Analiz 12 - Kızıldere
[ 1/8/1991 - 11:12 ]  By Atin  anadolu@atin.org

Çayanların izini sürüyorduk. Kaldıkları evleri bastığımızda onlar evi terk etmiş oluyorlardı. Acele terk edilmiş ve çay bardakları dolu vaziyette yerler bulduk.

Dağ Köyünde Ölümü Tercih Edenler

Çayanların izini sürüyorduk. Kaldıkları evleri bastığımızda onlar evi terk etmiş oluyorlardı. Acele terk edilmiş ve çay bardakları dolu vaziyette yerler bulduk. Sonunda eşya taşıyan bir kamyonetle eşyaların arasında Ankara'ya gittiklerini öğrendik. Kalacakları emin bir yer kalmamış ve İstanbul'u terk etmişlerdi.

Çayan ve arkadaşları 1972'nin Mart ayında Karadeniz sahilinde ortaya çıktılar. Sinop'ta görevli 3 İngiliz teknisyeni kaçırıp rehin alarak hükümetten taleplerde bulunan bir bildiri yayınladılar. Bu olayı kendi ağızlarından anlatalım:

“Muhtarın evine geldiğimizin akşamı radyodan Nihat Erim'in daha önce yazıp bıraktığımız bildirideki taleplere karşı nün halkı cevap teşkil eden mesajı. CHP Genel Başkanı İnönü , bizim yakalanmamız için yardıma çağıran mesajı, Tabii Senatörlerin bu olayı tel'in eden mesajları, Yusuf Küpeli ve Münir Ramazan Aktolga'nın yakalandığına dair mesajlar okundu. Bütün bunlar bizim üzerimizde olumlu etkiler yapmadı. Hepimiz daha da hırçınlaştık."

Teröristler en son Ünye taraflarında görülmüşlerdi. Bu Ziya Yılmaz'ın bölgesi idi. Kolu alçılı Ziya Yılmaz Erenköy'e getirilerek sorgulandı. Ziya Yılmaz suallere ters cevaplar veriyor, dikleniyor, orada bile bize Marks'tan Lenin'den bahsederek komünizm propagandası yapmaya çalışıyordu. Çayanların bölgede nerede saklanabileceğini bilmiyordu. Uzun zamandan beri bağları kopuktu. Sorguya Hiram Bey de geldi. Rakibini görmek istiyordu. Ziya’ya kendini tanıtarak, ateş ederken arkadaşlarını siper almasını yakıştıramadığını söyledi.

Ziya inkar etti. Ona göre öyle bir şey vaki değildi. Hiram Bey üstelemedi. Ringe çıkmış, dövüşmüşler ve ikisi de hasar almıştı. Ziya'ya kişisel bir husumet duymuyordu. Bu bölgede faaliyet gösterenlerden bir diğer kişi sorgudaki Üsteğmen M.B. idi. Memduh Paşa bize ve çalışmalarımıza o kadar güveniyordu ki sanki biz olmazsak olay çözülemezdi. M.B.'yi de alıp hemen bölgeye hareket etmemizi istedi.

27 Mart 1972 günü saat 19.00 civarında tutuklu Üsteğmen (M.B.) ile birlikte Ankara'ya hareket ettik. Büyük steyşın bir arabada, YS Albay, Üsteğmen, şoför, ben ve iki arkadaşımız daha vardı. Kolu alçılı vaziyette bizi uğurlayan Hiram Bey gelmek istemiş fakat Bölge Daire Başkanı izin vermemişti. Yolda bir yandan Üsteğmen M.B.'ye sualler soruyor ve Çayan'ların nereye gitmiş olabileceğini tespite çalışıyorduk. Fazlaca bir bilgisi yoktu. Galiba boşuna yanımıza almışuk.28 Mart 1972 sabahı erken saatlerde Ankara Bölge Daire Başkanlığına uğradık. Nöbetçi memurundan Ankara heyetinin de sabah hareket edeceğini öğrenerek bir çay içip yola devam ettik. Samsun Bölge Müdürlüğüne uğrayıp 28 Mart saat 10.00 civarında Ü Ünye’ye ulaştık. Ünye'de Samsun Bölge Müdürü ve yardımcısıyla konuştuk.

Kendilerinden kaçırma olayı ile ilgili birçok şahsın alındığını, ancak orada bulunan Ankara Merkez Komutanının ve Bölge }jandarma Komutanının soruşturma ve tahkikatı yürüttüğünü, kendilerini soruşturmaya karıştırmadıklarını ve bilgi vermediklerini öğrendik. Yapacak bir şey yoktu. Beklemeye başladık. Öğleden sonra MİT Müsteşarı Korgeneral Nurettin Ersin, Ankara Bölge Daire Başkanı ve Ankara Bölgeden 6-7 kişilik bir ekip ile bitlikte Ünye'ye geldi. Müsteşar gerekli temaslarda bulunarak sorgulamanın MİT mensuplarınca yapılmasını, Jandarmanın ise alınan sonuçlarla koordineli olarak yakalama ve baskın işlerini yürütmesini emretti.

Ankara ekibi ile birlikte, sağlıklı bir sorgulamaya pek uygun olmayan şartlarda, çalışmaya başladık. Başlangıçta gözaltına alınmış olan şahıslar şunlardı:1. Avukat A.K.

2. Avukat Ş.Ş.

3. Öğretmen H.G.

4. Kuyumcu T. D.G.

5. Çiftçi M.Ç.

6. Öğretmen H.A.

7. Terzi A.K.

8. S. T.A.

9. N.A.

10. Çiftçi A.P.

11. Bakkal A.Ş. 12. Şoför K.Y. 13. Terzi F.S.

Kimden ve nasıl başlayacağımızı bilmiyorduk. Gözaltında tutulan şahıslar bir an önce netice almak için biraz fazla hırpalanmışlardı. Ankara ekibi ikiye bölündü ve üç ekip olduk. Ayrı ve sırayla şahısları alıp sistemli bir şekilde sorgulamaya başladık. İlk olarak ayrı ayrı aldığımız kişilerden (A.K.). (Ş.Ş.)'ye birkaç soru tevcih ettikten sonra, bu işin şöyle veya böyle çözüleceğini, zaten hırpalanmış olduklarını ve işi uzatmayıp bize yardımcı olmalarını telkin ettik. Avukatlar sorgu sırasında Mahir Çayan ve arkadaşlarının yerini Öğretmen H.G.'nin bilebileceğini, zira adı geçenin bir müddet önce çobanlık yaptığını ve bu sırada aldığı talimat gereğince bölgede birtakım mağaralar bulduğunu, Çayan ve arkadaşlarının da bu mağaralarda saklanabileceğini belirttiler. Sıra avukatlardan aldığımızı (H.G.)'e satıp onu konuşturabilmekti.

H.G.'yi ikna etmek diğerlerinden zor ancak tahminimizden de kolay oldu. Evet Tekkiraz Köyü civarında örgüt için bazı mağaralar tespit etmişti. H.G. öğleden sonra Avukat Ş.Ş. ile birlikte Ünye'deki }jandarma Komando Birliğini bu mağaralara götürdü. Hava karardıktan sonra Ünye’ye döndüklerinde mağaraların boş olduğunu öğrendik. Sorgulamaya fasılasız devam ediyor fakat işe yarar bir bilgi alamıyorduk. Mevcut şahısların hepsi sorgulanmıştı. Diğer ekiplerin sorguladığı şahısları bir kez daha sorgulamaya başladık.

(M.Ç.)'den bundan 4 ay kadar önce Ballık Köyü civarındaki mağaralara Ahmet Atasoy ile birlikte sandıklarla cephane taşıdığını, taşıma sırasında Ünyeli olan Ziya Yılmaz'ın iş yerine ait jeep ile şoför K.Y.'ye ait jeeplerden faydalanıldığını, Ballık köyü eski muhtarının da olaydan haberi olduğunu öğrendik. Bu bilgiyi jandarmaya ilettik. Mesleki tecrübemiz ve hislerimiz Öğretmen H.G.'nin daha çok şey bildiğini fakat konuşmadığını söylüyordu. Gece yarısından sonra onu tekrar sorguya alıp, detaylı sorgulamaya başladık. Geriye doğru dönerek günlerini nasıl geçirdiğini teferruatlı olarak anlattırmaya başladık. H.G. sıkışmaya başlamıştı. Sabah olduğunda istediklerimizi öğrenmiştik. Bize bilgi vermiş olmaktan korkuyor, biz ise yanlış yönlendirilmiş olmaktan endişe ediyorduk. Mahir Çayan ve üç arkadaşı 24 Mart 1972 Cuma gününe kadar Öğretmen (H.G.)'nin N.'nin köyündeki evinde saklanmışlar. Cuma günü”Amca” denilen Niksarlı yaşlı şahıs Çayan ve arkadaşlarını alarak Niksar'daki ağıllara götürmüştü. Yaşlı şahıs ve Çayanları bir İnter kamyon taşımıştı. Çiftçi M.Ç. öğretmen (H.G.)'nin bilgilerini tamamladı ve "Amca “nın Ballık Köyü eski muhtarının yanına gelip giden kısa boylu, yaşlıca bir şahıs olduğunu söyledi. Mozaikler tamamlanıyordu. Ballık Köyü eski muhtarı zaten akşam alınmıştı. Bizi hiç yormadan bu şahsın Niksar'ın Abdaltamu Köyünden H. isimli kişi olduğunu bildirdi. Öğretmen H.G. "Amca”nın elli yaşlarında olduğunu, sık sık Tekkiraz Köyüne gelip gittiğini ve yün ticareti yaptığını belirterek mozaikleri tamamladı. Durum Niksar'a bildirildi. Şahsın tespiti halinde yakalanması istendi. Niksar’a gitmeye ve iz sürmeye karar vermiştik. Ankara ekibi, Öğretmen H.G. daha önce jandarma birliğini boş mağaralara götürdüğü için verdiği bilgilere pek itibar etmiyor, gözaltına alınan diğer şahısları detaylı sorgulamaya devam ediyorlardı. Ünye'ye gelişimizden bir gün sonra yani 29 Mart 1972 günü öğlen saatlerinde, Öğretmen H.G.'yi de yanımıza alarak Niksar'a hareket ettik. Yolda Tekkiraz Köyü ]jandarma Karakoluna uğradık. ]jandarma ve köylü "Amcayı” hatırlıyor fakat ismini ve köyünü kimse tam olarak bilmiyordu. jandarma Komutanına araştırmaya devam etmesini ve yolda bir başka karakoldan telefon edip bilgi alacağımızı bildirdik. Niksar’a giderken yolda Tokat jandarma Alay Komutanı ve Niksar'daki jandarma Komando Birliği Komutanı ile karşılaştık. Ünye'ye gidiyorlardı. Bir tespit olursa kendilerini beklemeden Niksar'daki birlikle hareket etmemizi, kendilerinin yetişeceklerini bildirdiler. Yoldaki bir jandarma Karakolundan Tekkiraz jandarma komutanını aradık. Haber şaşırtıcıydı. "Amca”nın biz uğramadan önce Tekkiraz'da olduğu ve otobüsle Niksar'a hareket ettiği tespit edilmiş ve Almus Köyü jandarmasına şahsın yakalanarak bize intikal ettirilmesi için talimat verilmişti. Şehirde tespiti pek mümkün olamayacak, ismi bile tam bilinmeyen bir şahsın kırsal bölgede ne çabuk tespit edildiğine şaşmıştım. Yola devam ettik. Karşı istikametten gelen Karayollarına ait bir vasıta Amcayı ve jandarmaları bize ulaştırdı. “Amca” tarife uyuyordu. Elli yaşlarında, 1.55 boylarında zayıf çelimsiz görünümde idi. Öğretmen H.G. Amcayı teşhis etti. Amcayı ayak üstü sorguladık. Korkmuştu ve sorularımıza hemen cevap verdi. Niksar'ın Abdaltamu Köyünden H.Y. idi. Almus Köyü jandarma Karakoluna geldik. H.Y.'ye olayı sorduk. Evet, Ahmet Atasoy'un talimatı ile hareket etmiş ve 24 Mart günü Nurettin Köyünden kamyonla teröristleri alarak Niksar'ın Kızıldere Köyündeki bir ağıla götürmüştü. Halen orada olduklarını sanıyordu. H.G. ve H.Y. ile birlikte yola devam ettik. Niksar'a vardık.

Ünye ile telefon konuşmaları yapıldı, bilgi verildi. Komando birliği ile gece hareket edilmesi ve sabaha karşı Kızıldere Köyünün sarılması talimatı alınması üzerine gerekli hazırlıklara başlandı. Planlama yapıldığı sırada Müsteşar ve Ankara Bölge Daire Başkanı Niksar'a gelip planlamaya nezaret ettiler.29 Mart saat 23.00 sularında asker elbisesi giydirilmiş olan H. Y. bir sivil rehber ve Astsubay rehberi alarak jandarma Komando Birliği ile yola çıktık. Biz önlerde jeeple gidiyorduk. H. Y. yanımızdaydı. Yolda bizi kandırmamasını, eğer yalan bir şey söyledi ise koca birliği boşuna götürmemesini söylüyor, o da bize yeminler ederek doğru söylediğini belirtiyordu. H.Y. yolda Çayanlarla birlikte köye sandıklarla cephane ve çok miktarda silah, el bombası götürdüklerini de anlattı. Son derece dik ve bir tarafı dağ, diğer tarafı uçurum olan daracık bir yoldan tırmanıyorduk. Askeri araçlar bile çamurlu olan yolda zor ilerliyordu. Aşağılardan, belki 1,5-2 kilometre uzaklıktan birliğin sonunu görebiliyorduk. Işıkları inci bir kolye gibi kıvrımlar çizerek dağa yaslanmıştı. Araçlar gecenin sessizliğinde sanki bütün yurttan duyulacakmış gibi gürültü çıkarıyorlardı. Birliğin seyyar mutfak, ambulans dahil her şeyi vardı. Askerler günlerden beri arazi taraması yapmış olmanın yorgunluğunu taşımalarına rağmen zinde ve heyecanlı gözüküyorlardı.

Jeep'in şoförü birkaç kere aracı kaydırdı ve uçurumun kenarına kadar geldik. Yüreğimiz ağzımıza gelmişti. Dere yataklarından geçerken bir-iki araç çamura saplandı. Unimag arazi araçları bunları kurtardılar. Saat 02.00 sularında bir vadiye geldik. Buradan itibaren yaya tırmanılacaktı. Yoksa araçların gürültüsünün Kızıldere Köyüne ulaşıp teröristleri alarme etmesi mümkündü. Saat 03.00'e kadar birliğin geri kalan kısmının gelmesini bekledik. Birlik komutanı ile Tokat jandarma Alay Komutanı da burada birliğe yetiştiler. Araçları, şoförleri ve yeterli sayıda nöbetçiyi bırakarak yürüyüşe başladık. Niksar'da bize de parka ve bot vermişlerdi. Yol son derece çamurlu ve dikti. Ayaklarımızın altına yapışan çamuru zaman zaman silkeleyip atarak yola devam ediyorduk. Saat 04.30 sularında dağın tepesindeki Kızıldere Köyüne ulaşıldı. Hava halen karanlıktı. Köyün girişinde bir manga kadar asker mevzilendirilerek yürüyüşe devam edildi. Köy iki bölümdü. Yürüyüş istikametimize göre sol tarafta bir yamacın üstünde bize yakın olan bölümü vardı. Muhtarın evi de bu bölümdeydi. Sağ tarafta 600-700 metre kadar aşağıda ise köyün öteki bölümü vardı. Boş arazi olan arasından geçerek ilerdeki ağıllara doğru yürüdük. H.Y.'nin köyün 700-800 metre kadar dışındaki ağılları göstermesi üzerine askerler geniş bir çember halinde ağılların etrafını sarmaya başladı. Hava yavaş yavaş aydınlanmaya başlıyordu. Ağıllarda ise hiçbir hareket yoktu. Bu arada komutanlar, bir teğmen ile bir astsubayı, köyün muhtarını almak üzere muhtarın evine yolladılar. Bir süre sonra teğmen nefes nefese geldi. Muhtarın kapısını çaldıklarında muhtar kapıyı açarak gizlice ellerine bir kağıt sıkıştırmıştı. Kağıtta evde 13 kişinin olduğu yazılı idi. Birliğin bir kısmı ağıllar civarında bırakıldı ve asker hemen muhtarın evini sarmaya başladı. Evin bir tarafı yamaca yaslanmış, kapısı da yandaydı. Hava aydınlanmıştı. Altta taştan yapılmış bir ahır kısmı, giriş kapısının aksi istikametinde ise samanlık vardı. Mahir Çayan ve Ömer Ayna'nın pencereden dışarı baktıklarını gördük. Askerler megafonla teröristlere çağrıda bulunarak etraflarının sarıldığını ve teslim olmalarını söylediler. Mahir Çayan cevaben “Bütün Dünyanın ve Türkiye'nin gözünün şu anda orada bulunduğunu, yaklaşıldığı veya ateş açıldığı takdirde ellerinde bulunan 3 İngiliz rehineyi derhal öldüreceklerini, ölmeye ve öldürmeye kararlı olduklarını, sonuna kadar çarpışacaklarını” bildirdi. Teröristler İngiliz rehineleri tek tek pencereye getirmeye başlamışlardı. Rehineler, çaresiz bir şekilde isimlerini söyledikten sonra İngilizce olarak herhangi bir harekette bulunulmamasını aksi takdirde öldürüleceklerini söylüyorlardı. Çayan ve arkadaşları marşlar söylemeye ve zaman zaman askerlere laf atmaya başladılar. Bizi sivil pantolonlarımızdan tanımışlar. “Sam Amcanın adamları”. “Faşist MİT”çiler” gibi sözlerle bizleri kızdırmaya çalışıyorlardı. Aramızda 150-200 metre kadar mesafe vardı. Biz de onlara cevap veriyorduk. Etlere ise dokunaklı laflarla tesir etmeye çalışıyor, faşist subayların emriyle hareket etmemelerini telkin ediyorlardı. Bekleme devresi başlamıştı. Muhtarın evine yakın bir evdeydik. Bulunduğumuz evden onları görüyor ve zaman zaman camdan karşılıklı atışmaya devam ediyorduk. Bize M1T'çiler diye seslenip isimlerimizi ve benzeri şeyleri soruyorlardı. 1çlerinde en çok konuşan ve en çok hakaretamiz laflar sarfeden Ertuğrul Kürkçü idi. Bu arada çatıda yer yer kiremitleri kaldırarak kendilerine mazgal delikleri ve gözetleme yerleri açtılar. Bir çarpışma için gerekli hazırlıkları yapıyorlardı. Bir ara evden çıkan dumanlardan bazı şeyleri yaktıklarını anladık.

Bir süre sonra “Faşist Yönetimin Temsilcisi muhtarı ve ailesini serbest bırakıyoruz” diyerek muhtarı ve ailesini serbest bıraktılar. Faşist muhtar ilk önce kendilerine yardımcı olmuş evinde barındırmış, sonra askeri görüp sıkışınca ihbarda bulunup kendini kurtarmak istemişti. Bundan Çayanların hiçbir zaman haberi olmadı. Kendilerine tesir etmeye gayret ettik, teslim olmalarına iknaya çalıştık, ailelerini getireceğimizi ve kendileri ile konuşturacağımızı söyledik. Sibel Erkan olayını anımsatarak devletin gücünün her zaman daha fazla olduğunu, neticenin her ne olursa olsun aleyhlerine olacağını belirttik. Sonradan öğrendiğimize göre bu telkinlerimiz aralarında ihtilaf çıkmasına sebep olmuş. Bir kısmı teslim olmaya yanaşmışlar. Ancak Mahir Çayan duruma hakim olarak teslim olmayı düşüneni vuracağını söylemiş. Çayan ve arkadaşları morallerini yüksek tutmak için marşlar söylemeye devam ettiler. Bir müddet sonra helikopterler gelmeye ve evin arka tarafındaki yamacın arkasına inmeye başladı. Biz de evden çıkıp tepeye gittik. YS Albay yere bir kaput sermiş üzerinde uyuyordu, yorgunluktan perişandı. İçişleri Bakanı MİT Müsteşarı, Tokat Valisi, jandarma Genel Komutan Yardımcısı, MİT Ankara Bölge Daire Başkanı ve diğerleri gelmişti. Ankara'ya bilgi vermek için bazıları helikopterle gidip geliyorlar, planlamalar yapıyor, geceye kalındığı takdirde ne yapılacağı düşünülüyordu. Bir operasyon ihtimaline karşı çelik yelek istenmişti. Zaman zaman megafonla teslim çağrısı yapılıyor, teröristler buna olumsuz cevaplar veriyorlardı. Türkiye Cumhuriyetinin güvencesinde olan üç İngiliz rehin alınmıştı. Bütün dünyanın gözü Kızıldere'deydi. Konu önemli idi. Zira devletin prestiji mevzubahisti. Herkes İngilizlerin nasıl sağ kurtarılabileceğini düşünüyordu. Yiyecekleri varsa teröristler aylarca dayanabilirlerdi.

İstekte bulunabilir ve bu istekleri yerine getirilmezse İngilizleri tek tek öldürmeye başlayabilirlerdi. Ya gece olunca duruma nasıl hakim olunacaktı. Projektörler getirip evi çepeçevre aydınlatmak lazımdı. Teröristler köyün içine dağılıp veya ormanlık olan araziye kaçarsa işler daha da zorlaşacaktı. Pilotlar jetlerle gelip evin üstünde yükselerek uçağın tazyiki ile evi çökertebileceklerini ve o kargaşada rehinelerin kurtarılıp teröristlerin bir kısmının sağ yakalanabileceğini söylediler. Bu öneri üzerinde tartışılırken birden bir cayırtı koptu. Saat 14.30 sularındaydı. Her tarafımızdan mermiler vınlayarak geçiyordu. Helikopterle gelenler tepeden aşağıya doğru kaçtılar. Biz yere yatuk. Ben küçük bir makine ile fotoğraf çekmeye çalışıyordum. Alay komutanı megafonla ateş kesilmesini emretti. Askerler ateşi kestiler. Ancak evden silah ve el bombalarının atılmasına bir süre daha devam edildi. Megafonla tekrar çağrı yapıldı. Ancak bu sefer cevap veren olmadı.15-20 dakika sonra çatışma tekrar başladı. Ortalık toz duman olmuştu. Bu sefer çalışma daha uzun sürdü. Evden hiç ses gelmiyordu. Megafona da cevap veren olmadı. Çelik yelekler gelmiş bazı subaylar hazırlanmıştı. Evin çatısından ve muhtelif yerlerden binaya girildi. Hiç mukavemet olmadı. Bir müddet sonra çelik yelekliler kapıdan dışarıya çıktı. Eve gittik. Manzara korkunçtu. Birçoğu ellerinde patlayan el bombaları ile parçalanmıştı. Saffet Alp henüz yaşıyordu. Ancak el bombası karnını parçalamış ve organları dışarı çıkmıştı. Birkaç dakika sonra öldü. Koridor ceset doluydu. çatıya çıkan merdiven altında yere oturmuş vaziyette üç İngiliz elleri arkalarından bağlı ve birbirlerine yaslanmış vaziyette duruyorlardı.

Hepsi de başlarından vurularak öldürülmüşlerdi. Fotoğrafla durumu tespit ettik. Ölenlerin bir kısmı teşhis edildi. İngilizlerle birlikte 13 ölü vardı. Çok yorgun ve uykusuzduk. Oradan ayrıldık ve Niksar'da üstümüzü değişip yola koyulduk. Şoför gece dinlenmişti. Yol boyu uyukladık. Bolu'ya geldiğimizde haberlerden Ertuğrul Kürkçü'nün sağ olarak samanlıkta yakalandığını öğrendik. Evde İngilizlerle birlikte 13 değil 14 kişi olduğunu anladık. Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy ve Saffet Alp ise ölmüşlerdi. Bu sırada Hiram Bey de aynı haberi Erenköy'de Ziya Yılmaz'la birlikte dinliyordu. Haberi duyan o ters Ziya Yılmaz birden çökmüş.... Hiram Bey'e her şeyi anlatmaya başlamıştı. Yüzbaşı İlyas Aydın'ın da Kızıldere'ye geldiğini ve baskından önce oradan ayrıldığını öğrenmiştik. Sonradan Ertuğrul Kürkçü ve ilyas Aydın'ın MİT Ajanı olduğu iddiaları yayılmaya başladı. Her ikisinin de MİT'le bir alakası olmadığını biliyorum. Ancak İlyas Aydın, benim için de bir şüphedir. M1T değil ama herhangi başka bir örgütün THKP-C İçindeki ajanı olabilirdi.

Olaydan 1 yıl kadar sonra Ertuğrul Kürkçü mahkemede olayın diğer tarafından kalan tek insan olarak anlatıyor. “çatıdaki merdivene açılan deliğe kendimizi attık. Önden Saffet, arkadan ben yuvarlandım, Mahir İngilizler diyerek onların vurulmasını emrediyordu. Bir arada yere yuvarlandık. Kafamı doğrulttuğumda ılık ılık bir şeylerin başıma aktığını hissettim. Mahir'in kolunun çatıdan aşağıya sarktığını gördüm. Koşarak yukarıya tırmandım. Atış devam ettiğinden kolundan çektim. Başından vurulmuştu.


Mahir diye bağırarak cevap istedim. Ancak ondan cevap alamadım. Mahir'le uğraştığım süre içinde diğer arkadaşlardan biri veya birkaçı 3 İngiliz’i vurarak öldürmüşlerdi. Ben hayatta hiç kimsenin duymayacağı kan sesini duydum. Artık bu meselede hiçbir etkinlikleri kalmadığı halde, İngilizlerin boşu boşuna akan kanlarının sesini duydum. Silaha sarıldığım için tarihe karşı ve kendi halkıma karşı suç işlediğim inancındayım” diyordu.