Eğemenlik ve Para
[ 5/7/2001 - 11:00 ]  By Okuyucu  okuyucu@oku.com

Göksel TÜRK’ün, D sınıfı hissedar temsilcisi olarak 24 Nisan 2001 Salı günü, T.C. Merkez Bankası Genel Kurulunda yaptığı konuşma daha önce başka bir yerde yayınlandı mı bilmiyoruz. Yaşadığımız günlere tercüman olan bu konuşmayı zevkle okuyacağınızı tahmin

Merkez Bankası'nda Bir Konuşma

Göksel TÜRK’ün, D sınıfı hissedar temsilcisi olarak 24 Nisan 2001 Salı günü, T.C. Merkez Bankası Genel Kurulunda yaptığı konuşma daha önce başka bir yerde yayınlandı mı bilmiyoruz. Yaşadığımız günlere tercüman olan bu konuşmayı zevkle okuyacağınızı tahmin ediyoruz.

Yüce Genel Kurulun değerli üyeleri, Saygıdeğer konuklar, Kamuoyunu bilgilendirmek için yorulmadan çalışan basın görevlileri, Sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlarım.

Önce bir gerçeği belirteyim:

GEÇMİŞTE YAPTIĞI YANLIŞLARI UNUTANLAR, O YANLIŞLARI SİL BAŞTAN YAŞAMAK DURUMUNA DÜŞERLER.

Bu kural, içinde bulunduğumuz durumun hem bir özeti, hem de en güzel açıklamasıdır.

İyi de, bunun Merkez Bankasının Çalışma Raporuyla ne ilgisi var?

Açıklayayım. Merkez Bankası, sıradan bir ticari ortaklık, sıradan bir banka değildir. Onun genel kurulunda, “sermayeme ne temmetü verilecek” sorusu en sonra gelen konudur. Bu Genel Kurulda konuşmak için, en azından, şu üç konuda açık olmak gerekir:

Merkez Bankası nedir?

Para nedir? Gücü nereden gelir? ve

Ülkenin içinde bulunduğu durum nedir?

Sırasıyla görelim:

Temsil ettiğim hissenin ilk sahibi çocukken bana anılarını anlatırdı. Sina çöllerinde çarpışmış, kanal harekatına katılmış. Birinci Dünya Savaşında, onun gibi yüz binlerce gencin kanlarını döküp canlarını vermesi Osmanlının çöküşünü önleyemedi. Çünkü Osmanlı, yaptığı yanlışlarla, borç batağına batmıştı.

Bu durum içindeki hainlere cür’et veriyordu. Bunlar, “Devlet”e sadakat borçlarını tanımıyor, kendilerini “Osmanlı” saymıyorlardı. Bu hainlerden Osmanlı Meclisine seçilmişler bile vardı. Bunlardan Boşo Efendi[1], kendini Osmanlı saymadığını, şu alaycı sözle anlatırdı: “Osmanlı Bankası ne kadar Osmanlı ise, ben de o kadar Osmanlı’yım”

Ama Boşo Efendi, bir acı gerçeği dile getiriyordu. Osmanlının Merkez Bankası işini yürüten Osmanlı Bankası, YABANCILARIN BANKASI idi.

İşte Osmanlı bu yüzden, ekonomik bakımdan bağımlı, bir yarı-sömürge durumunda olduğu için batmıştı.

Tam bağımsızlık için ekonomik bağımsızlığın da gerekli olduğunu iyi bilen ATATÜRK “yeni Türk Devleti iktisadi bir devlet olacaktır” diyerek işe başlamış, bu amaçla 15 milyon Türk Lirası sermaye ile 3 Ekim 1931’de Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nı kurmuştur.

Bu iktisadi kurtuluş savaşına katılanlar, temettü için değil, Türk devletini iktisadi bir devlet yapma ülküsüne katkıda bulunmak için hisse almışlardır. İşte size üstünde yılların temmetü koponu duran bir D hissesi. Ben bu hisselerin sözcüsüyüm.

Demek ki Merkez Bankası sıradan bir banka değildir. Ekonomik bağımsızlığı korumak için, ülkede paraya yön vermekle görevli bir savunma aracıdır. Bunu hiç unutmayalım.

Paraya yön vermek diyince, sıra ikinci konuya gelir:

PARA NEDİR? GÜCÜNÜ NERDEN ALIR?

Ekonomistler para için değişik tanımlar verirler. Para ne iş görür konusunda açıklamalar yaparlar. Ama bunların hepsi, dar bir bakış açısıyla sınırlandırılmış, bölük pörçük gerçeklerdir. Paranın gerçek niteliğini, değeri, gücünün kaynağını açıklayamaz.

Ekonomist her şeyin fiatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen adamdır derler. Bu yüzden, onların paranın değerini açıklayabilmeleri olası değildir.

Ekonomistlerin çoğu, parayı fındık fıstık, Hilton’da içilen viski ya da sabah koşusunda giyilen şort gibi bir “mal” sanır. Onlara göre bu malın fiatı faizdir. Dolayısıyla da, “Paraya talep artınca faizler fırlar” gibi sözler söylerler. Paranın değerini Pazar belirler sanırlar.

Oysa para sıradan bir mal değildir. İte atsan yemez. Öyleyse değeri, daha açık deyişle gücü nereden gelir?

Çok açık: PARAYI PARA YAPAN O PARAYI DOLAŞIMA SOKAN EGEMENLİK GÜCÜDÜR.

Tarih boyunca, para egemenliğin hem simgesi hem de en önemli aracı olmuştur.

Bir kanıt göstereyim: Eskiden Amerikan Doları üstünde “IN GOLD WE TRUST” yani “ALTIN’A GÜVENİRİZ” yazardı. Sonradan “L” harfi düştü, “IN GOD WE TRUST” yani “ALLAH’A GÜVENİRİZ” oldu.

Olayın öyküsü şöyle: Eskiden Amerikan Dolarının üstünde “Amerikan Merkez Bankası her kağıt dolar için isteyene şu kadar altın vermeyi taahhüt eder” diye bir yazı vardı. Amma, A.B.D. elindeki altından kat kat fazla dolar basıp dünyaya pompalamıştı. Böylelikle de kendine faizsiz kredi sağlıyordu. General De Gaule bu oyunu sezince, A.B.D.ne “al kağıt parayı ver altını” dedi, ve kıyamet koptu. Ya da ekonomistlerin deyişiyle DOLAR-ALTIN BAĞI KOPTU.

Kısacası, A.B.D.leri “altın maltım vermem” diyerek işin içinden çıktı. Borcunu inkar etti.

Peki, karşılıksız çek durumuna düşen dolar geçersiz mi oldu? HAYIR. Çünkü doların gücü, banknotta yazılı altın vaadinden değil, arkasındaki Amerikanın egemenlik sopasından geliyordu.

Bir başka kanıt: Kuveytli turist, güçlü Kuveyt dinarı harcayarak Yalova’da zevk ü sefa ederken, birden bire Irak ordusu Kuveyte girdi. Kuveytli turist de elindeki tomarla Kuveyt Dinarı ile bir tek sel-pak mendili bile alamaz oldu. Çünkü Kuveyt Dinarının arkasında bir egemenlik gücü kalmamıştı.

Kısacası, PARA GÜCÜNÜ ARKASINDAKİ EGEMENLİK GÜCÜNDEN ALIR. Paranızın gücü kalmamışsa, egemenliğiniz tükenmiş demektir.

Bu duruma düştüyseniz, kendinize acındırmakla, yalvar yakar olmakla bir yere varamazsınız. Umudunu dışarıdan gelecek paraya bağlıyan dervişlere söylüyorum: AKLINIZI BAŞINIZA TOPLAYIN!

(Basın görevlisi arkadaşlar, sakın yanlış anlaşılmasın. Ünlü “bekleyen derviş ..” tekerlemesindeki küçük harfle yazılan dervişlerden söz ediyorum)

Bunu ben söylemiyorum. ATATÜRK, Büyük Nutuk’ta söylüyor:

“İnsaf dilenmekle, başkalarını kendinize acındırmakla ulusun işleri, devletin işleri görülemez. Ulusun ve Devletin onuru ve bağımsızlığı güven altına alınamaz. İnsaf dilenmek ve acındırmak gibi bir ilke yoktur. Türk Ulusu, Türkiyenin gelecek kuşakları bunu bir an için akıllarından çıkarmamalıdırlar”

Böylece son konuya, ülkenin içinde bulunduğu duruma gelmiş olduk. Günlerdir söylenen şu “KRİZ OLDU, BÖYLE OLDU”. Önce, şu kriz sözü ne demek onu açıklayayım. Eski Yunanca’da bu sözün anlamı “Kırk Katır” ile “Kırk Satır” arasında seçim yapma durumuna düşmek demektir.

Peki, ne oldu da böyle bir duruma düştük? Dokuz günlük her iki Bayram tatilinin öncesi, davetsiz misafir gibi, daha doğrusu usulca eve süzülen bir hırsız gibi, kriz geldi. Nasıl oldu, ne oldu bir bilen, bize anlatan yok. İnsanın aklına ünlü bir reklam tekerlemesi geliyor: YÖNETİCİMİZ UYUYOR MU?

En azından, bazı yöneticilerin uyumadığını, dahası “uyanıklık” edip eski kurdan döviz aldıklarını biliyoruz. Öyleyse, krizin nedeni ne? Niye kimse açıklamak istemiyor?

Bakıyorum bu kriz konusu ortamı gerdi. Bu gerginliği bir Nasrettin Hoca fıkrasıyla yumuşatalım:

Gecenin geç bir saatinde, Hoca’nın kapısı önünde beklenmedik bir patırtı kopar. Hoca, üşümemek için yorganı sırtında, aşağı inip ne oluyor diye kapıdan dışarı çıkar. Ne olsa beğenirsiniz? Hoca’nın yorganını kapıp kaçarlar. Karısı seslenir: “Kavganın sebebi neymiş?”. Hoca yanıtlar: “Bizim yorganmış, yorgan gitti, kavga bitti”.

Bana sorarsanız, bu KRİZ patırtısı aynı patırtı. Birileri bizim yorganı kapmak hayalinde. Tıpkı 1919’da olduğu gibi. Ama yağma yok! Yorganı kaptırmayacağız!

1919’DA KAPTIRMADIK, BUGÜN DE KAPTIRMAYACAĞIZ. BU BÖYLE BİLİNE!

İsterseniz, fıkradan aldığımıza tarihten aldığımız dersi de ekleyelim:

Osmanlı, 1919’a bir günde gelmedi. Bugün unuttuğumuz yanlışları yapa yapa geldi. Biz de aynı yanlışları yaparak bu günlere geldik.

Osmanlı içerde “Galata Bankerleri”ne borçluydu. Öyle ki onlara faiz yetiştiremezdi. Biz de Devlet iç borç faizine takat yetiremiyoruz. VERGİLER FAİZE YETMİYOR.

En azından. “Galata Bankerleri”nin kimliği, siması, suratı biliniyordu. Şimdiki iç borç alacaklıları ise kimliksiz, yüzsüz. İlk iş, iç borç senetlerini ADA YAZILI yapmak olmalı. Devletten alacaklı olanlar kimmiş yüzlerini görelim.

Osmanlı, dışarıya da borçlanmıştı. Biz de öyleyiz.

Osmanlının dış alacaklıları, alacaklarını sağlama almak için, “DUYUN-U UMUMİYE” yani bir BORÇ İDARESİ kurmuşlar, ülkenin gelirlerine el koymuşlar ve ekonominin nasıl yönetileceğini söyler olmuşlardı. Şimdi o işi İMF, Dünya Bankası üstlenmiş.

Dede Coterrelli, “Duyun-u Umumi” görevlisi olarak Türkiyeye gelmişti. Torun Coterrelli de İMF görevlisi olarak geldi[2].

Bu sözleri bozgunculuk sayanlar çıkabilir. Osmanlının yanlışını ATATÜRK’ün ağzından dinleyelim:

“Osmanlı tarihinde bütün gayretler, bütün çalışmalar, milletin arzusu, emelleri ve hakiki ihtiyaçları bakımından değil, belki şunun bunun hususi arzularını, icraatını tatmin bakımından vuku bulmuştur.

... taçlıları ile, Bab-ı alisi ile behemehal debdebe ve darata malik olabilmek, onu idame edebilmek, zevk ve ihtiraslarını temin edebilmek için her ne pahasına olursa olsun bu parayı tedarik etmek çaresine tevessül etmişlerdir. O çareler borçlanmak oldu.

O kadar borçlanıyorlardı ki, o kadar kötü şartlarla borçlanıyorlardı ki, bunların faizlerini bile ödemek mümkün olmadı. En nihayet Osmanlı Devletinin iflasına hükmettiler. Mali işleri kontrol altına alınmış, başımıza “Düyun-u Umumiye” belası çıkmış bulunuyordu” (VAKİT Gazetesi, 19.2.1923)

“..artık Osmanlı devleti hakikatte ve fiilen istiklalden mahrum bir hale getirilmişti. .hakikatte devlet ecnebilerin serbest bir müstemlekesinden başka bir şey değildi... bu hal milletin kendi iradesinin ve kendi hakimiyetinin şunun bunun elinde istimal edile gelmiş olmasından neş’et ediyor. ...mazide ve bilhassa Tanzimat devrinden sonra, ecnebi sermayesi memlekette müstesna bir mevkie malik oldu. İlmi manasıyla diyebiliriz ki, devlet ve hükümet, ecnebi sermayesinin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır.” (İKDAM Gazetesi, 20.2.1923)

Bu gün Devlet, VERGİ GELİRİNİ İÇ FAİZCİLERE ödemekte. Kriz reçetesi ise, devlet harcamasını kısıp, vergileri artırıp faizcilere para bulmayı öngörüyor.

Ülkenin kalkınma hızı %3-5. Ama yıllık üretimin (GSMH’nın) %9-10 kadar bir para, taksit ve faiz olarak DIŞ BORÇ ÖDEMESİ’ne gidiyor.

Yıl başında 100 ile başlıyorsunuz. Çalışıp çabalayıp yıl sonunda bunu 103ya da 105 ediyorsunuz. Sonra bundan 9 ya da 10’unu dışarıya kaptırıyorsunuz. Elinize kalan 93 – 96. Başladığınız noktanın gerisindesiniz. Nüfus artışı da cabası. Kriz reçetesi ise, dış borç ödemek için yatırımları kısıp, yatırım fonunu dışarı ödemek.

EKSİ BÜYÜME denen budur. YATIRIM YAPMA, BORÇ ÖDE. Gerekirse, Cumhuriyetin iktisadi kuruluşlarını haraç mezat sat. Bu ise özelleştirme maskeli yabancılaştırma önerisidir.

Bu anlayışla bir yere varamayız!

Sözlerimi bağlıyorum:

Merkez Bankası yönetimi ödevini yapmamış, paraya ÜLKE ÇIKARLARINA UYGUN yön vermemiştir. Dahası, kur artışı öncesi kişisel hesapları dövize çevirmeler, eşe dosta eski kurdan döviz satmalar olduğu iddiaları var. Bu iddialar açıklık kazanmadan, yönetimi aklama oyu kullanırsam hem kendi vicdanım hem de bu hissenin ilk sahibinin kemikleri sızlar. Denetçilik için de aday olacağım. Gerçi kim seçilecek çoktan kapalı kapılar ardında belirlenmiştir ama, olsun, ben yine de adayım.

İşin özü şu: EGEMENLİK, PARA, MERKEZ BANKASI birbiriyle iç içe geçmiş, sıkı bağları olan konular. Para, egemenliğin hem simgesi hem de en önemli aracı.

Şimdi önümüzdeki seçenekler belli: Ya YABANCI PARANIN EGEMENLİĞİ, Ya da ULUSAL EGEMENLİK.

Dün 23 Nisan, Ulusal Egemenlik Bayramı idi. Gerçi onu da sulandırıp “Dünya Çocuk Şenliği”ne indirgemeye çalışanlar var. Ama yine de 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı. Sözlerimi, İsmet İNÖNÜ’nün 23 Nisan 1960’daki Bayram mesajındaki şu sözle bitirmek isterim:

ULUSAL EGEMENLİĞE UZANAN HER EL KIRILACAKTIR.

*******************************************

[1] Ziya Gökalp’e “Bir ülke ki meclisinde Boşo’ların sözü yok / Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın” diye yazdıran bu durumdu.


[2] Kuşkusuz, “Duyun-u Umumiye”nin yerli görevlileri de vardı. En tanınmışı “DIŞ BORÇSUZ YAŞAYAMAYIZ” anlayışının sözcüsü maliyeci Cavit Beydi. İzmir Suikastından sonra İSTİKLAL MAHKEMESİ kararıyla asıldı.
--------------------------------------------------------------------------------------
Bu sayfa "Konuk Yazarımız" tarafından yazılmıştır. Anadolu Türk İnterneti, okuyucularının olumlu ve seviyeli yazılarına her zaman açıktır. Atin'de yayınlanmasını istediğiniz yazıları lütfen bize iletin. Açık kimliğinizi veya takma bir ismi kullanabilirsiniz. Görüş ve düşüncesi ne olursa olsun, hakaret ve küfür içermeyen, seviyeli bir şekilde yazılmış yazıları yayınlayacağımızdan şüphe duymayın. Konuk yazarlara ait yazıların yayınlanması, bu yazılardaki görüşlerin Anadolu Türk İnterneti'nce paylaşıldığı veya paylaşılmadığını yansıtmaz. ATİN.