Temas
[ 8/4/2000 - 11:00 ]  By Atin  anadolu@atin.org

O gün gazeteler her zamanki "şok" haberlerden birini daha yayınladılar. Ana muhalefet partisi ve ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz "MİT telefonlarımı dinliyor" diye beyanat vermişti.Mesut Yılmaz açıktan isim belirtmemişti ama dinliyen MİT'ci belliydi.

O gün gazeteler her zamanki "şok" haberlerden birini daha yayınladılar. Ana muhalefet partisi ve ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz "MİT telefonlarımı dinliyor" diye beyanat vermişti.

Mesut Yılmaz açıktan isim belirtmemişti ama dinliyen MİT'ci belliydi.

MİT içindeki Tansu Çiller ekibinin başı Mehmet Eymür.

Eymür bu gibi iftiralara alışıktı.

Herhalde varlığından rahatsız olan çıkar grupları ve çeteler birçok başka örnekte olduğu gibi bu kez de Mesut Yılmaz’ı kendisine karşı yönlendirmişlerdi.

Tansu Çiller'in başbakanlığı sırasında tekrar göreve getirilmiş olmasının dışında ne bir siyasi eğilimi, ne de özel bir gruplaşma içinde yeri vardı.

Zaten başında olduğu ünitenin telefon dinlemesi yapabilecek teknik bir imkanı yoktu.

Ünitesi ancak terör veya organize suçlarla ilişkili faaliyetlerde teknik ünitelerden böyle bir talepte bulunabiliyordu.

Merkezi sistemle çalışan MİT'te dinleme işleri belli bir prosüdürün takibini gerektiriyor, kontrol altında tutuluyordu. Herkesin istediğini dinlemesi gibi bir imkan zaten yoktu.

Eymür Mesut Yılmaz’ın zaman içinde doğruları bulacağını tahmin ederek kendini rahatlattı.

Zaten o günlerde çok yoğun bir iş temposu vardı. Söylemez Çetesi imha gücü yüksek silahlarla yakalanmış, MİT'in kaynağı TarıkÜmit kaçırılmış, yok olmuştu.

İki İranlı'nın kaçırılıp öldürülmesi, Tevfik Ağansoy cinayeti, Nesim Malki'nin, öldürülmesi, Ömer Lütfü Topal'ın katli, Mehmet Emin Yaprak'ın kaçırılışı olayları birbirini takip ediyor Kanunları ve güvenliği korumakla görevli bazı kişiler, ülke menfaatine hizmet ediyor görüntüsü altında kontrol dışı suç örgütleri oluşturmuş, bu örgütleri maddi ve politik güç kazanmak için kullanıyorlardı.

Bunlardan, sivil kanadını Abdullah Çatlı ve arkadaşların oluşturduğu gurup doğrudan zamanın Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'a bağlı olarak çalışıyordu.

Eymür'ün başında bulunduğu ünite, Eylül.1996'da elindeki bilgileri, uzun bir mesaj ile MİT'in ülke içindeki ilgili ünitelerine gönderdi.

Mesaj her zamanki gibi MİT Müsteşarı adına yazılmış ve Mehmet Eymür'ün imzasını taşıyordu.

Yazıda Abdullah Çatlı grubu başta olmak üzere illegal çete faaliyetlerine dikkat çekiliyor, Söylemez çetesinin elinde bulunan imha gücü yüksek silahlara değinilerek, “hedefleri, çıkar ilişkileri ve karşı koyma imkanları itibariyle değişik mücadele yöntemleri gerektiren ve gittikçe kontrolden çıktığı gözlenen bu yeni terör olgusunun dikkatle izlenerek elde edilen bilgilerin gönderilmesi” isteniyordu.


Devlet, siyasi cinayetlere kadar uzanabilecek yeni bir törör türü ile karşı karşıyaydı.

Mesaj, hemen akabinde MİT İstihbarat Başkanlığınca herhangi bir sebep gösterilmeksizin toplattırıldı.

O tarihte başında şimdiki Müsteşar Yardımcısı Mikdat Alpay vardı. Alpay'ın böyle bir yetkisi yoktu ama Müsteşar Köksal da bir şekilde ikna edilmişti.

Mesaj toplatıldıktan sonra Teftiş Kurulu Başkanı Mehmet Eymür'e giderek böyle bir mesajı imzalamaya yetkisi olup olmadığını araştırdı. Mesajın Eymür'ün dairesinde bulunan nüshaları da alındı.(Takip eden günlerde Mehmet Eymür TBMM Susurluk Komisyonunda ve Türkiye İşçi Partisinin açtığı davada “Kanun kaçağı Abdullah Çatlı’yı ilgili makamlara bildirmemekle suçlandı. Suçlayanlar tabiatıyla Eymür'ün kanunlar çerçevesinde kendisine tevdi edilen görevi yerine getirmesinin kendi teşkilatınca engellendiğini bilmiyorlardı. Sönmez Köksal'ın ayrılmasından sonra Müsteşarlığa hazırlanan Miktad Alpay, başını ağrıtabilecek sivri noktaları ortadan kaldırmaya karar vermiş “Susurluk olayının çözümü!” için oluşturulan grupta görevli Ş.A., S.G, U.K, isimli personeli çağırıp yemin ettirerek kayıtlarda tahrifat yapılmasını ve Eymür'ün ünitesince hazırlanan mesaj ve diğer ilgili bazı evrakın ortadan kaldırılmasını sağlamıştı.).

Aynı günlerde Mesut Yılmaz, şok haberin ardından Müsteşar Sönmez Köksal’la bir görüşme yapar ve Eymür’ün siyasi faaliyetler içinde olduğunu belirterek Teşkilattan uzaklaştırılmasını ister.

Müsteşar Köksal bu iddianın doğru olmadığını bilmektedir. Mehmet Eymür’ün bütün ilişkilerinin ve faaliyetlerinin kendisinin bilgisi dahilinde olduğunu belirtir ve Eymür’ün siyasi bir faaliyet içinde olmadığını izah eder.

21.09.1996 tarihinde Doğu Perinçek “İkinci MİT Raporu” diye isimlendirerek Eymür'ün dairesince yazılan ve bilahare toplatılan raporun bir bölümünü, daha doğrusu özetlenmiş halini açıklar.

Eymür bu gelişmelerden, 1988’deki, yani 1.nci MİT raporu olayındaki senaryonun yeniden yaşanacağı düşüncesiyle üzüntü duyar, sıkıntılı günler geçirir. MİT Teftiş Kurulu raporun basına sızması ile ilgili olarak Eymür'ün de bilgisine başvurulur.

03 Kasım 1996 tarihinde Susurluk’taki kaza vuku bulur ve yer yerinden oynar.

Kaza ve devam eden gelişmeler Eymür'ün raporunu doğrulamıştır.

Herkes Perinçek'in bu olayı önceden nasıl bu kadar isabetli bir şekilde bildiğini birdiğerine sorar. O güne kadar her dakikası Susurluğu tenefüs etmekle geçen ancak kaza olana kadar tenefüs ettikleri havadan bihaber olan devlet büyükleri, parlamenterler ve medya mensuplarının herbiri birer terör, çete uzmanı kesilirler.

Bu dönemde, ortalığı karıştırmak isteyen yalan haber üreticileri ile doğruların ortaya çıkmasından rahatsız olanlar, paslaşmaya başlarlar.

Doğu Perinçek elindeki MİT raporunu düzmece bilgilerle geliştirip ilaveler yaparak yeni çeteler yaratır. Yeni çetenin adı "Çiller Özel Çetesi"dir. Eymür, Mehmet Ağar ile birlikte bu çetenin en önemli isimleri arasındaki yerini alır.

Perinçek'in iddialarını, Mesut Yılmaz tamamlar. Medya kanalıya Eymür konusunda MİT Müsteşarını ikaz ettiğini belirtir.

Aynı günlerde Başbakan Erbakan, ilgili kuruluşlardan Susurluk ile ilgili rapor ister.

MİT'in "değerlendirme raporunu" İstihbarat Başkanı Mikdat Alpay bizzat hazırlar.

Doğu Perinçek’in, Dündar Kılıç'ın iddialarını ve basında yer alan diğer iddiaları alt alta koyar. Bu rapora MİT'in kendi arşivindeki bilgilerden hiç biri katılmaz.

Böylece Çiller Özel Örgütü mensupları ve Fettullah Hoca da MİT'in, (daha doğrusu Perinçek'in) resmi değerlendirme raporu ile Susurluğun sanıkları arasındaki yerlerini alırlar.

Mesut Yılmaz'ın, Eymür’e yönelik iddiaları bazı müşterek tanıdıklarını harekete geçirir. Yılmaz'ın Eymür konusunda yanıldığı kendisine bildirilir, Eymür’ü şahsen tanıması ve yüz yüze konuşması salık verilir.

Eymür'ün bu gelişmelerden haberi yoktur.

05.12.1996 günü Yılmaz’ın sekreteri Eymür’ü arayarak randevu talebinin kabul edildiğini belirtir.

Eymür şaşırmıştır. Böyle bir talebinin olmadığını ve bir yanlışlık olduğunu ifade eder ve telefonlar karşılıklı kapanır.

Bir müddet sonra Eymür’ü tanıdığı Yusuf Namoğlu arar ve karışıklığın sebebini izah ederek görüşme isteğini belirtir, akşam üstü birlikte gitmelerini önerir.

Budapeşte’de yumruk olayı birkaç gün önce olmuş ve Mesut Yılmaz’ın evinin önü gazetecilerle doludur. Eymür gazetecilere görünmek istemediğini belirtir. Bunun üzerine birlikte akşam yemeği yedikten sonra geç bir saatte gitmeyi kararlaştırırlar.

Mehmet Eymür bu gelişmeyi Müsteşar Köksal’a anlatarak iznini alır. Müsteşar Köksal “iyi olur git, seni tanısın” der.

Özür

Yusuf Namoğlu ve Mehmet Eymür gece saat 01:00’de Reşit Galip Caddesindeki binaya giderler. Eymür giderken Budapeşte’de Mesut Yılmaz’a yapılan saldırı ile ilgili olarak intikal etmiş bir bilgi notunu da yanına alır. Olayın arkasında Çatlı grubunun uzantıları görülmektedir.

Eymür ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a geçmiş olsun dileğini iletir. Kendisi ile ilgili beyanlarını hakketmediğini ve üzüldüğünü söyler. Kendinden ve evveliyatından bahsederek Teşkilata yeniden nasıl döndüğünü açık bir şekilde anlatır. Tekrar dönüşünde Müsteşar Sönmez Köksal ile Özer Çiller'in desteğini aldığını, her ikisini de önceden tanımadığını, esasen emeklilikten sonra Teşkilat hayatını kapattığını ve tekrar dönmeyi düşünmediğini ve bu konuda hiç bir çaba da sarf etmediğini, ayrıca tekrar dönebileceğine ihtimal de vermediğini, hem Teşkilattan, hem de Siyasi kanattan aynı zamanda desteklenmesinin çok büyük bir tesadüf olduğunu, neticede her iki tarafa da kendisini metheden arkadaşları sayesinde göreve döndüğünü belirtir.

Eymür ilaveten, bu yaşına kadar siyasetle hiç ilişkisi olmadığını ve siyaseti de sevmediğini, mizacına uymadığını belirtir. Tansu Çiller ile bir ilişkisinin olmadığını, Özer Çiller ile münasebetinin çok tahditli ve Teşkilatının yararına bir dengede olduğunu, ilişkilerinin Müsteşarın bilgisi dahilinde ve açık bir şekilde yürüdüğünü, Özer Bey'e doğru bildiği hususlarda düşüncelerini açıkça söylediğini, basına da yansıyan bazı ilişkiler konusunda kibarca ikazlarda bulunduğunu açıklar. Keza Ciller Özel Örgütü'nün bir üyesi olarak gösterilen eski Başbakanlık danışmanı Tolga Atik'in de politikanın kirliliğinden kaçtığı için Teşkilata geldiğini, asker olan babasının bu seçimde tesirinin olduğunu, iddia edildiği gibi her bilgiye ulaşacak bir pozisyonda bulunmadığını, basın tarafından yıpratıldığı için şu anda açıkta kaldığını anlatır. Eymür Yılmaz'a, kendi ünitesinin faaliyetinin hangi alanları kapsadığı ve telefon dinlemelerinin hangi prosedürlere bağlı olarak yapıldığı gibi bilgileri de iletir.

Eymür'ü dinleyen Yılmaz, “Şimdi anlıyorum ki size bilmeden bayağı kötülük yapmışız. Sönmez Bey'den de görevden alınmanızı istemiştim. Ancak telefonumun dinlenmesi işini bana sizin Teşkilatınızın üst kademelerinden ayrılmış olan Nuri Gündeş söyledi. Ben de bu düzeydeki bir insanın lafına inandım” der.

Eymür, Nuri Gündeş'in ilerlemiş yaşına rağmen Teşkilatı ve devleti karıştırmaktan vazgeçmediğini, Hiram Abas'a yakınlığı ve Dündar Kılıç'ın sorgusunda ortaya çıkardığı bazı çarpık ilişkileri dolayısıyla kendisine husumet duyduğunu, esasında adı geçenin bugün yaşanan olayların ve Abdullah Çatlı'ların mimarı olduğunu belirtir.

Yılmaz, Eymür’ü ve Teşkilatı kötüleyenlerin sadece Nuri Gündeş olmadığını, eski Teşkilat mensuplarından Erkan Ersil, Ertuğrul Güven ve Mehmet Ağar'ın da bu grup içinde bulunduğunu, özellikle Mehmet Ağar'ın Başbakanlığı zamanında Eymür’ü çok kötülediğini, Ağar’ın Teşkilat için de "Bu Teşkilat devlet yararına hiç bir şey yapmıyor. Devletin bütçesinden büyük para alıyor ama verdiği bir şey yok. Bu Teşkilatın bütçesi kesilip İçişleri Bütçesine ilave edilmeli" dediğini söyler, Eymür bu kişilerle ilgili değerlendirmeyi Yılmaz’ın takdirine bıraktığını belirtir.

Güncel konular konuşulmaya başlanır. Yılmaz; Kemal Yazıcıoğlu'nun, Ömer Lütfü Topal cinayeti failleri olarak gözaltına alınan Özel Harekat Polislerinin, eylemin Mehmet AĞAR'ın bilgisi dahilinde yapıldığını ve konudan Özer Çiller'in de bilgisi olduğunu söylemeleri üzerine konuyu telefonla Mehmet Ağar'a ilettiğini aktarır. Mehmet Ağar bunun üzerine hemen İstanbul'a gelmiş, Ağar ve Yazıcıoğlu İstanbul Atatürk Havalimanında buluşarak konuşmuşlardır. Mehmet Ağar Havalimanında bulunan Vali (veya Vali Yardımcısını) özel bir konu konuşacaklarını söyliyerek görüşmeye almamıştır. Ağar, görüşme neticesinde "bir de bunları Ankara'da sorgulayalım" diyerek İbrahim Şahin'e talimat vermiş ve polisleri Ankara'ya aldırtmıştır. İstanbul Polisi Özel Harekat Polisleri ile birlikte Sheraton Oteli'nin kumarhanesini işleten Arnavut Sami ve Aliço isimli ortakları da gözaltına almıştır.

Yılmaz, Balıkesir Emniyet Müdürü Nihat Camadan'ın Susurluk konusunda kendilerine yardımcı olduğunu, Abdullah Çatlı'ya verilen Mehmet Ağar imzalı silah taşımaya yetki veren "Uzman" belgesini Camadan'ın kendisine ilettiğini söyler. Camadan Yılmaz'a, Kocaeli'nde görevli olduğunda Mehmet Ağar'ın müsadere edilmiş bir BMW otomobile el koyduğunu, bu aracı eşine kullandırdığını, Susurluk olayından hemen sonra da bu aracı Kocaeli Emniyet Md.lüğüne iade ettiğini anlatmıştır. Camadan ayrıca kaza gecesi, kazadan hemen sonra Jandarma Tuğgeneral Veli KÜÇÜK'ün kendisini arayarak kaza hakkında bilgi aldığını da söylemiştir.

Eymür Yılmaz'a elinde bulunan belgeleri kamu oyuna açıklamadan önce Genel Kurmay Başkanı ile görüşmesini ve açıklamaların boyutunda mütakabata varması telkin eder. Çeşitli kesimlerce kullanılan, "faili meçhul cinayetler" ve "başka ülkelerde ihtilal çıkartma" iddialarının istismarına sebep olmamasını sağlık verir.Yılmaz, Genel Kurmay İkinci Başkanı Çevik Bir ve Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman ile bu konuları görüştüğünü, adıgeçenlerin olayların üstüne gidilmesi hususunda kendisini desteklediklerini belirtir..

Konu Budapeşte olayına gelir. Yılmaz, Budapeşte'ye gidişi ile muhtelif rivayetlerin olduğunu, kumarhaneye, bankalarda bulunan parasını çekmeye gittiği, bir kişi ile gizli görüşme yaptığı gibi çeşitli teoriler üretildiğini, bunların hiç birinin doğru olmadığını Eymür'e anlatır. Kendisine yapılan saldırının, Türkiye'den alınan bir talimatla gerçekleştirildiğinin bildirildiğini belirterek, Eymür’den bu konudaki yorumunu sorar. Eymür, Başbakanlık yapmış bir kişiye yönelik böyle bir saldırıyı çok vahim bir olay olarak gördüğünü, organize bir faaliyet olduğu fikrine katıldığını, bunun kendisine açıklamalarından duyulan rahatsızlık nedeniyle bir uyarı niteliğinde ve sindirme amaçlı yapıldığını zannettiğini, saldırganların biz "nereye gidersen git seni buluruz, bizim her yerde gücümüz var" şeklinde bir mesaj vermek istediklerini sandığını söyler, beraberinde getirdiği nottan faydalanarak Yılmaz’ı bilgilendirir. Yılmaz, Mehmet Eymür’ün bilgilerinden çok memnun olmuştur. Notu kendisine bırakıp bırakamayacağını sorar. Eymür’ün bu konuda izin almadığını ve sıkıntıya düşebileceğini söylemesi üzerine “merak etme bende kalır” şeklinde teminat verir. Eymür, birkaç kez başbakanlık yapmış bir kişiye itimat etmesi gerektiğini düşünerek notu Yılmaz’a tevdi eder. (Not'da bulunan bilgiler gelişen olaylarla doğrulanır. Olayın faili bilahare Türkiye'ye gelir ve Yılmaz tarafından affedilir.)

Yılmaz ve Eymür arasındaki bu ilk görüşme, karşılıklı iyi dilek temennileriyle son buldu. Eymür, yanlışın düzeltilmesi ve gönlünün alınması dolayısıyla memnundu.

Teklif

Beş gün sonra Yusuf Namoğlu Eymür'ü aradı. Yılmaz kendisi ile tekrar görüşmek istiyordu. Eymür, sık sık görüşmek ve Yılmaz'a angaje olmuş durumuna girmek istemiyordu. Aynı zamanda kendisini göreve getirmiş olan Çiller'lerin de böyle bir teması hoş karşılamıyacaklarını, yanlış değerlendireceklerini biliyordu. Gerçi, özel hayatında gizli saklı işi yoktu. Gizli işlerin bugün olmasa yarın ortaya çıkacağını biliyordu. Görevi dolayısıyla temas ettiği İçişleri Bakanı Meral Akşener'e Mesut Yılmaz'la temasını söylemişti.

Eymür, 10.12.1996 günü saat 23.00'de Yusuf Namoğlu ile birlikte Mesut Yılmaz’a ikinci kez, isteksiz bir şekilde gitti. Mesut Yılmaz'ın kendisinden bilgi talep edeceğini sanıyordu. Eymür yanılmıştı. Yılmaz Eymür’e önemli bir görev teklif etmek için görüşmek istemişti. Eymür'e "Susurluk konusundaki soruşturmayı Kemal Yazıcıoğlu ile birlikte yürütürmüsünüz" diye sordu.

Eymür bir an duraladı."Böyle bir görevi memnuniyetle kabul edebileceğini ve bunun sorumluluğundan kaçmayacağını, ancak, kamuoyunda bu olayda taraf olarak görüldüğünü, böyle bir görev alması halinde konunun saptırılacağını ve önemini yitireceğini söyledi. Bu düşüncesi Kemal Yazıcıoğlu için de geçerliydi. Böyle bir göreve başka isimlerin düşünülmesinin daha doğru olacağını belirtti.

Görüşmenin bitiminde Yılmaz Eymür’e, “Alaattin Çakıcı’nın elinde çok bilgi var, onu getirtsek faydası olur mu?” diye sordu.

Eymür, Yılmaz-Çakıcı ilişkilerinden haberdardı. “Alaattin Çakıcı psikolojik bozuklukları olan kriminal bir kişidir. Bu tip şahıslara rağbet etmenizi tavsiye etmem, sizi yanlışlıklara sürükler" şeklinde cevap verdi.

İhanet

Son görüşmeden on-onbeş gün sonra Müsteşar Köksal Mehmet Eymür’ü yanına çağırdı. “Eymür sen Mesut Bey’e bir belge verdin mi?” diye sordu. Eymür, Budapeşte olayı ile ilgili olarak intikal eden düz kağıda yazılı bir bilgiyi israrı üzerineYılmaz’a verdiğini anlattı.

Müsteşar Köksal konuyu açıkladı: “Ankara Cumhuriyet Başsavcısı aradı. Mesut Bey’in avukatı kendilerine “yumruk” olayı ile ilgili olarak Mehmet Eymür’ün bir belge verdiğini ve bu belgenin aslının MİT’te olduğunu söylemiş.”

Eymür şaşırmıştı. Buna inanamadığını, Başbakanlık yapmış bir kişi olarak "merak etme, bende kalır" sözü üzerine güvenip notu verdiğini söyledi. Müsteşarın iznini almadan belge vermesi suçtu, hata idi. Köksal her zamanki sakin ve nazik tavrı ile “daha tecrübelenmen lazım, keşke bana sorsaydın” diyerek konuyu kapattı.

Eymür, Müsteşar Köksal’ın bu nazik ikazı karşısında ezildi ve Yılmaz’a yardım ettiği için düştüğü tatsız durumdan dolayı büyük üzüntü duydu.

Yılmaz, takip eden günlerde, Susurluk ve Budapeşte konularında kendisine yeterli destek verilmediği için Müsteşar Sönmez Köksal’a ve MİT’e karşı tavır aldı. Sebebi bilinmemekle birlikte en ufak desteğin verilmediği de bir hakikat.

Aynı günlerde, iktidardaki Refah Partisinin içindeki bazı aşırı unsurlar rejimin geleceğine soru işaretleri getiren faaliyetlerde bulunuyorlar, tahrik edici beyanatlar verip, gösteri yapıyorlardı. Özellikle ordu bu faaliyetlerden son derecede rahatsızdı. Refah Partisi ile işbirliği yapıp iktidara gelen Çiller'de bu gelişmelerden payını almış, Refah kadar şimşekleri üzerine çekmişti. En düzgün, yolsuzluğu duyulmamış kişi Mesut Yılmaz'dı.

Eymür de Yılmaz'ın, pek üstün meziyetlere sahip olmasa da düzgün ve namuslu olduğunu düşünüyordu. İyi ve varlıklı bir aileden gelmişti.

Ordu irticaya müsade etmemekde kararlıydı. "Batı Çalışma Grubu" en düzgün lider Mesut Yılmaz'ı Cumhurbaşkanlığına kadar götürecek çalışmayı planladı ve düğmeye basıldı.

Yılmaz, kısa birir süre sonra, Başbakan olarak iktidara geldi.

Müsteşar Köksal, Yılmaz'ın iktidara gelişinden hemen önce Eymür'e dış görev teklif eder. Son günlerde basın tarafından çok yıpratıldığını belirterek "ABD'de" görevlendirilmeye ne dersin? diye sorar. Eymür, kızının tahsiline faydalı olacağı ve daha sakin bir yaşantı içine gireceğini düşünerek öneriyi kabul eder.

İltifat

Eymür, ABD'ye gitmeden önce Müsteşar Köksal’ın talimatı üzerine Kutlu Savaş’la irtibat kurar. Yurt dışına gidişine kadar Savaş ile müteaddit görüşmeler yaparak Susurluk konusunda yardımcı olur, bir çok önemli konuda bilgi aktarır, kendi ünitesinin faaliyetleri ile ilgili sualleri cevaplar, izahat verir.

Eymür, daha sonra basına yansıyan Kutlu Savaş’ın raporunda bu bilgilerin yer almadığını, tersine birçok konunun saptırıldığını ve kasıtlı bir şekilde işlendiğini, kendisinin de doğru olmayan bilgilerle ağır bir şekilde suçlandığını, suçlanması gereken kişilerin ise himaye edildiğini müşahede eder.

Eymür yurtdışına gidişinden önce Kutlu Savaş ile birlikte Başbakan Mesut Yılmaz’ın makamına gider. Eymür ilk önce “Sayın Başbakanım, beni Budapeşte olayı bilgileri dolayısıyla çok sıkıntıya soktunuz” der. Başbakan Mesut Yılmaz gülerek “Ne yapalım, biraz da bizim için sıkıntıya gir” diye cevaplar.

Bir süre aktüel konular ve Kutlu Savaş’la yapılan çalışmalar konuşulduktan sonra Mehmet Eymür ayrılmak üzere müsaade ister. Başbakan Mesut Yılmaz ayrılırken Eymür’e “Sen bu memleket için lüzumlu bir insansın, 1-2 sene Amerika'da dinlen. Sonra yine beraber çalışacağız” diyerek uğurlar.

Tekrar İftira

Mehmet Eymür, Eylül 1997’de Washington’daki yeni görevine başlar. Altı ay sonra, 13.01.1998 tarihinde Milliyet Gazetesi’nde Yalçın Doğan imzası ile aşağıdaki haber manşetten yayınlanır:

“Telefon dinleme kesin!..

Yalçın DOĞAN

REFAHYOL dönemine ilişkin "anayasal bir suç" var ortada. Başbakan Mesut Yılmaz "O dönemde telefonlar dinlenmiş, bunu tespit ettik" diyor.

RP - DYP koalisyonu sırasında, ana muhalefet partisi konumundaki ANAP'ın Genel Başkanı Yılmaz, Amerika'daki Watergate skandalı türünden ortalığı sarsan bir açıklama yapıyor ve "telefonlarının dinlendiğini" öne sürüyor. Geçen akşam NTV’ deki program sonrasında Mesut Yılmaz'la bir süre sohbet ediyoruz.

Kendisine geçen yıl yaptığı bu açıklama hatırlatılıyor. "Telefonlarım dinleniyor, demiştiniz, iktidara gelince bu olayı incelediniz mi" sorusuna, Yılmaz çarpıcı bir karşılık veriyor:

"Evet, inceledim. O tarihte telefonlarım dinlenmiş. Sadece benim değil, yaklaşık 3 bin 500 kişiyi dinleyecek bir kapasite kurulmuş, ama kaç kişinin fiilen dinlenmiş, onu bilemiyorum."

Telefon dinlemek, Anayasaya göre, kişinin temel hak ve özgürlüklerini çiğnemek, özel yaşamın gizliliğini ihlal etmek anlamını taşıyor. İktidara geldikten sonra, Yılmaz olayın üstüne gidiyor. İşte Başbakan'ın tespiti:

"MİT'te Mehmet Eymür'ün başında bulunduğu bir gruba telefon dinleme görevi verilmiş. Bunlar altı, yedi kişilik bir grup. Ben gelince, olayı öğrendim ve bu grubu dağıttım. Eymür Washington'a tayin oldu. Diğerleri de dağıtıldı. Ama, onlardan bazıları şimdi DYP'nin çıkardığı bir gazetede çalışıyor."

Neden DYP'nin çıkardığı bir gazetede?.. Çünkü, Yılmaz'a göre, "telefon dinleme emrini veren DYP'nin üst düzey yönetiminin çok yakınları." Herkesin tanıdığı, her işin altından çıkan yakınlar bunlar!..

Kimler, nasıl dinleniyor?

Kimlerin telefonları dinleniyor?..

"Bazı mafya tipi kişilerin, bunlarla ilişkide olanların ve bazı siyasilerin telefonları... Hatta, bazı partilerin... Örneğin, o dönemde DEP'in ve sonra yerine kurulan HADEP'in"

Böyle bir skandal Amerika'da başkanları yerinden ediyor. Tüm ülke aylarca bu skandalla çalkalanıyor. Türkiye'de ise, her şeyin suyu çıkıyor. Hiçbir değerin kalmadığı, her türlü kurumun ayaklar altına alındığı bir ortamda, telefon dinleme emri verenler, ortalıkta hala yüzsüzce, arsızca dolaşabiliyor. Ve bunlardan hesap soracak kimse yok!..

Telefonlar "teknik" açıdan nasıl dinleniyor?..

Telefonu dinlenecek kişinin sesi önce banda kaydediliyor. Sonra elektronik bağlantılarla, bu ses herhangi bir zamanda, herhangi bir kişiyle telefonda konuştuğu anda, "bir bant otomatik olarak devreye giriyor" ve konuşma olduğu gibi kaydediliyor. Anlatılanlara göre, günümüzde teknik açıdan hiç de güç değil!..


Burası Türkiye... Skandalın bini bir para... Bir tarihte Türkiye'yi yönettiklerini sananlar, telefon dinleme emri vermiş. Emri yerine getirenler yerlerinden uçmuş?.. Ya emri veren siyasiler ve onların yakınları?..