Analiz 11 - Baskınlar
[ 1/8/1991 - 11:11 ]  By Atin  anadolu@atin.org

Sorgulardan alınan bilgilerle örgüt evlerinin tespit edilip basılması için bir ekip kurulmuştu. Hiram bey bu ekibin başındaydı. Teşkilat’dan 6-7 kişi idik.

Zorlu Bir Mücadele

Sorgulardan alınan bilgilerle örgüt evlerinin tespit edilip basılması için bir ekip kurulmuştu. Hiram bey bu ekibin başındaydı. Teşkilat’dan 6-7 kişi idik. Emniyet 1'inci Şubenin ekipleri ile birlikte çalışıyor. Merkez Komutanlığı ile koordine ederek basılacak evin durumuna göre askeri kuvvet alıyorduk. Güvenlik gerekçesiyle ve dağılmaması için bilgileri son ana kadar başka makamlara vermiyorduk. Genellikle sorgudan alınan bilgileri önce araştırıyor, evlerin yerlerini tespit ediyor, planlarını çiziyor ondan sonra baskınları kendi kontrolümüzde gerçekleştiriyorduk. Bazı hallerde hızlı hareket etmek gerekiyordu. Bu takdirde yeri gösterecek şahsı da yanımıza alarak doğrudan polis ve askerle birlikte basılacak yere gidiyorduk. Birinci Şubenin fırtına gibi bir ekibi vardı. Cesur, deneyimli, iyi anlaşan bir ekipti. Çelik yelekleriyle göz açıp kapayana kadar eve girip duruma hakim oluyor, herhangi bir çatışmaya mahal vermeden teröristleri enterne ediyorlardı. Biri hariç, Kartal, Maltepe, Bebek, Hisar, Cihangir, Yakacık, Bakırköy, Sarıyer, Küçükköy, Feriköy, Sağmalcılar, Balmumcu, Valideçeşme, Beyoğlu ve Büyükada'da birçok ev bu şekilde can kaybı olmadan sessiz sedasız basıldı. Hariç tuttuğum olay şu: Kartal'daki gecekondu tipi bir ev sarılmıştı, baskın yapılacaktı. Evde pek hareket görülmüyordu.

Nereden patladı ise bir silah patladı. Birisi “evden ateş ediyorlar” dedi. Her yandan eve ateş edilmeye başlandı. Çemberin diğer tarafındakiler ateş ettikçe ve seken mermiler kafalarımızın üstünden geçtikçe evden ateşe devam edildiğini sanıyorduk. Ateş teatisi 8-10 dakika kadar sürdü. Bilahare evde kimselerin olmadığı ve evin terk edildiği anlaşıldı. Örgüt evlerinin çabuk ve sessiz sedasız bir şekilde basılması can kaybının olmamasının yanı sıra başka avantajlar da sağlıyordu. Baskından sonra eve “hücre kuruluyor” yani birkaç polis memuru bırakılıyordu. Bilahare olaydan habersiz, örgüt evine gelen diğer teröristler de bu şekilde enterne ediliyordu. Biz baskınlarda daha geri planda kalıyor, baskından sonra evin aranmasında faal rol alıyorduk. Özellikle zemin dairelerde ev içinde, tabanın kazılması suretiyle elde edilmiş gizli odalar ve bölmeler buluyorduk. Bu yerlerde bazen o semti havaya uçuracak kadar patlayıcı ve silaha rastlanıyordu. 13 Şubat tarihinde sorgudaki bir şahsı alarak Ankara'ya gitmiştik. Ankara'da Merkez Komutanlığı ile koordine ederek birkaç ev bastık, silah ve patlayıcılar ile birlikte birkaç örgüt üyesi yakalandı. Aynı akşam İstanbul İç Levent Menekşe Sokağındaki bir evde Mahir Çayan ve arkadaşları kıstırılmış, çıkan silahlı çatışmadan sonra Çayan ve arkadaşları kaçarak izlerini kaybettirmiş, büyük bir fırsat kaçırılmıştı. Herkes birbirine düşmüş, Polis MİT'çilerin korkup kaçtığını ve kendilerini yalnız bıraktığını söylüyordu. Bu olay Hiram Bey'e çok tesir etti. Teşkilat mensuplarının korkak olarak vasıflandırılmasını hazmedemiyordu. Basılan bir kaç eve çelik yeleği olmadığı halde en önde girdi. 18 Şubat 1972 günü Çayanların Fındıkzade'de bir evde kalabileceğini tespit etmiştik. Önce gidip araştırmasını yaptık. Fındıkzade'de 4-5 katlı apartmandı.

Gece yarısına doğru Merkez Komutanlığına bağlı bir birlik evin etrafını çevirdi.

Hiram Bey yine en önde çelik yelekli polis timi ile birlikte gidiyordu. Biz de onu yalnız bırakmıyor arkasından izliyorduk. Kalabalık bir grup ana kapıdan girip daire kapısının önüne geldik. Hepimiz sığmadığından bir kısmı merdivenlerdeydi. Kapıdan evin içini dinlediler. Pek ses gelmiyordu. İki kişi birden yüklenip kapıyı kırdılar ve eve dalındı. Daire giriş kapısından sonra bir hol sonra bir küçük oda vardı. Bu odanın bir kapısı diğer bir odaya diğer bir kapısı da küçük bir koridorla arkadaki başka bir odaya açılıyordu. Hiram Bey'in ilk odaya dalması ile bitlikte silahlar patladı. Karşılıklı ateş başlamıştı. Birtakım polisler arka odaya koştular, burada bulunan terörist kızlar o binayı havaya uçuracak kadar büyükçe bir dinamit lokumu demetini ateşlerken mani olup hareketsiz hale getirildi. Her şey saniyeler içinde oluyordu. Hiram Bey elinde silah birden geri dönüp koşarak dışarıya çıktı. Ne olduğunu anlamamıştık. İki polis memuru makinalı tabancaların ucunu odaya sokmuş, görmeden içerisini tarıyordu. Odadan da dışarıya kesif bir ateş açılmıştı. Her tarafı barut kokusu kaplamış, toz duman olmuştu. Hiram Bey'in dışarı çıkmasından sonra birisi dışarıdaki camdan odanın içini taradı. Bizim bulunduğumuz odaya da ateş edilebileceğini düşünerek dışarıdan ateş edilmemesi için bağırdık. Ateş edilen odadan haykırışlar ve inlemeler geliyordu. Kanlar içinde iki kişi sürünerek dışarıya çıktı. Çelik yelekli polisler yer değiştirerek içeriden açılan ateşe mukabele ediyorlardı. Biraz sonra İçeriden “ateş kesin teslim oluyoruz” diye bağırmalar geldi. Polisler “Tek tek ve yerde sürünerek çıkın” diye karşılık verdiler. Kapıdan kafasını çıkaranı, diğer polisler sırtından çekip bulunduğumuz odanın ortasına getiriyorlardı. Çıkanlardan biri örgütün muhasibi Ziya yılmazdı. Polisler çekince buzda kayar gibi, büyük bir kan izi bırakarak odanın ortasına geldi. Yarı ölü gibiydi. Yerde cansız gibi yatanların pek yaşayacağına ihtimal vermiyordum.

Hepsi yaşadı. Çalışma bitmişti. Odaya girildi. Ziya Yılmaz'ın kullandığı silah 14'lü tabir edilen cinstendi, şarjörü özel yapılmış, 30 mermi alıyordu. Dışarı çıktık. Hiram Bey'i merak ediyorduk. Koşarak neden dışarı çıktığını anlamamıştık. Yaralandığını, yarasının ağır olduğunu, hastaneye kaldırıldığını söylediler. Birden dünya başımıza yıkıldı. Hastaneye gittiğimizde Hiram Bey'i ameliyat masasına almışlardı. Ziya Yılmaz'ı ve diğerlerini de yanındaki diğer ameliyat masalarına getirdiler. Hastane polis ve askerle dolmuştu. Yanına gittik. Boğazından ve omzundan yaralanmıştı. Buna rağmen bir şeyi yokmuş gibi bizimle konuşmaya başladı. Bana “Hüviyetimin bulunduğu cüzdanı ve silahımı sen al, sende kalsın, eve bir şey söylemeyin” dedi. Bizi üzüntülü görünce teselli etti. Ameliyata başlayacakları için odayı terk ettik. Sonradan Hiram Bey'den odaya girer girmez Ziya Yılmaz'ın açtığı ateşle yaralandığını, kendisinin de ateşe cevap verdiğini, Ziya Yılmaz'ın kalorifer peteğinin üstüne çıkıp odada bulunanlardan birini önüne siper alıp kendisini koruduğunu, vurulup dışarı çıkınca hırslanıp camdan odaya ateş ettiğini, teşkilata ait bir araçla hastaneye giderken şoförün ağladığını ve telaşından kaza yapmasına ramak kaldığını öğrendik. Merkez komutanı Fevzi Aysun Paşa olayı takip etmiş, hemen hastaneye gelmişti. Sarılıp bizi öptü. “Siz Hiram Bey'i merak etmeyin, ben her türlü tedbiri aldırırım. Aynı kuvvetle (Merkez Komutanlığına ait) operasyon yapılacak diğer evlere gidin” dedi. Arnavutköy'de Çayan ve arkadaşlarının kalabileceği bir ev daha vardı. Ancak bilgiyi veren evin kesin yerini bilmiyor, üç apartmandan biri diyordu. Konvoy halinde Arnavutköy'e gittik. Sabahın erken saatleri idi ve henüz hava karanlıktı.

İlk iki bina 2-3 katlı küçük binalardı. Daire daire aramaya başladık. Sabaha karşı ne olduğunu anlamadan yatağından kalkan insanların yatak odaları dahil aranması, özel yaşantılarına girilmesi pek hoş bir şey değildi. Ancak başka yapacak bir şey yoktu. Ev sahiplerine karşı kibar davranılıyor, onlar da anlayışla karşılıyorlardı. İlk iki evden sonra üçüncü büyük. 7-8 katlı apartmana sıra gelmişti. Önünden ve yanından yol geçen yenice bir binaydı. Telsizden, gelişmeleri izleyen Siyasi Şube Müdürü rahmetli Mahmut Dikler'in telaşlı sesi duyuldu. “O bina benim oturduğum bina” diyordu. Apartmanın üst katlarından aramaya başladık. Bekar olan Mahmut Dikler kız kardeşi ile bitlikte oturuyordu. Bina kendilerine ait olduğundan aynı zamanda yönetici olan kız kardeşi ile konuştuk. Daha ziyade evde oturan gençlerin ve bekarların olup olmadığını araştırdık. Talebelerin oturduğu bir daire vardı. O daire de arandı, şüpheli hiçbir şeye rastlanmadı. Sıra Fındıkzade'deki gibi apartmanın bodrum katına gelmişti. Hava artık aydınlıktı. Zil çalındı ve genç bir kız kapıyı açtı. Kendisine kibar bir şekilde arama yapılacağı söylenerek eve girildi. Evde yalnız olup olmadığını sorduk. Bir kız arkadaşı ile kalıyordu, ancak seyahatte olduğundan evde değildi. Adı L.A. idi. Kız arkadaşı Ş. ise, İzmir Sıkıyönetim Komutanının kızı idi. Polisler odalara dağılmış bakıyorlardı. Evin salonundan açılan koridordan arka odalara gittim. Sağda bulunan yatak odasına girdim. Yatak hiç bozulmamıştı. L.A.'nın yanına giderek kimin odası olduğunu sordum. Benim odam dedi. Salondaki kanepede battaniye ve yastık vardı. Orada yattığını söyledi. Polislerden biri gelerek yatak odasının yanındaki dip odada peruk bulduklarını söyledi. Odada bir divan, odanın girişinde ise plastik fermuarlı bir dolap bulunmaktaydı. Dolabın karşısındaki duvarda bulunan yüksek pencere yandaki yola bakıyordu.

Peruk, bir erkeğin kullanabileceği cinstendi. Çayan ve arkadaşlarının eşkal değiştirmek için peruk kullandıklarını öğrendiğimizden ev sahibinden kime ait olduğunu sormalarını istedim. Koridorda bulunan banyo ve tuvalete şöyle bir baktım. Her yer aranıyordu. Tekrar yatak odası önüne gelmiştim ki birden silah cayırtısı duyuldu. Silah ve makinalı tabanca sesleri dip oda tarafından gelmişti. Hemen bütün odaları boş olarak gördüğüm için seslerin binanın içinden mi yoksa sokaktan mı geldiğini kestiremedim. Yatak odasının kapısında yere çömeldim. Odanın içinde arama yapan bir polis memuru vardı. Bina içinde ve dışında koşuşmalar, bağrışmalar duyuluyordu. Ne olduğunu anlayamadan dışarıdan da ateş edilmeye başlandı. Bizim bulunduğumuz odanın yüksek penceresinden de içeri mermiler gelmeye başladı. Ateş edilmemesini ve bizim odada olduğumuzu bağırdık. Bu arada yanda bulunan odadan birisi “Mehmet Ağabey, sen misin?” diye seslendi. Kim olduğunu sordum. 1. Şubenin çelik yelekli polis memurlarından T. idi.”Ben çok ağır yaralandım, ölmek üzereyim” dedi. Ne olduğunu anlatmasını istedim. Odayı ararken fermuarlı dolaptan birinin ateş ettiğini karnından ağır yara aldığını, çok kan kaybettiğini, kendisinin de elindeki makinalı tabanca ile dolabı taradığını ve dolabın devrildiğini, içinden hala ateş edildiğini, ancak yapılan bu atışların kendisine gelmediğini söyledi. Hakikaten kısa fasılalarla 1-2 el ateş ediliyordu. Camı açıp dışarıdakilerle irtibat kurarken T.'den tam yerini tarif etmesini istedim. Dolabın karşısında, pencerenin altında yerde oturduğunu söyledi. İçeriye ateş edilmemesini, seken mermilerin kendisine geldiğini ilave etti. Dolapta kaç kişi olduğunu bilmiyordu. Dolap odanın kapısına doğru, girişe mani olacak şekilde düşmüştü. Sesinden T'nin durumunun iyi olmadığı anlaşılıyordu. Yine de sorularımıza cevap veriyordu. Bir yanlışlık yapmadan onu kurtarmamız lazımdı. Dışarıdan diğer ekip mensupları gelmişti. Dolaptan atışlar kesilmişti. Kısaca ne yapılacağı kararlaştırıldı. T.'nin bulunduğu oda kapısının diğer tarafına sıçrayan bir kişi ile kapının diğer yanındaki devrik dolaba kurşun yağdırarak odaya girdiler. Silah sesleri kesilmişti. T.'yi dışarıya taşırken eve gelen diğerleri de dolabın içinden ölü bir şahsı çıkardılar. Bir elinde 14'lü bir silah diğerinde bir naylon torba içinde mermiler vardı. Ölü terörist Ulaş Bardakçı idi. T. İlk Yardım Hastanesine götürülmek üzere steyşın bir arabaya taşınırken bu saçı sakalı uzamış polis memurunun terörist olduğunu zanneden bir astsubay koşarak gelip bitkin vaziyetteki T.'ye bir-iki tokat attı. Herkes ne olduğunu şaşırmıştı. Astsubay T.'nin polis memuru olduğunu öğrenince ağlamaya başladı. Çok üzülmüştü. Bu arada dışarıdan açılan ateşle bacağından yaralanan bir polis memuru da hastaneye sevk edildi. Olay yerine bakan evlerin pencerelerine ve balkonlarına insanlar çıkmıştı. Bağırarak ve alkışlayarak, güvenlik kuvvetlerini kutluyorlardı. Ulaş Bardakçı'nın cesedini sokağa çıkardılar. Taşımak üzere beklerken cepleri arandı, şifreli bazı notların bulunduğu kağıt parçaları ile bir tomar para bulundu. Para sayılarak görevlilerden birine teslim edildi. Ev sahibesi L.A. silah sesleri üzerine kaçmış ve apartmanda gizlenmişti. Onu da bulup götürdüler. Görev bitmişti. Çayanlar bulunamamış ancak örgütün üst düzey yöneticilerinden Ziya Yılmaz yaralı, Ulaş Bardakçı da ölü olarak ele geçmişti. Bu insanların karşılarındaki onca büyük kuvvete karşın mukavemet etmelerini mantıksız buluyor, ölü bir insanın idealleri için mücadele edemeyeceğini düşünerek; onları bu kadar büyük nefrete ve intihara sürükleyen nedenleri çözmeye çalışıyordum.

Bölgeden ayrıldık. Üzüntülüydük. Hemen Hiram Bey'in ve T.'nin durumunu öğrenmek üzere hastanelere koştuk. Hiram Bey, ameliyat olmuş ve hayati tehlikeyi atlatmıştı, şaka yapmaya bile başlamıştı. T. ise bağırsaklarından uzun bir parçanın alındığı kritik bir ameliyata alınmıştı. Sonra iyileşti ve görevine devam etti. Vakit buldukça onları ziyaret ediyorduk. Ziya Yılmaz ve arkadaşları da iyileşiyorlardı. Ziya Yılmaz karnından, bacağından ve kolundan üç kurşun yarası almıştı. Çalışma neticesi Ziya Yılmaz'la birlikte yakalanan Hüseyin Özkan, Şerafettin Serdar, Osman Cahit İyigün ayaklarından vurulmuşlardı. Oradaki sahneyi gördükten ve bana adeta saatlerce sürmüş gibi gelen silah atışlarına şahit olduktan sonra onların nasıl yaşayabildiğine akıl erdiremiyordum. Fındıkzade ve Arnavutköy baskınları devlet kuvvetlerine moral vermiş, örgütlerde çöküş başlamıştı. Müsteşar Nurettin Ersin Paşa İstanbul Bölge Daire Başkanlığınca yürütülen faaliyetlerden son derece memnun kalmıştı.19 Şubat 1972'de tamim ettiği çok acele bir mesajda şöyle diyordu:

“1. İstanbul Bölge Daire Başkanlığının son bir hafta içinde anarşistleri meydana çıkarma hususunda gösterdiği üstün gayret çok verimli sonuçların elde edilmesine vesile olmuş, büyüklerimizin takdirini kazanmıştır. Bu sonuçların ve devam edecek yeni çalışmaların operasyonu çökertmeye kadar götüreceğine inanıyorum.

2. İstanbul Bölge Daire Başkanlığı personelinin, başta değerli Daire Başkanı TD. olduğu halde gece gündüz demeden hatta canları pahasına gösterdikleri vatan perverane gayreti takdir, bu yoldaki başarılarının devamını temenni eder bütün personeli sevgi ile gözlerinden öperim.

3. Üstün bir vazife anlayışı içinde gözünü kırpmadan hareket ederken, çene ve omzundan yaralanan ve çok şükür böylece kurtulan değerli arkadaşımız Hiram Abas’ı ayrıca takdir eder acil şifalar dileği ile gözlerinden öperim.

4. Emrin bütün personele tebliğini rica ederim. Ersin”

1'inci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün de operasyonların gidişatından memnundu. 25 Şubat 1972 günü yayınladığı mesajda bu memnuniyetini şöyle ifade ediyordu:

“13 Şubat 1972günüyapılan İç levent Menekşe Sokağı operasyonunun devamı olarak 19 Şubat 1972günü uygulanan Fındıkzade ve Arnavutköy operasyonlarında görev alan güvenlik kuvvetlerinin; Vatan ve Cumhuriyete kasteden şehir eşkıyaları ile bunlara yataklık edenleri ölü veya diri olarak ele geçirmede gösterdikleri fedakarlık, cesaret ve başarılarından dolayı basta komutanı Tümgeneral 0. Fazıl Polat olduğu halde İstanbul Merkez komutanlığı personelini, yine Emniyet Müdürü ve İstanbul Bölge Dairesi Başkanı başta olmak üzere emniyet ve İstanbul Bölge Dairesi mensuplarını takdir ederim. Bütün ilgililere tebrik ve tefekkürlerimi bildirir, başarı dilerim. ,,

Hiram Bey takriben bir hafta sonra hastaneden çıkıp kolu alçıda görevine başladı. Esasında istirahatlıydı. Bu yüzden maaşı da kesilmişti. Bu uygulamaya üzülmekle birlikte görevine devam etti. Kendisini seven ve uzakta olup ziyaretine gelemeyenler mektupla geçmiş olsun diyorlardı. Bunlardan biri eski Müsteşarımız Lizbon Büyükelçisi Fuat Doğu idi. Fuat Paşa, Hiram Bey'in yaralandığını geç haber almıştı. 11 Mayıs 1972 tarihinde Lizbon'dan yolladığı duygu dolu mektup şöyleydi:

“Sevgili Evladım Hiram 1 Mayıs günü akşamı Sami Bey'le birlikte beybaban beni ziyarete geldiler. 0 gece Sami Bey'in bir yemeği olduğu için bir müddet sonra ayrıldı ve biz, “ben, hanım ve beybaban” 12ye kadar konuştuk ve dertleştik.

Her şeyden önce bir anda bende sok tesiri yapan geçirmiş olduğun rahatsızlık dolayısıyla üzüntümü belirtmek isterim. O kadar ani tesir yaptı ki beybaban paşam keşke söylemeseydim” demek mecburiyetinde kaldı. Yukarıdaki hitabımdan da anlayacağın ve eskiden beri bildiğin gibi sizleri genç yaşta şirkete almış, gerek karakter ve gerekse bilgi ve memleket severlik duygularınızı yakinen görmüş olan ben sizlere hakikaten bir evlat gözü ve sevgisiyle baka gelmişimdir. Benim şu anda ayrı olmamın bir değeri yoktur Duygularım, sizlere olan şefkatim ebedidir. Bu bakımdan bu sürpriz haber beni ve eşimi son derece üzmüştür:Şu anda üzüntümü bildirmekten ileri bir yardım yapamadığım için müteessirim. Şayet mazideki imkanım bulunmuş olsa idi seni Almanya’ya göndermek veya İngiltere'de umumi bir kontrolden geçirmek isterdim. Şu anda yapabileceğim yegane şey beybabana da Sami ile beraber söylediğimiz gibi mümkün olursa kızımla beraber buraya kadar uzanmanı ve bir moral tatili yapmanı tavsiye etmekten ibaret olacaktır. Bu ziyaretle aynı zamanda senin durumunu görüşmek ve beybabanın bazı istikbalinle alakalı haklı endişelerini burada bir karara bağlamak mümkün olacaktır: Satırlarımı bitirmeden önce seni sonsuz duygularımla tebrik eder; sevgi ve takdir hislerimle gözlerinden ve yanaklarından öperim. Beybabanı tanımak benim için büyük bir bahtiyarlık oldu. Senin gibi güler yüzlü, hoşsohbet ve gün görmüş olan bu çelebi insanla konuşmak, şu yalnızlık içindeki hayatımda bana renk verdi. Kendisine her zaman beklediğimi bildirdim.

Satırlarıma son verirken ben ve eşim tekrar geçmiş olsun ve tebrik temennilerimizi iletir; kızımızın ve senin ve yavrularınızın muhabbetle gözlerinden öper sizi tanrıya emanet ederiz.

T C. Lizbon Büyükelçisi Fuat Doğu. ,,

Bu mektup, eski tarihlerdeki Teşkilat mensuplarının bağlılığı, bir eski amirin genç personeline şefkat dolu hisleri bakımından güzel bir örnektir.

Arnavutköy Baskını, İzmir Sıkıyönetim Komutanının kızı olan Ş.'nin adının olaya karışması, teröristlerin Siyasi Şube Müdürüne ait bir binada kalması bakımından değişik bir veçhe taşıyordu. Sıkıyönetim Komutanı ve Memduh Paşa özellikle Siyasi Şube Müdürü Mahmut Dikler ile L.A. ve teröristler arasında bir bağ olmasından şüpheleniyorlardı. Mahmut Dikler'i tanır ve severdim. Uzun boylu, esmer, yakışıklı bir polis müdürüydü. Aileden varlıklı olduğundan şık giyinirdi. Çeşitli konularda iş birliği yapmış, güvensizliğimizi gerektirecek bir davranışına rastlamamıştık. Yine de hissi davranmayıp araştırmak lazımdı. L.A.'ya kızıyorduk. Bize yanlış bilgi vererek iki arkadaşımızın yaralanmasına ve bir teröristin ölmesine neden olmuştu. Sorgusunda olayın bu şekilde gelişmesinin sorumlusu olduğu söylüyor, olayın manevi baskısını ona yüklüyorduk. Esasında yaşadığı olayın şokunu hala taşıyordu. Örgütle derin bir ilişkisi yoktu. Sempatizan seviyesindeydi. Sorgu neticesinde Mahmut Dikler'le hiçbir ilişkisi olmadığını da anladık. LA. sorgusunun uzunca sürmesi üzerine bunalmış, kısa süren bir sinir krizi geçirmişti. Ankara Kolejinde okumuştu. Odadakileri çıkarıp gözlerini açtım. Ona benim de Kolejli olduğumu söyledim. Sohbet etmeye başladık. Rahatlamıştı. O günden sonra L.A. ile aramızda orada bulunan diğerlerine kıyasla yakın bir ilişki başladı. Nöbetçiler vasıtasıyla beni çağırttırıyor, yanında oturup kendisiyle konuşmamı istiyordu. Ona üzülüyordum. Güzel bir kızdı, üstündeki bir hayli kirlenmiş çizgili erkek pijamaları ve yıkanmamaktan kıtıklaşmış saçları ile sefil bir görüntü sergilemesine rağmen yine de gözlerine vuran hoş bir gülüşü vardı. L.A. tuvalete götürüldüğü zaman nöbetçi askerlerin kapıyı yarı açık bırakmasından doğal olarak rahatsız olmuştu. Genellikle sorgu bürosunda erkekler bulunduğundan o hengame içinde bu husus hiç düşünülmemişti.

Güvenlik yönünden nöbetçilere böyle emredilmişti. Oradaki yöneticilere söyledim. Bundan böyle L.A.'nın ve diğer kadınların rahat tuvalete girmeleri sağlandı. Gidiş gelişlerinde memure arkadaşlar da görevlendirildi. Herhangi yanlış anlamaya sebep olmaması için L.A. ile olan yakınlığımı Memduh Paşa ve diğerlerine bildirdim. Güvenilen bir insan olmam bana yakın kişilerin söylediğimin dışında bir şey düşünmemesini sağlıyordu. Bu özelliğimi meslek hayatım ve bütün yaşantım boyunca devam ettirdim. Hemen her gün L.A.'nın odasına uğruyor, oturup konuşuyordum. Ayrılırken üzülüyordu. Birkaç kez Hiram Bey de konuşmalarımıza katıldı. Bir akşam yine bir örgüt evinin araştırması için gitmiştik. Hiram Bey L.A.'ya benim bir baskında öldüğümü veya yaralandığımı söylemiş. Hiram Bey'i yakinen tanımayanlar onun ne zaman şaka, ne zaman ciddi konuştuğunu anlayamazlardı. L.A. çok üzülmüş ve ağlamış.


Ertesi gün beni görünce şaşırdı, Hiram Bey bana anlatmıştı. Şaka olduğunu söyledim. Hiram Bey'i hiç affetmedi. Serbest kaldıktan birkaç sene sonra sol bir yayında Ziverbey'i anlatırken Hiram Bey'den bahsetmiş ve onu tanımadığından, yaptığı her şakayı ciddiye aldığını belirtir şekilde ifadelerle işkenceci ve sadist olduğunu söylemişti. Bana ise torpil yapıp, hatıratında bahsetmemişti. LA.'nın şimdi nerede olduğunu ve ne yaptığını bilmiyorum. Onun bu kitabı okuyacağını ümit ediyor ve içten mutluluk dileklerimi yolluyorum.