. Her şeye tahammül edebiliyorum ama bu benim geçmişimi zedeliyor.

Biliyorsunuz tam 5 ay bir hücrede yattım. İki aydır gözetim altındayım. Hiç bir gelirim yok. Üstümde başımda hiç bir şey kalmadı. Polisler evimi alt üst ettiler. Bana ait ne var ise tahlil için el koydular. O kadar ki, çalılığa atılan çanta bulunduğu zaman evime gelerek, oradaki toprağın parçalarını benim halılarda aramışlar. Yakalandığım zaman, tahrip kalıplarının zerrelerini tırnaklarımın içini kazıyarak ve tahlil ederek aradılar. Evin her tarafı elektrik süpürgeleri ile aranmış. Hiç bir suç unsuru bulamadılar, bu da benim hayatımı kurtardı.

Avukatım burada kalma şansımın bir İsviçreli kızla evlenmeme bağlı olduğunu söyledi. Ben örf ve adetlerle yetişmiş, geleneklerine bağlı bir kişiyim. Burada nasıl evlenebilirim. Hiç bir muhitim yok. Dans lokallerine gidemem, dans bilmem. Durumum zor.

Gümrükçüye telefon ederek kendime elbise, gömlek istedim. Üstümde bu gömlek ve pantolonumdan başka bir şey yok. Beni eskiden tanıyan arkadaşlarım bana bakıyorlar. Eskiden benim baktıklarım, şimdi bana bakıyor. Hayat bu. Bizim dayanışmamız bu.”

Mete Bey bu arada Tayfun’un getirdiği bütün savcılık ve mahkeme dosyasını okumuştu. Almanca resmi dokümanlar ifadesini doğruluyordu. Tayfun’dan bu dokümanları sonra İstanbul’a verdiği posta kutusuna yollamasını istedi. “Ben sana tamamiyle inanıyorum. Bizim yönümüzden güvenirliğinde bir sorun yok. Ancak sen de takdir edersin ki bu aşamada faaliyete devam etmek hem seni hem de operasyonu tehlikeye atabilir. Seni bir müddet dinlendirmemiz lazım. Bence hiç bir şey düşünme ve imkan yaratabilirsen evlen. Biz de yardımcı oluruz. Çalılığa atılan çanta konusu da bizim için çok önemli, zira yakın tarihe kadar çantayı orada gördük. Çantanın 7 Kasım tarihinde bulunduğu ve içindekilerin alınıp tespit edildikten sonra, oraya koyan kişinin tekrar gelip alabileceği varsayımından hareketle, yerine bırakılarak beklemeye geçildiği veya ikinci bir şık olarak, çantanın bilinmeyen kişiler tarafından bulunduktan sonra içindeki susturuculu tabancanın alınıp, diğer malzemenin aynı yere bırakılıp polise haber verildiği şeklinde bir yoruma vardık. Diğer bir yaklaşım, silahın her iki şekilde de polisin eline geçtiği fakat herhangi bir sebeple olayın kapatılması ve silahın hiçbir suçlamaya iştirak ettirilmemesi kararı alındığı” diye konuştu.

Gümrükçü, Tayfun’a hediyeler getirmişti. 3’er adet elbise, gömlek, pantolon ve t-şort, 2 çift ayakkabı. Ayrıca 1000 dolar kadar cep harçlığı da verdi.

Mete Bey’in bu manzara karşısında canı sıkılmış, bir eziklik hissetmişti. Daha önce istekte bulunduğu ve seyahat tarihi belli olduğu halde karargahtan tahsisat çıkmamıştı.

İstanbul’a döner dönmez raporunu yazarken bu hususa değindi. “Üzülerek ifade etmek isterim ki, gidişim çok önceden belli olduğu halde Tayfun’a hiç bir yardım yapılmamıştır. Tayfun’un hapse girip çıktığı şu ana kadar geçen sekiz aylık sürede kendisine avukat masrafı olarak 2000 DM tutarında bir para ödenmiş, Ufuk tarafından 1500 DM daha gönderilmesi sağlanmıştır.

Bu seyahatimde Gümrükçü bana 2700 km.lik bir güzergahta refakat etmiş ve bir sefer dahi benzin parası ödetmemiştir. Parasal konudaki koordinesizlik maalesef halen devam etmektedir. Bir devlet temsilcisi ve operasyon yöneticisi olarak, bu tarz konulara muhatap olmak beni üzmektedir.

Üzülerek belirtmek isterim ki, gerek Ufuk, gerekse Tayfun’la vaki bütün görüşmelerimde muhatap olduğum tek ilgisizlik maddi konulardadır. Kendimi adadığım bu devlet görevinin böylesine basit bir işlevden dolayı, karşımızdaki fedakar, kendini adamış, hayatını ortaya koymuş bu gönüllü grubu nezdinde ilgisizlikle yorumlanabileceği, ve büyük görev ve hizmet anlayışı ile şuurunun zedelenebileceğinden endişe duymaktayım”


Değerlendirme
Mete Bey ile karargah arasında, yapılan eylemler, parasal sorunlar ve Mete Bey’in zaman zaman kısa devre yapıp istek ve tenkitlerini Servis Şefi’ne taşıması dolayısıyla, açık olmayan, hafif, ancak gittikçe artan bir sürtüşme yaşanıyordu.

Mete Bey’in de Doberman köpeği gibi sağı solu belli olmazdı. Kızdığı ve haklı olduğuna inandığı zaman, makamı ve rütbesi kim olursa olsun dinlemez, ağzına gelen lafı sarfederdi.

Bazıları onu deli-dolu görür, hoşgörü ile karşılar, bazıları ise küstah bulur ve içten içe kızarlardı.

Karargah’ta Operasyonu Müsteşar adına yürüten MAH Yardımcısı Selim Yakar Albay, babacan, hoşgörülü bir insandı. İstanbul’da da yardımcılık yapmıştı. Mete Bey’i hayli eski tanır, deli dolu hallerini hoşgörü ile karşılardı. Ancak Mete Bey’in, operasyonda kullanılan bazı elemanların açık adlarını saklaması ve sadece takma isimlerini bildirmesinden rahatsızdı.

Bu güne kadar, sayısız gizli bilgiye sahip olmuş, böyle bir uygulamayla hiç şahit olmamıştı. Zaten servisin işleyişinde ve prensiplerinde böyle bir uygulama yoktu.

Operasyonun başında olmasına rağmen, Emniyet Genel Müdürlüğü’nden gelen yazıyı aldığında, bunun yürütülen operasyonla ilgili olup olmadığına karar veremedi. Yazı, İsviçre’nin Bazel şehrinde, uyuşturucu kaçakçılığı ile ilgili olarak yakalanan Nevzat Can isimli bir Ülkücü ile alakalı idi. Nevzat Can’ın Servisle ilgili ilginç iddiaları vardı.

Selim Albay, 1984 yılının Eylül ayının ortasında, gelen yazının bir kopyasını başına bir not iliştirerek İstanbul’un yeni Şefi Emre Bey’e yolladı.

“Mete Bey’in yürütmekte olduğu operasyonla ilgili olabileceğini tahmin ettiğim ve Emniyet Genel Müdürlüğünden intikal eden bir raporu ilişikte gönderiyorum. Rapordan, özel operasyonu bilen amirlerin haberi vardır. Mete Bey bir değerlendirme yapsın ve bize kısa zamanda bu değerlendirmeyi gönderin. Bu vesileyle gözlerinden öperim.”

Mete Bey, bürosuna kapanmış, değerlendirmeyi hazırlıyordu. Kim di, nereden çıkmıştı bu Nevzat Can? Bir kaç kez Ufuk’la ve Gümrükçü ile görüştü. 5 gün sonra raporu hazırdı.

Mete Bey’in günlüğünden, neler yazmış bir bakalım:

“19 Eylül 1984

Emniyet Müdürü Fahri Çetin’in 27.8.1984 günü İsviçre’nin Bazel şehrinde tutuklu sanık Nevzat Can’dan almış olduğu ifadeyi okudum. Olayların seyri içersinde tarihlere ve sorulara yer verilmeyen, maalesef amatörce bir sorgulama olduğu için, bazı konulara açıklık getirmekle beraber, raporun içeriği ile iktifa ederek, şu şekilde değerlendirebilirim:

Sanık Nevzat Can, sağ görüşe sahip bir sempatizandır. Ufuk’u ve onun arkadaşları olarak tanımladığı kişileri tanıdığı doğru olabilir. Bugün periyodik görüşmemde bu ismi Ufuk’a sorduğum zaman, kendisini tanıdığını, samimiyeti olmadığını, Haziran başında, Viyana’da vaki buluşmamızda, bahse konu raporun içinde adının geçmesine ve itham edilmesine sebep olan konuyu bana detaylı ile açıkladığını anlatmıştır.

Hakikaten konu, Müsteşarımıza arzedilen raporun içinde -iki aydır maaş alamadıkları ve aç kaldıkları için, bazı kişilerce Türkiyeden getirilmiş eroinin ½ kg’na el koyduklarını ve gasp ettiklerini- ifade etmişti. Binaenaleyh gasp edilen maddenin cinsi doğru olduğu, ancak miktarı ve elde ediliş şeklinin N. Can tarafından saptırılarak anlatıldığı anlaşılmaktadır.

Bir husumetin açık olduğu aşikar ama, tam sebebi, ancak Ufuk’la konuştuktan sonra açığa çıkacaktır.

Yine bahse konu raporda çok sık adı geçen Oral Delik’le ilgili bölümlere ait yorum yapabilmem için mutlaka Ufuk’la görüşmem icap etmektedir. Zira, Oral Delik’le olan irtibatının kesilmesi için, çok uzun bir zaman önce ve müteaddit kereler Ufuk ikaz edilmiş, nitekim Ocak ayında yapılan ve rapor edilen bir görüşmede, henüz fazla aktüel olmayan Ağca olayında Oral Delik’in adı geçtiği için Ufuk’a, var ise ilişiğinin kesilmesi için telefonla talimat verilmiştir. Neden ve niçin suallerinin cevaplarının alınması için mutlaka Ufuk’la karşı karşıya görüşme yapılması şarttır.

Eroin Trafiği ile ilgili hususlarda, N. Can’ın, Ufuk ile ilgili bölümlerini ihtiyatla okudum ve değerlendirdim. Buna göre böyle kesif bir eroin trafiğinin içinde olan bir kişinin, paraca bu kadar darda olması, -en azından bizimle olan bir senelik süre içinde-, mantığın kabul edeceği bir olay olarak gözükmemektedir. Yalnız ben sadece bizimle anlaşmış olduğu süre içindeki tutumundan bahis ediyorum. Bundan önceki yaşamına taktir edersiniz ki hiç yorum getiremem.

N. Can’ın, Oral Delik’e atfen yaptığı açıklamalarda, hakikat kırıntıları mevcuttur. Ufuk’la vaki uzlaşma görüşmelerimizin dolaylı yollarla Oral Delik’e intikal ettiği, onun da bunları bir senaryo ile kullandığını varsaymaktayım.

Benim Ufuk ile ilişkimin 18 Ekim 1983 tarihinde başlaması ve bu tarihten yakın zamana kadar gerçekleştirilen 13 eylemden N. Can’ın bahsetmeyişi, Ufuk’un talimatıma uyarak eylem kadrosundan Oral Delik’i çıkardığı intibağını vermektedir. Yine de bu husus Ufuk’la görüştükten sonra açıklığa kavuşacaktır.

N. Can büyük bir cesaretle istihbarat görevlisi olarak çalıştığını ve Servisin adamı olduğunu söylemesi, bir export-import şirketinin ortağı vasıtasıyla elde ettiği bilgileri Sayın Cumhurbaşkanımıza intikal ettirdiğini öne sürmesi ve rahatça, bunun teyidinin Sayın Cumhurbaşkanından alınabileceğini belirtmesi, olaya ister istemez yeni boyutlar getirmektedir.

N. Can 1981 yılında aldığı emir ile, Ufuk’yı aramaya başladığını beyan etmektedir. Halbuki o tarihten bu yana aynı şahıs ile kader birliği yapmış, kendi ifadesine göre, risklere girmiş ve eroin taşımacılığı gibi en pespaye işi yaparak Ufuk’a kayıtsız şartsız hizmet etmiştir. Bu kadar tutarsızca konuşabilen N. Can’ın sorgusunun Emniyet Müdürü Fahri Çetin tarafından yapılması, hakikaten büyük talihsizliktir.

Aslında bütün bu itham ve açıklamaların altında yatan ve Ufuk isminin, N. Can’da düşmanca boyutlar kazanmasına yol açan olay, ½ kg eroinin, bu şebekenin elinden, Ufuk grubunun, eylemci olmayan yan grupları tarafından alınmasından kaynaklanmaktadır.

İşin dikkat çeken diğer bir tarafı da, olay İsviçre’de ve Zürih’te geçmesine rağmen, bütün sağ kesim tarafından tanılan, ve müşterek arkadaşlık bağları olan kişinin, yani Tayfun’un adının, şu veya bu şekilde geçmemesidir. Akla gelen sual, olay acaba İsviçre’de yaşayan ve kendi grubu olan Tayfun’un, Ufuk ile olan çekişmesinin bir tezahürümüdür şeklindedir.. Bu olay ve kasıtlı olarak mı bu itiraflar yaratılmıştır. Suali, akla uzakta bir ihtimal olsa gelmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanı ile ilgili açıklamalara gelince, Takriben 1 sene önce Köşk’te, Ortadoğu – Lübnan ve Avrupa’da Ermeni terörüne karşılık vermek için aktif çalışmalar yapıldığı hepimiz tarafından bilinmektedir.

Geçen sene hava alanında yakalanan güneydoğulu bir kişi, bu iş için angaje edildiğini açıklamış ve Köşk’ten emekli bir arkadaşımızın adını vererek açıklamalarda bulunmuştu.

Kaydı ihtiyat şartı ile Köşkte bu konuda çalışmalar yapmış olan Servisimizden ayrılmış olan bazı kişilerin, N. Can’ı angaje etmiş olabilecekleri de akla yakın bir ihtimal olarak gelmektedir. Bu konuya açıklık getirebilmek için export-import şirketinin ortağı ile ilgili araştırmalara başlanmıştır.

Bütün yukarıda sunulan görüşlerin kesin bir şekilde yerine oturabilmesi için Ufuk’un açıklamalarına ihtiyaç vardır. Kendisi bu güne kadar anlaşmamıza harfiyen sadık kalmıştır. Güvencim sonsuzdur. Yaptığı şeyleri çok daha önceleri bize anlatma ve hakikati söyleme gibi vasıfları ile itimadımı kazanmış bir kişidir. Karşılaşmamızda bu konuyla ilgili müspet veya menfi her şeyi doğru olarak açıklayacağına ve bu olaya ışık tutacağına inanmaktayım.”


Özel Mektup
Konu önemliydi ve operasyon tehlikeye girmişti. Mete Bey bir kaç gün sonra Ufuk’la yüz yüze görüşmek üzere Frankfurt üzerinden Belçika’ya gitti. Fransa’da buluşmayı riskli bulmuşlardı.

28 Eylül 1984 günü akşamı, havalimanında kendisini karşılayan Ufuk’la buluştular. Mete Bey, Ufuk’un yüzünün asık olduğunu farketti.

Ufuk, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün raporunda adı geçenlerin hepsini tanıyordu, bunların bazıları ile arkadaşlığı vardı. “Nevzat Can, sağ görüşlü, küçük işlerde kullanılan bir sempatizan. İddia ettiği gibi onu ben göndermedim. N. Can benden ısrarla, o sırada yakalanmış olan Mehmet Şen Er’in kardeşi, Hüseyin Şen Er’in adresini istiyordu. Ben de bunu M. Şen Er’e sorarak, müsbet cevap vermesi üzerine adresi verdim. Bu olay sizinle tanışmamızdan önce 1982 tarihinde idi.

İkinci gidişi ile ilgili iddiası da çok saçma. Zira ben kendisine böyle bir emir vermedim. N. Can karısı ile Türkiye’ye giderek tatil yapmış, bu arada Hüseyin Şener’e uğrayarak tekrar uyuşturucu talebinde bulunmuş. Hüseyin’in bana telefonla sorması üzerine katiyetle verilmemesi için talimat verdim ve hatta dönüşünde, kendi başına iş peşinde olduğu için onu hırpalattım. N. Can bu seyahate giderken yakınlarına arsa almaya gidiyorum diye beyanda bulunmuş.

N. Can’ın raporun 3’ncü sayfasındaki idddiaları da hakikate uygun değil. İşin aslı şöyle: İsviçre’de ikamet eden ve zaman zaman sağ görüşlü kişilere iş ve oturma müsadesi alan Fuat Koç, bir gün bana geldi. İtalya’dan 3 kiloluk bir parti malı, Şeref Tenli ve N. Can’a getirttim. Kendilerine taşımacılık paralarını da ödedim. Onlarsa benden 1 kilo malı zorla aldılar ve vermiyorlar. Malımı bunlardan geri al diye rica etmiştir. Bunun üzerine ağırlığımı koyup malını iade ettirttim.

Fuat Koç buna son derece memnun oldu ve minnet borcunu ödemek için, ½ kilogram malı bize hediye etti. Ben kabul etmek istemeyince, satarak parasını verdi.”

Mete Bey raporunda bu kısma bir saplama yapmıştı. (Olay doğrudur. Hatırlanacağı üzere Ufuk Viyana görüşmemizde, ½ kg eroin gasbettiklerini bana açıklamış ve parasız oldukları için kabul etmek zorunda kaldıklarını belirtmişti. Sayın Servis Şefimize sunulan raporda bu konu belirtilmiş ve emirleri alınarak aylık masrafların miktarı arttırılmıştı.)

Ufuk devam ediyordu: “Oral Delik konusuna gelince, bu beni çok üzdü. Bunları sizden işiteceğime ölmeyi tercih ederdim. Böylesine kutsal bir görevin sırlarını da mezara götürmek benim şeref meselemdir. Ama taktir edersiniz ki bir elin beş parmağı da aynı olmuyor. Oral Delik eylem için güvenilir bir arkadaş, ama gelin bakın ki bir kadın gibi geveze. Üstelik ciğeri beş para etmez bir adama göz dağı vermek için bir sırrı açıklama durumunda kalmış.

Benim şu andaki mahcubiyetim, utanmam, hiç bir şeyi değiştirmez biliyorum. Ama siz lütfen büyüklerime iletin ve bir daha böyle bir şey olmayacağını söz verdiğimi söyleyin. İşin en üzücü yanı böyle kutsal ve tehlikeli bir göreve baş koyuyoruz ve en ucuz şekilde hıyanet ediyoruz. Çok üzgünüm

Biliyorsunuz siz beni Oral Delik’ten uzak dur diye ikaz ettiğiniz zaman uzaklaşmıştım. Ama tam kopma maalesef olmamıştı. Kader birliğimiz vardı. Bunlar mazeret için söylemiyorum. Bugün bu bağı kopardım. Şerefim her şeyin üstündedir. Adresimi, okulumu ve ismini her şeyimi değiştirdim. Şimdi kimse nerede olduğumu, nerede yaşadığımı bilmiyor. Ben istersem onları bulurum. En iyisi böyle olacak. Gerçi çocuklarımı ve ailemi yalnızlığa mahkum ediyorum ama mecburum. Bundan böyle daha da titiz davranacağım.

N. Can geçmiş dönemlerde bana sık sık binbaşı olan bir yakınından bahsediyordu. Eğer bir kontak var ise, bu binbaşı vasıtası ile olabilir. Sayın Cumhurbaşkanımızın kızlarının kaçırılması ile ilgili fantezileri mutlaka eroin krizinde iken söylemiştir.

O özel mektubu, siz gelemeyip, karşı karşıya görüşemeyince yazdım. Size bu mektup ile bütün bildiklerimi anlatmaya çalıştım, telefonda bu tür konuları konuşmak istemedim. Aslında mektup bana daha önce sorduğunuz bazı soruların cevabı. Size Ağca olayında kimlerin rolü olduğunu açıklamak istedim. İtalya’dan Federal Almanya’ya gelen İtalyan Savcı, Ağca olayında rol aldığı gerekçesi ile halen Almanya’da tutuklu bulunan Yalçın Tözbey ile özel bir görüşme yapmış. Tözbey’in geçmişi ile ilgili bütün belgeleri tek tek sayarak kendisine bir anlaşma teklif etmiş. ‘Ben Ağca soruşturmasının sonuna geldim. Bir tek halka eksik. Bu da Ufuk ve Oral Delik’in bulunduğu halka. Eğer sen bana yardımcı olur da Ufuk ile beni herhangi bitaraf bir ülkede, her türlü teminat altında buluşmamı sağlarsan, senin mazin ile ilgili hiçbir bilgiyi F. Almanya polis ve savcısına aktarmam. Eğer Ufuk buluşmak istemez ise o zaman bana olayları açıklayan, kendi el yazısı ile bir açıklama göndersin, ben onu da kabul ederim. Ama eğer kendisi bizzat görüşür ise ona ayrıca 250.000 DM ikramiye veririz’ demiş. Bunun üzerine Yalçın Tözbey beni aradı ve durumu anlattı. Esasında sizinle yüz yüze görüşüp bunu anlatmak ve düşüncelerinizi almak istiyordum.”

Mete Bey, “Gönderdiğin mektup üst kademelerde okundu. Bu konuda açıklama yapmamanın devletin ali menfaatlerine uygun olacağı görüşünde mutabakata varıldı. Bu konu hiç olmamış gibi addedilecek. Bu, yürüttüğümüz operasyonların da menfaatine uygun. Bu çerçevede hareket etmen ve mazideki bütün ilişkileri unutman lazım.

Mete Bey, Ufuk’a bütün kalbi ile inanıyordu. Yurda dönünce bu düşüncesini raporuna da yazdı. Evet, yarım kiloluk bir eroin olayı vardı ama bu da zaruretten, parasızlıktan dolayı olmuştu.


Ufuk İçerde
Mete Bey belki daha fazlasını da biliyor, ancak çalışma aksamasın diye tam olarak aktarmıyordu. Nitekim Ufuk’la son görüşmesinden 1.5 ay kadar sonra, Ufuk’un Fransa sınırında bir arabada uyuşturucu ile yakalanması onu çok fazla şaşırtmamıştı.

Neyse ki Ufuk sahte bir pasaport taşıyordu ve Fransız makamları onun hakiki kimliğine ulaşamamışlardı.

25 Kasım 1984 günü, bunları düşünürken özel telefonu çaldı. Arayan Ufuk’un tayfalarından birisiydi. Terbiyeli bir şekilde “Efendim bir dakika bir arkadaşımız sizinle görüşmek istiyor” diyerek telefonu bir başkasına verdi.

Mete Bey, telefondaki ses kendisini takdim edince bunun Oral Delik olduğunu anladı. Oral Delik, Ufuk’u ikaz etmesinden sonra küsmüş ve Yugoslavya’ya gitmişti.

Mete Bey’in nereden aradığını sorması üzerine Oral anlatmaya başladı. “Ben Yugoslavya’dan dönmüştüm, Paris’teydim. Ufuk’un yakalanması üzerine Viyana’ya kaçtım ve buradaki arkadaşlarının yanına geldim. Onlardan sizinle görüştürmelerini istedim. Benim hakkımda maalesef yanlış hüküm verdiniz. Ben bütün işlere girdim ama gevezelik etmedim.

N. Can’a bu olayları yalan yanlış aktaran, Ali Kısaırmak’tır. Ben bu göreve candan bağlıyım. Hiç bir menfaat ve isteğim yok. Arzum kahpece ve kalleşçe öldürülen masumların intikamının alınmasında yardımcı olmak. Verin bana malzemeyi ve adresleri Yunanistan’daki bütün Ermenileri perişan edeyim. Burada da aynı şekilde ne isterseniz yaparım. Sizleri mahcup etmem. Lütfen beni yanlış tanımayın. Basına da yanlış tanıtılıyorum. Beni düşünmeyin ama bana vatanıma hizmet etmek için görev verin” dedi.

Mete Bey, Ali Kısaırmak’ın kırıntı da olsa, bu bilgileri nereden öğrendiğini sordu.

Oral Delik, “Bu bilgileri Üsküdar’dan öğrenmiş öyle tahmin ediyorum ki Tayfun yakalanıp, mahkemeye çıkarılınca kardeşi Zeki bazı şeyler öğrenmiş ve oda Ali’ye gevezelik etmiş” diye cevapladı.

Mete Bey, “Ben senin böyle bir şey yapacağına inanmak istemedim. Ama olay benim için çok üzücü oldu. Beni aradığın için teşekkür ederim. Sana inanıyorum. Yalnız sen çok aktüel bir kişi olarak her gün gazetelerin dilindesin. Bu işlere girmen doğru olmaz. Bir süre bir şeye karışma ve bekle. İhtiyaç olur ise ben seni bulurum“ dedi.

Mete Bey, Oral Delik’e güvendiğini belirtmişti ama bu doğru değildi. Hemen tedbir alarak telefon numaralarını değiştirtti.

Bir saat sonra, Ufuk’un bütün işleri için selahiyet verdiği Uzun lakaplı Ali Drej ile buluştu. Uzun Ali, pasaport için Ufuk’un son bir resmini getirmişti.

Mete Bey resme baktı ve “Vay canına amma değişmiş. Bu resimle onu babası bile tanıyamaz” dedi.

Uzun Ali’ye “ne zaman çıkış yapacaksın?” diye sordu.

“Kısmet olursa en çok bir haftaya kadar gideceğim” diye cevapladı Uzun Ali.

Mete Bey, cebinden bir zarf çıkardı ve Uzun Ali’ye verdi. “İçinde 1000 Dolar ve bir de kısa bir mektup var. Benim geçmiş olsun dediğimi ve gözlerinden öptüğümü söyle. İnşallah orada fazla kalmayacak. Ben pasaportlar hazır olunca sana yollatırım. Görüşemezsek yolun açık olsun. Bütün arkadaşlara selamımı söyle” dedi.

Uzun Ali “Emrin olur ağabey, başım gözün üstüne “ diye onu saygıyla cevapladı.

*****


İHTARIMIZIN CİDDİYETİNİ ANLADIĞINI ÜMİD EDİYORUZ. PARİSTE HUZUR BOZUCU EYLEMLERE SON VERİLMESİ İÇİN GÖREVLENDİRİLDİN. BU GÖREVDE BAŞARISIZ OLURSAN ACILAR İÇİNDE KIVRANARAK ÖLECEKSİN. DAVRANIŞLARINI YAKINDAN İZLEMEYE DEVAM EDECEĞİZ.

-Son-