Sayın Faruk Bildirici.
Alman “Deutsche Welle Türkçe ”de 20.11.2020 tarihinde yayınladığınız “Derin devlet” korumasından “Cumhur İttifakı ortaklığına” başlıklı yazınızda gerçeklerle uyuşmayan bilgiler bulunmaktadır. Gördüğüm kadarıyla kitabını yazdığınız Şenkal Atasagun’un size anlattığı yalan-yanlış bilgileri bu yazıda da kullanmışınız.
Ben 1987’de Ankara’da 06 Ocak 1983’ te tayin edildiğim Güvenlik Daire Başkanıydım. Devleti yönetenler, artan terör (Asala, PKK vs.) olayları nedeniyle yurt dışında daha etkili mücadele edilmesi kararı almışlardı.
Aldığımız talimat üzerine çalışmaya başladık. MİT’in Bölge Başkanlılarından yurt dışı operasyonlarda kullanılmaya uygun eleman ve tanıdıklarını bildirmesi istendi. O tarihlerde MİT İstanbul Bölgesi Başkanı, (Çakıcı’yı yanağından öpen) Nuri Gündeş’in Yardımcısı Şenkal Atasagun’du.
Atasagun 13 Temmuz 1987 tarihinde Alaattin Çakıcı ve Tarık Ümit ile görüşme yapmış, 16 Temmuz 1987’de gereği Güvenlik Dairesince yapılmak üzere MİT Müsteşarlığına bir yazı yollamıştı. Çakıcı ve Ümit’in yurtdışı faaliyetlerde kullanılmasının uygun olacağını belirten yazının ekinde şahıslarla “Görüşme Raporu” vardı. Yani Teşkilattaki resmi kayıtlara göre ilk ve son resmi temas Şenkal Atasagun’undur. (İlişki yazıdan önce kurulmuştur.)
Bu gelişme üzerine şahıslar Ankara’ya çağrıldılar. Alaattin Çakıcı'nın yanında 3-4 kişi daha vardı. Gelenlerin hepsi MİT’e ait eğitim tesisinde Korkut Eken ve yardımcısı Yavuz Ataç tarafından eğitime tabi tutuldular.
Korkut Eken, Çakıcı ve grubundan pek memnun değildi. "Bunlar tabanca tutmayı bile bilmiyorlar, beş metreden hedefi vuramıyorlar" diyordu. Bu gruptan iki kişi gözünü doldurmuştu. Biri Çakıcı Fransa'da yakalandığında yanında bulunan Muradi (Murat) Güler, diğeri Eylül 1998’de vurularak öldürülen Sarı Şenol lakaplı Şenol Turan. (Bu konuda detaylar ATİN’de “Uyuşturucudan Susurluk'a 20 - Kurşun Asker MİT'te” yazısında bulunuyor.)
MİT elemanı statüsüne alınan Tarık Ümit, Alaattin Çakıcı ve adamları 03-12 Ağustos 1987 tarihleri arasında, hedef terör örgütüne karşı Avrupa'da yürütülmesi planlanan faaliyet kapsamında yurtdışına yollandılar. İlk kez yurt dışına çıkan Çakıcı, “Atilla Yenilmez” kimliğini kullanıyordu. Aynı günlerde hedefin bulunduğu tesisin o ülkenin polisince basılması nedeniyle operasyon iptal edildi. O tarihte bir sızma ihtimalinden de şüphe duyuldu ama bir netice alınamadı.
Çakıcı’nın benimle (Mehmet Eymür) olan ve resmi kayıtlarda da bulunan ilişkisi bununla sınırlıdır. Zaten Ekim 1987’de yazdığım ve “1.nci MİT Raporu” olarak anılan “Banker Bako Olayı, Polis İçindeki Çekişme ve Yeraltı-Polis-Kamu Görevlileri İlişkileri” başlıklı rapordan sonra, 27 Mayıs 1988’te emekliliğimi isteyerek MİT’ten ayrıldım.
Birçok kanunsuz eylemin, cinayetlerin anlatıldığı Banker Bako Raporunda devlet üniformasının koruması altında yürütülen uyuşturucu kaçakçılığı, çok büyük meblağlardaki çıkar ilişkileri anlatılıyor, önlenmediği taktirde siyasi cinayetlere de tevessül edilmesi mümkün görülüyordu.
Raporunda gelecek günler için dikkate alınması gereken önemli ikazlar da vardı: “Zamanında birçok olayın ‘müesseseler yıpranmasın’ felsefesi ile üzerine gidilmemesi, faillerinin saklanıp olayların kapatılması, müesseseleri kurtarmış ancak zaman içinde bundan zarar gören devlet olmuştur. Olayların üzerine gidilirken müesseselerin devlet için var olduğu unutulmamalı, yeraltı dünyası ve devlet düşmanları ile mücadele eden görevliler yalnız bırakılmamalıdır.”
Yazınıza dönersek, bahsettiğiniz gibi Alaattin Çakıcı’nın 1979'da Şişli'de beş kurşun yarası aldığı doğru değildir. Çakıcının tek yara izi alnında görülen yırtık izi olup, kendi beyanına göre küçüklüğünde köyde köpekten kaçarken olmuştur.
Yazıda bahsettiğiniz Dedeman Oteli’ndeki üç kişiyi yaralama rezaletine gelince bu olay Çakıcı’nın görevle yurtdışına gitmeden önce, eğitim gördüğü devrede olmuştur. Eğitim nedeniyle bir hayli kapalı kalan Çakıcı yemeğe götürülmüş, sonrasında isteği üzerine Dedeman Otel’in altında yeni açılan kumarhaneye gidilmiştir. Yanında Korkut Eken ve Yavuz Ataç vardı. Ben de ordaydım ve Dedeman’ın lobisinde bir tanıdığımla oturuyordum. Bizi de üzen bu olay gizli saklı bir konu değildir ve ATİN’de yayınlanmıştır. “Kurşun Asker MİT'de” yazısında bulabilirsiniz.
Sizin yazınızdaki “1987 yılında Ankara'da, Kılıç'ın iki adamını vurduran Çakıcı yakalanamadı. Garip biçimde, olay sırasında Mehmet Eymür ve Korkut Eken, otelin karşısındaki işkembecide oturuyordu. Zira Çakıcı bu olaydan birkaç ay önce MİT ile ilişki kurmuş, Mehmet Eymür ve Yavuz Ataç ile dost olmuştu.” şeklindeki ifade, çarpıtılmış, çirkin bir ifade tarzıdır.
Keza bu cümleyi takip eden; “MİT elemanı Süleyman Seba'nın Beşiktaş'a başkan seçildiği kongrenin güvenliğinin Çakıcı'ya emanet edilmesi, iş birliğinin somut bir örneğiydi.” ifadesi de aynı çirkinliktedir. Beni yakinen tanıyanlar futbol ile pek ilişkim olmadığını bilirler. Rahmetli Süleyman Seba ise meslektaşım ve çok sevdiğim bir ağabeyimdi. Ancak bahsi geçen olayla ve kulüple hiçbir ilişkim olmamıştır. O konuyu kitabını yazdığınız “kaleci” Şenkal Atasagun daha iyi bilir.
Bir başka yanlış bilgi, “1988'de ortaya çıkan ünlü MİT raporunu hazırlarken Eymür'e bilgi verenlerden biri, Çakıcı'ydı. O da Çakıcı'nın Ankara Kapalı Cezaevi'nde rahat ettirilmesi için Yusuf Koç ve Ahmet Turgut'a (Kürt Ahmet) haber göndererek karşılık verdi onun yardımına. Çakıcı, 8 Haziran 1989'da cezaevinden çıkarken Koç ve Turgut'a teşekkür etti ve kurbanlar kestirdi”. Nereden çıkardınız bu uydurma bilgileri?
Bu yazıyı daha fazla uzatmak istemiyorum. Benimle ilgili yazdıklarınızı sizin gibi tecrübeli bir gazeteciye yakıştıramadım.
Şenkal Atasagun ve onu MİT’in başına getiren (yolsuzluktan dolayı iktidardan düşen) Başbakan Mesut Yılmaz beni adice yalanlarla, iftiralarla MİT’ten uzaklaştırmıştır. Danıştay bu işlemin hukuksuz olduğuna karar verdi ama zaman geçmiş, Başbakan R. Tayyip Erdoğan olmuştu. O da MİT’e dönmemi uygun görmedi.
Evet. Onları Hiç Unutmadık Hele bir zaman dostumuz olan Şenkal Atasagun’u… Onunla öbür dünyaya gitsek de hesabımız var.
Atasagun nedense altında çalışan, Çakıcı ile parasal ilişkilere giren, onu yurt dışına kaçıran, “kırmızı pasaport” dahil belgeler veren personelini hiç görmedi, Yavuz Ataç’ı, Kaşif Kozinoğlu’nu hep korudu, yanlışlarını, kanunsuzluklarını örtbas etti. Bütün olumsuzlukları aşağılık bir biçimde bana yamamaya çalıştı.
24.08.1998 tarihli Hürriyet Gazetesinde “MİT'i sarsacak suçlama” yazısında yer aldığı gibi 1997 Ağustos ayında Londra Temsilcisi olan Şenkal Atasagun 8 Şubat 1998'de MİT Müsteşarlığı görevine getirildi. İlk işi kanlı eylemleri olan bir Türk terör örgütüne karşı Fransa’da operasyon hazırlamak oldu. Yönetici olarak Yavuz Ataç’ı dansöz sevgilisi Neyzi Gencel’le Fransa’ya yolladı. Eylem ekibi Alaattin Çakıcı ve arkadaşlarıydı. Operasyon başarısız oldu.
Son olay tam bir rezaletti. Teşkilattan ayrılan Yavuz Ataç’ın yerini Kâşif Kozinoğlu almıştı. Kâşif Müsteşarın talimatı ile Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya’ya giderek Alaattin Çakıcı için tehditkâr bir şekilde tavassutta bulunmuştu. Hürriyet muhabirinin sorusu üzerine Müsteşar Atasagun; “Davet Özkaya’dan. Size şunu kesinlikle söyleyebilirim. 1989’dan beri MİT’in Çakıcı ile hiçbir ilişkisi yoktur. 1998’de göreve geldiğim günden bugüne tüm sorumluluğu ben taşıyorum. En küçük bir ilişki olduğu ispatlanırsa gereğini yaparım, bu işi bırakır giderim” diyordu. Nasıl ama, çok komik değil mi? Bu konuda ATİN’de “Suçüstü” başlıklı yazıda teferruatlı bilgi vardır.
Emekli olduktan sonra ABD Merkezli “Black Hawk Güvenlik Şirketi”ne danışmanı olan Şenkal Atasagun’a sorun bakalım bu konulara ne cevap verecek.
Bir de zafer işaretleri ile kutladığı ve 15 Şubat 1999'da Amerikalılardan alıp Türkiye’ye getirttiği Abdullah Öcalan’ı neden her türlü bilginin ve uzman kişilerin bulunduğu MİT’te sorgulatmayıp,16 Şubat 1999’da İmralı Cezaevine götürüp Jandarma Albay Hasan Atilla Uğur'a “Sorgulamak” üzere teslim ettiği. Merak işte…
Beni haksız yere itham ettiğiniz yazılarınızı düzelteceğinizi umar, selamlarımı sunarım. 05 Aralık 2020
Mehmet Eymür