SON TV Yazıları: SİBEL EDMONDS, CIA ERDOĞAN’I NEDEN HEDEF ALDI?
“Amerikalı insanlar şaşırıyor, Erdoğan önceleri bir melekken, nasıl oldu da ABD için şimdi bir şeytan, bir düşman haline gelebildi, bu sistem nasıl çalışıyor?
CIA'nın kukla hükümetler kurduğu, onları kullandığı ve ardından bir gecede onları nasıl yok ettikleri bilenen bir gerçek. Aynı şey Erdoğan'ın da başına getirilmeye çalışılıyor. Ah evet, bu durum pek çok Amerikalıya, Donald Rumsfeld'in Saddam'la tokalaştığı o unutulmaz görüntüleri ve daha sonra gözden düştüğünde işgal ve yok edilişini, hatırlatıyor. Aynı süreç, Erdoğan'la ilişkilerde de açıkça görülüyor.”
Bu sözlerin sahibi, 1970 İran Azeri’si bir baba ile Türk anneden olma, eski FBİ tercümanı Sibel Deniz Edmonds’a ait. Sibel Edmonds’un çuk uzun olan anlatımını kısaltarak ve kullandığı bazı yakışıksız ifadelere yer vermeyerek devam edelim:
GLADYO’NUN A PLANI
“Evet, bütün bunlar Gülen ve Erdoğan arasındaki kavgayla başladı. Gülen cemaati AKP'nin hükümet olması için çok ciddi destek verdi. Ancak burada şuna dikkat etmek gerekiyor, Gülen sadece bir sembol. Asıl önemli olan ve işi yapan Gülen markası. Yani, «Gülen» markasının arkasına sığınarak iş yapılıyor ve Gülen de buna müsaade ediyor.
1997'den sonra CIA Gülen'i oyuna dahil etti, onu ABD'ye getirdi. Gülen 15 yıldır ABD'de yaşıyor ve 20-25 milyar dolarlık bir ağı kontrol ediyor ve kimse gerçekten bu paranın nerden geldiğini bilmiyor. Bu Gladyo’nun A planı idi.
CIA İLE ORTAK OKULLAR
Gülen'in ABD dışında CIA ile birlikte açtığı okullar, camiler, medreseler birer birer kapatılıyor, çünkü bu ülkeler, Gülen cemaatinin varlığının kendi ülkelerinin ulusal güvenliğine bir tehdit olduğunu, CIA ile ortak operasyonlarda kullanıldığını kavradılar. Gülen cemaati ve CIA bununla kalmadı tabii ki, Türkiye'de büyük bir medya ağı kuruldu, satın almalar yoluyla, polis teşkilatına, hukuk ve askeri alanlara sızdılar. Ve işte bu güç ağı, yani Gülen ve CIA ortak hareketi, Erdoğan'ı parlatarak hükümete taşıdı. Aslında 97'de Erdoğan'ın üyesi olduğu parti, askerlerin müdahalesiyle kapatılmış, Erdoğan hapse atılmış iken, 2002'de bu kez askerler geri adım attı, sessiz kaldı ve Erdoğan'ın başbakan olmasına izin verdi.
GLADYO’NUN B PLANINA GEÇİŞİ
Peki, 1997-2002 arasında değişen neydi? Evet, artık Gladyo B planına geçilmişti, Gülen ABD'deydi artık. Erdoğan o sırada değişmiş, aşırı güven kazanmış, beslenmiş ve ‘bu imama (Gülen'e) artık boyun eğmek zorunda değilim, halk beni seviyor’ demeye başladı. ‘İmam kabul etse de etmese de ben kendi istediklerimi artık özgürce yapabilirim’ diyordu. ‘Gülen’ markasının arkasındaki CIA vb. derin yapılara da başkaldırıydı bu.
Erdoğan'daki bu aşırı güven sadece bir neden. Diğer bir neden de Erdoğan'ın İsrail'e karşı sert tutumu, sözünü geçirebiliyor görüntüsüydü. Türkiye'deki bütün partilere medyaya rağmen bunu eleştiren de Fethullah Gülen'di. Ve bu arada, bir yan not olarak şunu söyleyeyim ki, Gülen'in ABD'deki en büyük destekçisi de oradaki Yahudi lobisidir.
YAHUDİ LOBİSİ GÜLEN’İN DESTEKCİSİ
Yahudi lobisinin desteklediği Gülen, Erdoğan'ın İsrail'e karşı sert çıkışlarını doğru bulmuyordu. Ayrılık çanları çalmaya başlamıştı. Ve ardından Suriye konusu geldi. ‘Türkiye, AKP hükümeti Suriye'deki muhalifleri eğitiyor, silahlandırıyor ve bütün bunların ABD tarafından İncirlik üzerinden yönetiliyor’ iddiası vardı.
Buraya kadar her şey yolunda gidiyordu. ABD'nin mevcut hükümetiyle Erdoğan iyi anlaşıyordu. Esad'ın devrilmesi için gereken her şeyi yapılıyorlardı. Ancak beklenmedik bir şey oldu ABD'de. Obama karşıtı derin yapılanma, Esad'a şiddet (!) uygulandığına herkesi ikna etti, ABD müdahalesi hoş karşılanmamaya başlandı. Obama bu konudaki desteğini yitiriyordu. Ve tam bu noktada Rusya'nın devreye girmesi, ABD'yi geri adım atmak zorunda bıraktı. Ve işte tam bu sırada, Türkiye kamuoyuna da, ‘Esad ile son derece iyi ilişkiler varken, muhalifler yüzünden ilişkiler bozuldu’ inancı aşılandı. ABD geri çekilince, Erdoğan tamamen ortada kaldı. Artık halkı arasında popüler değil, nefret edilen bir lider olmaya başlamıştı. ABD artık verdiği sözleri tutmuyor, Erdoğan'ı tamamen yalnız bırakıyordu ki bu da Erdoğan'ı oldukça sinirlendirmişti. Bu da üçüncü bir neden oldu.
Bu noktada başka bir olay patlak verdi; Gezi Parkı olayları. Gülen, Erdoğan'la aralarındaki kavgada, bunu bir fırsat olarak değerlendirmek istedi. Ve Gülen protestolara kendi cemaatinden insanları soktu. Erdoğan, başına neler geleceğini anlamıştı. CIA ve Gülen işe el atmış, protestolarda aktif rol oynamaya başlamıştı.
Erdoğan bunu net olarak görüyordu. Gezi Parkı olayları gerçek halk tarafından başlatılmış olabilirdi ancak, CIA'nın kontrolündeki Gülen cemaati ve AKP karşıtı Türkiye'nin eski güç sahipleri, bu fırsatı değerlendirmekte gecikmemişti. Ve eş zamanlı olarak ABD ve Avrupa basınında Erdoğan ‘diktatör’ olarak anılmaya başlandı.
ERDOĞAN REST ÇEKTİ
Asıl önemli olan, bu sembolleri yönetmeye çalışan güç, yani CIA, yani ABD Silah Sanayi. CIA'nın yapmak istediği, söz konusu hangi ülke ise, onu tamamen kontrol altına almak, iç ve dış politikasını yönetmekti. Ki son derece düzgün bir şekilde çalıştı bu sistem uzun seneler. Diledikleri hükümeti getirmeyi ve uzun süre hükümette tutmayı başardılar. CIA'nın planı, Türkiye'yi bir model ülke olarak kullanmak ve diğer ülkeleri de aynı şekilde hizaya getirmekti. Ilımlı İslam projesini Orta Doğu'da uygulamaya geçirmekti. Erdoğan ve Gülen, daha doğrusu CIA arasındaki sorun, bu planları aksatıyordu. CIA, Erdoğan'ın kontrolünü kaybediyordu, Bu arada Gülen'le hiçbir sorunları yoktu. Erdoğan, CIA ile sorunu daha da büyütmek için rest çekti.
Boyun eğmeyeceğini göstermek için, bir mesaj vermek için ‘milyarlarca dolarlık silah alımlarını ABD ile değil, Çin'le yapacağım’ dedi. Tüm dünya bu reste şaşırdı. Bu, ABD ve NATO'nun en üst düzey kurallarından birinin ihlali anlamına geliyordu, yapılabilecek son şeydi. İşte bu, NATO ve ABD Silah Sanayiini çileden çıkardı. Ve Erdoğan daha da ileri giderek, ‘AB'ye girmek için yıllardır beklediklerini ve bunun gerçekleşmeyeceğini anladığını, bunun yerine Şangay Birliği'ne katılmak istediğini’ söyledi. Ve resmen başvuruda bulundu. Ve bu davranış yine, çiğnenebilecek en son kurallardan biriydi. Batı, zorla kurduğu bu düzenini, kolay yıktırmazdı. İşte bunları yaptığınızda, son kullanma tarihiniz dolmuş demektir. Kim olursanız olun artık bitmiştir. Ve ABD'nin uygulayacağı cezanın diğer ülkeler için ibretlik olması gerekiyordu, çünkü bu durum başkaları tarafından örnek alınabilirdi, bu risk göze alınamazdı.
ERDOĞAN’A SUNULAN SEÇİMLER
Erdoğan'a şu ihtimaller sunuldu, tabii bunları hiçbir yerde duyamazsınız;
1) Geri adım atacaksın. Her şeyi geri saracak, İsrail'le ilişkilerini düzeltecek, Çin'den silah almaktan vazgeçeceksin. Şangay'dan uzak duracaksın. Gülen'den özür dileyeceksin. Bu, senin birinci seçeneğin.
2) Sessizce istifa edip gideceksin. Çünkü biz hali hazırda senin yerine gelecekleri belirledik. Paralarınla İngiltere'ye gitmene izin vereceğiz.
3) Bunları kabul etmezsen, bizi bekle. Bu sana iki senaryo sunar;
a)Kaddafi gibi, Saddam gibi yok olursun.
b) Mübarek gibi teslim olabilirsin. Seni İngiltere'de bir hapishaneye atarız, yaşamının kalanını orda sürdürürsün.
İşte şu anda, Erdoğan bu seçeneklerle karşı karşıya…”
TÜRKİYE’Yİ KÜÇÜK DÜŞÜRÜCÜ BEYANLAR
Bu ifadeler, her ne kadar birtakım yakışıksız terimleri temizlemiş olsam bile, Türkiye Cumhuriyeti ve onun hükümeti Başbakanı için çok ağır ve utanç verici ifadeler. James Corbett’in yaptığı ‘Bir Gladio Projesi’ başlıklı bu röportajın
Türkçe çevirisinin tamamına buradan, İngilizce filmine ise buradan ulaşabilirsiniz.
Bu ifadenin sahibi Sibel Edmonds, zamanında benim için de iddialarda bulunmuştu. İddialarından biri benim ABD vatandaşı olduğumdu. Amerika’da 9 yıl kalmama rağmen değil vatandaşlık, devamlı oturma ve çalışma müsaadesi dahi alamadım. Türkiye’ye döndükten sonra Amerikalı avukatıma artık uğraşmamasını belirttim. Diğer iddiası ise hatırladığım kadarıyla, benim Amerikalı istihbaratçılarla ilişkim olduğuna dair idi. Altı ay FBI’da tercümanlık yapıp her şeyi bildiğini zanneden Sibel Edmonds’a gülmüştüm. Ben zaten ABD’ye CIA, NSA ve FBI’a akredite MİT Temsilcisi olarak gitmiştim. Yani işim bu idi. Ne ise o tarihlerde bazı mülakatlarda bu iddiaları cevapladım.
Sibel Edmonds her ne kadar Türkiye’yi sevdiğini söylese de Türkler ve Türk resmi makamları hakkındaki iddiaları nedeniyle bir soruşturma da geçirmişti. Kız kardeşi Nisan 2002'de Ataköy Emniyet Müdürlüğüne çağrılınca, Amerika’ya iltica etmiş, iltica dilekçesinde 'Türk Polisi’nin casus ve vatan haini olduğunu düşündüğü Sibel Edmonds’u döndürmek için kendisini çağırdığını, Türk Polisinin kaba ve işkenceci olduğunu, insanların bazen ortadan kaybolduğunu belirtmiştir.
Anladığım kadarıyla Sibel Edmonds o tarihten beri popülerliğini arttırmış ve “Milli Güvenlik İhbarcıları «muhbirleri» Koalisyonu” (NSWBC - National Security Whistleblowers Coalition) diye bir grup kurmuş. Bazı ihbarları nedeniyle de mükâfatlar kazanmış. Yani Türkiye dâhil büyük bir kitle tarafından takip edilmekte.
Arkasında bazı organizasyonların olması da bir olasılık.
Umarım Başbakan ve hükümet üyeleri sadece seçimle uğraşmayı bırakıp, Türkiye’nin yerlerde sürünen itibarını korumak için harekete geçerler. Gülen Cemaatinin durumunu da aydınlatmak devletin öncelikli bir görevidir.
Yoksa bu macera, çok can yakacak gibi…