10 Yılda Eskiyen “Yeni Dünya Düzeni”
[ 16/9/2001 - 11:00 ]  By Okuyucu  okuyucu@oku.com

Körfez Savaşının bitmesiyle birlikte dönemin ABD Başkanı George Bush, bundan sonra dünyaya hakim olacak düzene “Yeni Dünya Düzeni” ismini takmıştı.

Körfez Savaşının bitmesiyle birlikte dönemin ABD Başkanı George Bush, bundan sonra dünyaya hakim olacak düzene “Yeni Dünya Düzeni” ismini takmıştı.

11 Eylül 2001 tarihinde Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a yapılan intihar saldırıları neticesinde, daha yeni 10 yaşında giren ve Türkçe isminin amiyane tabiriyle aslında “İdareti Maslahat Düzeni” olması gereken bu sistemin revize edilmesi de küçük Bush’a kısmet olacak gibi gözüküyor.

Dünya kamuoyunda, kelimenin tam manasıyla insanlık dışı olan bu saldırı tahlil edilirken, saldırıyı yaratan en önemli nedeninin, ABD Hükümeti’nin takip ettiği Ortadoğu politikasıyla ilgili olduğu ifade edilmeye başlandı.

Körfez Savaşı’nda ABD orduları tarafından belli bir noktaya getirilen işin, bugün en büyük eleştirilere muhatap olan gizli servisleri marifetiyle bitirileceğini planlayan Baba Bush, görevini Körfez Savaşı’nın ABD’ye yarattığı mali külfet neticesinde Clinton’a devretmek mecburiyetinde kalmıştı. Peki, o dönemde dünya ülkelerinin desteğini de arkasına alarak Ortadoğu’da belli bir müeyyide gücü olan ABD’nin prestiji bugün Clinton dönemi sonrasında hangi noktaya geldi? Bu sorunun cevabı, aynı zamanda gerçekleşen saldırıda gösterilen cürretin kaynağını da işaret etmektedir.

Görevde bulunduğu 8 yıl boyunca Ortadoğu polikasını kendi beşeri zaaflarına alet edebilecek kadar laçkalaştıran Clinton, ABD Ordusu’nun pratikte en önemli müeyyide gücü olması gereken hava saldırılarını, sıradan Ortadoğu vatandaşının hayat tarzı haline getirmiştir. Gerçi Clinton, Başkanlığı’nın son döneminde, yönetimin Demokratlarda kalması için artık, gerek İsrail gerekse Filistin için “geyik muhabbetinden” öteye gitmeyen “Ortadoğu Barış Süreci” görüşmelerinde arabuluculuk rolünü kendine has inandırıcılığıyla oynamıştır. Bununla birlikte sözkonusu girişimlerin ya da benzerlerinin, Ortadoğu’da kalıcı bir barışın sağlanması amacına yönelik olmaktan ziyade, şov niteliğini taşıması, ABD’li seçmenler tarafından anlaşılmasa da, bölge halkı tarafından gayet gerçekçi bir şekilde değerlendirilmektedir.

Ortadoğu meselelerinin, ABD’li sıradan bir vatandaşın kullanacağı oya ne kadar etki edebileceği ile ilgili bir anket eğer 10 Eylül 2001 tarihinde Manhattan’da yapılsaydı, böylesi bir anket şakadan öteye gidemezdi herhalde. Öyle ya, şu ana kadar Afganistan’ın yerini bile bilmeyen, “Yeni Dünya Düzeni” çerçevesinde de bilmek zorunda olmayan sıradan ABD vatandaşı için Arap alemi, Hollywood filmlerindeki bazı klişelerden ibaret kalmıştır. Maalesef bu klişelerde, Arap aleminin ümmet halinden millet haline gelememesine ilişkin zaafları fazlasıyla ele alınırken, örneğin “cihad” veya “şehadet” kelimelerinin ne kadar tehlikeli bir silah haline gelebileceği üzerinde yeterince durulmamıştır. Box office açısından ele alındığında hayli başarılı olan “Lawrence of Arabia” filmi, 11 Eylül 2001 tarihine kadar bırakın sıradan bir ABD vatandaşı tarafından, ABD Dış politikasını belirleyen kişiler tarafından tersinden dikkatle izlenmiş olsaydı eğer, bu iki kelimenin arkasına saklanan hastalıklı, vampir zihniyetin neler yapabileceği, böylesi bir katliam gerçekleşmeden de belki tahlil edilebilirdi…


Saldırganların Profili


Dünyanın en büyük bütçesine sahip olan ABD Gizli Servisi CIA ile dünyadaki en ciddi iç istihbarat kurumu olarak gösterilen FBI’ın dikkatinden kaçarak tarihin en barbar eylemlerinden birini gerçekleştiren bu kişilerin isimlerinden ziyade nitelikleri önemli.

Bu 19 katilin en az birkaçının kapsamlı elektronik bilgiye sahip oldukları ve yüksek öğrenimlerini batı normunda gerçekleştirdikleri bugün bilinen hususlar. Yani bunlar fevkalade zeki ve entellektüel yapıya sahip. Dolayısıyla böyle bir eylemin ancak kayıtsız bir gizlilik içinde yapılabileceğini idrak etmiş kimseler. Ayrıca bu kişilerin hayli kapsamlı, istihbarat ve karşı istihbarat tecrübesine ya da eğitimine sahip oldukları ayan beyan ortada. Aynı zamanda çoğunun arasında birinci veya ikinci dereceden akrabalık sözkonusu. Böylelikle hem birbirlerine son derece bağlı hem de dışarıya karşı fevkalade kapalı bir gurup.

Peki eylemde kullandıkları silahlar ne? Ateşli ya da patlayıcı bir madde mi? Hayır değil. 19 tane bıçak dört tane uçak. Bugün kamuoyuna yansayan ABD’de herhangi bir suç işlediklerine dair bir bilgi de yok. Dolayısıyla bilinen insan kaynaklı “karşı istihbarat” yöntemleriyle tesbit edilmeleri dahi neredeyse imkansız.

Burada üzerinde durulması gereken iki nokta var. Birinci nokta bu kişilerden en az birisi, elinde bir Suudi Pasaportu bir Alman pasapotu o diyar senin bu diyar benim dolaşıp durmuş. Herhalde önümüzdeki günlerde bu kişinin rahatlıkla o pasaportları nasıl temin ettiği ve teröristlerin tamamının hem günlük, hem de uçuş eğitimleri ile ilgili masraflarını hangi kaynaklardan karşıladıkları en ince detayına kadar incelenecektir.

Peki olay gerçekleşmeden önce durdurulamazmıydı. Tüm bu veriler ve varsayımlar çerçevesinde teknolojik istihbaratın bilinen hiç bir yöntemi böylesi bir eylemi önceden deşifre edemezdi gibi gözüküyor. Ancak çok yaygın insan kaynaklı bir istihbarat ağı, birden fazla Arabın aynı uçuş okulunda eğitim görmelerinden yola çıkarak bu eylemi ortaya çıkarabilirdi. Zaten şimdiki CIA, FBI ve Ulusal Güvenlik Kurumu üst düzey yöneticileri kapatamadıkları bu küçücük delik yüzünden büyük bir ihtimalle makamlarıyla vedalaşmak durumunda kalacaklar.


Düşman Kim?

Bu saldırıyı lanetlelememek hiç bir şekilde mümkün değil. Ama olaya başka açılardan da bakmak gerekiyor.

Nadide medyamızın genel yayın koordinatörlerinin, bu olayı saatler süren ve dolayısıyla yayın maliyetlerini düşüren kanka sohbetleriyle değerlendirmek yerine, saldırının muhatabı olan ABD Yönetimi’nin üst düzey yetkililerinin açıklamalarının satır aralarını irdeleyerek ele alması daha faydalı olur herhalde…

Böylelikle Türk halkı, Başbakanı ve onun ortakları kişiliğinde miyoplaşmış olan Türk hükümetinin icraatları neticesinde iyice çekilmez hale gelen günlük yaşantısına hem daha çabuk hem de kısa vadede kendisini etkileyebilecek gelişmeler açısından daha hazırlıklı bir şekilde dönebilir.

Sözkonusu kanka sohbetlerinde ABD’nin ilk hedefinin kim olacağı hususunda konsensus sağlanmış gibi gözüküyor. Bu Pakistan üzerinden Usama Bin Ladin’in barındığı Afganistan gibi gözüküyor. Eyvallah…

Peki, 10 yıldan fazla süren Vietnam savaşında toplam 60.000 Amerikalı’nın, hem de ordu mensubu olmasına rağmen dünyanın bir köşesinde öldürülmesini hazmedemeyen ABD kamuoyunun, yarım saat içinde, bugün 10.000’lerle ifade edilen sivil kayıp sonucunda Afganistan gibi zaten sefillik sınırını çoktan geçmiş olan bir ülkeye yapılacak bir müdahaleden tatmin olmasını beklemek iyimserlikten öte saflık olmaz mı?

11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleştirilen saldırının hedefleri nasıl ABD’nin temsil ettiği sembollere yönelmişse, ABD hükümetinin olası bir karşı saldırısının da terörizmi temsil eden olgulara, devletlere ya da kişilere karşı yapılmasını beklemek gerekmektedir. Zaten ABD Başkanı ve İngiltere Başbakanı’nın ısrarla ifade ettikleri hususlar da bunlar.

Peki Usama Bin Ladin dışında terörizmi ABD halkının gözünde temsil eden olgular neler? Kişi ve Devletler kimler? Bunun cevabı, ABD tarafından hazırlanan Teröre yardım ve yataklık eden ülkeler listesinde aranabilir.

Bugün ABD Hükümeti, yapılan saldırının amacının sadece ABD vatandaşlarının ülkelerine olan güvenlerini zedelemeye yönelik olmadığını gayet iyi bilecek kadar bu yollardan geçmiş kişilerden teşekkül ediyor. Şimdiki ABD Başkanı George W. Bush bu kadro da çaylak olabilir ama sözkonusu kadrodaki en önemli isimler diğer George Bush’un öğrencileri. Yani CIA’in CIA olduğu dönemdeki Başkanının…

Bu da beraberinde sözkonusu kadronun, yapılan saldırının ABD’yi herşeyiyle Ortadoğu’nun kaypak zeminine çekmek için tezgahlanan, tarihin en kanlı provakasyonu olması ihtimalini de dikkate alacağına işaret eder.

Durum böyle olunca ABD elbette teröre yardım ve yataklık eden ülkelerin tamamını kendisine düşman bellemeyecek. Şu anda Pakistan’a yaptığı gibi dostlukla, olmazsa abanın altından sopa göstererek ikna etme yoluna gidecek. Diğer taraftan bugün teröre yardım eden ülkeler listesinde ABD’nin torpiliyle yer almayan fakat bu listedeki tüm ülkelerle son derece grift ilişkileri bulunan Suudi Yönetimi’yle yapılacak fırça toplantılarını da hesaba katmak gerekiyor. İşte bugün, gerek ABD Başkanı, gerekse Dışişleri Bakanı’nın sözünü ettiği “diplomatik” girişimler bu kapalı kapı diyaloglarından başka bir şey değil.

Sözünü ettiğimiz bu varsayımlar çerçevesinde, eğer ABD Yönetimi hiç bir kuşkuya mahal vermeyecek şekilde Usema Bin Ladin’le, 11 Eylül saldırısı arasında organik bir bağlantı kurarsa, Ladin’in esrarengiz kişiliğinin önümüzdeki bir kaç hafta içinde dünya ve ABD kamuoyu tarafından daha yakından tanınabileceğine yönelik tahminler yürütülebilir.

Peki ABD toplumu açısından terörle özdeşleşen başka kişi veya devlet var mı? Belki İran devlet olarak listede yer alabilir ama bu ülkenin Hatemi gibi radikal islamla arasına mesafe koymak isteyen birisi tarafından yönetildiği ABD medyası tarafından kendi kamuoyuna izah edilmiş durumda. Kaddafi ise bu kamuoyunu eğlendiren bir karikatürden ibaret.

Geriye bir tek, hem Körfez ülkelerinin çaresiz kaldıklarında feda edebilecekleri, hem dirisinin ya da ölüsünün şu veya bu şekilde ibret olsun diye teşhir edilmesi halinde, ABD kamuoyunun acısını hafifletebilecek ve ülkelerine olan güvenlerinin tekrar tesis edilmesini sağlayacak, hem de Rusya, Çin ve Hindistan’ın yeterli mama verilmesi halinde derhal satabileceği bir tek kişi ve devlet kalıyor. İsim mi ne? Sanıyoruz Türk medyasının ulemaları bir kaç gün içinde bu ismi de telaffuz etmeye başlarlar. Hatta başladılar bile…


Bütün Bunlardan Bize Ne?


11 Eylül saldırısı sonrasında Türkiye’nin en çok ibret alması gereken şeyin, bu tip felaketlerde izlenmesi gereken tavırla ilgili olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz.

Türkiye’de bugün medya kuruluşlarının kamuoyu tarafından eleştirilmesindeki en önemli sebep, bu kuruluşların bağlı oldukları holding patronlarının amaçları doğrultusunda yayın yapmaları, bağlı oldukları bu patronların ise “aman devletten ballı bir ihale kaçırırım” korkusuyla izledikleri tutumdan kaynaklanıyor. Bu durum sadece hükümete yakın olan medya kuruluşları için değil, Türkiye’deki muhalif basın kuruluşları için de geçerli. Diğer bir deyişle bugün Türkiye’de faaliyet gösteren bu kadar televizyon kanalına, gazete ve dergiye rağmen sıradan Türk vatandaşının tarafsız haber ve yorum alma özgürlüğünün sağlıklı bir şekilde var olduğunu söylemek oldukça güç.

Günümüzde dünyanın tek süper gücü konumunda olan ABD ve onun en önemli müttefiki İngiltere’nin en üst düzey yöneticileri, 11 Eylül 2001 tarihi itibariyle birilerine savaş ilan ettiklerini, bundan böyle de dünyada hiç bir şeyin 10 Eylül 2001’deki gibi olmayacağını bangır bangır ilan ettiler. Peki sıradan Türk vatandaşı durumun ciddiyetinin farkında mı?

Bugünkü hükümetin promosyonunu maalesef halen faal durumda olan bazı köşe yazarlarının yaptığı ve bu köşe yazarlarının dün yere göğe sığdıramadığı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na şu anda eleştirinin ötesinde en ağır hakaretleri ettiği, aynı köşe yazarlarının zekalarından çok daha kıvrak bir zeka yapısına sahip olan sıradan Türk vatandaşı tarafından gayet iyi takip ediliyor.

Sıradan Türk vatandaşı, daha bir ay önce ulusal güvenliğin bugün Türkiye’de tabu haline getirilmesinden dolayı ülkemizin hak ettiği muaassır medeniyet seviyesine ulaşamadığından yakınan yöneticilerinin ve onu destekleyen kadrolu köşe yazarlarının kaypaklıklarının ötesinde miyopluk dereceleri hakkında da yeterli fikre sahip.

Türk vatandaşı eğer bugün 11 Eylül’de ABD’de yaşanan olayları yeterince ciddiye almıyorsa eğer, bunun sebebi raiting kaygısıyla hergün televizyonda veya yazılı basında kendisine sunulan felaket haberleri nedeniyle “felaket” kelimesinin anlamı hakkında düştüğü şaşkınlıktan kaynaklanıyor olabilir.


İnşallah Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı yakın bir gelecekte o çok sevdiği televizyon ekranına çıkıp; “ABD’nin Bağdat Yönetimi’ne fiili müdahalede bulunmasını yadırgadım, aynı zamanda da içime sindiremedim” demez. Veya Türk halkı bugün içinde bulunduğu ekmek kavgasından biraz olsun başını kaldırır ve onu bu kavgaya sürükleyen şimdiki hükümetin, kendisini nasıl artık bitmiş olan Yeni Dünya Düzeni’nin dışında bıraktığını hatırlar.
--------------------------------------------------------------------------------------
Bu sayfa "Konuk Yazarımız" tarafından yazılmıştır. Anadolu Türk İnterneti, okuyucularının olumlu ve seviyeli yazılarına her zaman açıktır. Atin'de yayınlanmasını istediğiniz yazıları lütfen bize iletin. Açık kimliğinizi veya takma bir ismi kullanabilirsiniz. Görüş ve düşüncesi ne olursa olsun, hakaret ve küfür içermeyen, seviyeli bir şekilde yazılmış yazıları yayınlayacağımızdan şüphe duymayın. Konuk yazarlara ait yazıların yayınlanması, bu yazılardaki görüşlerin Anadolu Türk İnterneti'nce paylaşıldığı veya paylaşılmadığını yansıtmaz. ATİN.