İbrahim Telemen Olayı
[ 26/7/2001 - 11:00 ]  By Atin  anadolu@atin.org

Eğer Susurluk nedir öğrenmek istiyorsanız, eğer Türkiye üzerinde oynanan oyunları, uyuşturucu, silah kaçakçılığı gibi konuları merak ediyorsanız, eğer önemli cinayetler ve Papa olayı gibi perde arkasında kalmış olayların nedenlerine ulaşmak

Eğer Susurluk nedir öğrenmek istiyorsanız, eğer Türkiye üzerinde oynanan oyunları, uyuşturucu, silah kaçakçılığı gibi konuları merak ediyorsanız, eğer önemli cinayetler ve Papa olayı gibi perde arkasında kalmış olayların nedenlerine ulaşmak arzusundaysanız, Türkiye'de size referans olabilecek tek bir ciddi kaynak var: "Uğur Mumcu'nun kitapları ve yazıları." Onun eserleri bugün dahi olaylara en iyi bir şekilde ışık tutuyor.

"Beni öldürecekler."

Telefondaki ses ısrarla bu iki sözcüğü yineliyordu:

"Beni öldürecekler, beni öldürecekler"... "Kimler' diye soruyorum.

"Siz tanımazsınız bunları, çok tehlikelidirler."

"Adları ne? Kim bunlar? Söylesenize" diyorum. Telefonun öbür ucundan şimdiye kadar hiç duymadığım bir kişinin adı veriliyor:

"Abuzer ve adamları."

Meraklanıp, soruyorum:

"Kimdir bu Abuzer? Ne iş yapar? "

"Son zamanlara kadar onlarla beraberdim. Kaçakçılık yapıyorduk. Size bu konuda açıklamalarda bulunacağım."

"Siz kimsiniz?"

"Telemen. İbrahim Telemen. Silah kaçakçısıyım."

Sonra hemen düzeltiyor:

"Yani eski silah kaçakçılarından Telemen."

Anlatacakları vardı; elinde belgeler olduğunu bildiriyordu. Bana bu konuları içeren bir mektup yazdığını söylüyor ve soruyordu:

"Mektubumu aldınız mı?"

Hayır, telefon ettiğinde mektubu henüz almamıştım.

"Hayır," dedim, "almadım."

"Mektubu ele geçirirlerse, mahvolduk."

"Merak etmeyin, postadadır, gelir."

Telemen'in telefonları bir kaç gün daha devam etti.

Telefonlarının birinde soruyordu:

"MİT müsteşarını tanıyor musunuz? "

"Hayır tanımıyorum."

"İçişleri Bakanını?… "

"Tanırım, arkadaşımdır."

"Beni bakanla tanıştırın."

"Önce ben sizi tanımıyorum. Kaçakçıyım diyorsunuz, size nasıl güven duyayım? Kendiniz gelin görüşün."

Telemen ısrarlıydı:

"Bakan beni güvence altına alsın, bütün kaçakçıları açıklayacağım. Size yolladığım mektupta bir kısmı var."

Ecevit hükümetinin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş, gerçekten benim çok yakın bir arkadaşımdı, Bu yakınlığım nedeniyle Telemen'e bir yardımım olabilirdi. Fakat henüz kararımı vermemiştim.

Birkaç gün sonra Telemen'in mektubu geldi, Mektubuna hızla göz gezdirdim, Kaçakçı adları, telefon numaraları ve bir sürü açıklama. Mektubu okudukça ilgim artıyordu:

"İtalya, İspanya, Fransa ve Çekoslovakya. Bu ülkelerden silah siparişleri organize etmekte idim. Çünkü Bulgarlar, hiçbir kayıt aramaksızın her türlü silahı Abuzer'e vermektedirler."

Sayfaları hızla çeviriyordum, bir başka paragrafa g6züm takılıyor;

Telemen, Abuzer Uğurlu’nun kendisini cezaevinden nasıl kaçırdığını anlatıyor ve vicdan azabı ile bir itirafta bulunuyor:

"Beni İzmir Buca Cezaevi'nden kaçırdığı güne dek yurda soktuğum silah ve mermilerin sayısını unutmuştum. Bir de Nedim Dişkaya ve Aziz ikilisinin [Nedim Dişkaya, Abuzer Uğurlu’nun kaçakçılık çetesinde çalışan bir ele­mandır Aziz de "Kürt Aziz" olarak bilinir. Aynı çetede çalışır] Bulgaristan’dan soktukları var ki, düşündükçe korkunç bir düşünceye ve üzüntüye kapılıyorum."

Mektubu aldığım gün Başbakan Ecevit ile bir g6rüşmem vardı, Mektubu cebime yerleştirerek Başbakanlık köşküne gittim, Eve döner dönmez, mektubu açarak okumaya başladım.

Bu kez evimin telefonu çaldı, Karşımdaki yine Telemen'di:

"Mektubum elinize geçti mi?"

"Evet, bugün geldi. Okudum, ilginç."

"Sizinle buluşalım."

"Gelin buraya, görüşelim."

"Gelemem"

"Niçin?"

"Takip ediyorlar. Öldürecekler."

"Ben ne yapabilirim?"

"Benimle görüşürseniz, ne yapacağımızı birlikte kararlaştırırız"

"İstanbul Sıkıyönetim komutanına başvur, Namuslu adamdır, seni korur, seni dinler, ben ne yapabilirim tek başıma?"

"Beni MİT müsteşarı ile görüştürün,"

"Ben özel kalem müdürü değilim ki, nasıl görüştüreyim sizi MİT müsteşarı ile? Hem tanımıyorum müsteşarı?"

"İçişleri Bakanını tanıdığınızı söylediniz?"

"Evet, tanırım. Verin adresinizi, gelsin polis sizli alsın, bakana getirsin,"

"İstanbul polisi içinde adamları vardır."

"Kimler onlar? Adlarını verin öyleyse, ben de söyleyim bakana."

"Uğur Bey, İstanbul'dan ayrılamam, beni öldürürler, Siz bu adamları bilmezsiniz, Ben onların arasındayım, Bunların kanunlarını çok iyi bilirim, öldürecekler beni, bu yüzden ayrılamam buradan."

"Peki bu iş için bana başvurmak nereden aklınıza geldi. Devletin polisi var, sıkıyönetimi var, savcısı var."

"Sizi yazılarınızdan tanıyorum, Geçenlerde televizyonda silah kaçakçılığı konusuna değinmiştiniz, ondan cesaret aldım, Bana yardım edin."

Ve devam ediyordu:

"Benden kuşkulanmayın, Ne olur kuşkulanmayın, Her şeyi anlatacağım. Terörün kesilmesini istemiyor musunuz?"

Kararımı verdim. Telemen ile görüşecektim: Kendisini arayacağım bir telefon numarası istedim. Verdi. Ben de buluşma yerini söyledim. İstanbul'da bir kitapevi.

Telefonu kapattım ve hemen İçişleri Bakanı Güneş'i aradım. Durumu anlattım. Biraz sonra mektup bakanın eline ulaşmıştı.

Telefon çaldı. Bakan Güneş'ti:

"Yarın bakanlığa gel, görüşelim şu konuyu."

Ertesi sabah İçişleri Bakanlığı'na gittim. Bakan Güneş, MİT’ten ve Emniyet Genel Müdürlüğünden İbrahim Telemen ile ilgili bilgileri toplamıştı: Telemen, polis tarafından aranan bir silah kaçakçısıydı. İzmir'de iki büyük kaçakçılık olayına karışmıştı. İnterpol'de de bir dosyası vardı. Bana gönderdiği mektubun bir benzerini Milli Güvenlik Kurulu'na göndermişti. Bu mektup getirtilerek el yazıları karşılaştırıldı: Evet aynı elden çıkmıştı.

Bu konuşma 1979 yılının Mart ayının ilk günlerine rastlamaktaydı.

İçişleri Bakanı, Emniyet Genel Müdürü ve ben; Telemen'in verdiği numaraya her saat başı telefon ettik. Kimse çıkmıyordu.

Sonra hep birlikte bir plan yaptık.

Ankara'dan hareket edecek bir polis timi İstanbul'da beni bulacaktı. Ayrıca İstanbul polisine de bir şifre çekilmişti: "Gazeteci Uğur Mumcu geliyor, herhangi bir terörist eylem nedeniyle yakın korunmaya alınması"

Birkaç saat sonra buluşma yerine gelmiştim. Buluşma yeri Nişantaşı'ndaki Akademi Kitapevi'ydi ve ben o gün okurlarıma kitaplarımı imzalayacaktım. Yaptığımız plan gereğince, İçişleri Bakanının imzalı kartını taşıyan bir polis yetkilisi, kitabı imzalarken kulağıma fısıldadı:

"Kitapevini sardık. işaretinizi bekliyoruz."

Kapıdan giren herkese, "acaba bu Telemen mi" diye baktım ama Telemen gelmedi.

Yirmi gün sonra bir gazete haberi olayın önemini büsbütün arttıracaktı: İbrahim Telemen adlı sabıkalı bir silah kaçakçısı, İstanbul'da kalmakta olduğu Opera Oteli'nin 7'nci katından atlayarak intihar etmişti!

Ve sonra bir başka haber: Telemen'in odasında Kemal Tayyar adına düzenlenmiş sahte pasaport ele geçmişti. Takvimler, 31 Mart 1979 tarihini göstermekteydi. 30 Mart günü Telemen tarafından yazılmış bir ihbar mektubu da sıkıyönetim komutanına ulaşmıştı.

Bundan sonrasını, intihar olayından sonra ilk saptamaları yapan İstanbul Sıkıyönetim Savcılığı'nın kararından öğreniyoruz:

"Odanın kapısı içeriden kilitli olmakla beraber, bitişik odanın kapı ve balkon kapısının açık olduğunun tespit edilmesi, yatağında kan bulunuşu, ayrıca odada kanlı bir jilet elde edilişi, ihbarından dolayı öldürülmüş olabileceği kuşkusunu doğurmaktadır." [İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcısı Albay Refik Karaa'nın 30.05.1979 gün ve 1979/783 sayılı görevsizlik kararı]

Daha sonra Telemen'in cesedi otopsi yapılmak üzere arandığında hiçbir mezarlıkta bulunamayacaktı. Ceset kayıptı.

Türkiye'de kaçakçılar konusundaki yoğun operasyonlar bu olaydan sonra başladı. Telemen'in mektubunda adı geçen kaçakçılar, bir gecede göz altına alındılar. Bir tek kişi dışında: Abuzer Uğurlu. Uğurlu, çok gizli yürütülen operasyonu duymuş ve gece yarısı Mencedes arabasına binip kaçmıştı. Polis, Bulgaristan'a gittiği kanısındaydı.

Telemen'in ihbar mektupları sonucunda İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi'nce tutuklanan kaçakçılar, bir süre sonra salıverildiler. Kaçakçıların avukatlıklarını, 12 Mart 1971 döneminde [O dönemde, İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi'nde görev yapan Albay Ferruh Şenerdem ve Albay Coşkun Dündar emekli olduktan sonra, avukatlığa başladılar 1979 yılında kaçakçılar tutuklanınca, bu kaçakçıların bir kısmının avukatlıklarını da bu iki emekli yargıç üstlendi. Aynı iki emekli yargıç, aynı tarihlerde, i Şubat 1979 tarihinde öldürülen Milliyet Gazetesi Abdi İpekçi davasında M. Ali Ağca’nın suç ortağı Yavuz ÇayIan'ın avukatlığını da aldılar] İstanbul'da görev yapan eski askeri hakimler üstlendi. Sanıkların salıverilmelerine karar veren mahkeme başkanı albay, bir süre sonra görevinden istifa etti ve Darüşşafaka adlı bir hayır kurumunda çalışmaya başladı. [Emekli hakim Albay Metin Taran... Bu tahliye kararından sonra, o zaman Genelkurmay Başkanı olan şimdiki Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in emri ile bir soruşturma açıldı, ancak bir sonuç alınamadı] Bütün kaçakçıların salıverilmelerinden sonra Abuzer Uğurlu kendi isteği ile teslim oldu, bir süre sonra o da serbest bırakıldı.

16 Nisan 1979 gecesi yapılan operasyon ile göz altına alınan sanıklar, çok ilginç ifadeler veriyorlardı. Evlerinde ve işyerlerinde yapılan aramalarda uluslararası telefon faturalarına, sahte pasaportlara, yasak mermi ve tabancalara ve kaçakçılıktan elde edilen paraların bölüşümünü gösteren defterler ele geçmişti. Sanıklar, bu defterlerin kaçakçılıktan elde edilen paranın bölüşümü için tutulduğunu söylediler. Ayrıca sonradan teslim olan Abuzer Uğurlu, mali polise verdiği ifadede, silah kaçakçılığı yapmadığını, ancak elektronik aygıt kaçakçılığı yaptığını ifade ediyordu.

Abuzer Uğurlu’nun ifadesi şöyleydi:

"Silah ve mermi kaçakçısı değilim. Eldeki belgeler, 1977 yılı içinde İtalya’dan bir gemi ile getirtilerek İskenderun’dan soktuğum teyp, radyo ve elektronik cihaz ile ilgilidir." [30.05.1979 gün ve 1979/783 sayılı İstanbul Sıkıyönetim Askeri Savcılığı kararı]

Yasalara göre, elektronik aygıt kaçakçılığı yapmak suçtu. Ancak Abuzer Uğurlu, bu belgelere ve bu belgeleri doğrulayan itiraflarına rağmen serbest bırakılmıştı. Ne zamana kadar? Ecevit hükümetinin Gümrük ve Tekel Bakanı Tuncay Mataracı'ya rüşvet verdiği anlaşılıncaya kadar!

Telemen'in 4 Mart 1979 tarihini taşıyan ihbar mektubu, Abuzer Uğurlu ve arkadaşları ile ilgiliydi. Mektup şöyle başlıyordu:

"Ben 7-8 yıldan beri silah kaçakçılığı yapan, daha doğrusu yapmaya itilmiş ve şimdi de içinden çıkamayan ve daha fazla yapmam için zorlanan bir yurttaşım."

Fakat şu son iki aydır yurtta cereyan eden olayları da bahane ederek silah kaçakçılığı yapmamak için direnmekteyim. Bunun için yoğun baskı ve tehdit altındayım. Ama her ne pahasına olursa olsun direnmeye devam edeceğim.

Şimdi sana silah kaçakçılığının ve silah kaçakçılığı kadar tehlikeli diğer iki konunun kaynakları, kanalları ve arkasındaki kişileri açıklayacağım.

Silah kaçakçılığı Türkiye'de 15 yıldan beri Abuzer Uğurlu (Kürt Abuzer) [Telemen, Abuzer Uğurlu için "Kürt Abuzer" adını kullanmaktadır. Türkiye'deki Güneydoğulu kaçakçılar "Kürt Grubu" olarak adlandırılırlar. Telemen, "Uğurlu' soyadı yerine 'Doğulu' soyadını kullanmaktadır] tarafından yapılır. Tabii kardeşleri Mustafa. Sabri, Ahmet ve en yakın arkadaşları da Nedim Dişkaya... Seyfi Dadaş. Kürt Aziz ve Selahattin Güvensoy. Sarı Avni, Hayrettin Yağcı, Mustafa Aydemir ve Oflu İsmail. [İtalya’da ortaya çıkartılan uyuşturucu madde ve silah kaçakçılığı olayları nedeniyle aranan ve 1980 yılından bu yana Türkiye dışında olduğu bilinen yeraltı dünyasında etkinliği ile tanınan İsmail Hacı Süleymanoğlu] Oflu İsmail ünlü kabadayı ve MHP'ye yakınlığı ile tanınan bir kişi. Sındırgılı Mustafa Aydemir de Balıkesir'de MHP'ye en yakın ve etkin adamı. Yukarıda isimlerini yazdığım ve daha çok benim dışarıda oluşumdan ve bir de benim tanımamda sakınca gördükleri birçok kişi var ki. bunların hepsi Abuzer'in adamlarıdır ve çoğunluğu MHP ile çok iyi ilişkiler içindedirler. Abuzer hücre usulü çalışır ve bazen hücreler birbirini tanımazlar.

İstanbul polisinin her kesimi ile çok iyi ilişkileri vardır. Gümrükler de öyledir. Edirne, Kapıkule, İpsala, Haydarpaşa ve Mersin gümrükleri Abuzer'in çiftliği gibidirler. Müdürlerini ve muhafaza amirlerini Abuzer tayin ettirir. Bu saydığım gümrük müdürlerinin tayini için gümrük bakanlığına ödenen 1 milyonla 10 milyon arasında. Bu durum İstanbul polis müdürlükleri için de söz konusudur."

İbrahim Telemen, bu girişten sonra, Bulgaristan’ın kaçakçılık olaylarındaki rolünü şöyle anlatıyor:

"1- Bulgarlar, her cins silahı, Türkiye'ye ya TIR'lar veya Varna'dan. Burgaz'dan deniz taşıtları ile göndermektedirler. Ve bu da Abuzer'in en yakın adamı Nedim Dişkaya tarafından, Bulgaristan ile Türkiye arasında sağlanmaktadır. Bu birinci kaynak.

2- İtalya, ispanya, Fransa ve Çekoslovakya, bu ülkelerden ise silah işini ben organize etmekte idim. Çünkü Bulgarlar, hiçbir kayıt aramadan her türlü silahı Abuzer'e vermektedirler, Nedim vasıtası ile. Nitekim geçen günkü iki bin adet uzun menzilli tüfek geldi ve şimdi Abuzer'in adamı Aziz, onları Anadolu'ya göndermekle meşgul. Ama, İtalya, ispanya, Fransa ve Çekoslovakya silah verirken lisans istemektedirler. Ben Arap Emirliklerinden veya Afrika'da bir devletten 25-30 bin dolar ödeyerek lisans alıyorum. Ve o Lisans ile 10 bin, 20 bin her cins tabanca ve 4-5 milyon mermi, sanki oraya gidecekmiş gibi, Abuzer'in gönderdiği gemiye yüklüyorum. Gemi açık denize açıldıktan sonra silahları Abuzer Haydarpaşa gümrüğünden müdür Galip [Ali Galip Kayıran, İstanbul’da Haydarpaşa gümrük müdürlüğü yapmıştır, Hakkında kaçakçılarla işbirliği yaptığı savı ile çeşitli kovuşturmalar bulunan Kayıran, Ecevit hükümetinin Gümrük ve Tekel Bakanı Tuncay Mata­racı'ya rüşvet vermek suçundan da mahkum olmuştur] ve adamları tarafından Abuzer'e verilmektedir. Her ay Haydarpaşa'dan on beş-yirmi bin silah ve o kadar mermi Türkiye'ye girmektedir. Veya Ayvalık açıklarında Mustafa Aydemir ve onun vasıtaları ile Anadolu'ya sevk edilmektedir. Bundan gümrüklerin ve jandarmaların haberi oluyor. Bir ay kadar önce Abuzer'in Sarı Avni ve Hayrettin Yağcı hücresi çok miktarda tabanca ve mermiyi Ayvalık açıklarında Mustafa Aydemir'e teslim ettiler. İstanbul’da sıkıyönetim olduğu için bu kez orasını yeğlediler.

Haydarpaşa gümrük müdürü Galip'in, Abuzer'in Mecidiyeköy hücresi ile her akşam nasıl işbirliği yaptığı kısa bir takipten sonra anlaşılacaktır.

Şimdi bana ağır baskı yapıyorlar. Daha evvel Çekoslovakya'ya 15 bin tabanca ve 4 milyon mermi siparişi ve kaporaları verilmişti. Hemen gidip yüklememi isteyerek ağır tehdit etmektedirler. Hatta ölümle. Ve 20 bin tabanca daha sipariş etmem için, beş milyon da mermi.

Çekoslovakya'da ise onların direksiz bir çeşit özel vapurları var. Onlarla Tuna'dan Karadeniz'e açılarak açıkta bekleyen Abuzer'e ait gemiye hemen teslim edip, geriye dönüyorlar. Mersin açıklarından da silah soktukları oluyor. Fakat şimdi en iyi yer Ayvalık kıyıları. Sıkıyönetim yok."

İbrahim Telemen'in silah kaçakçılığı kadar tehlikeli saydığı bir başka konu da döviz kaçakçılığıdır. Mektupta bu konuda şu açıklamalara rastlanıyor:

"Sirkeci'de, Büyük Postane'nin hemen karşısında "Dövizci Celal" vardır ki, bütün Sirkeci bankalarından daha çok döviz toplar. Ve bütün İstanbul emniyeti de bilir. İstanbul polis şeflerinden hele bazıları ile olan çok sıkı dostluğu yüzünden kimse bir şey yapmaz, yapamaz. Güzel, planlı bir operasyonda çok miktarda döviz ve bazı delillerin ele geçeceğinden hiç kuşku olmasın. Fakat bunu İstanbul polisi yapamaz. Hemen haber verir, baskın var, tedbirinizi alın, diye.

Yeşilköy gümrüğünden her an elinde 3-5 milyon DM dolu çanta ile hiçbir engelle karşılaşmadan adamları girer, çıkar. İsterse pasaportuna damga vurdurur, isterse vurdurmaz. Ben böyle birkaç kez çıkıp girdim. En çok çıkıp giren ise Selahattin Güvensoy. Zira bizim hücrede dil bilen ben ve Selahattin.

Ben Abuzer ile ilişkilerimi Seyfi Dadaş ile yürütürüm. Çok ender görüşürüz. Kendi evinden ve yazıhanesinden bana hiçbir zaman telefon etmez ve ettirmez. Telefonu ev: 583060, yazıhanesi: 381750 ve Harbiye'deki yazıhanesi: 462595. Dadaş'a ait: 465224. Kurtuluş, Kuyularbaşı sokak No: 20/3. Bu telefonla Çekoslovakya ve İtalya ile devamlı görüşürüz.

Ağustos i 978'den yıl sonuna dek 465224 nolu telefondan Çekoslovakya-Prag dan ve İtalya-Milano'dan 639518 Cemal Bey, 666441 gene Milano'dan karşılıklı ne kadar görüşülmüş, bu durum İstanbul Telefon Müdürlüğü kayıtlarından çıkarılabilir."

İbrahim Telemen, Abuzer Uğurlu’nun yönettiği kaçakçılık şebekesi hakkında bilgi verdikten sonra şu önerilerde de bulunmaktadır.

Bir kaçakçının bu konudaki gözlemleri şöyle; bunları da öğrenelim:

"Peki bu durum önlenemez mi! Derhal önlenir, şöyle ki:

1- Kapıkule, İpsala, Haydarpaşa, Mersin ve İstanbul Yeşilköy gümrük müdürleri, muavinleri ve sivil muhafaza amirleri hemen değişmeli ve bu gümrük kapıları müfettişlerce çok sıkı denetlenmeli.

2- Hükümet, diplomatik yollardan çok etkin girişim de bulunmalı. Nitekim Ecevit yeni iktidara geldiği zaman böyle bir girişimde bulunmuş olacak ki, Bulgarlar altı ay kadar, silah sevkiyatını durdurmuşlardı. 2-3 aydır tekrar başladılar.

3- Lisansla silah satan ülkelerden yalnız silah değil, lisansa şu açıklama ve sorumluluk yükleyecek tümceyi koydurmak için gene diplomatik girişimde bulunmak. Uluslararası antlaşmalarda, silah için re-export yasağı olduğunu sanıyorum. "ithali için lisans verdiğimiz silahı kendimiz kullanacağız, tekrar bir başka ülkeye ihraç etmeyeceğiz"... Bu şu bakımdan çok önemli: O zaman her ülke 25-30 bin dolar için lisans vermeyecektir. Silah satan ülke ve fabrika da silah vermeyecektir. Bunun yüzde yüz yararlı olacağına, uzun tecrübeme dayanarak, inanıyorum.

4- Lisanslar zaten naylon lisans. Örneğin Arap Emirliklerinden birisi şöyle bir yazı yazıyor: "Sayın Bay, ithali için yaptığınız müracaat uygun görülmüştür. Cins ve miktarları yazılı silah ve mermileri, döviz talep etmediğiniz için ithal izni verilmiştir." İşte böyle bir yazı ile anlaşıyorlar ve parayı da bir İsviçre bankasından gönderdiniz mi, istediğiniz kadar, her cins, her marka silah ve mermi, Abuzer'in göndereceği gemiye hemen yüklenmek üzere istediğiniz serbest limana gönderiyorlar ."

Kaçakçılığın çeşitli kanalları, yol ve yöntemleri var. Telemen sahte pasaport konusunu da ele alıyor:

"Sahte pasaport ve her türlü sahte mühür, araç ve gereçler. Bunlar da Abuzer'in elinde.

Beni, İzmir Buca Cezaevi'nden Abuzer kaçırdı. Ve hemen üç adet pasaport: Biri Bora adına, tüccar, her an yurt dışına çıkıp girebilirim. Çok girdim, çıktım. Şimdi o pasaport Abuzer'in elindedir. ikincisi Kemal, Almanya'da çalışan bir işçiyim. Gene her an girip, çıkabilirim. O pasaport bende. Abuzer istedi, kaybettim diye vermedim. Üçüncüsü de kendi adıma, o da tüccar. O pasaport da İtalya’da.

Abuzer'in bütün adamlarında böyle birkaç pasaport var. Her istedikleri an yurt dışına gidip, gelmektedirler. Bu bakımdan sahte pasaport işi de silah kadar zararlı ve silah kaçakçılığını kolaylaştırdığı için ve sahte pasaportla en azılı katiller, kaçakçılar ve anarşistler istedikleri an yurt dışına gidip, geliyorlar. Ve silah dolu TIR'ları istedikleri yerde bırakıp, hiç oradan ayrılmadan, sanki Suriye'ye gidip, gelmişler gibi, çıkış damgası ve şoförün durumuna göre Arap vizesi ve damgası hepsi sahte olarak, Abuzer'in elindedir.

(...) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına da yazacağım ve sahte pasaportumu mektupla birlikte göndereceğim. Hatta fırsat bulursam, gidip teslim olacağım. Fakat bir an dahi olsun yalnız bırakmıyorlar. Her an gölge gibi takip ediyorlar. Hem benim teslim olmam hiçbir anlam taşımaz. Önemli olan Abuzer ve etrafındaki birkaç kodamanın yakalanması, ondan sonra teslim olurum. Ve gerektiği şekilde her yardımı devlet görevlilerine yapmaya ve elimdeki delilleri vermeye hazırım."

Telemen'in kuşkulu ölümünden sonra otel odasında yapılan aramada, Telemen'in fotoğrafını taşıyan ve Kemal Tayyar adına düzenlenmiş bir sahte pasaport ele geçmişti. Bu, Telemen'in mektubunda sözünü ettiği pasaporttu.

Telemen'in ölümü üzerindeki sis perdesi bugün de kaldırılmış değildir. Ölümünden hemen sonra ölüm nedenini kesinlikle saptayacak yeterli bir otopsi yapılmamıştır. Ölünün, Telemen'e ait olduğunu saptayacak bir teşhis tutanağı da tutulmamıştır. Telemen'in cesedinin hangi mezarlığa gömüldüğü belli değildir. Bir yakını tarafından, Ankara'nın Kızılcahamam ilçesi mezarlığına gömüleceği söylenerek teslim alınan ceset, Kızılcahamam mezarlığına gömülmemiştir. Ayrıca, o tarihte.. cezaevi kaçağı olarak aranan Telemen'in otelde kendi adına oda ayırtması da ilgi çekmiştir. Acaba, ölen, Telemen'in kendisi miydi? Yoksa, bir başkasını öldürüp, olaya bir intihar süsümü vermişti? Polis tarafından aranan bir kaçakçı, elinde de sahte pasaport varken, niçin kendi adına oda ayırtmaktaydı? Bunlar, kuşku verici noktalardı.

Bugün üzerinde durulan olasılık Telemen'in yaptığı ihbarlardan ötürü öldürülmüş olmasıdır. Olaya el koyan İstanbul Askeri Savcılığı bu kanıdadır.

Telemen'in 1972 yılında İzmir Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasında savcılık yapan bir tanık, 1980 yılında, İzmir emniyetine başvurarak, öldüğü ileri sürülen Telemen'i gördüğünü bildirmiş ve bunun üzerine araştırmalar ve soruşturmalar yapılmıştı. Fakat bu soruşturmalardan herhangi bir sonuç alınmış değildir.

Telemen'den bugün elimizde kalan. şu okuduğunuz ihbar mektubu ile iki kaçakçılık dosyasıdır.

İbrahim Telemen'in biri 1972, öteki 1975 yılı olmak üzere iki ayrı silah kaçakçılığı davasında yargılandığını saptadık. Telemen, 1972 yılında askeri savcıya verdiği el yazılı ifadesinde birçok kaçakçı adı açıklamıştı. Bunların arasında, Papa'ya suikast girişimi nedeniyle adını duyuran Bekir Çelenk ile İtalya’nın Trieste kentinde 1981 yılının Mart ayında ele geçirilen 15 kilogram baz morfin olayı ile ilgili görülen Hasan Nehir'in de adları var. Telemen'in açıklamalarına göre, Çelenk ve Hasan Nehir ortak olarak çalışmaktadırlar. Telemen, Çelenk ve Nehir'i 1972 yılında yetkililere bildirmişti.

Telemen'in 1972 yılında askeri savcıya yaptığı bu açıklamalardan kimsenin haberi yoktu. Bu el yazılı ifade, adliye mahzenlerinde unutulmaya terkedilmişti. 1980 yılının Ekim ayında, bu ifade. Cumhuriyet Gazetesi'ndeki köşemde yayınlanınca birdenbire ortalık karıştı.

Telemen'in 31.12.1972 günü askeri savcıya verdiği el yazılı ifadenin Bekir Çelenk ve Hasan Nehir ile ilgili bölümüne göz atalım: [İbrahim Telemen'in askeri savcıya yaptığı bu açıklama, İzmir İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nin 1974/384 esas sayılı dosyasının i 46'ncı sırasında bulunmaktadır. Telemen'in, Hasan Nehir ile ilgili olarak bildirdiği olayın yargılanması, Ankara, Altındağ Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılmıştır. Bu dosya da 970/394 sayısını taşımaktadır]

"Ömer ve Hasan Nehir kardeşler, İstanbul Beyazıt'taki Radar ve Topkapı otelleri sahibidirler. Ve otellerini adeta kaçakçı yuvası gibi kullanırlar. Yaz-kış otelleri Arap ve İranlı kaçakçılarla doludur. 1971 başlarında benim ihbarımla Ankara'da 500 kg. esrarla beş kişi suçüstü yakalandılar. Örtbas oldu. Bugün onlardan hiç kimse yok içeride. 1972 yılı ortalarında İstanbul Yeşilköy gümrük depolarından Haydarpaşa gümrük deposuna nakledilecek diye külliyetli miktarda silahı içeri soktular. Bunların dışarıdaki adamı da Bekir Çelenk'tir. Münih'te oturur, Türkiye'ye pek gelmez."

İbrahim Telemen'in bu el yazılı ifadesi, askeri mahkeme tarafından resmi, makamlara gönderilmiştir. Fakat Bekir Çelenk de, armatör Hasan Nehir de Gaziantep ilinde yağ ve un fabrikası sahibi olarak ellerini, kollarını sallayarak dolaşmışlar.

1972 yılı Aralık ayının on beşinci günü, İzmir Alsancak limanına, İtalyan bandıralı "Sangiorgia" gemisi yanaştığında, önemli bir kaçakçılık olayının patlak vereceğinden kimsenin haberi yoktu. Daha önce herhangi bir ihbar ya da uyarı da alınmış değildi. Gümrük yetkilileri ve polisler, her zamanki denetimlerini yapmaktaydılar.

Hans Peter Haas adlı bir Alman yurttaşı, "S. An. 5743" plaka nolu arabası ile denetimlerini tamamlamış, limana çıkmak üzereydi. Görevliler, gemiden çıkmak üzere olan Alman plakalı aracın arka kısmının yerle bitişecek biçimde çökmüş olduğunu gördüler. Belli ki, arabanın arka kısmında büyük bir ağırlık vardı. Hemen araba durduruldu, bagaj açıldı. Bagajda yalnızca pek de ağır olmayan bir valiz vardı. Şüpheler büsbütün arttı. Bu ağırlık nereden geliyordu. Aramalar çok uzun sürmedi. Arabanın arka kısmında özel bir bölmeye yerleştirilmiş 350 tabanca ele geçiverdi.

Haas, hemen emniyet müdürlüğüne götürüldü. Biraz sonra ilk bağlantı ortaya çıkıyordu: İbrahim Telemen... Polis, Telemen adını hemen sınır kapılarına bildirdi. Telemen, Haas ile İzmir’de buluşacaktı, ancak Haas'ın yakalanmasıyla birlikte ortadan kaybolmuştu. İstanbul polisi çok geçmeden Telemen'i, İzmir’den İstanbul’a inen uçakta ele geçiriyordu. Telemen'in yanında bir de sarışın güzel bir bayan vardı. Finlandiyalı Anna Liza Tuhkanen.

Telemen, ilk sorgusunda bir Türk adı vermekteydi: Kemal Ercan... Polis, ilk aşamada dört kişiyi yakalamıştı: Federal Alman Haas, Finlandiyalı Tuhkanen ve iki Türk: İbrahim Telemen ve Kemal Ercan...

Sorgunun bir sonraki aşamasında bir başka kişi daha belirdi: Federal Alman Peter Schüwartz. Bu iki Türk, iki Alman ve bir Finlandiyalı çetenin silah sağladığı ülke de Macaristan.

Olayın gelişmesi şöyle:

İbrahim Telemen, Federal Almanya'da çalışan Türk işçilerinden, karşılıkları Türkiye'de ödenmek üzere mark toplar. Bu paraların karşılığı, Kemal Ercan tarafından, işçilerin Türkiye'deki yakınlarına Türk parası olarak ödenir. Bundan sonrası, silah fabrikası ile temas kurmaktır. Bu temasları da Telemen sağlar. Budapeşte'ye gider, Ferunlion Export yetkilileri ile görüşür. Anlaşma sağlanır. Anlaşmaya göre, Alman plakalı bir araba gelip, silahları teslim alacaktır. Silahların parası, Alman markı olarak ödenir.

Telemen, silahları fabrikadan teslim almak için Alman Haas'ı görevlendirir. İlk aşamada, Telemen geri plandadır. Haas, doğrudan doğruya Peter Schwartz ile görüşür. Aldığı talimat gereği Budapeşte'ye gider, arabasını Fer-union yetkililerine teslim eder. Arabanın özel bölümlerine, gizli olarak silah yerleştirir. Ve bu araba ile Trieste'den gemiye binerek İstanbul'a gelir. Haas'ın Türkiye'ye ilk girişi, 1970 yılına rastlar. 1970 Mart ayı ile yakalandığı tarih olan 15 Aralık 1972 tarihleri arasında tam sekiz kez Türkiye'ye giriş yapar.

Haas, Türkiye'ye ilk girişinde, İstanbul'da bir otele yerleşir. Biraz sonra tanımadığı iki kişi gelir, arabanın anahtarlarını alır ve giderler. Haas, Reşat Kagıt adlı bir denizci ile tanışır. Daha sonraki seferlerde, Reşat Kagıt, silahlan teslim alır. Reşat Kagıt ile Hoas'ı tanıştıran Peter Schwartz'dır. Schwartz, bazı seferlerde bulunur. Gemiye biner. Haas'ı uzaktan izler.

Haas, daha sonraki seferlerinde Telemen'den talimat alır. Silahlar, bazen İstanbul’da, bazen de Ankara'da Türk kaçakçılarına teslim edilir. Haas'ın son seferi de Budapeşte'den başlamıştır. Haas, Telemen'in Finlandiyalı sevgilisi Tuhkanen ile Budapeşte'de Beke otelinde buluşurlar. Haas'ın son seferde kullandığı araba, Telemen tarafından özel olarak yaptırılmıştır. Araba, Norbert Orlikovoski adlı bir Almanın üzerine kayıtlıdır. Haas, bu araba ile Budapeşte'den hareket eder ve Trieste'ye gelir. Trieste'den Sangeiorgia adlı İtalyan gemisine binerek, İstanbul limanına gelir. Telemen, Haas'ı İstanbul'da karşılar ve silahların İzmir’de boşaltılmasını ister. Telemen ve Kemal Ercan, Haas'ı, İzmir’de ünlü Efes otelinde beklemektedirler.Ancak Haas yakalanır.

Haas'ın yakalandığını öğrenen Telemen, hemen otelden ayrılır. Akşam uçaklarından birine binerek İstanbul’a iner. Ve Yeşilköy havaalanına iner inmez de yakalanır.

Yakalanan sanıklar, İzmir Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılanarak çeşitli hapis cezasına çarptırılırlar. Bu arada, Sıkıyönetim kaldırılır. Bu nedenle bu dosya İzmir İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce ele alınır. Yargılamanın sürmekte olduğu 1974 yılında çıkarılan af yasası ile sanıklar salıverilirler. Dosya mahzene kaldırılır.

13 Ekim 1980 günü, gazetedeki köşemde, Telemen'in silah kaçakçılarını açıklayan ifadesi yayınlanınca, dosya yeniden mahzenden çıkıyor.

1932 yılında Ankara'nın Kızılcahamam ilçesinde doğan ve İstanbul’da çeşitli otellerde, muhasebeci, santral ve resepsiyon memuru olarak çalışan ve 1967 yılında Almanya'da uyuşturucu madde ile yakalanan Türk uyruklu İbrahim Telemen ile 1940 Goisling doğumlu, çeşitli eğlence yerlerinde çalışan ve 1970 yılında silah ve uyuşturucu madde taşımak suçundan Stutgard ilinde yakalanan Alman uyruklu Hans Dieter Haas'ı, biraraya getiren bu çok uluslu kaçakçılık zinciri tabii ki bu olayla kapanmayacaktı. Çünkü, gerek Telemen, gerekse Haas, bu çok uluslu kaçakçılık zincirinin yalnızca iki küçük halkasıydılar. [Federal Alman İnterpol makamının 20.1.1972 gün ve EA/2 3 w h 177 083 sayılı telsiz ile Türkiye'de Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilen bilgi]

29 Temmuz 1975 günü, İzmir Alsancak limanına yaklaşan "İstanbul" adlı feribottan "SCA 3921 " plaka nolu bir kamyonet iner. Kamyoneti, Gunter Bock adlı bir Alman kullanmaktadır. Kamyonette yapılan aramada 599 adet Çekoslovak yapısı "Vizor" marka tabanca ele geçer. Bock ilk sorgusunda tabancaların getirtilmesi için İbrahim Telemen ile anlaştıklarını söyler.

Bock, olayın öncesini ayrıntılı biçimde anlatır: Telemen ile daha önce tanışmışlardır. Telemen, İstanbul'dan Bock'un Stutgart'taki 234095 nolu telefonunu arar. Anlaşırlar. Telemen Bock'a "7 Stutgart 80 Rohr, Gietmannster, 10" adresinde oturan Norbert Orlikowoski adına kayıtlı kamyoneti bir garajdan teslim alıp, yola çıkmasını söyler.

Norbert Orlikowoski, İbrahim Telemen'in 1972 yılında Alman uyruklu Hoans Dieter Haas aracılığı ile Türkiye'de 350 tane Browning marka silahla yakalanan "S An 5473" plaka nolu araba da aynı Norbert Orlikowoski üzerine kayıtlıdır. Fakat bu iki dava arasında bir türlü ilgi kurulmaz.

Telemen, Bock'a İstanbul'dan sonra Milano'dan telefon eder. Telemen, Milano'da "Florada" otelinde beklemektedir. Bock ve Telemen, otelde buluşurlar.

Telemen, Milano'da iki İtalyan ile sürekli olarak görüşmeler yapar. 5 Temmuz 1975 günü, Bock ve Telemen'in yolları motosikletli iki polis tarafından kesilir. Arama yapılır. Telemen'in üzerindeki bütün paralar; polisler tarafından alınır. Gerçek, bir süre sonra öğrenilir. Polis elbisesi giymiş bu iki kişi gerçekte polis değil iki soyguncudur. Konu İtalyan polisine yansıtılır. Ancak Telemen, olayın üzerinde pek durmak istemez. Sonradan cezaevindeki arkadaşlarına "Kızıl Tugaylar tarafından soyulduğunu" söyler.

Bock, Telemen'den ayrılarak, Viyana'ya gidip, "Gloriette" oteline yerleşir ve Telemen'den telefon bekler. Birkaç gün sonra Telemen telefon eder ve gereken talimatı verir. Talimat uyarınca Bock, Çekoslovakya'nın Brünn kentine gider ve Intenational oteline yerleşir. Telemen, Bock'a bir firma adı ve telefon numarası vermiştir. Bock, "Mercurian" firmasının 371360/3808 numaralı telefonundan Davidek ve Bemard adlı kişileri arar.

Davidek, 16 Temmuz günü, otelden Bock'u arar. Yarım saat sonra otele biri kadın olmak üzere dört kişi gelirler. Bu dört kişi, Telemen ile konuştuklarını, anlaşma gereği olarak, 600 tabancayı kamyonetin özel bölmelerine yerleştirdiklerini söylerler. Bu dört kişi, Alman Bock'u bir polis arabası eşliğinde Avusturya sınırına kadar götürürler. Bock, sınırı geçer geçmez, Telemen'i telefonla arar. Konuşurlar. Telemen yeniden talimat verir. Bock, aldığı bu talimat üzerine, Venedik'te Park oteline yerleşir. Telemen, bu kez, Bock'u İstanbul’dan telefonla arar. İzmir gümrüğünün ayarlandığını, hiçbir güçlükle karşılaşmayacağını bildirir. Bock, İstanbul feribotunda yer ayırtarak, İzmir’e doğru yolculuğuna başlar. Telemen'in planı daha sonra şöyle işleyecekti: Bock, araba ile Manisa yolunda bir benzinciye gelecek, burada iki kişi arabayı alıp, silahlan boşaltacaklardı.

Bock, yakalandıktan sonra Telemen dışında bir Türkün adını daha veriyordu: Nedim... Bu Nedim, Telemen'in ihbar mektubunda adı geçen Nedim Dişkaya'dan başkası değildi. Nedim Dişkaya da Abuzer Uğurlu çetesinin bir adamıydı.

Kısa öyküsünü okuduğunuz bu olay, Bock'un ilk kaçakçılık serüveni değildi. Bock, bundan önce de aynı kaçakçılık çetesinin bir başka taşımacılık işini yapmıştı.

Bock, Peter Harigart adlı bir Almanın emrinde çalışmaktadır. Harigart, "7000 Stutgart-W Roterbühl Str. 98" adresinde oturmaktadır. Bock, Haligart'ın talimatı üzerine 1975 yılının Mayıs ayında Sofya'ya gider ve Sofya'da Nedim Dişkaya ile buluşur. Nedim Dişkaya ve Bock, Sofya'dan karayolu ile Yugoslavya'nın Pirot kentine giderler. Pirot'da iki minibüs kendilerini beklemektedir. Minibüslerden biri "S-CC-7564, diğeri, S-CA-921" plaka noludur.

Bock ve Dişkaya, minibüslere binerek, İtalya’nın Ancona kentine gelirler. Daha sonra, Telemen, Dişkaya ve Bock, Milano'da buluşurlar. Amaçları, "Baretta" marka tabanca satın almaktır. Ancak, bu girişimlerinde başarılı olamazlar. Bunun üzerine Nedim Dişkaya, İstanbul’a döner. Bock ise Viyana'ya gider. Telemen ve Bock, daha sonra Prag'da buluşurlar. Bock ve Telemen, Prag'da Esplanda otelinde kalırlar. Bock, daha sonra Brünn kentine gider. Bock'u kaldığı International otelinde Davidek adlı bir kişi arar. Daha sonra, dört kişi gelerek, Bock'un arabasını alırlar ve arabaya 600 tane tabanca yerleştirirler.

Bock, Venedik'e gelir. Buradan bir feribot ile İzmir’e doğru yol alır. İzmir gümrüğünde hiçbir güçlükle karşılaşmaz. Arabası ile Manisa-Balıkesir yolunda bir benzin istasyonunda durur. Arabayı, kendisi ile buluşanlara teslim eder. Ve kendisi ile buluşanların arabasıyla İstanbul’a gider ve İstanbul’da Park otelde Telemen'den 5000 dolar alır.

Telemen, Bock'a aynı yollarla bir kaçakçılık işi daha yapmasını söyler. Bock'un yakalandığı kaçakçılık olayı, Telemen'in önerisi üzerine yaptığı ikinci kaçakçılık olayıydı, ama yakayı ele vermişti.

Bock'un yakalanmasından sonra yapılan aramalarda Telemen bulunamaz. Telemen, Almanya'dadır. Ömer Kazmacı adına düzenlenmiş sahte pasaportla dolaşmaktadır. Türk polisinin başvurusu üzerine Telemen, Federal Alman polisince Münih'te yakalanır ve 1976 Temmuz ayı ortalarında Türkiye'ye geri verilir. Telemen, İzmir İkinci Ağır Ceza Mahkemesince tutuklanır ve Buca Cezaevi'ne gönderilir.

Dava, önce İzmir İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlar. Dosya daha sonra, o tarihte yeni kurulan İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne gönderilir. [Telemen ve Bock ile ilgili dava, o tarihte devlet güvenliğini ilgilendiren suçlan karara bağlamakla görevli özel bir uzmanlı üvenlik Mahkemesinde görülmüştür. Dosya, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 1978/3 sayısında kayıtlıdır]

Ve bu dava görülmekte iken Telemen, Abuzer Uğurlu tarafından cezaevinden kaçırılır. Telemen kaçırıldığı 1976 yılından, şüpheli ölümüne kadar İstanbul’da, Opera otelinde kaldı. Kendi ifadesine göre daha birçok olaya karıştı.

Ankara'da, Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'ndeki Abuzer Uğurlu ve arkadaşları ile ilgili dava, Telemen'in ihbarına dayanmaktadır. Telemen adı, Türkiye'de kaçakçılık olayları ile birlikte anılmaktadır. Ve Telemen yazdığı mektupta, bütün kaçakçılık işlerini Abuzer Uğurlu’nun emri ile yaptığını söylemektedir.

Eğer, M. Ali Ağca adındaki sağcı terörist Papa'ya suikast girişiminde bulunmasaydı bütün bu olaylar ve kişiler tozlu adliye dosyalan arasında unutulup gidecekti. Ve eğer Ağca, yargıç Martella'ya verdiği ikinci ifade de "bana yardım edenler, Bekir Çelenk ve Abuzer Uğurlu'dur" demeseydi, bu kaçakçıların adı, Türkiye dışında pek duyulmamış olacaktı.

Telemen ölmüş müdür? Ölmemiş midir? Acaba Opera otelinde ölen ya da öldürülen bir başkası mıydı? Uğurlu'lar, Telemen'in ölmediği kanısındadır. Mustafa Uğurlu, mahkeme önünde böyle bir açıklama yapmıştır. İzmir'de bir Cumhuriyet savcı yardımcısı Telemen'i gördüğünü polise bildirmiştir. Ancak aramalar bir sonuç vermemiştir.

Telemen ölü ya da diri fakat, geride bıraktığı el yazılı ifadeler ile ihbar mektupları birçok olayın aydınlatılmasına yardımcı olmuştur.

Şu rastlantıya bakın: Telemen, 1972 yılında askeri savcıya verdiği el yazılı ifadede, Hasan Nehir ve Bekir Çelenk'in adlarını veriyor. Hasan Nehir ve Bekir Çelenk, İtalya’da ortaya çıkartılan büyük kaçakçılık olayı ile ilgili görülüyorlar. Aynı Telemen, 1979 yılında bana yazdığı mektupta, Abuzer Uğurlu ve "Oflu İsmail" olarak bilinen İsmail Hacı Süleymanoğlu'nun adlarını veriyor.

Abuzer Uğurlu'nun adı, yargıç Martella'nın dosyalarında geçiyor. "Oflu İsmail" adı ise savcı Palermo tarafından saptanıyor. Oflu İsmail’in Macaristan'da olduğu sanılıyor.

Bu çok uluslu kaçakçılığın bir ilginç gelişmesi de, M. Ali Ağca'ya Sofya'da sahte pasaport sağlayan Ömer Mersan'ın, Abuzer Uğurlu'nun kaçakçılık ortağı Bekir ve Selami Gültaş'ların Münih'teki "Vardar" adlı şirketinde çalışmasıdır.

Ve daha da ilginci, M. Ali Ağca'nın Papa'ya suikast girişiminden önce Roma'dan, Münih telefon rehberinde kayıtlı Vardar firmasının 531070 numaralı telefonunu aramasıdır.

********


(Rahmetli Uğur Mumcu'nun PAPA-MAFYA-AĞCA isimli kitabından alınmış olan Telemen olayından sonra, "Uyuşturucudan Susurluk'a dizimizdeki Nuri Gündeş'in anlatımlarına dönmeden önce önemli bir belgeye de yer vermek istiyoruz. 16 sene öncesine ait bir mektup.)