Gizlilik ve Denetim
[ 25/4/2000 - 11:00 ]  By Atin  anadolu@atin.org

Dün gazetelere göz atarken MİLLİYET Gazetesi'nin "Son Dakika" haberlerinde şu satırlara rastladım:



15:25 MİT: Eymür mülteci

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Şenkal Atasagun, Basınımızın güzide mensuplarını kullanmayı


Dün gazetelere göz atarken MİLLİYET Gazetesi'nin "Son Dakika" haberlerinde şu satırlara rastladım:

15:25 MİT: Eymür mülteci

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Şenkal Atasagun, Basınımızın güzide mensuplarını kullanmayı aklımızdan geçirmediğimiz gibi, basınımızın da bizi kullanmasını hiçbir zaman arzu etmeyiz" dedi.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nden (TGC) yapılan yazılı açıklamada, iletişim organlarında yer alan çeşitli iddialar nedeniyle TGC'nin 19 Nisan'daki yazılı başvuruya Atasagun'un verdiği yanıtın dün cemiyete ulaştığı belirtildi.

Açıklamaya göre, Atasagun, TGC'ye gönderdiği mektuba şu görüşleri dile getirdi:

"Daha önce çeşitli vesilelerle, kurumumuzun prensipleri ve çalışma düzeni hakkında basına net açıklamalar yapmıştık, ancak bunların bir kere daha geniş şekilde izahının gerekliliğine, son günlerde bazı yayın organlarında ortaya atılan iddialar nedeniyle ihtiyaç görüyoruz. İçlerinden birisi, uzak bir ülkede halen mülteci durumunda bulunan, iddia sahibi kişilerin, ortaya attıkları magazin haberlerini, kendi ideolojisi ve kişisel kavgaları için malzeme yapan çok az medya organı ve mensubu olduğunu müşahede ediyoruz. Kanımca problemin ana noktası da buradadır.

Bir dönemde, kendi iradeleri ve felsefeleri doğrultusunda bazı illegal örgütlerde illegal çalışmalara girmiş ve mücadelelerini kaybetmiş kişiler, halen basın camiasında mevcuttur. Bu kişiler, bu dönemlerinin sorumluluğunu MİT'te aramakta ve ellerine geçen her fırsatta MİT'i küçük düşürme gayretinde bulunmakta."

Şimdi bu yazıyı inceliyelim;

Konu ne: MİT Müsteşarı'nın TGC'ne cevabı.

Başlık: MİT: Eymür mülteci.

Konu ile başlık arasında bir münasebet varmı? Yok.

Yazıda Mehmet Eymür adı geçiyor mu? Hayır.

O zaman Milliyet Gazetesi MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'un "mülteci" kelimesini nasıl bana monte etmiş. Demek ki yazılı beyanatın yanısıra özel bir ilişki ve sözlü bir beyan da söz konusu. Müsteşarın yazmaya çekindiğini gazeteci tamamlamış.

Şimdi gelelim işin aslına. Haber yalan. Yani benim böyle bir "mülteci" statüm yok. İsteyen araştırabilir. ABD gibi açık bir toplumda Mehmet Eymür'ün "mülteci statüsünde" olup olmadığını öğrenmek, çok zor bir iş değil.

Müsteşar beni kastediyorsa yalan söylüyor, daha önce benimle ilgili yalan haberleri yayınlayan ve düzeltmeme bile yer vermeyen Yalçın Doğan yönetimindeki gazete de bu yalanı yayınlıyor. Her ikisinin de kime hizmet ettiği herkesin malumu.

Maksat "mülteci" kelimesinin küçültücü olarak kullanılması. Peki, bu kadar iftiradan, tehditten, hayatımıza kasteden davranışlardan sonra, hakikaten "mülteci" statüsüne girseydik, bunun ayıbı bize mi ait olacaktı?

Tarihi Yanıltamazlar

Susurluk'un aydınlatılması için ne kadar çaba sarfettiğim, tarihi yanıltanlar ne kadar uğraşırsa uğraşsın, elbet bir gün anlaşılacaktır. Zaten bütün olayların, hakkımda yayılan bütün menfi bilgilerin temeli bu nedene dayanmaktadır. Görevimi doğru yaptım, bozuk düzenin bir parçası olmadım ve çıkar ilişkilerini bozdum, bütün suçum bu..!

1996'nın son günleriydi. Ben, Kontr Terör Merkezi'nin Yöneticiliğini yapıyordum. Susurluk olayı bütün haşmetiyle halen gündemdeydi. O günlerde Doğu PERİNÇEK, "Çiller Özel Örgütü" diye yeni bir örgüt lafını ortaya attı. Örgünün üst kadrosunda ben de yer almıştım. Hem de kimlerle, Mehmet AĞAR ve Abdullah ÇATLI ile beraber.

Tansu ÇİLLER'i sadece iki kez görmüştüm. Biri resmi bir yurt dışı gezisindeki toplantıda, diğeri ise bir faaliyetle ilgili Başbakanlık konutunda. Ne Tansu hanım, ne de eşi Özer Bey benden özel bir istekde bulunmuş, ne de ben kendilerine özel bir hizmet vermiştim.

Mehmet AĞAR ve Abdullah ÇATLI ile aynı grup içinde olmam ise cahil bir insanın, küçük bir çocuğun bile inanmayacağı bir yalandı. Ama kamuoyunu doğru bilgilendirmesi gereken en önemli organizasyonun yani basının büyük bir kısmı buna inandı veya inanmış gözüktü.

Mehmet AĞAR'la görevim gereği, hem de Tansu ÇİLLER'in en yakınındaki kişilerden biri olmasına rağmen en büyük mücadeleyi veren bendim. ÇİLLER'ler Mehmet AĞAR'ı tanımıyorlar ve onu kullandıklarını veya kullanabileceklerini sanıyorlardı. Tanıdıkları zaman, zaten iş işten geçmişti.

Devletin üst yönetimi ve bakanları ile içli dışlı olan ve Mehmet AĞAR'ın takımında yer alan Abdullah ÇATLI'nın da durumu malum.


Tasfiye'de Ajanların Rolü

İşte bu günlerde, yani 1966'nın son aylarında, Almanya'da yayınlanan meşhur bir dergide çıkan haber, MİT'in günlük basın bülteninde de yer aldı:

"İnsafsız Kadın..... Başbakan Yardımcısı ÇİLLER"


ÇİLER'in Arkasındaki Adamlar :

Mehmet EYMÜR - DYP'ye çok yakın. Müsteşar Yardımcısı. Kocasının MİT'deki adamı olarak biliniyor.

Mehmet AĞAR - ......
Abdullah ÇATLI - .....

Bu başlıkla verilen yazı iki sayfa kadar malum hikayeyi işleyerek devam ediyor. Yazıdaki imzalardan biri bir Türk gazetecisine ait. Bildiğim, tanıdık bir isim. Eski bir solcu, Teşkilatın kullandığı gazetecilerden biri. Geri aldılar mı bilmiyorum, o tarihlerde Teşkilatça verilmiş demirbaş bir silah da taşıyor.

Haberi okur okumaz o zamanki İstihbarat Başkanı olan Mikdat ALPAY'ı aradım ve aramızda şu konuşma geçti:

Eymür: Mikdat bu X X senin iyi adamın değil mi?

Alpay: Evet. Ne oldu?

Eymür: Peki bu adam Teşkilatın elemanı ise nasıl oluyor da Teşkilatın üst düzeyde bir yöneticisi için böyle yalan haber yazabiliyor. Benimle ilgili "Çiller Özel Örgütü" diye yazı yazmış ve örgütün en başına da beni oturtturmuş. Bu cesareti nereden alıyor?

Alpay: Dur sinirlenme yahu, ne yazmış, bilmiyorum..

Eymür: Bu günkü basın bültenini okumadın mı?

Alpay: Yok okumadım, bakayım seni ararım.


Uzunca bir aradan sonra Mikdat ALPAY arıyor.

Alpay: Şimdi bu X X'in kendisi haber yazmıyor, bu Türkiye'de gazetelerin yazdıklarını tercüme edip yolluyor. Yani yazıda kendi fikri yok bunun.

Eymür: Olur mu canım. Bir kere fikri olsun veya olmasın yazıda imzası var. Ayrıca ben Türkiye'deki haberlerde daha altlardayken bunun haberinde terfi ettirilmişim. Diyelim ki öyle, yani bu haberde sen veya Müsteşar'ın adı geçseydi, bu adam onu da tercüme edip bu şekilde yurtdışında yayınlanan mecmuaya yollayacak mıydı? Bu adam bu yazıları yollarken sizlerden görüş almıyor mu? Ben bunda bir kasıt görüyorum ve X X'den bunun hesabını sorarım. Bu X X, ...... işinde kullanılanlardan değili mi?

Alpay: Evet, bunlar Z Z ile beraber çalışıyorlar. Ama sen şey etme, ben kendisi ile konuşur ikaz ederim.

Eymür: Yahu ikaz etsen ne olacak? Adam yazıyı mı düzeltecek. Olacak şey değil vallahi. Yok bunun hesabını sormak lazım.

Alpay: Yok sen şey yapma, ben konuşurum.

Eymür: Hadi eyvallah.


Anlattıklarım, başka bir vaka'ya ne kadar benziyor değil mi? "Kiralık kalem" yazısını yazarken, isim vermemiş, sadece bu acı gerçeği yansıtmaya, oynanan oyunları göstermeye çalışmıştım. Mezardaki babamıza dahi hakaret ederek olayı tırmandırdılar. Biz gene isim vermeden anlatıyoruz.

Yeri gelmişken söyleyeyim, Bu sayfalardan yayın yaparken önce vicdanımızla hesaplaşıp sonra yazdık, kimseye iftira atmadık, kimseyi haksız yere suçlamadık. Dürüst ve seviyeli olmaya çalıştık.

Yapılan haksızlıklarla, hep meşru yolları kullanarak mücadele ettik. Hukuka başvurduk, sesimiz çıkabildiğince yalanlar üzerine kurulu bir dünyayı yaratanları, esas amaçlarını, yaptıklarını, anlatmaya çalıştık, maskenin arkasındaki yüzleri, bilmiyenlere tanıttık.


Bize Ait Olmayan Sözler

Altını çizerek belirtmekte yarar var ki son günlerde Medya'da bahsi geçen "Genel Yayın Yönetmenleri" ve "Daha 20 kadar Ajan Gazeteci var" sözleri bize ait değil.

Gece klüplerinin şarlatanı bir gazeteci, köşesinden bize saldırmış ve bir zamanlar kendisini yanlız bıraktıklarından şikayet ettiği meslektaşlarını kışkırtmaya çalışıyor. Şu hani yanındaki biçimsiz küçük kızla gidince, patronunun evindeki yemekten kovulduğu konuşulan alkolik şarlatan.

Alkolden dolayı geç intikal edebilmiş ve 15-20 gün sonra bize saldırıyor.

Ne MİT'in elemanlarını açıklamak gibi bir misyona talibiz, ne de medyanın saygıdeğer emekcilerine dil uzatmak gibi anlamsız bir tavrın içine gireriz. Yazdıkarımız kimi rahatsız ediyor, kim üstüne alınıyorsa muhatabımız o dur.

İşbirliği ile Satılmak Arasındaki Fark

Daha önce de belirtmiştik. Biz her Türk vatandaşının ( basın mensupları dahil) Milli İstihbarat Teşkilatını sevmesini ve milli birlik ve bütünlük için ona hizmet vermesini arzuluyoruz.

Gelişmiş toplumlarda basın-istihbarat işbirliğinin bir çok misali var. ABD'de büyük tartışmalardan sonra İstihbarat Teşkilatı'nın basın mensuplarını "faaliyet elemanı" olarak kullanması yıllar önce yasaklandı.

Buna karşın, mesela sadece "Terör Konusunda" faaliyet gösteren "Haber Ajansları" var. Bunların mensupları, o konuda uzmanlaşmış kişiler. İstihbarat teşkilatları bu kişilerin bilgi ve belgelerinden, tecrübelerinden açık bir şekilde yararlanıyorlar. Bazen istihbarat teşkilatlarının ulaşamadığı bilgilere onlar ulaşıyorlar. Kimse bu işbirliğini onur kırıcı ve şerefsiz bir davranış olarak algılamıyor. İnsanlar istihbarat teşkilatlarının, devletin vazgeçilmez ve önemli bir unsuru olduğuna inanıyorlar.


Sadece İstihbarat'a Tepki Kısır Bir Kavram

Son günlerde basında tartışılan "MİT'e hizmet eden" gazeteciler konusu kanaatimce kısır bir şekilde ele alınıyor. Herhalde basın açısından üzerinde durulması gereken en önemli kriter, ister istihbarat teşkilatına, ister yeraltı dünyasına, istese de herhangi bir menfaat grubuna olsun, para ve çıkar karşılığı hizmet veren, kendi fikirlerinden ziyade dikte edilenleri yazan ve belli klikleşme ve amaçta kullanılarak yalan haber üreten gazeteciler olmalı.

"Gazeteci-İstihbarat" ilişkisi sadece MİT ile tahditli değildir. Bir zamanlar yüksek meblağlarla basın organlarına satılan "montaj resimler" (Mesut Yılmaz'ın Masonluk, Özer Ciller'in tavla oynarken gibi) ile ÇATLI ve Özel Timci Polisleri bir arada gösteren Sünnet düğünü resimleri, MİT dışındaki istihbaratla uğraşan birimlerle ilişkili gazeteciler tarafından piyasaya sürülen resimlerdir.


İstihbarat'ta Gizlilik ve Denetim Dengesi

Milli İstihbarat Teşkilatı'mızla ilgili yaşanan sorunlardaki en önemli iki faktör. "gizlilik" ve "denetim" faktörüdür. "Gizlilik" faktörü, "herhangi bir denetime" tabi olmayan Teşkilat yöneticilerinin kendilerini devlet üstü bir kuvvet gibi vasıflandırmalarına neden olmaktadır.

Merkezi bir yapıda olan bu Teşkilatın yöneticileri, arzu etmedikleri taktirde TBMM, mahkemeler, hatta doğrudan bağlı oldukları Başbakan dahil, bilgi vermemekte, veya istedikleri ölçüde ve istedikleri şekilde vermektedirler. Susurluk olayları sırasında yaşanan ve halen yaşanmasına devam eden davranış biçimi budur.


MİT Müsteşarı Sorumsuzdur.

MİT Kanununa göre "Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı yalnızca Başbakan'a karşı sorumludur". Peki Başbakan MİT Müsteşarının kanunlarla çizilmiş görevini yerine getirip getirmediğini nasıl kontrol eder? Edemez, ancak duygularına ve duyumlarına göre kısır bir değerlendirme yapabilir. Bu bakımdan MİT Müsteşarlık Makamını yetkileri hayli geniş ancak "sorumluluğu olmayan" bir makam olarak tanımlayabiliriz.

"Gizlilik" ve "denetimsizlik" faktörü, MİT içindeki birçok olumsuz olayın da örtbas edilmesine ve perdelenmesine neden olmaktadır. Misal olarak belirtmek gerkirse, Türkbank olayı ile ilgili olarak zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz'a verilen "herhangi bir bilgi yok" yazısı, MİT içinde bu konuyla görevli kişileri isyan etme noktasına getirmiş, bu kişilerin "MİT'i siyasete ve yolsuzluğa alet etmeye kimsenin hakkı yok" diye seslerini yükseltmeleri üzerine yazı başka bir Başkanlıktan verilmiştir.

Keza aynı tarihlerde MİT'in örtülü ödeneğindeki milyarlarca lirayı borsada çalıştıran muhasebe sorumlusu, nerelere harcama yapıldığını açıklar ve yöneticileri sıkıntıya sokar düşüncesiyle herhangi bir kanuni işleme tabi tutulmadan emekli edilmiştir.

Tamamen MİT Müsteşarının değer yargılarına bırakılmış "denetim dışı"bu sistemin, kötü bir yöneticinin elinde ne kadar tehlikeli bir silah olabileceğini düşünebiliyor musunuz?


Gizliliğin Ölçüsü

2937 sayılı MİT Kanunu, "Devletin çıkarlarını" korumak gayesi ile MİT faaliyetlerine "gizlilik" getirmiştir ki bu gayet doğaldır.

Kanuna göre: "Millî İstihbarat Teşkilâtı’nın görev ve faaliyetlerine taalluk eden evrak veya malumatı istihsal eden kişi, fiil daha ağır bir cezayı gerektirmiyorsa iki seneden sekiz seneye kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır.

Birinci fıkrada yazılı suçun icrası, resmî sıfat ve memuriyeti sona ermiş olsa dahi görevi gereği bu evrak veya malumatı elinde bulunduran veya malumata malik olan kimsenin taksiri neticesi mümkün kılınmış veya sadece kolaylaştırılmış olursa malumatı elinde bulunduran hakkında bir seneden beş seneye kadar ağır hapis cezası hükmolunur.

Bu evrak ve vesikaların münderecatı ile malumatı ifşa eden kimse, fiil daha ağır bir cezayı gerektirmiyorsa, beş seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis ile cezalandırılır. Eğer fiil suçlunun taksiri neticesi vukubulmuş ise, altı aydan iki seneye kadar hapis cezası verilir. İfşa suçunun yayın vasıtaları ile işlenmesi halinde verilecek ceza 1/2 nispetinde artırılır"

İşte MİT Kanununun bu maddesi, yani "devletin yüksek çıkarlarını korumak" gerekçesi ile konulmuş olan "malumatı elde etme", "ifşa" ve "yayınlama" ile ilgili ceza içeren "gizlilik" maddesi, her zaman "devlet çıkarlarını korumak" amacıyla kullanılmaz. (Kullanılsa idi, Teşkilatın gizli operasyonel bilgilerini el altından çarpıtarak basına dağıtan Kutlu Savaş'ın şimdi Radyo Televizyon Yüksek Kurulu yerine cezaevinde olması gerekirdi).

Genelde, medya kuruluşlarında yayınlanan "MİT" belgeleri ve "MİT bilgileri" için bu madde işletilmez ve herhangi bir işlem yapılmaz. MİT yöneticilerini en rahatsız eden yazılar, basında aleyhlerine çıkan yazılardır. O bakımdan basına hep şirin görünmeye, iyi münasebetler içinde olmaya çalışırlar, bir sürtüşmeye girmekten çekinirler.

Buna karşılık bu kanun maddesi, MİT mensuplarına ve emeklilerine karşı bir silah olarak elde tutulur. MİT'deki gazete küpürlerinin bile gizlilik damgası taşıdığı düşünülürse, geniş bir yoruma açık bu elastiki maddenin, duyulması istenmiyen olayların gizlenmesinde, yolsuzlukların, usülsüzlüklerin saklanmasında, bir baskı aracı olarak kullanılabileceği de bir gerçektir.

MİT Kanunu ayrıca, "Görevin gizliliği ve Devletin çıkarlarının zorunlu kıldığı hallerde MİT mensuplarının tanık olarak dinlenebilmesi MİT Müsteşarının iznine bağlıdır." hükmünü getirmiştir. Bu emekli mensuplar için de geçerlidir. Yani siz eski bir MİT mensubu olarak isteseniz de bildiğiniz bir konuda şahitlik yapamazsınız.

Bütün bunları, bazı konuların neden aydınlanmadığını merak eden okuyucular için yazıyorum. Kanunlar, can ve vicdan arasında bocalayan görevlileri, daha iyi anlayabilsinler diye.


Gizlilik dengelenmediği ve denetim sağlanmadığı sürece, bu keyfi düzen böyle devam edecektir.