Hukuk Mücadelem
[ 25/10/2008 - 20:13 ]  By Mehmet Eymür  meymur@atin.org

Bu bir hukuk mücadelesinin, onur mücadelesinin hikayesidir. Avukatlar bu kadar uzun olursa hakimler okumaz, okuyamaz dediler. Onlar hepsini okudu, bütün baskılara rağmen doğrunun yanında yer alıp adaleti gerçekleştirdiler...


MEHMET EYMÜR DANIŞTAY DOSYASI

(1) DANIŞTAY’A MÜRACAAT

Avukat Prof. Dr. Metin Günday

YÜKSEK DANIŞTAY BAŞKANLIĞINA ANKARA

13 EKİM 1998

YÜRÜTMENİN DURDURULMASI İSTEMLİDİR.
DURUŞMA İSTEMLİDİR.

DAVACI:   Mehmet Eymür
          Turan Güneş Bulvarı Teras evler Sitesi
          No:252/43 Oran-ANKARA

VEKİLİ:   Av. Metin GÜNDAY
          Abay Kunanbay Caddesi (=Bilir Sokak)
          No:6/16 Kavaklıdere-ANKARA
          (Vekaletname örneği eklidir.)

DAVALI:   Başbakanlık ANKARA

İSTEMİN ÖZETİ: Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığı Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı emrinde görevli olan müvekkilimin MİT Müsteşarlığındaki bu görevinden alınarak bir başka kuruma (=Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürlüğü emrinde 1. derecede Müşavir kadrosuna) naklen atanmasına ilişkin Başbakanlık işleminin Öncelikle YÜRÜTÜLMESİNİN DURDURULMASINA, daha sonra İPTALİNE ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının da yasal faizi ile birlikte kendisine ÖDENMESİNE karar verilmesi istemidir.

TEBLİĞ TARİHİ: Dava konusu yapılan işlem müvekkilime 01.10.1998 günü yazılı olarak bildirilmiştir (Ek 1).

OLAYLAR:

1 -1943 doğumlu olan müvekkilim Mehmet EYMÜR, TED Ankara Koleji ve İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulunda eğitimini tamamlamıştır.

Müvekkilim, subay olup, uzun yıllar Milli Emniyet Hizmetlerinde görev yapan, İstiklal Savaşı Gazisi babasının emekli olmasını takiben, 1965 yılında, daha yüksek okul öğrencisi iken, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığına "Takip Memuru" olarak katılmıştır.

2-1975 yılına kadar MİT İstanbul Bölge Daire Başkanlığında görev yapan müvekkilim, burada Kontr Espiyonaj Şubesi Orta Doğu ve Afrika Devletleri Grup Amirliği yaptı.

Müvekkilim, İstanbul'daki görevi sırasında, Suriye ve Sovyet Casusu Eşref ABAZA, Bulgar Casusu Mehmet EREL, Sovyet Casusu Kerim Manukyan gibi espiyonaj elemanlarının yakalanıp adalete tevdi edilmesinde, illegal Arap Talebe Cemiyetlerinin kapatılmasında, Filistin Kara Eylül terör örgütüne ait operasyon timinin yakalanmasında, Sıkıyönetim "Babalar Operasyonunda, yasadışı Türk Halk Kurtuluş Ordusu/Cephesi'nin çökertilmesinde aktif görev almış. başarılı çalışmalarından dolayı takdir ve taltif edilmiştir.

3-1975-1978 yılları arasında MİT Ankara Bölge Başkanlığı Takip Şube Müdürlüğü görevinde bulunan müvekkilim, bu dönemde El-Saika terör örgütü mensuplarının, gizli örgüt evlerinin, silah ve cephanelerinin ele geçirilmesi, Acilciler örgütünün tren soygunu ile ilgili operasyonlar, ABD ve İngilizlere hizmet eden Sabahattin Savaşman'a suç üstü yapılması gibi önemli faaliyetlerde bulunmuştur. Müvekkilim 1978 yılı sonunda kısa bir süre MİT okulunda öğretim görevlisi olarak istihdam edildikten sonra, 1980 yılına kadar MİT Karargahında Kontr Espiyonaj Daire Başkanlığında Batı Devletleri Şube Müdürlüğü görevinde bulunmuştur. 1980 yılında Dışişleri Bakanlığı kadrosundan bir demirperde ülkesine gönderilen müvekkilim, burada yürüttüğü aktif espiyonaj faaliyetleri dolayısıyla bulunduğu ülke tarafından istenmeyen kişi ilan edilmiştir.

4-Müvekkilim, 1982 yılında yurda dönüğünde, Mardin Bölge Müdürlüğüne atanmış ve burada bulunduğu 1 yıl içinde Kürt'leri örgütleyen Irak casusu Muhammet Caro'nun ve PKK örgüt mensuplarının yakalanması, çok sayıda silah ve mühimmatın elde edilmesi, Petrol Boru Hattı sabotajcılarının, uyuşturucu kaçakçılarının yakalanması gibi başarılı faaliyetleri yönetmiştir.

5-Müvekkilim, 1983 yılında Ankara'da yeni kurulan Kaçakçılık Şube Müdürlüğünün başına getirilmiştir. Bu dönemde Emniyet Kaçakçılık ve istihbarat Dairesi ile yakın koordine içinde, Dündar KILIÇ, Behçet CANTÜRK gibi ünlü ve diğer bir çok kaçakçı sanığın yakalanarak adalete tevdi edilmesini gerçekleştirmiştir, Müvekkilimin bu faaliyetlerinden elde edilen bilgiler Avrupa ve Amerika'da Mafya'ya yönelik geniş kapsamlı operasyonların yapılmasını sağlamıştır.

6-Müvekkilim, 1S85 yılında ise, MİT okuluna "Öğretim Görevlisi" olarak atanmış ve bir müddet sonra da terörle mücadele amacıyla yeni kurulan Güvenlik Dairesi'nde görevlendirilmiştir. Bu dönem içinde, Kırıkkale Fabrikasına sabotaj olayının aydınlatılması, Ürdün Büyükelçiliği Başkatibi'nin öldürülmesi ve Abu Nidal örgütü mensuplarının yakalanması gibi faaliyetleri sevk ve idare etmiştir.

7-Müvekkilim, 1988 yılında basına yansıyan MİT raporu nedeniyle başka bir kuruma nakledileceğini öğrenmesi üzerine kendi isteğiyle emekliye ayrılmıştır. 1994 yılında görev teklif edilmesi üzerine yeniden MİT’e dönen müvekkilim, doğrudan Müsteşar'a bağlı olarak görev yapan Özel İstihbarat Dairesinin Başkanlığına getirilmiştir.

Müvekkilim bu dönemde Kuzey Irak, İran, Suriye, Lübnan, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya'da terör ve organize suç Örgütlerine yönelik aktif faaliyetleri yönetmiş. Kuzey Irak (Süleymaniye ve Erbil), Bükreş ve Moskova'daki çok uluslu toplantılara Türkiye ve MİT'i temsilen katılmıştır. Washington'da "Washington Institute for Middle East" adlı kurulusun "Terörizm" ile ilgili bir seminerine konuşmacı olarak da katılan müvekkilim, birçok ülkenin istihbarat teşkilatları ile ikili görüşmelerde de yer almıştır.

8-Müvekkilim, 1995 yılı içinde Özel İstihbarat Dairesinin Operasyon Başkanlığı ile birleşmesi neticesinde Operasyon Başkanlığı Başyardımcılığına getirilmiş ve bu dönemde terör ve organize suç örgütlerine yönelik faaliyetlerin sevk ve idaresine devam etmiştir. Müvekkilim, gene bu dönemde, Dublin'deki Kuzey Irak ile ilgili çok uluslu toplantılara katılmış, Avrasya Feribotu'nun kaçırılması olayında Mirdeki "Kriz Merkezini" Emniyet Genel Müdürlüğü ile koordineli olarak sevk ve idare etmiş, 1996 yılında ise Kontr Terör Merkezi Yöneticiliğine getirilmiştir.

9-Müvekkilim, 1997 yılı Ağustos ayı sonunda, zamanın Başbakanının baskıları sonucunda Kontr Terör Merkezi'ndeki görevinden alınmış ve zamanın MİT Müsteşarının "dış görev" teklifini kabul ederek ABD'ye, ABD istihbarat ve güvenlik örgütlerine akredite 'MİT Temsilcisi" olarak atanmış ve 30 Ağustos 1997 tarihinde Washington’daki görevine başlamıştır. Aradan bir yıla yakın bir zaman geçtikten sonra, 14 Ağustos 1998 tarihinde MİT Karargahından Washington'a yollanan OPS 11.021.04.056 .287438/624 sayılı mesajla, Washington Temsilciliğinin kapatılmasına karar verildiğinden bahisle, müvekkilimin Merkez'e dönüşüne ait kararnamenin onaylandığı ve kendisinin 29.09.1998 tarihinden itibaren mehil suresini de kullanmak suretiyle 14.10.1998 günü Türkiye'deki görevinin başında bulunması gerektiği bildirilmiştir (Ek 2).

MİT Müsteşarlığı'ndan 25.06.1998 günü gönderilen OPS 11.021.04.056. 287438-1/G41 sayılı bir başka mesaj ile ise, müvekkilimin Merkez'e dönüşü öne alınmıştır (Ek 3).

10-Müvekkilim, bunun üzerine, MİT Müsteşarlığı'na 26 Ağustos 1998 ve 01 Eylül 1998 tarihlerinde iki mesaj yollayarak yeni görevini ve yerini (Ek 4 ve 5) sormuştur. Bu mesajlarına herhangi bir yanıt alamayan müvekkilim, Türkiye'ye dönerek 21 Eylül 1998 tarihinde MİT Karargahında görevine başlamıştır. Müvekkilimden aynı gün, MİT üst yönetimi adına istifa etmesi istenmiş, etmemesi halinde ise 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 19. maddesine dayanılarak MİT dışında bir başka kuruma atanacağını bildirmiştir.

Müvekkilim böyle bir atama için hiç bir gerekçe olmadığını, Susurluk, çeteler ve Alaattin ÇAKICI olayları ile ilgiliymiş görünümündeki bir zorlama istifayı gerçekleştirmeyeceğini söylemiş, ve aynı gün tebellüğ ettiği 10.09.98 tarih ve 9031.98 16902 sayılı “Yer Değiştirme Onayı” ile Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı emrine Kurul üyesi olarak atanmıştır. Müvekkilim, bu yeni görevine başladıktan çok kısa bir süre sonra da, 01.10.1998 tarihinde kendisine tebliğ edilen ve (Ek 1) olarak sunduğumuz yazı ile MİT Müşteşarlığı'ndaki görevinden alınarak Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürlüğü emrinde 1. derecede Müşavir kadrosuna naklen atandığını öğrenmiştir.

Uzun yıllar MİT’te hep aktif görevlerde bulunan müvekkilim Mehmet EYMÜR'ün meslek hayatı casusluk, organize suç ve terörizm konulan ile uğraşarak geçmiştir. Müvekkilim, sayısız önemli vaka ve operasyonel çalışmada yer almış ve birçoğunu da bizzat yürütmüştür. MİT’te, meslek hayatı müvekkilim Mehmet EYMÜR’ün ki kadar dolu ve aktif geçmiş, deneyim kazanmış bir başka personel bulmak güç ve hatta olanaksızdır. Bu husus, Mehmet EYMÜR'ün mesleki hayatı boyunca aldığı sicilleri, halen mesleki alanda eğitim amaçlı kullanılan kitapları, Başbakanlar da dahil olmak üzere aldığı çok miktarda "Teşekkür, Taltif. Takdir ve Ödül" ile kanıtlanmıştır. Bu teşekkür, taltif ve takdirlere ilişkin belgelerin sadece bazıları (Ek 6-12) olarak sunulmaktadır.

Bu nedenlerle, müvekkilimin MİT Müsteşarlığında ki görevinden alınarak bir başka kuruma naklen atanmasına ilişkin işlem hukuka açıkça aykırı ve uygulanması halinde de giderilmesi güç zararlar doğuracağından, bu işlemin iptali ve öncelikle de yürütülmesinin durdurulması istemiyle işbu davayı açmamız zorunlu olmuştur. Aşağıda ayrıntılı olarak açıklayacağımız nedenlerle müvekkilimin MİT Müsteşarlığı'ndaki görevinden alınarak bir başka kuruma naklen atanmasına ilişkin sebep ve maksat unsurları yönünden hukuka açıkça aykırı olan dava konusu işlem, ilk bakışta bir üst seviyedeki bir bürokratın basit bir naklen atanması gibi gözükse dahi, gene aşağıda ayrıntılı olarak açıklayacak olmakla beraber şimdiden belirtmek isteriz ki, bu işlemin iptali ve yürütülmesinin durdurulması istemiyle açılan işbu dava aslında ülkemizde Demokrasinin ve Hukuk Devletinin korunması, ülkemizin ve Devletimizin yeraltına ve dış güçlere teslim edilmemesi açısından çok büyük bir önem taşımaktadır; ve de Yüksek Danıştay'ın böyle bir davayı Hukuka ve Adalete en uygun düşecek bir biçimde karara bağlayacağına inancımız tamdır.

HUKUKİ NEDENLER

1-2937 sayılı Kanunun 19. maddesi, MİT fiili kadrosuna dahil personelden, teşkilatın özelliği ve hizmetin gerekli kıldığı şart ve vasıflar gözönöne alınarak teşkilata intibak edemedikleri üstlerince tescil edilenlerin MİT Müsteşarının teklifi ve Başbakanın uygun görmesi üzerine başka bir kurum veya kuruluşa naklen atanacaklarını hükme bağlamıştır.

Dolayısıyla, böyle bir nakil işleminin sebep unsuru, teşkilata intibak edememiş olma olup, bu durumun naklen atanacak personelin üstlerince tescil edilmesi gerekmektedir. Oysa, yukarıda Olaylar Bölümünde ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi, 1965 yılından bu yana MİT Müsteşarlığında görev yapan, MİT Müsteşarlığınca yürütülen pek çok faaliyet ve operasyonun altında başarı imzası bulunan ve de sicilleri hep çok olumlu olup, müteaddit defalar takdirname ve teşekkür ile taltif edilmiş olan müvekkilimin teşkilata intibak edememiş olmasından söz edilmesi asla mümkün değildir. Tam tersine, teşkilata müvekkilim kadar uyum sağlamış bir başka MİT personeli bulmak güç ve hatta imkansızdır. Bu nedenle, dava konusu yaptığımız istem, öncelikle sebep unsuru yönünden hukuka açıkça aykırıdır.

2-Öte yandan, dava konusu işlemin tesis edildiği tarihe kadar ki gelişmeler de göz önünde tutulduğunda, dava konusu işlemin aynı zamanda maksat unsuru yönünden de hukuka açıkça aykırı olduğu anlaşılmaktadır. Şöyle ki :

a-Sayın Başbakan Mesut YILMAZ, Ana Muhalefet Partisi Başkanı olduğu 1996 yılında, gerçeklere tamamen aykırı bir iddia ortaya atarak, telefonlarının MİT tarafından dinlendiğini ve bunun da müvekkilim tarafından yapıldığını açıklamış ve böylece müvekkilime karşı, bizce haklı hiçbir gerekçesi olmayan hasmane bir tutum içinde olduğunu ortaya koymuştur. Müvekkilim ise, o zamanki MİT Müsteşarının da bilgisi dahilinde Sayın Mesut YILMAZ'la görüşerek, bu iddianın doğru olmadığını kendisine izah etmiş, Sayın YILMAZ ikna olarak, kendisinin yanlış yönlendirildiğini ve müvekkilime haksızlık yaptığını o zamanlar kabul etmiştir.

b-Sayın Mesut YILMAZ 1997 yılında yeniden Başbakan olduktan hemen sonra, gene haklı bir hiçbir gerekçesi olmamasına karşın, zamanın MİT Müsteşarı Sayın Sönmez KÖKSAL'dan müvekkilimin teşkilattan uzaklaştırılmasını istemiş ve müvekkilime karşı hasmane tutumunu bir kez daha ortaya koymuştur. Sayın YILMAZ'ın bu isteğine gösterdiği tek gerekçe, müvekkilimin ÇİLLER ailesine yakın olmasıdır ki, böyle bir gerekçenin de hiçbir geçerliliği yoktur. Nitekim, o zamanki MİT Müsteşarı Sayın Sönmez KÖKSAL Sayın Başbakana, müvekkilimin bütün temaslarının kendi bilgi ve kontrolünde olduğunu ve konunun herhangi bir siyasi yönünün bulunmadığını açıklamıştır.

Aslında, müvekkilimin MİT'ten uzaklaştırılması yolundaki bu istek, başta Alaattin ÇAKICI olmak üzere, yeraltı dünyasının politika ve bürokrasi içindeki uzantılarından gelen baskılar nedeniyle olmuştur. Olayların perde arkasını ve iddiaların doğru olmadığını bilen MİT Müsteşarı Sayın Sönmez KÖKSAL bu isteği yerine getirmemiş, ancak müvekkilimi Kontr Terör Merkezinden alıp MİT Temsilcisi olarak ABD'ye tayin ederek Sayın Başbakanı kısmen de olsa tatmin etmeye çalışmıştır. c-Müvekkilimin ABD'ye tayinini duyan Alaattin ÇAKICI, o tarihlerde ABD'de yaşadığı için, bu tayini kendisini imha etmeye yönelik bir tasarruf olarak nitelendirmiş ve Sayın Mesut YILMAZ'a karşı tavır almıştır. Alaattin ÇAKICI ile telefonla görüşen Devlet Bakanı Eyüp AŞIK, son günlerde görsel ve yazılı basında gözlemlenen bantlar savaşı sırasında görüldüğü gibi, muhatabına izahatlarda bulunarak bunun doğru olmadığını kanıtlamaya çalışmıştır.

d-Müvekkilimin MİT’ten uzaklaştırılması için gerekçe yaratılması çalışmalar bundan sonra da devam etmiş, o zamanki Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Sayın Kutlu SAVAŞ tarafından hazırlanan raporda müvekkilim haksız, mesnetsiz ve kasıtlı bir biçimde suçlanmıştır. Müvekkilimin kendisine yöneltilen suçlamalar ile ilgili olarak hakkında adli işlem yapılması yolundaki isteği dikkate alınmazken, rapor kamuoyuna duyurularak ve müvekkilimin tamamen MİT Müsteşarlığının bilgisi dahilinde yürüttüğü faaliyetleri de -adeta- çete faaliyetleri gibi gösterilerek, kendisinin kamuoyu gözünde mahkum edilmesine çalışılmıştır. Şubat 1998'de ABD'den Türkiye'ye gelen müvekkilim, Başbakan Sayın Mesut YILMAZ ve Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Sayın Kutlu SAVAŞ ile saatlerce görüşerek, kendisi ile ilgili isnatların tamamen maksatlı ve yalan olduğunu belgeleriyle kanıtlamıştır.

e-Aynı tarihlerde (Şubat 1998) Alaattin ÇAKICI'nın elinde bant olduğu ve yayınlandığı takdirde bu hükümeti düşürebileceği hususu basına yansımıştır, ÇAKICI'nın bu şantajı tutmuş, muhtemelen kimi bazı MİT mensuplarından da faydalanılarak anlaşma yapılması üzerine ÇAKICI'nın sesi o zamanlar kesilmiştir. Alaattin ÇAKICI'nın isteği doğrultusunda yapılan bir banka satışı, MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğünde gerçekleştirilen ya da gerçekleştirilmesine teşebbüs edilen bazı tayinler ve müvekkilimin Amerika'dan alınıp hemen akabinde de MİT’ten uzaklaştırılmasına ilişkin işlemler böyle bir anlaşmanın yapıldığının en belirgin göstergesidir. Nitekim, Alaattin ÇAKICI'nın biraz da Hükümetin de inisiyatifi dışında olduğu izlenimini uyandıran Fransa'da yakalanması olayı her şeyi gün ışığına çıkarmıştır. Kendisinin Sayın Başbakan'ın talimatıyla yakalandığına inanan Alaattin ÇAKICI anlaşmayı bozmuş ve son günlerde yazılı ve görsel medyada görülen ve görüntülenen bantlar savaşı ile de, dava konusu işlemin kamu yararı ve hizmet gereklerinden uzak olduğunu açıkça ortaya koyan yukarıda açıklamaya çalıştığımız olaylar ve gelişmeler kanıtlanmıştır.

Özetle belirtmek gerekir ise, dava konusu yaptığımız işlem, kamu yararı ve hizmet gerekleri açısından haklı hiçbir nedene dayanmayıp, salt siyasal hesaplar ve yeraltı dünyasının dayatması sonucu tesis edilmiş olmakla, maksat unsuru yönünden de ağır bir sakatlıkla özürlüdür.

3-Açıkça hukuka aykırı olan dava konusu işlemin uygulanması halinde müvekkilim için giderilmesi güç maddi zararlar doğacağı gibi, bundan da öte giderilmesi güç ve hatta olanaksız manevi zararlar da doğacaktır. Bu bağlamda, MİT'e katıldığı. 1965 yılından bu yana pek çok espiyonaj elemanlarına, her türlü terör örgütleri mensuplarına, kaçakçılara, mafya liderlerine ve adamlarına karşı görevi gereği amansız bir mücadeleye gitmiş ve bu kişilerin yakalanarak adli mercilere tevdi edilmesine katkıda bulunmuş olan müvekkilimin şimdi dava konusu yapılan işlem ile MİT’ten uzaklaştırılması, kendisinin bu yasa dışı örgüt ve kuruluş mensuplarının boy hedefi haline gelmesine de yol açacaktır.

Bu nedenle, dava konusu yaptığımız işlemin öncelikle, acilen ve hatta -Yüce Heyet'ce takdir edilir ise- hemen yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmesini de dilemekteyiz.

III. SONUÇ ve İSTEM

Yukarıda açıklamaya çalıştığımız nedenler ile yargılamanın ileriki aşamalarında ve özellikle duruşmada açıklayacağımız öteki nedenler ve Yüce Heyet’ce resen saptanacak sair durumlar karşısında, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı enirinde görevli olan müvekkilimin MİT Müsteşarlığındaki bu görevinden alınarak bir başka kuruma (=Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürlüğü emrine 1. derecede Müşavir kadrosuna) naklen atanmasına ilişkin olup, sebep ve maksat unsurları yönünden hukuka açıkça aykırı ve uygulanması halinde de giderilmesi güç ve hatta olanaksız zararlar doğuracak olan Başbakanlık işleminin öncelikle ve acilen YÜRÜTÜLMESİNİN DURDURULMASINA, daha sonra İPTALİNE ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının da yasal faizi ile birlikte kendisine ÖDENMESİNE karar verilmesini, yargılama giderleri ile avukatlık ücretinin de davalı İdareye yükletilmesini saygıyla ve vekaleten arz ve talep ederim.

Davacı Mehmet EYMÜR vekili
Av. Metin GÜNDAY

Eki: (1) adet onaylı vekaletname ve (12) adet belge örneği.



(2) YÜRÜTMEYİ DURDURMA’NIN REDDİ

T.C. D A N I Ş T A Y Beşinci Daire

Esas No: 1998/3897 22 ŞUBAT 1999

Davacı ve Yürütmenin Durdurulmasını İsteyen: Mehmet Eymür

Vekili: Av. Metin Günday, Abay Kunanbay Cad., (Bilir Sk.)No:6/16, Kavaklıdere/ANKARA

Karşı Taraf: Başbakanlık - ANKARA

İsteğin Özeti: Davacı, Başbakanlık Milli İstihbarat Teşkilatı (M.İ.T.)Müsteşarlığı

Araştırma, P1anlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı emrinde görev yapmakta iken, bu görevinden alınarak Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürlüğü emrine Müşavir olarak naklen atanmasına dayanak oluşturan 30.9.1998 günlü, 177l2 sayılı Başbakanlık olurunun iptalini, bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının yasal faizi ile birlikte ödenmesine hukmedilmesini ve yürütmenin durdurulmasını istemektedir.

Danıştay Tetkik Hakimi: Mehmet Aydın

Düşüncesi: Davada 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 4001 sayılı Yasa ile değişik 27. maddesinin 2. fıkrasında öngörülen koşulların gerçekleşmemiş olduğu an1aşıldığından, yürütmenin durdurulmasına ilişkin istemin reddi gerektiği düşünülmüştür.

Danıştay Savcısı: Salih Er

Düşüncesi: Davacı hakkında yürütülen soruşturmaların tamamlanıp soruşturma evrakının getirtilmesinden sonra yürütmenin durdurulması hakkında bir karar verilmesi gerekeceği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince davalı idarenin b1rinci savunması ile 26.1O.l998 tarihli ara kararı cevabının geldiği görülerek işin gereği yeniden düşünüldü:

Dairemizce verilen 26.10.1998 günlü ara kararı üzerine davalı idarece gönderi1en 2.12.1998 günlü, 12697 sayılı yazı ekindeki belgelerin incelenmesinden, dava konusu Başbakanlık oluruna dayanılarak 30.9.1998 tarihi itibariyle Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürlüğü emrinde 1. derece Müşavir kadrosuna atanan davacının yasada öngörülen süre içerisinde yeni görevine başlamaması nedeniyle 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 62. Ve 63. Maddeleri uyarınca ve 25.11.1998 günlü Genel Müdürlük oluruyla memuriyetten çekilmiş sayıldığı anlaşıldığından ve bu nedenle olayda 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 4001 sayılı Yasa ile değişik 27 maddesinin 2 fıkrasında sayılan koşullar gerçekleşmemiş olduğundan yürütmenin durdurulması isteminin reddine, 28.1.1999 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye
Nuri Ender Tansel Mustafa Sıtkı
ALAN ÇETİNKAYA ÇÖLAŞAN BİRDEN ASLAN

N/B 9.2.1999 Aslı Gibidir



(3) BAŞBAKANLIĞIN (MİT'İN) CEVABI

T.C BAŞBAKANLIK Hukuk Müşavirliği

SAYI: B.02.0.HUK.721.01-98-1771/12509             Ankara
KONU:                                             25 Kasım 1998

DANIŞTAY BAŞKANLIĞINA

Daire No: 5. Daire
Dosya No: 1998/3897

Cevaba cevap (Davalı):    Başbakanlık

Karşı Taraf (Davacı):     Mehmet Eymür

Vekili:                   Av. Metin Günday

Tebliğ Tarihi:            22.10.1998
                          (30 günlük ek süre verilmiştir)

Tebliğin Konusu: Davacının dava dilekçesine kanuni süresi içinde Cevaplarımızın sunulmasıdır.

Cevaplarımız:

Davacı vekili tarafından, Başbakanlık aleyhine Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı Araştırma ve Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı emrinde görevli iken MİT Müsteşarlığındaki bu görevinden alınarak Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürlüğü emrinde I. Derecede Müşavir kadrosuna naklen atanmasına ilişkin işlemin iptali talebiyle açılan dava haksız ve hukuka aykırı olup reddi gerekmektedir.

A-) Dava dilekçesinde, davalının ilgili Müsteşarlıkta görev alması sürecine ilişkin bilgilerin yanısıra, tarih, yer ve isimler de belirtilmek suretiyle davacının iştirak ettiği ileri sürülen bazı operasyonel faaliyetler ile gizli kalması gerekli bazı çok uluslu toplantı ve seminerlere yer verildiği, ayrıca aralarında Başbakanların da bulunduğu kişi ve makamlardan alınan teşekkür, taltif ve ödüllerden bahsedildiği görülmektedir.

Anılan hususlara ilişkin olarak, Mit Müsteşarlığında mevcut bilgi ve belgeler ile değerlendirilmesine bu bölümde yer verilmesinde fayda mütalaa edilmektedir.

1. Davacı Mehmet Eymür, 23.10.1962’da TED Ankara Kolejinden mezun olduktan sonra, Milli İstihbarat Teşkilatı İstanbul ve Bölgesi Daire Başkanlığında 1.1.1966 tarihinde Takip Memuru olarak göreve başlamıştır. Teşkilat emrinde görevli iken 15.2.1968’de İstanbul Özel İktisat ve Ticaret Yüksek Okulu’nun Dış Ticaret Bölümünü bitirmiştir. 1968-1970 yılları arasında askerlik görevini tamamlamış ve memur olarak İstanbul da tekrar göreve başlamıştır.

Yedi yılı aşan Teşkilat hizmetinden sonra 30.4.1973 tarihinde daha iyi maddi imkanları olduğunu belirttiği bir özel şirkette çalışmak üzere istifa dilekçesi veren davacı 12.5.1973 tarihinde bir dilekçe daha vererek yan ödemelerdeki artış ve sair sebeplerle istifa işlemlerinin durdurulmasını talep etmiştir. Bu durum, adı geçenin o tarihlerde ilgili Müsteşarlıkta hangi nedenlerle görevde kaldığını göstermektedir.

Davacı, 1975 yılına kadar İstanbul ve Bölgesi Daire Başkanlığı emrinde görev yapmış, daha sonra atandığı Ankara ve Bölgesi Daire Başkanlığı emrinde 1980 yılına kadar çalışmıştır. 1980-1982 yılları arasında bir yurtdışı görevde istihdam edilmiş, akabinde Mardin Bölge Müdürü olarak bir yıl görev yapmıştır. Davacının, 1983-1988 yılları arasındaki görev yerleri de yine Ankara’dır.

2. Bilindiği gibi Milli İstihbarat Teşkilatı 644 sayılı Kanun’la kurulmuş olup, görev, yetki ve sorumlulukları yine kanunda gösterilmiştir. Görevlerini, bu kanunu yürürlükten kaldıran 2937 sayılı Kanun çerçevesinde yürüten mensupları, sadece görevleri olduğu için yaptıkları ve asla takdir, ödül, teşekkür gibi beklentiler içinde olmadıkları faaliyetlerini icra ederken gösterdikleri onurlu, gururlu ve vakur tavrı yaşam boyunca sürdürmeyi ve üzerinden uzun yıllar geçtikten sonra, dahi katıldıkları faaliyetleri açıklamamayı bir teşkilat geleneği, prensibi ve terbiyesi olarak benimsemişlerdir.

Ayrıca bu durum, gerek Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddeleri ve gerekse 2937 sayılı kanunun 27 nci maddesi uyarınca yasal bir zorunluluktur. Söz konusu 27 nci madde ile “Milli İstihbarat Teşkilatının görev ve faaliyetlerine ilişkin belge ve bilgilerin istihsal ve ifşa edilmesi ağır hapis cezasını gerektiren suç olarak” hükme bağlanmıştır.

Savunma amacı ile yazılmış olsa dahi, dava konusu ile ilgisi bulunmayan gizli faaliyetlerin dava dilekçesinde açıklanması, yasalara ve Teşkilat metod ve prensiplerine aykırılığını tek başına göstergesi sayılabilecek ağırlıktadır.

Davacının başarılı görevler olarak sıraladığı ve aldığı ödüllerin gerekçesi olarak takdim ettiği faaliyetlerin burada ele alınmasının yersiz olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte, devamlılık arzeden ve kişilere bağlı olmayan faaliyetler ile alınan teşekkürlerin dava konusu ile hiçbir ilgisinin bulunmadığı da belirtilmelidir. Zira dava dilekçesine ek yapılan teşekkür ve takdir yazılarının tetkikinden de görüleceği üzere ödüller sadece davacıya değil, faaliyeti yürüten ekibin tümüne verilmiştir; yani kişisel bir başarı ödüllendirme söz konusu değildir.

Buna karşılık, suç ve cezalar kişiseldir ve davacının özlük dosyası-dava dilekçesinde hiç değinilmese dahi – özellikle işlediği disiplin suçları ve aldığı cezalar yönüyle incelenmeye değerdir.

3. Davacı 1966-1988 yılları arasını kapsayan dönemde Müsteşarlık’ta bulunduğu görevler esnasında karıştığı olaylar nedeniyle;

03.06.1970 tarihinde Kınama

21.02.1973 tarihinde Uyarma

08.02.1979 tarihinde Uyarma

27.03.1979 tarihinde Kınama

disiplin cezaları ile cezalandırılmış, 5.2.1979 ve 30.12.1985 tarihlerinde çıkan sicil afları ile söz konusu cezalar kaldırılmıştır.

Bu cezalardan 27.3.1979 tarihinde verilen kınama cezası, - görevle hiç bir ilgisi olmaksızın- Erzincan Milletvekili Nurettin Karsu’nun evinin basılması, çoçuklarının kaçırılıp dövülmesi ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin tahkir ve tezyif edilmesi olayı ile ilgilidir. Söz konusu olaydan sonra, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’ten –MİT Müsteşarlığının tarihinde başka örneği olmayan- bir yazı alınmıştır.

Mehmet Eymür hakkında,”Bir kamu görevlisinde bulunması gereken yasalara uygun görev yapma anlayışına aykırı tutum ve davranışları belirlenen kişi” tanımlaması yaparak “Artık MİT örgütünde çalıştırılmasında, hizmetin özelliği açısından sakınca” olduğunu vurgulayan dönemin Başbakanı 12.2.1979 tarihli yazı (Ek-I) ile davacının 657 sayılı Kanun’un, Ek geçici 48 inci maddesi uyarınca Başbakanlık Örğütünde görevlendirilmesi yönünde Milli İstihbarat Teşkilatınca teklif hazırlanması istenmiştir. Ancak bu aşamada gerçekleşen hükümet değişikliği ile birlikte söz konusu atama durdurulmuş ve davacının eski görevine devam etmesi sağlanmıştır.

4. Kamuoyunda “Birinci MİT Raporu” olarak bilinen etüd, Müsteşarlık prensip emirlerine aykırı olarak hiyerarşik düzene riayet etmeden hazırladığı, Müsteşarlık Makamının bilgisi dışında basın organlarına sızdırıp beyanlarda bulunduğu, bu suretle 657 sayılı kanunun 15 inci maddesi ile 125 inci maddesini D/g bendinde ifadesini bulan, “Yetkili olmadığı halde basına haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına bilgi ve demeç vermek” şeklinde belirtilen disiplin suçunu işlediği anlaşılan davacının MİT Disiplin Kurulu’nca 19.04.1988 tarihinde “kademe ilerlemesinin durdurulması cezası” ile tecziyesine karar verilmiştir.

Bununla beraber, 27.5.1988 tarihinde başka bir kuruma atanmamak için kendi isteğiyle emekli olan davacı hakkında Müsteşarlık Makamının emirleri ile soruşturma durdurulmuş ve bu disiplin cezası uygulanmamıştır. 2937 sayılı Kanunun 19 uncu maddesi uyarınca Teşkilat Metod ve prensiplerine aykırı davrandığı tespit edilen Mehmet Eymür’ün başka bir kuruma atanması teklif ile hazırlanan 26.5.1988 tarihli Müsteşarlık yazısı da (Ek-2) aynı gerekçe ile işleme konulmamıştır.

5. Davacı Mehmet Eymür, 1988 yılında emekli olduktan sonra da ilgili Teşkilattan emekli olmak suretiyle ayrılmasına neden olan tutum ve davranışlarına devam etmiş ve Teşkilat metod ve prensiplerine tamamen aykırı olarak,

“Görevde bulunduğu sırada, görevi icabı görüp duyduğu teşkilat çalışmaları ve devlet güvenliği ile ilgili her türlü bilgiyi, hiç bir suretle hiç bir yerde ve hiç bir şahsa veya makama açıklamayacağına “ dair açık hükme rağmen, görev yaptığı dönemde ki çalışmalarını ve Teşkilatın çalışma metod ve prensiplerini, bu dönemde kaleme aldığı “Analiz” isimli kitabında ayrıntılarıyla ifşa etmekten kaçınmamıştır.

Dönemin Müsteşarı Hayri Ündül ile gerçekleştirdiği ikili görüşmelerini, Müsteşarın bilgisi ve izni dışında banda kaydettiği, söz konusu kitabında ki ifadelerden anlaşılan davacının bu davranışı ise Devlet terbiyesi, nezaket kuralları ve Teşkilat metot ve prensipleri ile izah edilemeyecek seviyedeki tutumlarının ve kendine özgü anlayışının ilgi çekici örneklerinden birini oluşturmaktadır.

Davacının sadece 1966-1988 dönemine ilişkin faaliyetleriyle ilgili olarak bu bölümde yer verilen açıklamalar dahi, disiplin tanımayan memuriyet anlayışının ve bu anlayışa dayalı hatalı uygulamaların bariz örneklerini oluşturmaktadır.

B-) Dava dilekçesinde, Mehmet Eymür’ün 1994 yılında görev teklif edilmesi üzerine tekrar Müsteşarlığa döndüğü belirtilerek, önemli faaliyetlerin sevk ve idaresinde görev aldığı hususu, bu faaliyetlerin icra edildiği bazı ülke isimleri de sayılmak suretiyle tekrarlanmıştır.

Davacı vekili ayrıca, 1977 yılı Ağustos ayında, Başbakan Mesut Yılmaz’ın baskıları sonucunda davacının ABD’ye atandığı ileri sürülmekte ve 1998 yılı Ağustos ayında Türkiye’ye çekildiği ifade edilmektedir.

Davacının ilgili Müsteşarlıkta görev aldığı 1994-1998 yılları arasındaki ikinci dönemin de dava dilekçesinde yer alan ve almayan yönleriyle birlikte bu bölümde ele alınmasında fayda mütalaa edilmektedir.

1.Davacının, Teşkilattan ayrılma nedenleri ve ayrı kaldığı yaklaşık 6 yıllık dönemdeki benzer davranışları gözardı edilerek verilen bir karar sonucu, 14.2.1994 tarihinde tekrar Müsteşarlık kadrolarına alınmış ve Özel İstihbarat Dairesi Başkanı olarak görevlendirilmiştir.

2. Müsteşarlıkta görev aldığı ikinci dönemde de anılan Teşkilat metod ve prensiplerine aykırı tutum ve davranışlarını sürdüren Mehmet Eymür hakkında aşağıda sıralanan inceleme ve soruşturmalar yapılmıştır.

2.1. Alaattin Çakıcı’nın eski karısı ve Dündar Kılıç’ın kızı Uğur Kılıç’ın 20.1.1995 tarihinde Bursa Uludağ Kervansaray Oteli’nde, Alaattin Çakıcı’nın adamları olduğu iddia edilen kişilerce öldürülmesi olayı vesile edilerek Mehmet Eymür ve M.İ Teşkilatı hakkında basın yayın organlarında başlatılan yoğun yıpratma kampanyası nedeniyle Teftiş Kurulu Başkanlığınca yürütülen inceleme neticesinde hazırlanan 24.2.1995 tarih ve 6 sayılı inceleme raporunda “Mehmet Eymür ve Yardımcısı Yavuz Ataç arasındaki anlaşmazlıkların, son derece hassas bir çalışmayı gerektiren Dairenin faaliyetlerini olumsuz etkilediği, hatta bilgi sızdırılmasına neden olduğu” kanaatine yer verilmiştir.

Ayrıca söz konusu inceleme raporunda, Mehmet Eymürün adıyla anılan, Erzincan eski Milletvekili Nurettin Karsunun oğullarının evlerinden alınıp dövülmeleri,

1987 yılında hiç bir makamdan emir almaksızın ve muhtemelen Emniyet Teşkilatı içindeki çekişmelerde kullanılmak amacı ile “Mit Raporu” adıyla bir etüd hazırlanması ve bu etüdün basına sızdırılması,

1988 yılında basına bilgi sızdırması ve demeç vermesi nedeniyle soruşturma geçirmesi, hususlarının medyada uzun süre ele alınarak, Teşkilatı yıpratıcı şekilde işlendiği tespitine de yer verilmiştir.

2.2. 25.7.1997 tarihinde davacının makam odasında yardımcısı Yavuz Ataç ile yumruklaşmasına varan tartışmanın soruşturma konusu yapılması üzerine, Teftiş Kurulu Başkanlığı’nca hazırlanan soruşturma raporu uyarınca davacıya ilgili Müsteşar tarafından 20.8.1997 tarihinde kınama cezası ile tecziye edilmiştir.

3. Susurlukta meydana gelen trafik kazası sonrasında yaşanan gelişmeler kapsamında Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından hazırlanan ve kamuoyunda Susurluk Raporu olarak anılan çalışmada yer alan hususlardan, Milli İstihbarat Teşkilatı’nı ilgilendirdiği değerlendirilenlere ilişkin olarak anılan Müsteşarlığın Teftiş Kurulu Başkanlığı’nca inceleme ve soruşturmalar başlatılmış, bu aşamada davacının bazı olaylardaki Teşkilat metod ve prensiplerine aykırı eylemleri tespit edilmiş, adı geçen hakkında disiplin cezaları ve idari tedbirler teklif edilmiştir.

Anılan inceleme ve soruşturmaların konuları ile davacı hakkında teklif edilen ve uygulamaya konulan ceza ve tedbirler şu şekilde özetlenebilir.

3.1. Washington MİT Temsilcisi iken, 1998 yılı şubat ayı içerisinde Radikal ve Hürriyet gazetelerinde beyanatları yayınlanan Mehmet Eymür hakkında Teftiş Kurulu Başkanlığı’nca yürütülen soruşturma neticesinde, 657 sayılı Kanun’un 15 inci maddesi ile MİT Personel Yönetmeliği’nin Teşkilat metod ve prensiplerine ilişkin 8 nci maddesine ve Müsteşarlık emirlerine aykırı davranışı nedeniyle adıgeçene, 657 sayılı kanun’un 125 nci maddesinin D/g bendi uyarınca Kademe İlerlemesinin Durdurulması cezası verilmesi ve 2937 sayılı Kanun’un 19 uncu maddesi uyarınca Başka Bir Kuruma Naklen atanması teklif edilmiştir.

3.2. Mehmet Ali Yaprak’ın kaçırılması olayına Müsteşarlığın veya personelinin ilişiğinin olup olmadığı hususunun Teftiş Kurulu Başkanlığınca soruşturulması neticesinde, Müsteşarlığın ve personelinin kaçırma olayında dahlinin olmadığı kaanatine varılmış, ancak kaçırma olay sonrasındaki bazı tutum ve davranışlarıyla Teşkilat metod ve prensiplerine aykırı davrandığı tespit edilen Mehmet Eymür’e 657 sayılı kanun’un 125 inci maddesinin B/a bendi uyarınca Kınama cezası verilmesi teklif edilmiştir.

3.3. İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek tarafından 21.9.1996 tarihinde basın mensuplarına dağıtılan ve 22.9.1996 tarihli Aydınlık Dergisinde “İkinci MİT Raporu”adı altında yayınlanan bilgilerin MİT Müsteşarlığıyla bağlantısının araştırılması amacıyla yapılan inceleme neticesinde Teşkilatın Teftiş Kurulu Başkanlığınca hazırlanan Rapor’da; söz konusu bilgilerin, daha önce kendisinden yararlanılmış olmasına rağmen bazı nedenlerle şüphelenildiği bir dönemde ifadesine başvurulan Tarık Ümit’in iddialarına istinaden Müsteşarlık K/Terör Merkezi’nce düzenlenen “Asgar SİMİTKO, Lazım ESMAEILI ve Tarık Ümit olayı” başlıklı iki rapor ile 15.12.1996 tarih KTM0004 sayılı yazıdaki bilgilerden yararlanılarak, ancak yönetimin bilgisi ve onayı dışında davacı tarafından hazırlandığı ve ilgili Müsteşarlık dışına sızdırıldığı kaanati ifade edilmiştir.

3.4. Tarık Ümit’in amcası Cemalettin Ümit’in İstanbul DGM. C.Başsavcılığı’na verdiği 28.4.1998 tarihli dilekçesi ekinde sunulan ses kaseti de Teftiş Kurulu Başkanlığı’nca soruşturma konusu yapılmıştır.

Yürütülen soruşturma neticesinde, Tarık Ümit ile yapılan muhtelif görüşmelerin bant kayıtlarından hazırlanarak adı geçene verildiği Mehmet Eymür tarafından da ikrar edilen ses kaseti ile ilgili olarak; elemanın kendi sesi dahi olsa, ilgili Müşteşarlık kayıtlarından yararlanılmak suretiyle, Müsteşarlığın bilgisi ve izni dışında tamamen adı gecenin insiyatifi ile kaset hazırlanmaı ve elemana verilmesi Teşkilat metod ve prensiplerine aykırı görülmüş ve disiplin suçu olarak değerlendirilmiştir.

Ancak, Tarık Ümit’in kaybolmasından bu yana geçen sürenin, disiplin cezası verilebilmesine ilişkin iki yıllık genel zaman aşımı süresinden fazla olduğu dikkate alınarak bu yönde bir teklifte bulunulmamıştır.

Buna mukabil, söz konusu eylemleriyle Teşkilat metod ve prensiplerine aykırı davrandığı sabit olan davacı hakkında 2937 sayılı Kanun’un 19 uncu maddesi uyarınca Başka Bir Kuruma Naklen Atama Tedbiri uygulanması teklif edilmiş.

Yukarıda açıklanan disiplin cezalarına (Kademe İlerlemesinin Durdurulması, Kınama) ilişkin teklifler, söz konusu soruşturma dosyalarının incelenmesi ve karar sürecinde, yetkili disiplin kuruluna 15 günlük yasal süre içinde tevdi edilememesi nedeniyle uygulanamamış ise de 2937 sayılı Kanun’un 19 maddesine ilişkin idare tedbirler uygulamaya konulmuş ve davacının Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürlüğü’ne atanması işlemi 1.10.1998 tarihinde adı geçene tebliğ edilmek suretiyle tamanlanmıştır.

C-) Davacı vekili, dava dilekçesinin son bölümünde, atama işleminin gerekçesinin müvekkilinin Çiller ailesine yakınlığına dayandığını, Başbakan Mesut Yılmaz’ın başta Alaattin Çakıcı olmak üzere, yeraltı dünyasının politika ve bürokrasi içindeki uzantılarından gelen baskılar nedeniyle davacıyı Müsteşarlıktan uzaklaştırdığını, atama işleminin sebep ve maksat unsurları yönünden hukuka aykırı olduğunu, haklı hiç bir nedene dayanmadığını, salt siyasal hesaplar sonucu tesis edildiğini ve sicilleri hep olumlu olan davacı kadar ilgili Müsteşarlığa uyum sağlamış bir başka MİT personeli bulmanın imkansız olduğunu ileri sürmektedir.

Davacı vekilinin atama işleminin siyasal nedenlere dayandığına ilişkin düşünceleri hukuksal nitelik taşımadığından değerlendirmeye değer görülmemiştir. Buna mukabil, atama kararının verilmesi ve uygulanması sürecinde dahi Teşkilat metod ve prensiplerine aykırı tutum ve davranışları nedeniyle hakkında soruşturma yürütülen Mehmet Eymür’ün kendine özgü görev ve memuriyet anlayışına ilişkin bazı değerlendirmelere bu bölümde yer verilmiştir.

1. Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığında görev yaptığı yaklaşık 25 yıllık süre içinde Kurumunu ve Devleti zor durumunda bırakacak tutum ve davranışlarını sürekli olarak tekrarlayan, benzeri gerekçelerle aldığı disiplin cezalarına, edindiği mesleki deneyime ve yönetim kademelerine getirilmesiyle birlikte mutlak suretle taşıması gerekli

Devlet memuru – MİT mensubu ciddiyeti ve yöneticisi olgunluğuna – kendisine gösterilen müsamahaya rağmen ulaşamayan ve adı devamlı, Devlet ve İlgili Müsteşarlığa zarar verici şekilde gündemde kalan Mehmet Eymür’ün, üstlendiği görevi gereği ve yasal çerçeve içinde, diğer Kurum mensuplarıyla birlikte yaptığı bazı başarılı çalışmaları gözardı edilmemekle beraber, Teşkilat metod ve prensipleri ile yasal düzenlemelere uyum sorunu yaşadığı ve anılan Müsteşarlığa yeni katılan personel üzerinde de olumsuz etki yarattığı kabul edilmek gerekir.

Üstelik 25 yıllık hizmet süres içinde inceleme ve soruşturma raporlarında adı bu kadar çok sayıda geçen ve bu kadar çok sayıda disiplin cezası alan bir personelin uyum sorununun ciddi düzeyde olduğu tartışma yaratmayacak kadar açıktır.

Kamuoyunda “Birinci MİT Raporu” şeklinde anılan belgedeki iddialara ilişkin olarak, Genel Kurmay eski Başkanı davacı Necdet Uruğ tarafından Danıştay Onuncu Dairesinde Başbakanlık aleyhine açılan manevi tazminat davasının 20.4.1989 tarihli kararı ise bu tespitin tescili mahiyetindedir.

Anılan Dairenin oybirliği ile verilen E:1988/1042. K:1989/857 sayılı kararında (Ek:4); “… fikren ve ruhen hizmetin gereklerine uyum gösteremeyecek nitelikteki personelin, 2937 sayılı Yasanın 19. Maddesinde açıkça ve alan nakil imkanına rağmen görevde tutulmasının da bir hizmet kusuru olduğu değerlendirilmektedir.” Ve Milli İstihbarat hizmetini yürütmekle görevli bir örgütte, örgüt mensubu görevlilerin örgüt olanaklarını kullanarak, kişisel, gayri resmi bir takım raporlar düzenleyebilmesi, Devletin varlığına ve güvenliğine yönelik hizmetin düzenlenmesinde, personel seçiminde idarenin ne denli ağır hizmet kusuru işlediğini açıkça gösterir niteliktedir “denilmek suretiyle Mehmet Eymür’ün fikren ve ruhen hizmetin gereklerine uyum sağlayamadığı vurgulanmakta ve 2937 sayılı Kanun’un 19. Maddesi uyarınca adıgeçenin başka bir kuruma naklen tayin etmeyen idarenin tutumu hizmet kusuru olarak eleştirilmektedir.

1979 yılında dönemin Başbakanının, MİT Müsteşarlığındaki görevinden başka bir kuruma atanması için adıgeçen hakkında öneri hazırlanmasını istemesi, davacının 1988 yılında “Birinci MİT Raporu” olayı nedeniyle başka bir kuruma atanacakken emekli olması ve yıllar sonra, “İkinci MİT Raporu” olarak bilinen olayın da yine davacının adıyla anılması dikkate alındığında, aradan geçen uzun yıllara rağmen Mehmet Eymür’ün Teşkilat metod ve prensipleri ile mevzuata hala intibak edemediği açıkça ortaya çıkmaktadır.

2. Bu bağlamda, tüm personelin uyması zorunlu Teşkilat metod ve prensiplerine riayetsizlikte kronikleşen bir çizgi yakalayarak, bu konuda adeta sembolleşen ve bir Danıştay içtihatında da “Teşkilata intibak edememesi yönüyle” konu olan davacı hakkında halen bazı soruşturmaların yürütülmekte olduğunun ve ayrıca cezai takibat işlemlerinin başlatıldığının belirtilmesinde de fayda mütalaa edilmiştir.

3. Teşkilat metod ve prensiplerine aykırı tutum ve davranışları adeta olağanlaşan ve yukarıdaki maddelerde açıklanan nedenlerle hakkında 2937 sayılı Kanun’un 19. Maddesi uyarınca başka bir kuruma atama tedbiri uygulanan davacı, atama işleminden sonra da benzeri tutum ve davranışlarını sürdürmüş, atama işlemini tebellüğ ederek ilişik kestiği 1.10.1998 tarihinde halen Devlet memuru olmasına rağmen bir televizyon kuruluşuna demeç vermekten kaçınmadığı gibi, aynı günlerde önemli bazı yurtdışı operasyonların gazetelerde yayınlanmasında da birinci derecede şüpheli konumuna gelmiştir.

Davacının, 5 Ekim 1998 tarihinde Kanal D televizyonunun Ana Haber Bülteninde yayınlanan ifadeleri şu şekildedir:

“M.Eymür; İkinci MİT Raporu dediğiniz konu yabancı değildir. Yani eksiktir. Bizim resmi yazışmalarımızda da vardır.

Benim tarafımdan yazılmıştır, çok daha kapsamlıdır.

T:Özkan; Kamuoyuna yansıyandan daha mı kapsamlıdır?

M.Eymür; Tabi”

Mehmet Eymür ayrıca, 6 Ekim 1998 tarihinde Kanal D Televizyonunda yayınlanan “Arene” programında Alaattin Çakıcı’yı seksenli yıllarda ilk kullanan kişi olduğunu da açıklamıştır.

Aynı tarihte Hürriyet Gazetesinde yayımlanan ve ülkemizin uluslararası siyasal çıkarlarını doğrudan ilgilendiren “Apo’nun Kurtulduğu Gece” başlıklı haberin -kaynağının da K/Terör Merkezindeki görevi nedeniyle – adı geçen olması güçlü bir olasılık olarak değerlendirilmektedir.

Bu konularda Türk Ceza kanunu ve 2937 sayılı Kanunun 27. Maddesine muhalefet iddiasıyla Mehmet Eymür hakkında cezai takibat süreci başlatılmıştır. Ayrıca Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca da aynı konuda bir inceleme soruşturma sürdürülmektedir.

4. 14 Eylül 1998 tarihli Hürriyet Gazetesinde yayımlanan bir haberle ilgili olarak Teftiş Kurulu Başkanlığınca yürütülmekte olan soruşturmada, “uzun bir zamandan beri Milli İstihbarat Teşkilatının mevcut yöneticilerinin, politik çıkarlar ve menfaat grupları lehine kanunsuz ve usulsüz işlemlere tevessül ettiğini” ve ayrıca “gizlilik gerekçesinin arkasına sığınarak tertiplerini devam ettirdiğini” ileri süren Mehmet Eymür hakkında 20.10.1998 tarihinde tamamlanan 4 sayılı Soruşturma Raporu ile 657 sayılı Kanun’un 125 maddesinin D/1 bendinde yazılı disiplin suçunu işlediğinden bahisle Kademe ilerlemesinin Durdurulması cezası uygulanması teklif edilmiştir.

Soruşturma sırasında MİT Müsteşarlığıyla ilişkisi kesilen davacı hakkında idari tedbir uygulanmasında gerek kalmamıştır. Halen bu soruşturma raporu MİT Disiplin Kurulunda incelenme ve karar aşamasındadır.

5. Ayrıca, anılan Müsteşarlığın Washington Temsilcisi olarak görev yaptığı sırada davacının, hakkında soruşturma açılmasını engellemek amacıyla – Müsteşarlık tarihinde görülmemiş bir yönteme de başvurmak suretiyle eşi Janset Eymür aracılığıyla Hürriyet Gazetesi’ne açıklama göndermesi ve bu açıklamaları 24.8.1998 tarihinde anılan gazetede yayımlatması da mevzuat dışı ve Teşkilat metod ve prensiplerine aykırı tutum ve davranışlardaki ısrarcı yaklaşımını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Sözkonusu açıklamalar kişisel dava konusu yapılarak, İstanbul 10 Asliye Hukuk Mahkemesinin 98/490 esasında manevi tazminat davası açılmıştır.

6. Devletin ve anılan Müsteşarlığın çıkarlarını kişisel hırsına feda etme eğilimi içerisinde olduğu, yukarıdaki maddelerde açıklanan sayısız örnekle tescil edilen Mehmet Eymür, özellikle ikinci kez ilgili Müsteşarlığa alındıktan sonraki konumunu ve hiyerarşik yapı içinde yer almayı kabullenememiş sürekli olarak, müstakil görev arzusu ifade ile kendisine ve doğrudan Müsteşara bağlı bir birim oluşturulması çabasını yaşama geçirmek için yoğun bir çaba sarf etmiş ve kendince ileri sürdüğü gerekçeler çerçevesinde bu arzusunda başarıya ulaşarak –adeta- denetimden uzak ve başına buyruk bir çalışma ortamı yaratmıştır.

Hiç şüphe yok ki bu ortam, Teşkilat metod ve prensipleri ile mevzuata aykırı tutum ve davranışlarının olağanlaşıp yoğunlaşmasına uygun zemin hazırlamış ve davacı bir anlamda bu sonucu kendisi hazırlamıştır.

D-) Bu bölümde davacı hakkında uygulanan atama işleminin hukuksal dayanakları üzerinde açıklama yapmakta ve MİT Müsteşarlığından uzaklaştırılmasıyla müvekkilinin yasadışı örgütlerin hedefi haline geleceğini ifade ederek atama işleminin öncelikle yürütülmesinin durdurulmasını ve iptalini isteyen davacı vekilinin talebine ilişkin değerlendirmelerimizi aşağıda sıralamakta yarar görülmektedir.

1. Mehmet Eymür hakkında uygulanan atama işlemi, 657 sayılı Kanun’un genel hükümlerinin yanısıra, 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 19. Maddesi ile bu Kanuna dayanılarak çıkarılan ve 6.5.1993 tarihli Başbakan Oluru ile yürürlüğe giren MİT Personel Yönetmeliği’nin 97 ve 8 maddelerine dayanmaktadır.

Sözkonusu maddeler şu şekildedir:

*”Başka Kuruma Nakil”

Madde 19-MİT fiili kadrosuna dahil personelden, Teşkilatın özelliği ve hizmetin gerekli kıldığı şart ve vasıflar gözönüne alınarak Teşkilata intibak edemedikleri üstlerince tescil edilenler, MİT Müsteşarının teklifi ve Başbakanın uygun görmesi üzerine genel hükümlere göre başka bir kurum veya kuruluşa naklen atanırlar.

*”Teşkilattan Uzaklaştırma”

Madde 97- MİT fiili kadrosuna dahil personelden, bu yönetmeliğin sekizinci maddesinde belirtilen Teşkilat metod ve prensiplerine uymamak da dahil Teşkilatın özelliği ve hizmetin gerekli kıldığı nitelikler göz önüne alınarak, Teşkilata intibak edemedikleri üstlerince tescil edilenler veya Teşkilata alınma şartlarını kaybedenler hakkında 2937 sayılı Kanunun 19 maddesi uygulanır.”

*”Personelin Uyması Zorunlu Teşkilat Metod ve Prensipleri

Madde 8-Metod ve prensipler şunlardır.

r) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun ödev ve sorumlukları ile ilgili 6-16 maddeleri ruhuna aykırı davranmamak

s) Genel disiplin hükümlerine uymak

Teşkilat metod ve prensiplerine uymayanlar hakkında 657 sayılı Devlet Memurları kanununun 125 ve 2937 sayılı Kanunun 19 maddesi hükümleri uygulanır.”

2. Mehmet Eymür hakkında, yukarıdaki maddelerde de açıklandığı gibi, Washington MİT Temsilcisi iken 1998 yılı Şubat ayı içerisinde Radikal ve Hürriyet gazetelerinde yayımlanan beyanatları ve Tarık Ümit’le yapılan muhtelif görüşmelerin bant kayıtlarından hazırlayıp adıgeçene verdiği ses kaseti nedeniyle yürütülen iki ayrı soruşturma neticesinde 2937 sayılı Kanun’un 19 maddesinin uygulanması teklif edilmiştir.

Tekliflerin gerekçesi davacının Teşkilat metod ve prensipleri genel disiplin hükümlerine aykırı eylemleridir ve atama yetkisi gerek sebep yönünden, gerekse maksat yönünden hukuka ve kamu yararına uygun kullanılmıştır.

3. Atama işleminin hukuka aykırı olduğu ve siyasal nedenlere dayandığı iddiası ise kabul edilebilir olmadığı gibi davacının özlük dosyasındaki bilgi ve belgelerle de açık çelişki içindedir.

Zira davacı, çeşitli hükümetler dönemindeki 25 yıllık hizmeti boyunca toplam 5 kez disiplin cezası almış, 3 disiplin cezası zamanaşımı, 1 disiplin cezası emeklilik nedeniyle uygulanamamış ve hakkında 2 kez 19 maddenin uygulanması teklif edilmesine rağmen emeklilik ve Hükümet değişikliği nedenleriyle başka bir kuruma atanması işlemleri gerçekleştirilememiştir.

Bütün bu ceza ve idari tedbirler değişik hükümetler döneminde gerçekleştirilmiş olmasına rağmen, ceza ve tedbirlerin muattabının değişmemesi dikkat çekicidir.

Bu durum, dava dilekçesinde yer alan “Teşkilata müvekkilim kadar uyum sağlamış bir başka MİT personeli bulmak güç ve hatta imkansızdır.” Şeklindeki ifadenin gerçeği yansıtmadığını, aksine, Müsteşarlık tarihinde Teşkilat metod ve prensiplerine bu derece uyumsuz bir başka personel bulunmadığını göstermektedir.

4. MİT Müsteşarlığından uzaklaştırılmasıyla davacının yasadışı örgütlerin hedefi haline geleceğini ifade ederek atama işleminin öncelikle yürütülmesinin durdurulmasını talep eden davacı vekilinin, yasadışı örgüt ve mensuplarına karşı mücadelenin sadece Mehmet Eymür’e özgü olduğunu sanması mazur görülebilirse de bu durum sözkonusu talebe hukuksal bir anlam kazandırmamaktadır.

Zira, terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerinin korunmalarına ilişkin hükümler 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ile ilgili yönetmeliklerde düzenlenmiş olup, -emekliler de dahil- koşulları uyan herkesin bu koruma tedbirlerinden yararlanabilmesi olanaklıdır.

Kaldı ki, anılan MİT Müsteşarlığında ömür boyu çalışılamıyacağına ve görevlinin Müsteşarlık dışında da bir yaşamı olacağına göre, yasadışı örgütlerin ve mensuplarının boy hedefi olma yönündeki olası riskin, davacı Mehmet Eymür için olduğu kadar, MİT Müsteşarlığının tüm çalışanları ve emeklileri için de aynı oranda geçerli olduğunun kabulü gerekir.

Yukarıdaki maddelerde açıklanan nedenlerle ve kanunlar muvacehesinde; Teşkilat metod ve prensiplerine uyum sağlayamadığı Danıştay kararı ile de sabit olan eski MİT mensubu Mehmet Eymür tarafından, atama işleminin yürütülmesinin durdurulması, iptali ve parasal kayıplarının ödenmesi istemiyle açılan davanın reddini talep ediyorum.

Bilindiği üzere; 4001 sayılı Kanunla değişik 2577 sayılı İ.Y.U.K.’nun 27/2 maddesine göre yürütmenin durdurulması kararının verilebilmesi için işlemin açıkça hukuka aykırı olması ve telafisi güç veya imkansız zararın doğması şartların birlikte bulunması zorunlu olup, dava konusu olayda her iki şartta bulunmadığından davacının yürütmenin durdurulması talebinin de reddi gerekmektedir.

Sonuç ve İstem :

Yukarıda açıklanan sebeplerle, haksız ve hukuki mesneften yoksun olan yürütmenin durdurulması talebinin ve davanın reddine, yargılama giderlerinin ve vekalet ücretinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini arz ve talep ederim.

Celal DERYA
Başbakan a.
Müsteşar Yardımcısı

EKLER :
Ek: 1- Başbakanlığın 12.2.1979 Tarihli yazısı.
Ek: 2- Müsteşarlığın 26.5.1988 Tarihli atama yazısı.
Ek: 3- Danıştay kararı.



(4) DAVALI İDARE’NİN CEVABINA CEVABIMIZ

DANIŞTAY BAŞKANLIĞINA

Daire No: 5. Daire
Dosya No:1998/3897

Davacı:             Mehmet Eymür

Vekili:             Av. Metin Günday,
                    Abay Kunanbay Cad. (Bilir Sokak),
                    No: 6/16, Kavaklıdere/ANKARA

Karşı Taraf:        Başbakanlık

Tebliğ Tarihi:      22.02.1999

Tebliğin Konusu: Davalının cevaplarına kanuni süresi içinde cevaplarımızın sunulmasıdır.

Cevaplarımız:

A. GENEL HUSUSLAR:

Takip eden maddelerde olaylar ve delillerle belirgin bir şekilde ortaya konulacak olan usulsüz ve hukuka aykırı tayin işlemi için Davalı İdare tarafından öne sürülen gerekçeler ve Mehmet Eymür hakkında ileri sürülen iddialar, yanlış, yetersiz ve saptırılmış olup bu husus takip eden maddelerde örnekler verilmek suretiyle detaylı olarak izah edilecektir.

Mehmet Eymür devlet memuru ve MİT mensubu olmanın verdiği sorumluluk ile, kendisine karşı yapılan haksızlıklara ve tertiplere karşı sessiz kalmış, bunu en tabii hakkı olan hukuki yollarla çözümlemeye çalışmıştır.

Mehmet Eymür'ün tayini, "Teşkilat metod ve prensiplerine uymamak da dahil Teşkilatın özelliği ve hizmetin gerekli kıldığı nitelikler göz önüne alınarak, Teşkilata intibak edemedikleri üstlerince tescil edilenler" gibi bir maddeye dayandırıldığından, Yüksek Mahkemenize verilen dilekçede Mehmet Eymür tanıtılmış, vasıfları ve başarılı meslek hayatı belirtilerek Milli İstihbarat Teşkilatına hizmet ve nitelikler bakımından ne derecede intibak ettiği anlatılmaya çalışılmıştır. Bu dilekçede "devletin ali menfaatleri bakımından gizli kalması gereken" hiç bir husus bulunmamaktadır.

Kaldı ki gizliliği gerektiren bir husustaki ihtilaf Yüce Mahkemelerde çözümlenmeyecekse nerede çözülecektir?

Davalı İdarenin yazısı, "doğruları söyleyemezsin, bunlar gizli bilgilerdir, gizliliği ihlal ettiğin için seni cezalandırırım" gibi, gizlilik gerekçesinin arkasına saklanan telaşlı bir tehdit ifadesi taşımaktadır. Nitekim İdare "savunma amacı ile olsa dahi" demek suretiyle doğruların aydınlatılması için makamlarına sunulacak olan bazı hususları suç olarak niteleyeceğini açıkça belirtmiştir. Milli İstihbarat Teşkilatındaki gazete kupürleri bile "gizlilik" damgası taşıdığı cihetle, bu yaklaşımın geçerliliği sayın mahkemenizin takdirine bırakılmıştır.

Davalı İdare yazısı, davaya konu tayinin hukuki gerekçelerini objektif ölçülerle izah emek yerine, sübjektif, yanıltıcı ve müşahhas olaylara dayanmayan yuvarlak ifadelere yer vermiştir. Ayrıca;

* "Bu durum, adı geçenin o tarihlerde ilgili Müsteşarlıkta hangi nedenlerle görevde kaldığını göstermektedir.",

* "ödüller sadece davacıya değil, faaliyeti yürüten ekibin tümüne verilmiştir; yani kişisel bir başarı ödüllendirme söz konusu değildir.",

* "disiplin tanımayan memuriyet anlayışının ve bu anlayışa dayalı hatalı uygulamaların bariz örneklerini oluşturmaktadır.",

* "Müsteşarlıkta görev aldığı ikinci dönemde de anılan Teşkilat metod ve prensiplerine aykırı tutum ve davranışlarını sürdüren",

* "Kurumunu ve Devleti zor durumunda bırakacak tutum ve davranışlarını sürekli olarak tekrarlayan",

* "Devlet memuru - MİT mensubu ciddiyeti ve yöneticisi olgunluğuna - kendisine gösterilen müsamahaya rağmen ulaşamayan ve adı devamlı, Devlet ve ilgili Müsteşarlığa zarar verici şekilde gündemde kalan",

* "Teşkilat metod ve prensipleri ile yasal düzenlemelere uyum sorunu yaşadığı ve anılan Müsteşarlığa yeni katılan personel üzerinde de olumsuz etki yarattığı",

* "Müsteşarlık tarihinde Teşkilat metod ve prensiplerine bu derece uyumsuz bir başka personel bulunmadığı",

* "davacı vekilinin, yasadışı örgüt ve mensuplarına karşı mücadelenin sadece Mehmet Eymür'e özgü olduğunu sanması mazur görülebilirse de",

gibi hasmane, küçültücü, ders verici ve hakaretvari unsurlar da taşıyan bu ifadeler, yazıyı kaleme aldığı anlaşılan MİT yöneticisinin duygularını ve psikolojik yapısını ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir.

Bu menfi yönlerine rağmen, Davalı İdarenin savunması, Mehmet Eymür'ün Susurluk olayı, çete faaliyetleri ve yer altı dünyası ile ilişkileri nedeniyle ABD'deki görevinden alındığı ve Teşkilattan uzaklaştırıldığı gibi kamuoyuna yayılan çirkin bir dezinformasyonu yenilememiş ve "beyanat verme, metod ve prensiplere uymamak" gibi diğerine kıyasla basit bir nedene dayandırmıştır. Bu husus İdarenin çelişkisini ortaya koymakla birlikte Mehmet Eymür açısından memnuniyet vericidir.

B. DAVALI İDARECE İLERİ SÜRÜLEN İDDİALARA CEVAPLAR VE MEHMET EYMÜR HAKKINDA YÜRÜTÜLEN

SORUŞTURMALAR:

Davalı İdarenin savunma yazısında yer alan ve bir kısmı 20-30 sene öncesine ait olan ve kaldırıldığı cihetle idari ve hukuki hiç bir geçerliliği bulunmayan disiplin cezalarının, İdarenin usulsüz ve hukuka aykırı tayin işlemi için gerekçe olarak gösterilmesi her ne kadar bir değer ifade etmese de yine de doğruları yansıtmadığı ve kasıtlı unsurlar taşıdığı cihetle cevaplanacak ve İdarenin tenakuzları ortaya konulacaktır.

1. 03.06.1970 Tarihli Kınama Cezası

Mehmet Eymür, yedek subay olarak askerlik görevinin ifasından sonra, 10.06.1970 tarihinde MİT İstanbul Başkanlığında göreve başlamıştır. Bu bakımdan 03.06.1970 tarihinde, yani göreve başlamadan bir hafta önce Mehmet Eymür'e "Kınama" cezası verilmesi mümkün değildir. Bu sebeple konunun İdarece açıklığa kavuşturulması gerektiği düşünülmektedir.

2. 21.02.1973 Tarihli İkaz Cezası

MİT İstanbul Başkanlığında görevli 30 personel tarafından 17.10.1973 tarihinde MİT Müsteşarlığına müşterek imzalı bir dilekçe verilerek yönetimdeki bazı aksaklıklar eleştirilmiştir. "Muhtıra" olarak nitelendirilen bu yazıyı imzalayanlar arasında Mehmet Eymür'ün yanı sıra bu günkü MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun da bulunmaktadır. Bu yazı üzerine MİT Müsteşarlığınca soruşturma açılmış, ancak herhangi bir personele ceza verilmemiştir.

21.02.1973 tarihinde zamanın MİT Müsteşarı Nurettin Ersin, Müsteşarlığa gönderilen bazı imzasız mektupların bu ekip tarafından kaleme alındığı kanaatiyle müşterek dilekçeyi imzalayanlara ikaz cezası vermiştir. Mehmet Eymür 01.03.1973 tarihinde Müsteşar Nurettin Ersin'e yazılı olarak müracaatla imzasız mektup göndermek gibi onursuz bir davranış içinde bulunmadığını, verilen cezanın hatalı olduğunu belirtmiştir. Nitekim bir müddet sonra imzasız mektup yazanların Ankara'da personel güvenirliliğinden sorumlu özel bir grubun işi olduğu meydana çıkmıştır.

Bu ikaz cezası ve terfisindeki bir aksama nedeniyle Teşkilattan ayrılmaya karar veren Mehmet Eymür, o tarihte verdiği dilekçesinde ayrılış nedenlerini uzun uzun izah etmemek ve kırıcı bir tablo yaratmamak için kısaca "yeni iş yerinde elde edeceği daha iyi olanakları" sebep olarak göstermiştir. Belirtilen tarihte Mehmet Eymür'ün ilk amiri olan Hiram Abas, Mehmet Eymür'ü ayrılmaması için ikna etmiş, hatta yeni başlayacağı iş yerinin sahibi ile görüşerek,

"Mehmet Eymür'ün Teşkilat için lüzumlu bir personel olduğunu belirterek iş teklifini geri almasını rica etmiştir. Bunun üzerine artan yan ödemeler de gerekçe gösterilerek istifadan vazgeçilmiştir.

Özel sektör ile devlet memurluğu arasındaki gelir farkı düşünüldüğü ve Mehmet Eymür'ün 1994 yılında çok daha iyi imkanlara sahipken (1milyon dolar değerindeki bir fabrikanın ortağı ve yöneticisi) memuriyete döndüğü dikkate alınırsa "Bu durum, adı geçenin o tarihlerde ilgili Müsteşarlıkta hangi nedenlerle görevde kaldığını göstermektedir." şeklindeki yakışıksız ifadenin ne kadar geçersiz ve maksatlı olduğu anlaşılacaktır.

3. 08.02.1979 tarihli Uyarma ve 27.03.1979 tarihli Kınama Cezaları

1979 yılındaki Nurettin Karsu'nun oğlu ile ilgili olay, önemi bir operasyonel faaliyet sırasında ve Nurettin Karsu'nun oğlu ve arkadaşlarının görevli MİT mensuplarına fiili saldırıda bulunmaları neticesinde meydana gelmiştir. Bu bakımdan İdare "görevle ilgili hiç bir ilgisi bulunmaksızın" ifadesini kullanırken doğruları yansıtmamakta ve bu konuda mevcut belge ve tutanakları da yok saymaktadır. Mehmet Eymür'ün bu olaya karışması, bu operasyonun güvenliğini sağlamakla görevli ünitenin yöneticisi olması ve operasyon ekibi tarafından konunun telsizle kendisine intikal ettirilmesi neticesindedir. Keza, "ev basılması, çocuklarının kaçırılıp dövülmesi" ifadeleri de doğru değildir.

Mehmet Eymür, oturdukları apartmanın ana giriş kapısı önüne inen Serdar Karsu'yu karakola davet etmiş, Serdar Karsu apartmandan içeriye kaçarken yanında bulunan ağabeyi küfür ve hakaretlerle fiili müdahalede bulunmuştur.

Mehmet Eymür bunun üzerine zor kullanarak ağabey Karsu'yu arabaya bindirmiş, kendisinin ve kardeşinin kimlik bilgilerini tespit ettikten sonra olayla ilgili olmaması ve özür dilemesi sebebiyle ağabey Karsu'yu serbest bırakmıştır.

Bu olay bilahare siyasi bir veçhe kazanmış ve birkaç sandalye fazlası ile yönetimde bulunan Ecevit hükümetinde krize sebep olmuştur. Nurettin Karsu ve arkadaşları Mehmet Eymür ve personeli görevden alınmadığı takdirde partiden ayrılacaklarını söyleyerek Başbakan Ecevit'e baskı yapmışlar, neticede Başbakan Ecevit'in talimatı ile Mehmet Eymür ve o gece yanında görevli bulunan bazı personeli Teşkilat dışı tayinlere maruz bırakılmıştır. Devlet İstatistik Enstitüsüne tayini çıkan Mehmet Eymür o tarihte raporlu olduğundan tayini tebellüğ etmemiş, daha sonra hükümet değişikliği nedeniyle tayinler iptal edilmiştir.

Olayla ilgili olarak Milletvekili Nurettin Karsu'nun mahkemeye müracaatı üzerine, zamanın MİT Müsteşar Yardımcısı Recep Ergun başkanlığındaki MİT Memurin Muhakemat Kurulu "Mehmet Eymür görevini tam ve doğru yapmıştır, yargılanmasına gerek yoktur" şeklindeki karar almış, ancak Danıştay Başkanlığının yargılamayı uygun görmesi üzerine dava açılmıştır. 1980 ihtilalinden sonra sakıncalı faaliyetlerinden dolayı gözaltına alınan Nurettin Karsu serbest bırakıldıktan sonra dava dolayısıyla adliyede karşılaştığı Mehmet Eymür'e dostane bir yaklaşım göstermiş bilahare aynı günkü duruşmada şikayetinden vazgeçtiğini belirterek davanın kapanmasını sağlamıştır.

Netice itibariyle Davalı idarenin 20 yıl önceki bir olayı, zamanın MİT yöneticilerinin karar ve kanaatlerini ve mevcut dosya bilgilerini dikkate almadan taraflı bir dille, "görevle hiç bir ilgisi olmaksızın", "Nurettin Karsu'nun evinin basılması, çocuklarının kaçırılıp dövülmesi", "Türkiye Büyük Millet Meclisinin tahkir ve tezyif edilmesi" gibi tabirlerle tahrif etmesinin değerlendirilmesi Yüksek Mahkemenizin takdirine bırakılmıştır.

4. 19.04.1988 Tarihli Kademe İlerlemesinin Durdurulması Cezası

Davalı İdarenin Mehmet Eymür hakkında "Kamuoyunda "Birinci MİT Raporu" olarak bilinen etüdü, Müsteşarlık prensip emirlerine aykırı olarak hiyerarşik düzene riayet etmeden hazırladığı, Müsteşarlık Makamının bilgisi dışında basın organlarına sızdırıp beyanlarda bulunduğu" şeklindeki ifadesi ve devam eden "Yetkili olmadığı halde basına haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına bilgi ve demeç vermek" şeklinde belirtilen disiplin suçunu işlediği anlaşılan davacının MİT Disiplin Kurulu'nca 19.04.1988 tarihinde "kademe ilerlemesinin durdurulması cezası" ile tecziyesine karar verilmiştir." şeklindeki beyanı da doğruları yansıtmamaktadır.

Takip eden maddelerde bu hususla ilgili teferruat verilecek olmakla birlikte şimdilik MİT raporu denilen etüdün zamanın Müsteşarı Hayri Ündül'ün bilgi isteği üzerine Mehmet Eymür'ce hazırlandığını, böyle bir istek bulunmasa dahi MİT mensuplarının kendilerine tevdi edilmiş görevlerle ilgili olarak yapacakları rutin çalışmalar için izin alınması gibi bir prensip emri bulunmadığını, ayrıca o tarihte hazırlanan etüd üzerinde MİT Müsteşar Yardımcısı'nın "İyi hazırlanmış bir çalışma, geliştirilmesi" talimatının bulunduğunu hatırlatmakta fayda bulunmaktadır.

MİT raporunun gazetelerde yer almasından sonra, MİT'in fiili kadrolarında olup Cumhurbaşkanlığında görevlendirilmiş olan Erkan Gürvit'in , "MİT raporunu yeren" bir beyanatı olmuş, bunu takiben bir başka gazetede de bu beyanatı yalanlayan ve Mehmet Eymür'ün ifadelerine dayandırılan bir yayın yer almıştır. Bu yayın üzerine ifadesine müracaat eden Müfettişlere Mehmet Eymür böyle bir beyanatta bulunmadığını ifade etmiş ve aynı statüyü taşıyan Erkan Gürvit'in ifadesine neden başvurulmadığını sormuştur. Birkaç gün sonra Erkan Gürvit'in kadrosu değiştirilmiş ve adı geçen Cumhurbaşkanlığı kadrosuna alınmıştır.

Müfettişler yayını yapan gazeteci ile de görüşmüşler, ancak yazısının kaynağı hakkında bir bilgi alamamışlardır.

Hal böyle iken toplanan MİT Disiplin Kurulunun bazı üyeleri, "Mehmet Eymür'ün demeç vererek disiplin suçu işlediği anlaşılmıştır" görüşü ile kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile tecziyesini istemişlerdir. Bu isteğe MİT Disiplin Kurulu Başkanı ve Hukuk Müşavirliği temsilcisi "tespitin sabit olmadığı" gerekçesiyle karşı çıkmışlar ve MİT Disiplin Kurulunun üyeleri arasında tartışma çıkmıştır. Konu Müsteşara intikal ettirilmiş ve neticede Müsteşar tarafından uygun görülmemesi üzerine bu cezanın verilmesinden imtina edilerek soruşturma durdurulmuştur. Müsteşar ceza önerisini kabul etmediğini Mehmet Eymür'e de bildirmiştir. Davalı İdarenin belirttiği gibi disiplin cezasının uygulanmaması Mehmet Eymür'ün emekliliğini istemesi ile bağlantılı değildir.

5. Danıştay 10.ncu Dairesinin E-1988/1042 K-1989/857 sayılı kararı Genel Kurmay eski Başkanı davacı Necdet Üruğ tarafından Başbakanlık aleyhine açılan manevi tazminat davası neticesinde Danıştay 10.ncu Dairesinin verdiği karar, Mehmet Eymür'ün savunma hakkını kullanması neticesinde verilmiş bir karar değildir. Danıştay 10.ncu Dairesi haklı olarak, aynı şimdiki İdare'nin verdiği gibi, o zamanki Davalı İdarenin verdiği bilgilerle tahditli olarak davayı yürütmüş ve bu karara varmıştır. Gerek MİT Raporu olayını, gerekse de Susurluk olayını soruşturan Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'tır. Kutlu Savaş'ın Susurluk'la ilgili raporu kamuoyuna yansımış, ancak MİT Raporu ile ilgili olanı gizli kalmıştır. Kutlu Savaş'ın kamuoyuna yansıyan Susurluk raporunda bir çok hata, bir çok isabetsiz, yanıltıcı ve tehlikeli yaklaşım, bir çok kasıt unsuru taşıyan taraflı ifadeler vardır. Nitekim bu rapor DGM tarafından istendiği halde aylarca yollanamamış ve Kutlu Savaş'ın ayrılmasından sonra birçok yönden revizyona tabi tutulmuştur. MİT Raporu olayından yıllarca sonra Türkiye'nin Susurluk'ta karşılaştığı manzara, baş oyuncuları ile birlikte değerlendirildiğinde, Danıştay kararında çizilen devlet memuru tipinin Mehmet Eymür'den ziyade bu manzarada kusuru olan kişilere yakışacağını akla getirmektedir.

6. Analiz İsimli Kitabın Yayınlanması ve Müsteşar Hayri Ündül İle İkili Görüşme

Davalı İdarenin olayları nasıl tahrif ettiğine bir diğer misal de Mehmet Eymür'ün emekliliğinde yazmış olduğu "Analiz" isimli kitapla ilgilidir. Mehmet Eymür bu kitabı 1990 yılında şehit olan Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas'ın anısına kaleme almış olup, yayınlanmadan önce tetkik edilmek üzere MİT Psikolojik İstihbarat Başkanlığı vasıtası ile Müsteşarlık Makamının (Müsteşar Teoman Koman) tetkikine sunmuştur. Mehmet Eymür kitabı kaleme alırken gizliliğin ihlal edilmemesine hassas bir titizlik göstermiş, hatıralarını kamuoyuna yansıyan olaylarla tahditli tutmuştur.

Bu bakımdan kitabında gizliliği ihlal eden herhangi bir husus yoktur. Mehmet Eymür adı geçen kitabı dolayısıyla herhangi bir soruşturmaya tabi tutulmamış, aksine sayısız kişinin takdirine mazhar olmuştur. Bu sebeple Davalı İdarenin kitapla ilgili iddiaları geçersiz ve bağnaz bir yaklaşım olarak değerlendirilmekte ve Davalı İdare yazısındaki bir çok diğer iddia gibi yazıyı kaleme alan Davalı İdare yöneticisinin veya yöneticilerinin şahsi fikirlerini yansıttığı değerlendirilmektedir. Davalı idarenin kitap ve Müsteşar Hayri Ündül ile ikili görüşme hakkındaki iddialarının daha iyi değerlendirilmesi için bahsi geçen kitabın son baskısının bir nüshası EK'te sunulmuştur.

7. Mehmet Eymür'ün 14.02.1994'de Tekrar Müsteşarlık Kadrolarına Alınması

Mehmet Eymür, 27.05 1988 tarihinde, zamanın Başbakanlık Müsteşarı'nın " baskılar olduğundan seni MİT'ten başka yere atamak mecburiyetindeyiz, nereye istiyorsan oraya tayinini yapacağım" teklifine rağmen, "Memuriyete MİT'te başladığını, orada bitireceğini, başka bir görevde çalışmayacağını, memuriyeti idealleri dolayısıyla yaptığını" beyanla emekliliğini istemiştir. Emekli olmasını müteakip birkaç arkadaşı ile olan münasebeti hariç, MİT'le olan ilişkisini tamamen kesmiş, emeklilere sağlanan sosyal haklardan dahi faydalanmamış, tekrar MİT'e dönmek gibi bir düşünce içinde olmadan yeni hayat tarzını benimsemiştir. Sahibi olduğu bazı gayrimenkulleri satarak ve Dünya Bankası Kredisi kullanarak Antalya'da yeğenleri ile ortak modern bir "Buz Fabrikası" kuran Mehmet Eymür'e tekrar teşkilata dönme teklifini 1993 yılı sonlarında bu günkü MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun yapmıştır. Şenkal Atasagun, Mehmet Eymür'e "Terörle mücadeleyi ve operasyonel faaliyetleri ondan daha iyi sevk ve idare edecek bir aday olmadığını" belirterek ve "tekrar dönüşünün kendisine karşı yapılan haksızlıkların düzeltilmesi şeklinde mütalaa edileceğini ifade ederek" Mehmet Eymür'ü tekrar memuriyete dönmeye ikna etmiştir. Mehmet Eymür bunun üzerine kurulu düzenini bozarak ve kendisine ve yeğenlerine ait hisselerin tamamını Trend Holding adlı kuruluşa devrederek Ankara'ya gelmiş ve "Özel İstihbarat Daire Başkanı" olarak MİT'teki memuriyet hayatına dönmüştür.

Bu bakımdan Davalı idarenin Mehmet Eymür hakkındaki "Teşkilattan ayrılma nedenleri ve ayrı kaldığı yaklaşık 6 yıllık dönemdeki benzer davranışları gözardı edilerek verilen bir karar sonucu, 14.2.1994 tarihinde tekrar Müsteşarlık kadrolarına alınmış ve Özel İstihbarat Dairesi Başkanı olarak görevlendirilmiştir" şeklindeki beyanı şanssız bir beyan olarak nitelendirilmekte ve İdare'nin tenakuzlarının yeni ve bariz bir örneğini ortaya koymaktadır.

8. Alaattin Çakıcı'nın Karısı Uğur Kılıç'ın Öldürülmesi Olayı İle İlgili Soruşturma:

Davalı İdare'nin haksız ve hukuka aykırı tayin gerekçesi için öne sürdüğü olayları tahrif etme biçimi inanması güç bir niteliktedir. Bahsi geçen tahkikat Mehmet Eymür'ün Müsteşarlık makamına, o tarihlerde yardımcısı pozisyonunda olan Yavuz Ataç'ın yeraltı dünyası ve Teşkilat dışı ilişkileri nedeniyle yazdığı resmi yazı üzerine açılmıştır. Mehmet Eymür bu yazısında hakkında basın yayın organlarında başlatılan yıpratma kampanyasının nedenlerine de yer vermiştir. Yakın tarihte meydana çıkan Yavuz Ataç, Alaattin Çakıcı, Erol Evcil, Bursa İl Başkanı Mehmet Gedik ve zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz arasındaki ilişkiler Mehmet Eymür'ün o tarihlerdeki teşhislerinin ne kadar doğru olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Bu husustaki detaylara takip eden maddelerde girilecektir. Yavuz Ataç'ın beline silahını koyup, sekreterin engellemesine aldırmadan zorla Mehmet Eymür'ün makam odasına girip tehdit etmesi ve itişip kakışmaya kadar varan vahim gelişmelerden birinci derecede sorumlu olan kişi zamanın Operasyon Başkanı Şenkal Atasagun'dur ve bu husus resmi belgelerde bulunmaktadır. Şenkal Atasagun nedeni bilinmeyen sebeplerle Yavuz Ataç'ı himayesine almış, Teşkilatın üst yöneticiler arasındaki konuşmaları Yavuz Ataç'a aktarmış, onu tahrik ederek Mehmet Eymür'e yöneltmiştir. Halen MİT Müsteşarlığını deruhte eden Şenkal Atasagun, zamanında sebep olduğu bu olayı şimdi Mehmet Eymür'ün aleyhinde bir koz olarak kullanmaya çalışmaktadır.

Mehmet Eymür bu olay dolayısıyla kendisine verilen "Kınama" cezasını (Yavuz Ataç'a da aynı ceza verilmiştir) haksız bulmuş ve hazmedememiş, ancak saygı duyduğu zamanın MİT Müsteşarı Sönmez Köksal'a hürmeten herhangi bir itirazda bulunmamıştır.

Mehmet Eymür'ün bu tarihten sonra Teşkilat'tan ayrılışına hatta günümüze kadar aldığı herhangi bir disiplin cezası yoktur

9. Teşekkür ve Takdirnamelerin Bir Değeri Olmadığı İddiası

Davalı İdare, "Davacının başarılı görevler olarak sıraladığı ve aldığı ödüllerin gerekçesi olarak takdim ettiği faaliyetlerin burada ele alınmasının yersiz olduğu düşünülmektedir. Devamlılık arzeden ve kişilere bağlı olmayan faaliyetler ile alınan teşekkürlerin dava konusu ile hiçbir ilgisinin bulunmadığı da belirtilmelidir. Zira dava dilekçesine ek yapılan teşekkür ve takdir yazılarının tetkikinden de görüleceği üzere ödüller sadece davacıya değil, faaliyeti yürüten ekibin tümüne verilmiştir; yani kişisel bir başarı ödüllendirme söz konusu değildir.

Buna karşılık, suç ve cezalar kişiseldir ve davacının özlük dosyası-dava dilekçesinde hiç değinilmese dahi - özellikle işlediği disiplin suçları ve aldığı cezalar yönüyle incelenmeye değerdir." şeklinde enteresan bir yaklaşımda bulunmuştur.

Davalı İdarenin usulsüz ve hukuk dışı tayin işlemlerine gerekçe bulmak ve Mehmet Eymür'ün başarılı meslek hayatını gölgelemek için öne sürdüğü bu yaklaşım anlamsız olup İdarenin ciddiyeti bakımından kuşku yaratıcıdır.

Makamlarınca da takdir edileceği üzere bir memurun başarılı veya başarısız olduğu, müspet ve menfi yönleri, personel dosyasındaki sicilleri, teşekkür, takdir ve ödülleri ve disiplin suçları ile birlikte değerlendirilir. Mehmet Eymür'ün sicillerini ve başarılarını dikkate almadan ve sadece yürürlükte olmayan disiplin cezalarını ve "yapılması düşünüldü ama yapılamadı" gibi tatbik edilmeyen kararları sıralayarak ve "Teşkilat metot ve prensiplerine uymamak" ve benzeri gibi yuvarlak lafların arkasına sığınarak Mehmet Eymür'ün tayinine gerekçe bulmanın hukuki açıdan ne derecede geçeli olduğu yüksek mahkemenin dikkatine sunulmaktadır.

Mehmet Eymür, MİT Müsteşarları tarafından 3 kez para mükafatı ile ödüllendirilmiş, Başbakan ve İçişleri Bakanından yazılı takdir ve teşekkür almıştır. Davalı İdare yok saysa da Mehmet Eymür'ün rekor seviyedeki ödül, takdirname ve teşekkürleri özlük dosyasında bulunmaktadır. Mehmet Eymür'ün Başbakan'dan aldığı takdirname yurtdışında tek başına çalıştığı zaman verilmiştir. Mehmet Eymür'ün hatırladığı teşekkür, takdirname ve ödüllerin listesi EK'te sunulmuş olup, özlük dosyasında başkalarının da bulunması mümkündür. Ayrıca Mehmet Eymür'ün "son yönetim hariç", sicillerinin de düzgün olduğu da muhakkaktır.

Mehmet Eymür hakkında yukarıda cevaplanarak detaylı bir şekilde izah edilen iddialar dışında kalan ve Susurluk Olayı'nı takiben açılmış bulunan ve çoğunluğu ABD'de görevli olduğu sırada vuku bulan soruşturma ve incelemelerle ilgili bölümler, aşağıda maddeler halinde sunulmuştur. Mehmet Eymür'ün muhatap olduğu sualler ile verdiği cevaplarda bazı yer ve şahıs isimleri bütünlüğü bozmayacak şekilde çıkartılmıştır. Yüksek makamlarınca gerek görüldüğü taktirde bu belgelerin asılları İdare'den istenebilir.

10. Mehmet Eymür Hakkındaki İddialar

Mehmet Eymür'ün ABD'ye tayinini müteakip ve Türkiye'den ayrılmasından hemen önce, Susurluk Olayı neticesinde ortaya atılan iddialar nedeniyle zamanın MİT Müsteşarı Sönmez Köksal tarafından Mehmet Eymür'e sual açılmış ve ABD'ye gider gitmez cevaplayarak yollanması istenmiştir. Esasında bu usulen açılmış bir sualdir. Zira zamanın Müsteşarı'nın Mehmet Eymür'ün görevle ilgili bütün faaliyetleri hakkında bilgisi mevcuttur ve bu sebeple iddiaların doğru olmadığını bilmektedir. Nitekim Sn. Sönmez Köksal Başbakan'a ve Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkan V. Kutlu Savaş'a Mehmet Eymür'ün faaliyetlerinin kendi bilgisi dahilinde olduğunu ifade etmiştir. Buna rağmen, zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz'ın Mehmet Eymür'ün MİT'ten uzaklaştırılması yönündeki baskılarının devam etmesi üzerine Sn. Köksal bu suali açmıştır:

Sual:

"Sayı: 12.070.00.001/17918
Konu: Hakkınızdaki İddialar

Sayın Mehmet Eymür

Hakkınızda ileri sürülen iddialar ek'te yeralmaktadır. Konuya ilişkin görüşlerinizin bildirilmesini rica ederim. Sönmez Köksal, Müsteşar

EKLER: (2 Ad.)

EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ İSTİHBARAT DAİRE BAŞKAN YARDIMCISI HANEFİ AVCI'NIN 04.02.1997 TARİHİNDE TBMM SUSURLUK KOMİSYONUNDA YAPTIĞI AÇIKLAMALARINDA MİT MÜSTEŞARLIĞINDA GÖREVLİ MEHMET EYMÜR'Ü KONU ALAN İDDİALARI;

(1) Mehmet Ağar, ona bağlı Özel Harekât Daire Başkanlığında İbrahim'in ve İbrahim'in altındaki ismi çıkan bugün 5-10 tane polis var, Korkut Eken'e bağlı ise sivil insanlar var. Bu sivil insanların büyük bir kısmı da geçmişte yatmış, çıkmış, ismi bugün bütün basında yer alan insanlardır. Bu iki grup birleşerek bu oluşumu oluşturdu. Bunlar, bu PKK yanlısı insanlarla böyle mücadele edilmesi gerekir diyerek, illegal birtakım eylemlere giriştiler. Aynı dönemde, Mehmet Eymür ve ona bağlı kendi çevresindeki, bir kısmı Özel Harpten geçmiş subaylardan oluşan bir kısmı, yine aynı saydığım şekilde,aşırı ülkücü ve mafya dediğimiz insandan oluşan bir grup var; o grup da ayrı bir harekete geçiyor.

Yine, JİTEM'e bağlı., birtakım insanlar, yine aynı şekilde harekete geçtiler. Hangi olayları hangilerinin yaptığını çok net olarak bilemiyorum veya bunu o kadar açık da bilmek mümkün değil; ama, bilinen, işte, o zamanki Behçet Cantürk'ün, Savaş Buldan'ın ve beraberinde gelişen beş on tane eylemin bu gruplar tarafından yapıldığı, birtakım bombalamalarında bunlar tarafından yapıldığı çok açık olarak biliniyor.

Diğer bölgelerde ne yaptıklarını çok net olarak bilemiyorum; ama, buradaki olayların adresleri, bunlar tarafından yapıldığı konusu bizce kesindi. Bir müddet sonra, artık bunların eylem yapacakları hedef de kalmamıştı ve eylemlerini haklı gösterecekleri, ne kendilerine ne de kamuoyunu ikna edecek herhangi bir şey yoktu; çünkü, olaylar durdurulmuştu, belli oranda azalmıştı; ama, yukarısı eylemleri durdursa bile, altta, bu eylemler dolayısıyla, bir araya gelme dolayısıyla, eğitimleri dolayısıyla çok ciddî bir samimiyet meydana gelmişti bu gruplarla, mafyacı insanlar arasında. Bunlar, öyle gördüler ki, bu mafyacı insanlar çok para kazanıyor, korkunç paralar kazanıyorlar ve çok kolay hareketlerle para kazanıyorlar. Bu defa, Emniyetteki polislerle, sivil, mafyacı insanlar, Milli İstihbarattaki birtakım görevli insanlarla, yine mafyacı insanlar, JİTEM'deki yine subaylarla birtakım mafyacı insanlar, birtakım eylemlere giriştiler ve bu defa, resmî gibi gösterdikleri, devlet işi gibi göstererek kendi şahıslarına hizmet eden birtakım olaylara girdiler.

Tabii, bunların öyle bir sıfatları var ki, normal zabıtanın, normal polisin, normal Jandarmanın bunlara müdahale etmesi mümkün değil. En azından, ben görevliyim diyor, görev uğruna yaptığını iddia ediyor veya görüldüğü zaman, bu resmî bir görevimdir diyor. Hiçbir zabıta mensubu da, başka bir görevi aksatmak uğruna bir girişimde bulunamaz, bulunmaz daha doğrusu ve bunlar,bugün öyle çığırından çıktı ki, bana göre, şu anda, Türk devletinde çok ciddî bir olay halindeler. İstanbul'da bütün zengin işadamlarına müdahale edebiliyorlar, bütün yabancı, azınlık olan işadamlarının hepsini haraca tabi topluyorlar; hatta, şu anda basına intikal etmiş olaylar var, bir kısmı doğru, bir kısmı yanlış; intikal etmeyen 13 kat daha olay var. Kimi insanların çocukları kaçırılmış para alınmış, kimi insanlar tehdit edilmiş para alınmış ve öyle ki, bu artık denetlenemez bir hale gelmiş. Şu anda bile, bu adamlar, belki bu komisyon veya bu takım olaylar çok soruşturulduğu için bir müddet duruyormuş gibi gözükse bile, herkes yerli yerinde duruyor.

Bu, adamlar, iki gün sonra yine faaliyetlerine devam edecekler ve bu noktada eğer, gerçekten ciddi müdahale edilemezse, bir daha müdahale etme şansımız çok da zorlaşır.

(2) Milli İstihbarat içerisindeki birtakım unsurlar bu adamlarla irtibatlı, orada yapılacak her hareketi bu adamlar hissediyorlar. Jandarma içindeki unsurlarla irtibatlılar, yine, aynı şekilde bu adamlar, hemen erken haber alma imkânına sahipler. Örnek vermek gerekirse, belki, bunlar, bir kısmı, sizde daha fazlasıyla vardır, bir kısmı basına da yansıdı; onların bir kısmını açıklamak istiyorum veya kendim, oradaki yorumlarımı söylemek istiyorum. Mesela, üstünde çok iddia edilen, işte, "Yeşil" denilen bir vatandaş var. Bu vatandaş, geçmişte, Güneydoğuda, Jandarma tarafından eleman olarak kullanılan, bilgi alınan bir vatandaş, belki, başlangıcında çok iyi niyetli, çalışkan, gerçekten oralara koşturan bir insan; ama, daha sonrasında, bu adam, bu grupların içerisinde en büyük para tahsilatçısına dönüşüyor. İşte, benim hatırlayabildiğim kadarıyla, işte, Kocakayalar soyadlı, meşhur, Diyarbakırlı adamlar var. Yine, işte, size de geldi, ifade verdi Senar Er'in kendisi var, yine, Hurşit Han var, yine, Selim Işık var; bu adamlar da telefon açıp, işte, şunu şunu ben öldürdüm, biz kontrgerillayız, bize para vereceksin diye, milyon dolarlar mertebesinde paralar isteniyor. Hatta, hatırlarsınız, iki İranlı kaçırılmıştı ve bu İranlılarla ilgili de yine, bu adam tarafından telefon açılıp, para isteniyor ve Ziraat Bankası Ankara Heykel Şubesinin 0123843 No.lu hesabına para yatırılması isteniyor.

Bu paralar, bu hesaba yatırılıyor ve bu adamın sahte kimliğiyle götürülüp, paralar çekiliyor. Bu paraların çekildiğini, bu adamın bu parayı aldığını hem Jandarma hem Milli İstihbarat biliyor; ama, şu anda, "bu adam, Milli İstihbarat tarafından resmen eleman olarak kullanılıyor Eymür ve arkadaşları tarafından.

Tabiî efendim; yani, bu dört dörttür. Açıp sorsanız inkar edemezler. Kendileri tarafından kullanılıyor, kendilerinin bağlı elemanı ve sürekli, de görüşüyorlar; yani, karşılıklı, sürekli bir görüşme halinde. İncelediğiniz zaman her iki tarafın telefonlarından, irtibatlarından, açık açık gözükecektir bu yani. Yine, aynı insan, Jandarma JİTEM ile her gün içli dışlı beraberdir.

(3) Hadi Özcan, sürekli MİT'le görüşen bir insan, özellikle MİT'te Duran Fırat onların ayak işlerini yapan astsubay kişi, Eymür'ün ve bütün kirli işleri yaptıkları insan. Aklınıza gelen bütün mafyacılarla irtibat ve ilişkisi vardır.

(4) MİT Tarık Ümit olayıyla ilgili çok şeye sahip, birçok bilgi vardı, neyse, nedense mahkemeye bu olayların tamamını açıklamıyorlar. Daha çok öbür tarafa karşı belki Mehmet Beye karşı tehdit unsuru olarak kullanmak istiyorlar.

Halbuki olayla ilgili çok farklı bilgileri olması lazım, benim aldığım bilgiye göre. Zaten, Jandarmanın yaptığı tahkikatı da en geri planda hep kendileri bilgi aktarıyorlardı ama, buna rağmen her şeyi orta yere dökmüyorlar. Yine benim orada bildiğim kadarıyla . Hakkı Yaman, Tarık Ümit Kıbrıs'taki banka olayı var, tam sırrını çözemiyorum ama, o bankaya Eymür'ün de değişik bir isimle ortak olması lazım. Birtakım özel işlerde de kullanmak üzere, bu bankaya da ortaklığı olması lazım, istihbaratım, bir duyumum var. Yine, Hakkı Yaman, bu olaylarla ilgili epey bilgi sahibi olması lazım zannediyorum. Hatta Hakkı Yaman bu Tarık Ümit olayı ve sonrasında işte Mehmet Eymür'ün düşüncelerine hizmet etmiyor, onların yanında hareket etmiyordu. Farklı bir çizgiye gitmişti. Onun hakkındaki birtakım bilgileri basına ve dolaylı yöntemlerle sızdırarak Eymür'ün onun kendisine gelmesine kendisine anlatmasını veya kendisine yanaşmasını dahi birtakım manevralar yaptıklarını biliyorum.

(5) Antepli Yaprak TV'nin sahibinin kaçırılmasında fiilen olayda olduğu iddia edilen, hatta arabanın içerisinde parmak izleri bulunan , Müfit Sement diye bir eski firarilerden bir adam var. Bu adam aslında MİT'in kullandığı bir adam, Eymür'ün bire bir görüştüğü bir insan.

(6) Yaprak, iddiaya göre birinci defasında kaçırılmış Emniyetçiler tarafından kaçırılmış veya Mehmet Ağar ve ona bağlı ekip tarafından kaçırılmış. Bunun üzerine Eymür, Müfit Sement'i ayartarak bakın size kazık atıldı siz bu adamı götürün sorgulayın, olayın doğrusunu bulursunuz diye bu adamların bu olayı ikinci defa kaçırma olayının organizesini tahrikçi olarak kullanmış ve bu olayın içine fiilen sokmuştur. Bu olay sonrası kendisi Müfit Sement'in kurtulması konusunda, Yaprak TV'nin sahipleriyle bu adam benim adamım, aslında bu adama yardımcı olun bu adamı katmayın, bu adamla ilgili ifadenizi değiştirin gibi onlarla böyle bir baskı yaptığı ve onlarla irtibat kurduğunu duymuşum.

Herkesin iddiası, adam iki defa kaçırıldı, birinci defa kaçırılışı, bu sebeptendi, ama, ikinci defa kaçırılışı da, bu birinci kaçırma olayında elde edilen paranın paylaşılması, bölüşülmesinde birtakım ortaklara kazık atıldı iddiasıyla kaçırılmasıdır. Bu konuyla ilgili zannediyorum yine Eymür'de çok fazla bilgi olması lazım, bu olayın doğrusunu, aslını bilmesi lazım. Ama, galiba direkt söyleme yerine el altından sızdırma yöntemleri deneniyor. Çünkü, bu olayın içindeki Müfit'in kendisiyle direkt görüştüğü veya kullanıldığı çok açıkça herkes tarafından biliniyor.

(7) Olayın özünde Mehmet Ağar'la Eymür'ün bir çelişkisi var, bu başka zamanda, başka zeminlerde de olmuş. MİT içerisinde bir grup var, demin de size anlattığım gibi, Mehmet Eymür ve beraberindeki bir grup hep illegal insanlarla çalışma... İşte aşırı sağcı, yatmış çıkmış bu ülkücülerle beraber hareket ettiği kendisine bir görev biçimi bilmiş, hep onlarla hareket eden, onlarla oturup kalkan. Bir de Mehmet Ağar'ın kendisi ya da ona bağlı İbrahim ve Korkut, onların adamlarıyla bunların arasında bir soğukluk, bir çatışma var. Yoksa MİT'in kendi klasik istihbarat görevi yapan unsurlarıyla Emniyetin klasik istihbarat yapan unsurları arasında hiçbir sorun yok. Yani, böyle bir dövüş, kavgaya hiç gerektirecek bir olay yok. Belki bir tatlı rekabet varsa bile böyle ciddi bir çelişki yok. Ama, bunlar arasındaki çelişki o kadar büyümüş ki, belki siz de biliyorsunuz, artık kendileri dövüşüp kavga etmiyor da onlara bağlı olan alttaki mafyacı unsurlar bile kavga ediyor. İşte diyelim ki, kim Sedat Peker veya Drej Ali şu gruptan ama, bunun karşısında Hadi Özcan'la Yeşil mafyası da öbür tarafın grubunda, bunlar birbirini öldürmeye çalışıyor. Yani, süzme bir sahne.

Bunların hepsini belki siz benden çok daha iyi biliyorsunuz. O çelişki yukarı ve MİT-Emniyet çelişkisi diye gösteriliyor.

Aslında öyle değil, işin aslı bu adamların kendi arasındaki çelişki ve bunları bizim büyük bir çoğunluğumuz yani, MİT'in yüzde 90'ının Emniyetin de yüzde 98'inin hiç alakası olmayan şeyler.

Bizde istihbarat bölüşülmüyor, her şey herkese aktarılıyor ama, bölüşme değil. Aslında bizim birazcık pasifize olmamız isteniyormuş gibi geliyor bana. Yani Emniyet istihbarat pasifize olsun. Olaylara bu kadar inisiyatif koyması belli bir rahatsızlık var.

Şu anda hiç çalışmaksızın, korkunç paralarla oynayan insanlar var. Çok lüks içinde yaşıyor, altlarında büyük arabalar, Mercedes'leri, Jeep'leri... Bu adamlar kendi içlerinde artık silah çekecek hale gelmişler. Herkes birbirinin açığını arıyor. Yani, o kadar rahatlık olmuş ki, yani birbirlerini ele geçirme savaşı verilir hale gelmiş, birbirine karşı silah kullanacak pusu kuracak hale dönüşmüş bu adamlar. Ben kendi bulunduğum illerde bu bilgilerimi üstlerime aktarıyordum. Şifahi aktarıyordum, istenirse yazılı da verebilirdim;

(8) Emniyet, MİT, Jandarma diyelim, üçe bölelim. Emniyet içerisinde İbrahim Şahin'e ve Korkut Eken'e bağlı gruplar aslında bir grup, ama, Korkut Eken sivil kişilerle irtibatlı, İbrahim, resmi polislerle irtibatlı. Yani, iki ayrı grup ama, başlarındaki insanlar farklı. Milli İstihbaratta Mehmet Eymür ve ona bağlı bir grup var, içlerinde bir kısmı asker, özel harpten geçme oradaki insanlar, özellikle Duran Fırat, en başta, orada bir grup var, onun sivil unsurları var.

Jandarmada eskiden JİTEM'di şimdi o da Jandarma İstihbarat Başkanlığı ve İstihbarat Grupları olarak değişti, onlara bağlı bir grupları var. Bunlar başlangıçta kuruluşları, vatan millet, hizmet teröristlerle daha değişik yöntemlerle hesaplaşacağız diye ortaya çıktılar ama,şu anda hepsi de mafyacılık yapıyorlar. Başka hiçbir şey yapmıyorlar.

Bu Kâşif Yüzbaşı da, Duran Fırat dediğimiz insan da hepsi Eymür'ün grubu... Kâşif Yüzbaşı?.. şimdi rütbesi daha büyümüş olabilir. Öyle duymuşum ama şu anda orada mı ayrıldı mı bilmiyorum. Eymür'ün grubunda en meşhur ismi duyulan, Yeşil var. Hadi o gruptandır; Duran resmi görevli sonraları yani, onların etrafında yine kümelenmiş, isimlerini belki pek netleştirmedim, ama 5-l0 kişilik adamları var.

(9) Bu örgütlenmeyi başlangıçta jandarma kendi sistemi içinde yaptı, başlarını o zamanlar Cem çekiyordu, daha sonra gelenler devam ettirdiler ve hepsi bu işin içindeydi. Emniyette Mehmet Bey, İbrahim Şahin, Korkut Eken başlattı ve devam ettirdiler ama, son dönemde bakanlığıyla birlikte sanki bu işleri kendisi bırakmış, ara vermiş gibi bir hal hissediliyordu, açık olarak ama, alttaki adamlar devam etmiş. Milli İstihbarattaki ise Mehmet Eymür tarafından kuruldu, devam ettiriliyor ve halen de faal.

(10) İstihbarat örgütleri, istihbaratçılık sıfatıyla katılmıyor oraya; yani, istihbarat örgütü dediğiniz zaman, orada, bir tek göreceğiniz Mehmet Eymür ve onun yanında grup vardır; o da, MİT adına değil, kendi, böyle karizmatik bir şey ortaya çıkmış, birtakım irtibatlara dayanarak, MİT içerisinde, MİT Müsteşarından daha farklı bir konumda hareket ediyor. Yoksa, MİT'in çoğunluğunun hiç bu adamlarla alakası yoktur ve bu adamlara karışmazlar yani.

(11) Şimdi, Tarık Ümit, daha öncesinde, işte, Emniyetin demin anlattığım o sivil grubun içerisindeki bir kişi, hatta, bu sivil grubun yaptığı birtakım eylemlerde, Tarık Ümit'in evi,bürosu falan kullanılıyor, imkânları kullanılıyor. Tarık Ümit, sonra -benim değerlendirmelerime göre, istihbari bilgi burası- birtakım insanlara sizden de hesap sorulacak, siz de yok edileceksiniz diye para alıyor ve bu arada saf da değiştiriyor işte. Millî Emniyet safına geçiyor. Tarık Ümit, aslında, bildiği birtakım şeyleri hep anlatıyor Eymür'e. Ben, zannediyorum, bunun, Tarık Ümit'in anlatımlarının bandı bile var; ama, bu çıkarılıp, verilmiyor. Başka türlü,el altından sızdırılıyor; çünkü, bazı sızan şeyler başta türlü sızamaz zaten. Basına sızdırılıyor, öbür tarafa gözdağı veriliyor veya böyle bir yöntemle mücadele ediliyor.

DÜNDAR KILIÇ'IN İDDİALARI

(1) 1980 yılında M. Eymür, Atilla Aytek ve Tarık Ümit (Anılan dönemde D. Kılıç'ın yanında katiplik yapar)'in Çelik Döküm Fabrikasını gasbettikleri,

(2) Bu şahısların D. Kılıç'ı imhaya yönelik olarak İsviçre'den "D. Kılıç Ermenilerle anlaşmış, Konsey üyelerine suikast yapma hazırlığında" içerikli bir ihbar mektubu gönderdikleri ve bunun üzerine 5 yıl 1 ay 1 gün cezaevinde yatmasına sebep olunduğu,

(3) Uğur Çakıcı'nın öldürülmesini Semra Özal ve Mehmet Eymür'ün hazırladığı,

(4) Nasrullah Ayan'ın halktan topladığı yaklaşık 3-4 trilyon TL.-'nin büyük bir bölümünü M. Eymür'ün aldığı,

(5) T. ÜMİT'in İstanbul'da D. Kılıç'ın adamları tarafından bıçaklanması üzerine yakalanan Zekeriya ÜLKÜCÜ adlı şahsın, Emniyet Md. deki sorgusunda M. Eymür'ün de aralarında bulunduğu şahıslarca öldürüldüğü,

(6) Türkiye'de olan Alaattin Çakıcı'nın yerini M. Eymür'ün bildiği."

Cevap:

Tarih: 08.10.1997
Konu: Hakkımdaki İddialar

İLGİ: Müsteşarlık makamının ..... 1997 tarih ve 12.070.00.001/17918 sayılı emri.

Makamlarınca da bilindiği ve belirtildiği gibi hakkımda çeşitli iddialar mevcuttur. Esasında bu ve benzeri iddialar, 1988 öncesi dikkate alınmazsa, tekrar göreve döndüğüm 1994 yılından beri sistemli bir şekilde devam etmektedir. (Özel ekip kurduğum, Behçet Cantürk ve diğer yargısız infazları yaptırdığım, Uğur Mumcu'nun öldürülmesi emrini verdiğim, Siyasi parti liderlerinin telefonlarını dinlediğim, Çiller Çetesine mensup olduğum, Nasrullah Ayan ve Sarp KuraY'la ortak olduğum, İngiltere'de bir sendikacıyı öldürtmeye çalıştığım gibi ve daha bir çok asılsız ve özellikle devlet yönetimindeki kişilerde itimatsızlık ve güvensizlik yaratacak yalan haberler.)

Bu iddiaları cevaplamadan önce biraz geriye dönmek, meslek hayatıma değinmek, bu iddialara sebep olan nedenleri ve günümüze kadar yansıyan bazı gelişmeleri açıklamak istiyorum.

Uzun yıllardan beri çalıştığım Teşkilatımızda hep aktif görevlerde bulundum. Meslek hayatım casusluk, organize suç ve terörizm konuları ile uğraşarak geçti. Sayısız önemli vaka ve operasyonel çalışmada yer aldım ve birçoğunu bizzat yürüttüm. Meslek hayatı benim kadar dolu ve aktif geçmiş, tecrübe ve deneyim kazanmış başka bir mensubumuz olduğunu sanmıyorum.

Genellikle başarılı bir şekilde gelişen ve yükselerek seyreden meslek hayatımı etkileyen birkaç dönüm noktası vardır.

Bunlardan birincisi ABD ve İngiliz İstihbarat Servislerine para karşılığı casusluk yapan Savaşman olayıdır.

Savaşman'ın başarılı bir şekilde suçüstü yapılarak yakalanmasından sonra basında faaliyetin düzmece olduğu, faaliyeti yürütenlerin mesleklerinde yükselmek için bu tertibi hazırladıkları gibi haberler yayıldı.

Savaşman, o tarihlerde cezaevinden Genelkurmay'ın üst kademelerinde bulunan sınıf arkadaşlarına mektuplar yazarak kendini acındırdı, beni suçladı. Benim kendisine çok işkence yaptığımı ve zorla ifade imzalattığımı söyledi.

Söyledikleri tamamen yalandı.

Savaşman'ın yakalanmasından sonra Doğu Perinçek'in yönetimindeki Aydınlık gazetesinin başını çektiği "teşhir, hedef gösterme ve karalama" kampanyası başlatıldı. Bu güçler tarafından kontr-gerilla ve işkenceci olarak kamuoyuna takdim edildim. Ev adresim, benim (yanlışlıkla bir başkasının resmi) ve evimin fotoğrafları yayınlandı. Bu karalama ve pasifize etme kampanyası, zaman zaman yeni senaryolar ilavesi ile, günümüze kadar devam etti. Bir istihbaratçı olarak bu iftira kampanyasının kaynağını ve nedenini tahmin etmenin pek zor bir şey olmadığını düşünüyorum.

Mesleki hayatımı etkileyen diğer bir vaka, eski CHP milletvekili Nurettin Karsu'nun oğlu ile ilgili hadisedir.

Meslek hayatımı belki de en çok etkileyen ve etkilemeye devam eden "MİT Raporu" olayına değinmeden önce bir parça rapor öncesi dönemi izah etmek istiyorum.

1965-1975 yılları arasında İstanbul'da çalıştım. Burada özellikle sıkıyönetim sırasında ve bilahare 1983'den sonra Müsteşarlık Karargahında, "organize suçlar ve kaçakçılık"la ilgili birçok görevler aldım. Bu soruşturmalar sırasında, yeraltı dünyasının karanlık labirentlerinde dolaşmak ve bu dünyayı öğrenmek imkanım oldu. Yeraltı dünyasında, menfaat, para ve güç dışında hiç bir mefhum ve ideoloji geçerli değildi.

Terör uzmanı ve kahraman bir polis şefi silah kaçakçıları ile ortaktı, Cinayet Masası Amiri yeraltı dünyasınca işlenen cinayetleri ört bas etmekle görevliydi, valiler babalara mektup yazıp makam arabası hibe etmesi için ricada bulunuyorlardı, Emniyet Genel Müdürü ünlü bir baba tarafından tayin ettirilmişti, üst rütbeli bazı subaylar tanınmış bir gazinoda bedava bir yemek veya çocuklarının düğününe sanatçı yollanmasına karşın babaların askerlik işlerini takip ediyorlardı, devleti idare eden etkin kişilerin çocukları yeraltı dünyasının ünlüleri ile iç içe ticari işlere girmişlerdi, polis şefleri ünlü babaların silahlarını taşıyor, fedailiğini yapıyorlardı, ülkenin kaderini değiştiren ihtilal lideri generallerden birine dünyaca ünlü bir uyuşturucu kaçakçısının İsviçre'de villa aldığı ve çantayla para verdiği söyleniyordu.

Soruşturmalar, önemli makamlara ulaşınca kestiriliyor veya ifadeler değiştiriliyordu. Neticede kanunların boşlukları, kaba güçten korku, para gücünün her şeyi örtbas etmesi ve satın alması, resmi kişilerin "müesseseler yıpranmasın" gibi kısır bir zihniyetle korunması, ihmal, ciddiyetsizlik ve umursamazlık, kanunsuzları ve kanunsuzlukları gittikçe güçlenerek günümüze kadar taşıdı. Günümüzde siyasi güç de kazanan yeraltı dünyası kendisinle uğraşan resmi görevlilerden çekinmemeye ve hesap sorar hale geldi.

1980 yılında .........(yurtdışı) tayin edildim. Öncelikle verilen görev, ......... Türkiye'ye yönelik silah kaçakçılığıydı.

Burada tek başıma olmama ve sıkı bir takip ve kontrol faaliyeti altında tutulmama rağmen başarılı çalışmalar yaptığım kanaatindeyim. K/ESP ünitemizde bulunan ve ......... İstihbarat Servisinin benim ......... faaliyetlerim ile ilgili raporu, benim mesleki yeteneklerim açısından bir referans ve gurur duyarak hatırladığım bir belgedir.

......... iki yıl sonra geri çekilerek Mardin'e tayin edildim.

O tarihlerde ......... Kuvvetleri Komutanı olan ........., beni şahsen tanır ve takdir ederdi. Zamanın Müsteşar Yardımcısına telefon edip, benim Kıbrıs gibi güvenli bir yere rotasyona tabi tutulmamı önermiş. Müsteşar Yardımcımız cevaben "benim Mafya ile ilişkili olduğumu" ve bu sebeple Türkiye'ye geri çekilmem gerektiğini belirtmiş. Esasında üzülerek belirtmek gerekirse bu Müsteşar Yardımcımızın kendisi bir çok karanlık ilişkinin içindeydi. Nitekim emekli oldu ve Kemal Horzum'un yanında çalışmaya başladı.

Mardin'de bir yıl kaldım. Bu bir yıl zarfında Teşkilatın ve Sıkıyönetim makamlarının takdirini kazanan bir çok başarılı operasyonu yürüttüm. 1982 yılında Karargahta, K/Esp bünyesinde kurulan Kaçakçılık Şubesine tayin edildim.

Ben Ankara'da göreve başlamadan önce Sıkıyönetim makamlarına silah kaçakçılığı ile ilgili bir ihbar yapılmış ve bu konuyla ilgili Genel Kurmay Başkanlığı'nda yapılan bir toplantıdan sonra Teşkilatça Dündar Kılıç'ın izlenmesine karar verilmişti. Artık Teşkilat'daki bazıları da kaçakçılık ile terör arasında doğrudan bir ilişki bulunduğu kanaatine nispeten katılıyorlardı.

Bakırköy Akıl Hastahanesinde çalışan ......... isimli bir doktor da Cumhurbaşkanlığı makamına Dündar Kılıç'ın bu hastahanede yürüttüğü kanunsuz faaliyetler hakkında önemli açıklamalarda bulunmuştu.

Neticede eski bir suçundan dolayı mahkumiyet kararı bulunduğu anlaşılan Dündar Kılıç'ın yakalanması ve cezaevine konulmasına karar verildi. Konunun Cumhurbaşkanlığınca yakinen takip edilmesine ve bu makamca İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına, Valiliğe ve Emniyet Genel Müdürlüğüne talimat verilmesine rağmen Dündar Kılıç güvenlik kuvvetlerince bulunup yakalanamadı!

Sonuçta alınan talimat üzerine o tarihlerde yakın koordine ettiğimiz Atilla Aytek'in başında bulunduğu Emniyet Kaçakçılık Daire Başkanlığına ait bir ekibi gizlice İstanbul'a yolladık. Teşkilattan birkaç personel de bu ekibe katıldı.

Ancak Dündar Kılıç'ın çok gizli tutulmasına rağmen operasyondan haberi olmuştu. Kendisine haber verenlerden biri Atilla Aytek'in Yardımcısı Tahsin Gürdal (halen Kemal Horzum'la birlikte çalışmaktadır), diğeri ise Teşkilat mensubu Hacı Ali Aslan'dı (Nuri Gündeş'in yakını).

Haber alıp saklanmasına rağmen özel ekip Dündar Kılıç'ı İstanbul'da yakaladı ve sorgulanmak üzere Müsteşarlık Karargahına getirdi. Planlamaya göre Dündar Kılıç'ın dışında Behçet Cantürk ve Abuzer Uğurlu da alınacaktı. Yeraltı dünyasına karşı kesif bir çalışma başlatılmıştı. Çok yakın çalıştığımız Emniyet Kaçakçılık Daire Başkanlığı bir çok yeraltı mensubunun yanı sıra Behçet Cantürk'ü de aldı.

Önemli isimlerin alınması yeraltı dünyasında panik yarattı. Birçoğu Türkiye'yi terk etti. Dündar Kılıç, Behçet Cantürk ve diğerleri yeraltı dünyasının uyuşturucu, silah, terör, cinayet ve casuslukla kaynaşmış karanlık dünyası ile ilgili önemli ifşaatlarda bulundular. Açıklamalarda çeşitli kesimlere mensup bir çok önemli isim yer alıyordu. Bu isimler arasında bazı Teşkilat personeli de vardı. Nuri Gündeş'in bana yönelik bitmek tükenmek bilmeyen husumetinin önemli bir nedeni bu husustur.

Soruşturma devam ederken, yeraltına yakın kaynaklardan bu görevden alınacağıma dair bilgiler gelmeye başladı. Ben bu söylentileri ciddiye almıyordum. Ancak kısa bir süre sonra Beyrut'a tayinim çıktı. Gerekçe olarak Beyrut'un zor bir post olduğu ve buraya benim gibi başarılı bir personelin planlandığı bildiriliyordu.

Bu tayine şiddetle karşı çıktım. Zamanın MİT Müsteşarı Burhanettin Bigalı'ya resmi bir dilekçe ile başvurarak bu tayinin yapılacağını yeraltına yakın kaynaklardan önceden öğrendiğimi, bunu Mafyaca yaptırılan bir tayin olarak mütalaa ettiğimi söyledim. Dilekçemi geri almam ve ailevi nedenler göstermem halinde tayinimi düzelteceğini, ancak eski yerimde kalamayacağımı belirtti. Belki, bazı şeyler onu da aşıyordu.

Neticede MİT Okuluna tayin edildim, Kaçakçılık Şubesi de kapatıldı. Herhalde soruşturmalardan alınan sonuçlar birilerini rahatsız etmişti.

MİT raporunun kaleme alınması zamanın Müsteşarı Hayri Ündül'ün bu konularda benden bilgi istemesi ile gündeme gelmiştir.

O tarihlerde Banker Bako olayı aktüeldi. Kaynaklardan bu konu ile ilgili birçok bilgi gelmişti. Bako ile ilgili bilgileri düzenlerken Müsteşarın talimatını da dikkate alarak konuyu genişlettim. "Raporu Banker Bako olayı, Yeraltı-Polis-Siyasetçi ilişkileri şeklinde hazırladım".

İlk hazırlanan rapor kısaydı. Müsteşar Yardımcımız Hiram Abas'a arz ettim ve raporu daha genişleteceğimi söyledim.

Hiram Bey raporu beğendi. O tarihte Başbakanlık Müsteşarı ......... İçişleri Bakanlığına vekalet ediyordu. "Bu Bako konusuna çok önem veriyorlar. Bu hali ile ......... bir nüsha götür, kendin teslim et" dedi. Talimatını yerine getirip ......... bir nüsha verdim, çok memnun oldu.

Daha sonra raporu arşiv bilgileri ile genişleterek, tamamladım. Bir nüshasını isteği üzerine Erkan Gürvit'e ben verdim. Diğer bir nüsha Hiram Bey tarafından zamanın Başbakanı Turgut Özal'a verildi.

Neticede, "MİT Raporu" olarak adlandırılan ve günümüzde ihtiva ettiği istihbari bilgilerin çoğunlukla doğruluğuna kanaat getirilen bu belgenin açığa çıkması, benim meslek hayatımın uzun bir süre için durmasına neden oldu, emekliliğimi istedim.

Beş yıl sonra yeniden mesleğime dönmem gündeme gelince ilk tepkiler raporda yer alan kişilerden gelmiş. Mehmet Ağar, Ünal Erkan ve Nevzat Ayaz bir toplantı sonrası zamanın Başbakanı Tansu Çiller'e yanaşarak "böyle bir haber aldıklarını, bunun Polis Teşkilatında infial yaratacağını söylemişler". Bu üstü kapalı tehdit tutmamış.

Yeniden mesleğe başladığımda kendi kendime bu konulardan uzak kalmaya söz verdim. Memleketime ve mesleğime faydalı işler yapmayı planlıyordum. Dönüşümden rahatsız olan çevreler ve bunların Teşkilat içindeki uzantıları buna yeterince imkan tanımadılar.

Susurluk kazası sonrasında bazı hakikatlerin ortaya çıkmaya başlaması, bu menfaat ve suç organizasyonunda büyük rahatsızlık ve telaş yarattı. Gündemi değiştirmek, projektörleri kendi üzerlerinden başkalarına çevirmek için senaryolar üretmeye, iftiralar atmaya başladılar. Televizyonlara çıkartılan PKK'lı itirafçılar ve Hanefi Avcı bu senaryoların bir parçasıydı.

Bu noktada, olayların tam ortasındaki insandan, Mehmet Ağar'dan bahsetmek istiyorum.

Mehmet Ağar'ı uzun yıllardan beri tanırım. Karargahta Kaçakçılık konularına bakarken bir gün eski bir memurum olan ......... arayarak İstanbul Asayiş Şube Müdür Yardımcısı Mehmet Ağar'ın hem Siyasal Bilgilerden hem de mahalleden (Bahçelievler) yakın arkadaşı olduğunu, bir sorunu için beni aramak istediğini söyledi. Telefonumu verebileceğini belirttim.

Aradı ve görüştük. İfadesine göre ünlü bir filmcinin de isminin geçtiği bir rüşvet olayına haksız yere adı karışmıştı. MİT İstanbul Başkanlığı bu hususu Karargaha yazmış, Karargahın bildirmesi üzerine İçişleri Müfettişleri soruşturma başlatmışlardı. Soruşturmanın MİT'in yazısı üzerine açıldığı Mehmet Ağar'a bildirilmişti.

İstanbul'a bir seyahatim vardı. Gittiğimde Bölge Başkanı Nuri Gündeş'e konuyu anlattım. Önce şiddetle reddederek kendisinin böyle bir yazı göndermediğini belirtti. Mehmet Ağar'ı ne kadar sevdiğini ve onun yardımlarını, hizmetlerini anlattı. Tarih ve numarasını verince yazıyı buldurdu ve okumadan imzalamış olabileceğini kabul etti. Neticede Nuri Gündeş müfettişlerle konuşarak olayı kapattırdı.

Bu olaydan sonra Mehmet Ağar bana son derece yakınlık gösterdi. İstanbul'a gidişlerimde beni havaalanından alıyor, dönene kadar hiç yalnız bırakmıyordu. O tarihlerde bekar olduğumdan, Ankara'ya geldiğinde evimde kalıyordu.

Bu yakın ilişki, kaçakçılık olaylarıyla ilgili çalışmalarımız arttığı nispette azaldı. Her taşın altından Mehmet Ağar çıkıyordu. Önce kendisini bir kaç kez uyardım. Bilahare yollarımız iyice ayrıldı.

Susurluk konusuna gelince; acaba bu olay tam manası ile çözülebilecek midir? Kanaatimce Susurluk olayının tam olarak çözülmesi zordur. Zor olmasının nedenleri şöyle sıralanabilir:

Son yıllarda iki tip illegal faaliyet yürütülmüştür. Bunlar devlet yararına olduğuna inanılan işler ile çıkar sağlamaya yönelik faaliyetlerdir. Her iki faaliyet de iç içedir. Hukuken bunları, bu suç, diğeri değil diye ayırabilmek mümkün değildir. Devlet yararına olduğuna inanılan işlerin ifşası hem ülkeyi zora sokabilir, hem de ifşa edenin "vatan hainliği" ile suçlanmasına neden olabilir.

Genellikle devlet yararına yapıldığına inanılan işler, belli bir emir ve komuta zinciri içinde yerine getirilmiştir. Emirleri icra eden kişiler, ulvi bir görevi yerine getirdikleri inancıyla bu işleri yapmışlardır. Ancak bu tip emirler çoğunlukla şifahen verildiği için, bu emri verenlerin sıkıştıklarında bu hususu inkar etmeleri ve suçu astlarına atmaları kuvvetle mümkündür. Hatta menfaate yönelik faaliyetlerde dahi icracı kişilerin bilmeden kullanılmış olması ihtimal dahilindedir.

Tamamına yansımasa dahi, bir çok olayda, her iki tip faaliyeti yürütenlerin aynı kişiler olduğu görülmektedir. Bu da şahısların menfaate yönelik suçlardan dolayı itham edilmesini zorlaştırmaktadır. Hukuk karşısında ağır neticeler getirebilecek olan diğer tip faaliyetlerin ortaya çıkma ihtimali emir ve komuta zincirindekileri telaşlandırmakta ve bu nedenle bu zincirdekiler menfaate yönelik suçları hiç bir şekilde tasvip etmeseler dahi, suçlu etrafında bir koruma halkası oluşturmaktadırlar.

Esasında suç işleyenlerin başlangıçta devlete hizmet felsefesi ile yola çıktıkları, gözlerinde çok büyüttükleri hedeflerini devletin imkanlarını kullanarak kolayca bertaraf ettikten sonra devletin gücünü kendi güçleri gibi gördükleri, kolayca elde edilen büyük rantlardan sonra devlet işlerini tamamen unuttukları, rahatlıkla ifade edile bilinir. Diğer önemli bir zorluk, resmi alanda her iki tip faaliyeti yürütenlerin asker, polis ve jandarma Teşkilatlarımıza mensup kişilerden oluşmasıdır. Kamu oyundaki her kirli olayın arkasında MİT vardır düşüncesinin aksine bu konularda MİT'in rolü, bu suç örgütleri ile irtibatlı birkaç kişi ile sınırlıdır. Yine de bu dörtlü arasında, askeri kimliğin yarattığı özel dokunulmazlık statüsü ile MİT'in kapalı oluşu ve kendine has mevzuatı, bütün suçların neticesine polisin katlanması gibi adil olmayan bir sonuca neden olmaktadır.

Bir diğer olumsuz faktör olayları delillendirmededir. Aradan bir hayli zaman geçmiş ve birçok iz silinmiştir.

Ancak bütün olumsuzluklara rağmen imkanlar zorlanmalı, suçluların bir şekilde cezalandırılmaları sağlanmalıdır.

Kanunlar, bir toplumun düzenini, refahını sağlamak, kişi haklarını korumak için konulan kurallardır. Bu bakımdan adalet dağıtanlar, "delil yetersizliği" ve benzeri gibi sebepleri ileri sürerek, mevki, makam, imkan, kudret gibi sübjektif ölçüleri göz önüne alarak, kanunların adeta "kanunsuzluğu" koruyan kurallar haline gelmesini sağlamaktan kaçınmalıdırlar. Bu bakımdan bu tip önemli davalara bakan savcı ve hakimlerin bu felsefeye yakın kişilerden seçilmesi, yeterli deliller olmasa bile "kamu yararını" gözetmeleri, "toplumun ve kendilerinin vicdanına" kulak vererek her türlü imkanı zorlamaları, kanunların tesis edilme nedeninin temel ruhuna ters düşmeyecektir.

Mahkemelerin dışındaki özel görevlendirilmiş kişilerin her iki tip faaliyeti araştırmaları ve hukuki geçerliliği olmasa da devlet adına bazı hakikatlere varmaları, en azından ileride alınması gereken tedbirler açısından yararlı olacaktır.

Ancak her iki şekilde de, ulaşılan bilgilerin gizli tutulması, politik amaçlı kullanılmaması zaruridir.

Konuların iyi değerlendirilmesi için verdiğim uzunca bilgilerden ve yorumumdan sonra günümüze dönmek ve Hanefi Avcı ile Dündar Kılıç'ın şahsımla ilgili iddialarını yanıtlamak istiyorum.

Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı'nın 04.02.1997 tarihinde TBMM Susurluk Araştırma Komisyonuna verdiği ifadedeki beni ve dolayısıyla Teşkilatımı ilgilendiren şu hususlar bir araya getirilip toparlandığında, aşağıdaki iddiaları ihtiva ettiği görülmektedir:

Hanefi Avcı'nın bu beyanları daha da somut bir hale getirildiğinde şu iddiaları içermektedir:

a) Milli İstihbarat Teşkilatının PKK ile mücadele için hukuk dışı bir örgüt kurduğu ve bu örgütün başına Mehmet Eymür'ün getirildiği.

b) Mehmet Eymür ve arkadaşlarının çek ve senet tahsilatı yapan kanunsuz kişilerle birlikte maddi menfaat temin etmeye yönelik faaliyet yürüttüğü, bu çetenin,

c) Yargısız infaz ve cinayetler yaptığı,

d) Bombalama faaliyetlerinde bulunduğu,

e) Bütün zengin, yabancı ve azınlık işadamlarını haraca tabi tuttuğu,

f) Çocuk kaçırdığı,

g) Tehditle para aldığı,

h) Mehmet Eymür ve ekibinin MİT içerisinde memuriyet, hiyerarşi ve kanundışı keyfi bir konumda bulunduğu,

i) Mehmet Eymür'ün Kıbrıs'ta bir bankaya gizli ortak olduğu,

j) Mehmet Eymür ve çetesinin Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım ve Hadi Özcan'la görüştüğü ve işbirliği yaptığı,

k) Mehmet Eymür'ün Mehmet Ali Yaprak'ın ikinci kez kaçırılmasına azmettirdiği,

l) Bütün bu olayların Mehmet Eymür-Mehmet Ağar çatışması nedeniyle gerçekleştiği.

İddialara Cevaplar:

1. Öncelikle Hanefi Avcı'nın iddia ettiği gibi, MİT Müsteşarlığında PKK ile hukuk dışı yollarla mücadele etmek, daha doğrusu Hanefi Avcı'nın kastettiği manada "yargısız infazlarda bulunmak" için özel bir grup oluşturmuş mudur?

Kanaatimce bu yalan beyanın doğrudan muhatabı Müsteşarlık makamı olmalıdır.

Diğer taraftan bahsi geçen şahıslardan Kaşif Kozinoğlu benimle kısa bir müddet çalışmıştır. Makamlarınca bu personelle ilgili menfi kanaatlerim bilinmektedir.

Bahsi geçen şahıslardan Hadi Özcan ile hiç bir irtibatım ve doğrudan veya dolaylı ilişkim olmamıştır.

Yeşil kod Mahmut Yıldırım ile ilgili konular makamlarınca bilinmekte olup, bu konuda verilmiş olan arz notları ve raporlar dışında ilave edilecek herhangi bir husus yoktur.

2. Behçet Cantürk, Savaş Buldan ve diğer beş-on yargısız infazla ilgili tarafıma yöneltilmiş doğrudan bir suçlama yoktur. Ancak benzeri suçlamalar daha önce yapılmıştır. Bu tarihlerde görevde olmadığımı belirtmemin yeterli bir cevap olacağını sanıyorum.

3. Benim ve maiyetimde çalışanlardan herhangi bir personelin kişisel menfaat temin etmeye yönelik eylemlerde bulunması bahis mevzuu değildir. Meslek hayatım bu tip kişilerle mücadeleyle geçti. Bir takım kanunsuz eylemleri resmî görev-devlet işi, gibi göstererek çıkar sağlamamız, İstanbul'da bütün zengin, yabancı ve azınlık işadamlarının haraca tabi tutmamız, kimi insanların çocuklarını kaçırarak, kimi insanları da tehdit ederek paralarını almamız, benim ve grubumun MİT adına değil, kendi adımıza faaliyet göstermemiz, benim MİT içerisinde, Sn. Müsteşardan farklı bir konumda hareket etmem hususları insafsızca uydurulmuş yalanlardır.

4. Biri Teşkilatın elemanı olan iki İranlı'nın kaçırılması ve öldürülmesi olayı kanaatimce Mehmet Ağar - Abdullah Çatlı grubunun işidir. Bu konuda makamlarına detaylı bilgiler sunulmuştur.

Aynı tarihlerde Ankara Em. Müdürü Orhan Taşanlar'ın, gözaltına aldığı Yeşil Kod Mahmut Yıldırım'ı bana ve Teşkilatımıza monte etme çabaları da makamlarınca bilinmektedir. Esasında Yeşil'in telefonlarını, bankasını, hesap numarasını ve havale edilen parasını detaylı olarak bilen Hanefi Avcı'nın neden adı geçeni yakalatmadığı, Orhan Taşanlar'ın Yeşil'i neden serbest bıraktığı hususları araştırılması gereken konulardır.

5. Nurullah Tevfik Ağansoy ile herhangi bir ilişkim olmamıştır. Bu husus Yavuz Ataç'ın kendisine sorulmalıdır. Yavuz Ataç ile ilgili kanaatlerim müteaddit vesilelerle Teşkilatın üst kademelerine ve makamlarına sunulmuştur.

6. Alaattin Çakıcı ve Erol Evcil'in Yavuz Ataç ile ilişkileri daha önce teferruatlı olarak sunulmuştu. Bu olayla, ölümden kurtulan Adil Öngen'le olan yakın dostluğum dışında bir ilişkim yoktur. Bu konunun da Yavuz Ataç' tan sorulması gerekir.

7. Hadi Özcan'la daha önce de belirttiğim gibi herhangi bir ilişkim olmamıştır. Personelim Duran Fırat, güvendiğim, riskli görevlere yolladığım, üstün vasıfları bulunan bir kimsedir. Geniş bir ilişki ağı ve o nispette istihbarat toplama imkanı olan bir personeldir. Ülkeye ve Teşkilata yararlı üstün hizmetleri olmuştur. Tarafımdan tespit edilmiş herhangi bir menfi yönü yoktur. Benim hiç bir zaman kirli bir işim olmadığı için Duran Fırat'ın da böyle bir faaliyette bulunması bahse konu olamaz.

8. Tarık Ümit ile ilgili bilgilerim makamlarınca da malumdur. Kıbrıs'taki bankaya gizli ortaklığım yalandır. Hayatımın hiç bir döneminde özel hayatımla ilgili gizli bir işim olmadı. Teşkilata ait telefonları dinleyen Hanefi Avcı'nın ......... konusundaki çalışmalarımızı saptırarak böyle bir iftiraya baş vurduğu anlaşılıyor.

9. Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılması olayında rol aldığım konusu yine dinlenen telefon konuşmalarının saptırılması ile ilgilidir. Bu konuda bazı elemanlarca bilgim dışında ismimin kullanıldığı hususu makamlarına teferruatlı olarak sunulmuş ve soruşturma açılması önerilmişti. Olayla ilgili başkaca bir bağlantım yoktur. Bu konuda en geniş bilgi sahibi olan personelimiz .......... Ayrıca konu ile ilgili olarak elemanlarla görüşme raporları ve ses bantları mevcuttur.

10. Benim Mehmet Ağar ve çevresi ile yıllardan beri çekiştiğim doğrudur. Ancak bu kişisel bir çekişme olmayıp, mesleğimin gereği olarak yürüttüğüm ve yürütmem gerektiğine inandığım bir mücadeledir. Bu bir fazilet mücadelesidir.

Neticede Hanefi Avcı benimle ilgili olarak son derecede ciddi, önemli ve ağır cezayı gerektiren isnatlarda bulunmuştur. Ancak bütün bu isnatları yalanlar üzerine kurulu ve kasıtlı olduğundan, Hanefi Avcı suçlamaları genel bir anlatım tarzı içinde yapmış ve bu suçlamalar ile ilgili müşahhas örnekler verememiştir. Yukarıda madde madde belirtilen iddialarla ilgili hiç bir somut örnek yoktur. Hanefi Avcı, suçlamalarını "telefon irtibatlarına" dayandırmakta ve ifadesinde sekiz kez "telefon bağlantılarını incelediğiniz zaman" gibi bir gerekçe ortaya koymaktadır.

Gerçek olan bir husus Hanefi Avcı'nın MİT'e ait telefonları ve özellikle tarafımdan kullanılan telefonları dinlediğidir ve makamlarınca malum bazı gizli faaliyetlerimize hulul ettiğidir. Hanefi Avcı, bunları çarpıtarak, yönünü değiştirerek ve ilaveler yaparak kullanmaya kalkmıştır.

Hanefi Avcı'nın Milli İstihbarat Teşkilatı'nın mevzuatı gereği yürütülen istihbari ve operasyonel faaliyetlere, telefonları dinlemek suretiyle hulul etmesi ve elde ettiği faaliyet bilgilerini kasıtlı olarak saptırarak, bunlara ilaveler yaparak bunları bir suçmuş gibi açıklaması, daha önce yukarıda bahsettiğim yapılanmanın ne kadar tehlikeli bir hale geldiğinin somut bir delilidir. Müsteşarlığı, içinde çetelerin oluştuğu denetimsiz bir kuruluş gibi tarif eden bu beyanlar aynı zamanda Müsteşarlık makamının yetki ve sorumluluğuna tecavüz eden bir davranışı da sergilemektedir.

Dündar Kılıç'a gelince,

Öncelikle Dündar Kılıç, TBMM Susurluk Araştırma Komisyonunca neden dinlenmiş ve bu ifadeler alınmıştır?

Komisyonu, Susurluk olayı ile hiç bir ilgisi olmayan Dündar Kılıç'ı dinlemek üzere kim ikna etmiştir?

Sabıka dosyası cinayet, gasp, kaçakçılık, tehdit, sahtekarlıkla dolu, bu ülke için askerlik görevini bile yapmaktan imtina etmiş, kokain kullanmaktan beyin fonksiyonlarını kaybetmiş adi bir suçlunun, komisyon üyeleri önünde, bana, yıllarca şeref ve haysiyetinle çalışmış ve devlette belli bir kademeye gelmiş bir güvenlik görevlisine küfür etmesini sağlatan kim?

Bence olayın düğüm noktası burada. Sorgusunu yapıp 5 yıl cezaevinde kalmasını sağladığım Dündar Kılıç'ın beni methetmesi her halde düşünülemez.

Özetle, Dündar Kılıç'ın söylediklerinin tamamen yalan, iftira ve ciddiye alınmaması gereken isnatlar olduğunu, böyle bir şahsın benimle ilgili çirkin isnatlarının TBMM kayıtlarında bulunmasını üzüntü ile karşıladığımı bu vesile ile belirtmek istiyorum.

Sonuç olarak, dolu dolu yaşanan bir meslek hayatında, hata ve kusurlarım olabileceğini kabul ediyorum. Ancak bu yaşıma kadar ahlaki ve menfaate yönelik en ufak bir kara lekem olmadı, herhalde bundan sonra da olmaz. Yıllardan beri her hareketimi dikkatle araştıran Hanefi Avcı'lar, Dündar Kılıç'lar hiç bir açığımı bulamadıkları için "çamur at izi kalır" taktiğini kullanıyorlar. Bu sebeple her türlü idari ve adli soruşturmaya açık olduğumu makamlarına vurgulamakta özellikle yarar görüyorum.

Emir ve tensiplerine saygı ile arz ederim. Mehmet Eymür


11. M. Ali Yaprak'la ilgili bant

Sual:

"07/10/97 Yaprak TV'nin sahibi Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılması ile ilgili bir bandın M. Eymür'de olduğu iddia edilmiştir.

Müsteşarlıkta bu olayla ilgili sadece bir haber raporu bulunduğu belirlenmiştir. Bu itibarla M. A. Yaprak'ın kaçırılma olayları hakkında herhangi ses veya görüntü bandının olup olmadığı, var ise yeri ve kaçırılma konusuyla ilgili bilgilerinizin ivedi bildirilmesini."

Cevap:

08/10/97 Yaprak TV'nin sahibi M. A. Yaprak'ın kaçırılması ile ilgili bir banttan bahsedilmiş fakat bu bant bana veya üniteme intikal etmemiştir. Ancak;

1. Olaya karısan eski eleman ...... ile vaki görüşme raporları ile ses bandı (muhtemelen görüntü bandı da olabilir) Müsteşarlıkta mevcuttur. Bu görüşmeleri yapan personelin konu hakkında bilgisine başvurula bilinir.

2. Olayla ilgili olarak, gerek elemanı Müsteşarlığa takdim eden İ.B.'ın gerekse de benim Sayın Müsteşar'a tevdi ettiğimiz raporlar bulunmaktadır. Bu raporlarda detaylı bilgiler mevcuttur.

3. Birçok asılsız iddiaya hedef olan M. Eymür'ün Teşkilatın bilgisi dışında yürüttüğü herhangi bir faaliyet olmamıştır.

Yürütülen faaliyetler ile ilgili dokümanlar ise muhakkak Müsteşarlık veya ilgili makamlarda bulunmaktadır. Bu bakımdan kaynağı belirtilmeyen bu tip iddialara makamlarınca itibar edilmemesi ve iddia kaynaklarının amaçlarının araştırılması uygun mütalaa edilmektedir. İddianın nereden vaki olduğu bildirildiği takdirde ayrıca bir değerlendirme yapılabilecektir.


12. Hadi Özcan'la bir MİT mensubunun konuşması

Sual: "26/01/98 Arena'da yayınlanan Susurluk raporu programında aşağıdaki metindeki konuşmanın Hadi Özcan ile bir MİT mensubu arasında geçtiği açıklaması ve canlandırması yapılmıştır. Bu konuşmanın kiminle yapıldığı veya detayları konusundaki bilgilerinizin ivedi bildirilmesini.

"Şimdi sizlere Kocaeli çetesinin lideri olarak tanınan Hadi Özcan ile bir MİT görevlisinin yaptığı görüşmenin rapora yansıyan bölümünü sunmak istiyoruz:

MİT görevlisi: Efendim?

Hadi Özcan: Nasılsın abı?

MİT Görevlisi: Hadi hocam. Sen mısın?

HÖ: Benim abı. Bir ricam var senden

MİT Görevlisi: Söyle

Hadi Özcan: Veli Albay anormal derecede yükleniyor şimdi.,özellikle bu Kürşat hadiselerinden sonra yükleniyor.

Tahminim Sedat PEKER. bağ kurdular herhalde veya Kürşat kendisi onlara bir şeyler dedi.

MİT Görevlisi: Sedat'ın kanalıyla olmuştur.

Hadi Özcan: Belki de. buna bir şey söylettiremez miyiz abı ya?

MİT Görevlisi: Şimdi Veli Albay ile Aydın'ın durumu nasıl? İyi mı onlar?

Hadi Özcan: Burada abı 30-40 kişiyiz biz. Tombaladan bir ay içinde en az 10 milyar lira kazandık. Şimdi biliyorsunuz kadın satmak serbest. Tombalalara engel oluyorlar. Şimdi kıs günü 50'ser milyon lira versem 40 kişiye, 2 milyar lira yapıyor. 4 milyar lira para dağıttım. Kimsede 1 lira yok vallahi billahi abı.

MİT Görevlisi: Sen Hacı'ya söyle. onun jandarmada tanıdığı çok. Benim yok vallahi.

Hadi Özcan: Kasıt yapıyor bu Veli Albay bunu."

Cevap:

Bahse konu Hadi Özcan tarafımdan tanınmamaktadır. Kendisi ile ne doğrudan ne de dolaylı bir temasım ve telefon irtibatım olmamıştır. Keza beraber çalıştığım arkadaşlarımın arasında da Hadi Özcan'ı tanıyan herhangi bir personel yoktur. Hanefi Avcı'nın ifadelerinden Teşkilat mensuplarından Yavuz Ataç, Kaşif Kozinoğlu, Duran Fırat ile Kontr Terör Merkezine ait ve operasyonel amaçla çeşitli kişilerce kullanılan bazı cep telefonlarının da polisçe kanunsuz bir şekilde dinlendiği anlaşılmaktadır. Bu bakımdan adı gecen personel ile bu telefonları kullanan kişilerden konunun sorulması uygun olacaktır.

Görüşme metninde "Hacı" lakabı ile anılan ve jandarmada çok tanıdığı olan kişi büyük bir ihtimalle Yeşil kod Mahmut Yıldırım'dır. Hadi Özcan'la görüşen Mahmut Yıldırım'ın telefonu yanında bulunan personelimizden birine vermiş olması veya yine Mahmut Yıldırım'ın personelimize ait telefon numarasını Hadi Özcan'a vererek personelimizi aratmış olması mümkündür. M. Eymür


13. Radikal Gazetesine Demeç

Sual:

"03/02/98 İlgilerde belirtilen mevzuat, tüm kamu görevlilerinin izin almaksızın basın ve TV'ye herhangi bir demeç veya bilgi vermelerini yasaklamıştır. 657 sayılı kanunun 15.maddesı ''devlet memurları,kamu görevleri hakkında basına, haber ajanslarına veya radyo, televizyon kurumlarına bilgi veya demeç veremezler. Bu konuda gerekli bilgi ancak bakanın yetkili kılacağı görevli, illerde valiler veya yetkili kılacağı görevli tarafından verilebilir.'' aynı yasanın 125/c-g bendi ''yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya Radyo/TV kurumlarına bilgi veya demeç vermek'' fiilinin aylıktan kesme cezası ile tecziyesini öngörmüştür.

Hal böyle iken herhangi bir izin almaksızın ve bilgi vermeksizin 02.02.1998 tarihli Radikal Gazetesine bir demeç verdiğiniz görülmüştür. Bu nedenle mevcut mevzuata rağmen tarafınızdan bu tür beyanat vermeyi gerektirecek nedenlerin, gerekçeleri ile birlikte ivedi bildirilmesini."

Cevap:

04/02/98 Radikal Gazetesi ve bugün Hürriyet'te çıkan yazı benim beyanatım değildir. Bu konuda herhangi bir çalışmam, hazırlığım veya benden kaynaklanan herhangi bir teşebbüs olmamıştır. Susurluk konusu gazetecilerin ilgisini çektiğinden bu konuda devamlı suallere muhatap olunmaktadır. özellikle Sn. Başbakanın yakın tarihte telefonlarının dinlenmesi ile ilgili olarak şahsımı yeniden suçlaması ve kamuoyuna açıklanan Kutlu Savaş'ın raporundan sonra ABD ve Türkiye'deki basın mensupları tarafından devamlı aranıyorum. Mümkün olduğunca şahsen ve telefonla muhatap olmamaya çalışmama rağmen bu her zaman kabil olmuyor.

Avni Özgürel isimli gazeteci sefarete faks yollayarak birçok sual sormuş. Bilahare bana telefon ile de ulaştı.

Kendisine ilgi mevzuatı belirterek sözlü veya yazılı bir beyanat veremeyeceğimi, bunun için Teşkilatın izni gerektiğini söyledim. Israrı karsısında atlatmak için izin almaya çalışacağımı ve kendisini cevaplayacağımı belirttim. Bu arada telefonda sohbetvari konuştuk. Herhalde bunları kendi üslubu ile kullanmış. Ancak buradan Radikal'e ulaşamadığımdan ne yazdığını tam olarak bilemiyorum.

Bugün Hürriyet Gazetesinde yer alan (Internet'te görülen) haber ise şu şekilde gelişti.

Hürriyet Washington temsilcisi Esen Ünür Benim sınıf arkadaşımdır. Burada resmi davetler dahil birçok vesile ile zaman zaman bir araya geliyoruz. Geçenlerde bekar olduğu ve ev yemeklerini özlediği için eve yemeğe davet ettim. Doğal olarak o gece güncel olan Susurluk konusu bir hayli konuşuldu. Radikal'de benimle ilgili haber çıkınca o da Gazetesinden gelen baskılar sonucunda böyle bir yazı hazırlamış. Benden habersiz yaptığı bu icraatından dolayı kendisine üzüntülerimi bildirdim.

Bu açıklamadan sonra ayrıca ilave etmek istediğim bazı hususlar var.

Uzun sureden beri hakkımda asılsız ve çirkin iddialar öne sürülmekte ve bu iddialar basında ve televizyonlarda yer almaktadır. Buna rağmen şimdiye kadar mahkemeler hariç herhangi bir açıklamada bulunmadım. Ancak bu tecavüz artık sabrın sınırlarını zorlar dereceye gelmiştir. İlgide bahse konu kamu görevlilerinin beyanat vermesi ile alakalı mevzuatın Anayasa'da yer alan kişilik haklarımı korumaya engel bir neden olarak mütalaa edilmesi düşünülemez.

Başbakan tarafından bir rapor açıklanıyor. Bu raporda ben sanki Teşkilatın bir mensubu değil de kendime çalışan bir kişiymişim gibi ismen teşhir edilerek çok ağır bir şekilde suçlanıyorum. En kanlı katil Yeşil trilyonlarca lira para almış, paraları yöneticilerine vermiş, yöneticisi kim? Mehmet Eymür. Yeşil'i Emniyet'ten kim kurtarmış? Mehmet Eymür. Yeşil'i MİT'te kim tedavi ettirmiş? Mehmet Eymür. Beni arayan Kutlu Savaş ile konuşuyorum. Bu bilgiler Teşkilatınızın verdiği bilgiler diye bana cevap veriyor.

Bir devlet memuru olan Kutlu Savaş basına beyanatlar veriyor. Hanefi Avcı televizyonlara çıkıp konuşuyor. Kimse onlara mevzuatı hatırlatmıyor. Yaptığımız en gizli faaliyetler (ve MİT diye değil Mehmet Eymür diye veriliyor), elemanlar ortalarda, gazete sayfalarında, herkesin ağzında. çirkin ve ağır suçlarla suçlanıyorum, Teşkilatın bir bütün içinden verdiği enstantane bilgiler aleyhime kullanılıyor. Butun bunlardan sonra karargahım benden, bu saldırılara karsı kendimi koruduğum için ceza maddesini de belirterek hesap soruyor. Böyle bir mekanizma olur mu?

Artık Teşkilat adına yürüttüğüm faaliyetlerle ilgili gizlenecek hiç bur husus kalmadığından yargılanmayı, adalet önünde suçlamalara cevap vermeyi bekliyorum ve arzuluyorum. Zira o takdirde neyin doğru neyin yanlış olduğu ortaya çıkacaktır ve Benim de konuşma hakkım doğacaktır. Böyle bir yargılamaya gidilmediği takdirde bu iftiralar ve haksızlıklara karsı ben hukuki yollara başvuracağım. Bir netice alamasam dahi kendimi savunma imkanını o şekilde bulabilir, devlet memuru, gizlilik, mevzuat gibi gerekçelerle tek taraflı hırpalanmaktan kurtulabilirim.

Uygun görüldüğü taktirde makamlarınla ve Başbakanla bu konularla ilgili olarak görüşmek üzere Ankara'ya gelmek istiyorum. M. Eymür

Cevaba cevap:

"06.02.98 1. 06.02.1998 (cuma) günü aksamı ATV'deki siyaset meydanı programında Susurluk ile ilgili bir acık oturum düzenlenecektir. M.Eymür'ün de bu programa katılması için ilgili TV kurulusundan yapılan talep reddedilmiştir. Bu konuda size vaki olacak talepleri karşılamayınız ve anılan programa katılmayınız.

2. Radikal ve Hürriyet gazetelerindeki beyanatlarınızla ilgili fotokopiler Ek'tedir.

3. 02.02.1998 tarihinde saat 22.00 de kanal-9 da düzenlenen bir programda Avni Özgürel sizinle yaptığı telefon görüşmesini banttan dinlettirmiştir.

İlgilerde de belirtildiği üzere devlet memurlarının izin almaksızın beyanat vermeleri yasalar çerçevesinde kesinlikle yasaktır. Bu konularla ilgili olarak beyanat vermeniz ikinci bir emre kadar yasaklanmıştır.

İlgi emirler çerçevesinde bu konu ile ilgili görüşeceğiniz kişiler hakkında bilgi vermeniz yanlış anlamaları önleyecektir.

Nitekim resmi makamlardan sizin beyanatlarınızın içeriği ve nasıl verildiği yolunda istek yapılmıştır. Bu tür bilgiler, sizin nitelemeniz dışında gazeteciler tarafından kamuoyuna demeç olarak duyurulmaktadır.

4. teşkilatın kendisini ve mensuplarını her zeminde savunduğu ve savunmaya devam edecek gücü olduğu çok iyi bilinmektedir. Ayrıca kişilerin haksızlıklar karsısında olsa dahi sıfatları gereği ve izin almaksızın medyada kendilerini savunmaları mümkün değildir. Savunmanın hangi zeminlerde yapılacağı yasalarla belirlenmiştir. Bu da sizin şahsi dava açma dahil çeşitli hukuki ve idari yollara başvurmanız ile mümkündür.

Teşkilatımız dışındaki kamu kurum ve kuruluşlarındaki personelin beyanları ile ilgili yasal işlemlerin kurumlarınca yapılabileceği malumlarıdır.

5. Kutlu Savaş'ın kullandığı bilgilerin Teşkilat tarafından verilen bilgiler olduğu şeklindeki beyanlarının, sizi tahrik ederek konuşturmaya yönelik olduğu değerlendirilmektedir. Kutlu Savaş a verilen bilgiler, sizce de malum olan arşivlerimizdeki kayıtlı bilgiler olup aleyhe değil tamamen leyhe yöneliktir.

Sizin daha önce geçirdiğiniz deneyimler ve bunca yıllık Servis mensubu olmanız, bu tür tahriklere kapılmamanız için yeterli nedendir.

6. Sızı arayan Kutlu Savaş ile konuştuğunuzu belirtmektesiniz. Anılan ile yaptığınız görüşme raporu ile şahsin tutumu ile ilgili şahsi değerlendirmenizi de bildiriniz.

7. Bu aşamada Ankara'ya gelmenize gerek yoktur (menfi). resmi makamların Böyle bir ihtiyaç belirlemesi halinde durum ayrıca değerlendirilecektir."


Ankara'ya çağrılma:

"07.02.98 En seri vasıta ile, Pazartesi veya Salı günü Ankara'ya gelmeniz gerekmektedir. Gereğini"


14. Ankara'da Yeniden İstenen Radikal ve Hürriyet'le İlgili Savunma:

Savunma isteği

Mehmet Eymür Washington MİT Temsilcisi

Mit temsilcisi olarak bulunduğunuz Washington'da basın mensuplarına yaptığınız açıklamaların;

-02 Şubat 1998 tarihli Radikal Gazetesi'nde Avni Özgürel, -Aynı tarihli Hürriyet Gazetesi'nde Esen Ünür imzasıyla yayınlandığı, -Ayrıca yine aynı tarihte Avni Özgürel'in bir televizyon programında tarafınızla yaptığı ileri sürülen bir telefon görüşmesini banttan dinlettiği, iddia olunmaktadır.

Bu davranışlarınızın;

- 28.02.1995 tarih ve 18 no.lu Müsteşarlık Prensip Emrinde de yer verildiği üzere, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun "Basına Bilgi veya Demeç Verme" başlıklı değişik 15.nci maddesinde belirtilen; "Devlet Memurları, kamu görevleri hakkında basına, haber ajanslarına veya radyo-televizyon kurumlarına bilgi veya demeç veremezler. Bu konuda gerekli bilgi, ancak Bakanın yetkili kılacağı görevli, illerde Valiler veya yetkili kılacağı görevli tarafından verilebilir." hükmüne ve bu konuda yayımlanan,

- 25.09.1997 tarih ve 59 sayılı Başbakanlık genelgesinde, - MİT Müsteşarlığının 28.02.1995 gün ve 18 no.lu "Koruyucu Güvenlik" konulu Prensip Emrine. - MİT Müsteşarlığının 23.07 1987 gün ve 2 no.lu "Basınla İlişkiler" konulu prensip Emrine, - MİT Personel Yönetmeliğinin "Personelin Uyması Zorunlu Teşkilat Metod ve Prensipleri" başlıklı 8.nci maddesinin "f" bendinde belirtilen "Hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçla beyan ve eylemde bulunmamak" ile "s" bendinde belirtilen "Genel disiplin hükümlerine uymak",

hususlarına aykırı olarak değerlendirilmektedir.

Yukarıda değinilen hususlara ilişkin savunmanızı, Teftiş Kurulu Başkanlığı aracılığıyla en geç 8 (sekiz) gün içerisinde Müfettişliğimize göndermenizi rica ederim. Ersan Melek, Başmüfettiş

Verilen cevap:

27.02.1998 Sayın Ersan Melek Başmüfettiş

İlgi a: Başmüfettiş Ersan Melek'in 25.02.1998 tarih ve 10.1.000.01.001-9850-38 sayılı savunma isteği.
İlgi b: Müsteşarlığın 03.02.1998 tarih ve 11.021.04.156.287126/27 sayılı mesajı. İlgi c: Washington Temsilciliği'nin 04.02.1998 gün ve 16 sayılı mesajı.
İlgi d: Müsteşarlığın 06.02.1998 tarih ve 287136 sayılı mesajı.
İlgi e: Müsteşarlığın 07.02.1998 tarih ve 11.021.04.156.287137/90 sayılı mesajı.

Savunmam istenilen konuda ilgi (C) mesaj ile belirtilenler dışında ilave edilecek bir husus bulunmamaktadır. Mehmet Eymür, Washington Temsilcisi


15. Washington'da Basın Mensuplarına Demeçler

Sual:

"13/03/98 Teftiş Kurulu Başkanlığından alınan bir yazıda, Müsteşarlık emri gereği yürütülen bir soruşturmayla ilgili olarak halen Washington MİT temsilcisi olan M. Eymür den aşağıda yer alan hususların cevaplandırılmasının temini ile Teftiş Kurulu Başkanlığına gönderilmesi istenmiştir.

- MİT temsilcisi olarak atandığınız Washington da basın mensuplarına demeçler verdiğiniz ve açıklamalarda bulunduğunuz medyadan öğrenilmiştir.

Konuyla ilgili olarak, hangi yayın kuruluşlarından kimlere, ne zaman, ne gibi açıklamalarda bulunduğunuz hususlarının detaylı ve ivedi bildirilmesini."

Cevap:

13/03/98
1. Basına demeçler verdiğim açıklamalarda bulunduğum hususu doğru değildir. Bu konuda daha önce mesajla bilgi verilmiş olup bu husus Başmüfettiş Ersan Melek'e yazılı olarak bildirilmiştir. Daha önce de belirtildiği gibi bir demeç veya beyanat verme söz konusu olmamıştır. Ayrıca, anayasa tarafından teminat altına alınan kişilik haklarıma vaki yazılı veya sözlü bir saldırının, şahsıma yönelik yalan bir haberin düzeltilmesi veya tekzibinin de beyanat verilmiş şeklinde mütalaası da mümkün değildir.

2. ABD'ye döndükten sonra sadece, yakın tarihte ev telefonumdan Beni arayarak Cumhuriyet Gazetesinde kendi imzası ile hakkımda bir yazı çıktığını, bu yazının kendi yazısı olmadığını ve Ankara'da ilaveler yapıldığını söyleyen Fuat Kozluklu isimli gazeteci ile muhatap oldum. Kendisine yazıyı görmediğimi, zaten artık ne yazarlarsa yazsınlar cevap vermeyeceğimi ve aldırmadığımı söyledim. Amerika'ya yerleşiyor musunuz diye sorusuna da Böyle bir şeyin mevzubahis olmadığını, burada görevli olarak bulunduğumu, başkaca bir sualine de cevap vermek istemediğimi belirttim. Bu kısa konuşma dışında herhangi bir konuşmam olmadı. M. Eymür


16. Adil Öngen'in Korumaya Alınması

Sual:

"13/03/98 Teftiş Kurulu Başkanlığı'ndan gelen bir yazıda, Müsteşarlık emri gereği yürütülen bir soruşturmayla ilgili olarak M. Eymür'den aşağıda yer alan hususların cevaplandırılmasının temini ve Teftiş Kurulu Başkanlığına gönderilmesi istenmiştir.

- Yürütülmekte olan bir soruşturmada, Alaattin Çakıcı tarafından cezalandırılmakla tehdit edilen Adil Öngen isimli şahsin, 1996 yılı Mayıs ayından sonra, Teşkilat mensuplarınca korunmaya alındığı iddiaları ile ilgili olarak,söz konusu iddiaların doğru olup olmadığı, kaç kişinin görevlendirildiği, bu görevlilerin isimleri,bu görevin ne kadar devam ettiği,Adil Öngen'in korunmaya alınması konusunda herhangi bir talimat alınıp alınmadığı hususlarındaki bilgilerin ivedi gönderilmesini."


17. M. Ali Yaprak'ın Kaçırılışı

Sual:

"14/03/98 Teftiş Kurulu Başkanlığı'ndan gelen bir yazıda, Müsteşarlık emri gereği yürütülen bir soruşturmayla ilgili olarak M. Eymür'den aşağıda yer alan hususların cevaplandırılmasının temini ve Teftiş Kurulu Başkanlığına gönderilmesi istenmiştir.

1. Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılışı ve gelişmeleri ile ilgili bilgileriniz nelerdir?

2. 16 aralık 1996 tarihli arz notundan (MİT Müsteşarı'na) önce, üst makamlara konuya ilişkin,

a. Yazılı bir başka not verilmiş midir? Verildiyse ne talimat alınmıştır? Şayet talimat alındıysa bu talimatı içerir bir evrak var mıdır?

b. Alınan bilgiler aranır durumdaki Abdullah Çatlı ve bir eylemle ilgili olmasına rağmen ilgili makamlara anında neden bilgi verilmemiştir?

3. İ.B. ve M.S. tarafınızdan Mehmet Ali Yaprak ile görüşmeleri için G. Antep'e gönderilmişler midir? Bu görüşmenin amacı nedir?

4. Sizin ünitenizin personeli olmamasına rağmen İ.B.'ın ünitenizin Elemanı ile sürekli görüşmesini neden engellemediniz? İ.B.'ın tarafınıza şifahi olarak verdiği bilgiler için Servis metod ve prensipleri doğrultusunda niçin temas raporu düzenlettirmediniz?

hususlarındaki yazılı ifadenizi en geç 17 mart 1998 Perşembe gününe kadar Teftiş Kurulu Başkanlığında bulundurmanızı."


18. Mahmut Yıldırım (Yeşil)'la İlişki

Sual:

"16/03/98 Teftiş Kurulu Başkanlığından intikal eden bir yazıda,Müsteşarlık emri gereği yürütülen bir soruşturmayla ilgili olarak halen Washington MİT temsilcisi olan M. Eymür'den aşağıda yer alan hususların cevaplandırılmasının temini ve en geç 19 mart 1998 tarihine kadar Teftiş Kurulu Başkanlığına gönderilmesine istenmiştir.

- Mahmut Yıldırım (Yeşil) ile ilk kez ne zaman tanıştınız? Yeşil'i size kim tanıştırdı?

- Yeşil'in dosyasında kendisi ile temas kurulmaması için İç İstihbarat Başkanlığının 17.3.1992 tarihli emri bulunmasına rağmen adı geçeni neden tekrar ele aldınız?

- Yeşil'in kullanıldığı operasyonlar hangileridir? Yurtdışında bazı operasyonlarda kullanıldığı bilinen Yeşil, yurt içinde hangi operasyon veya görevlerde kullanılmıştır?

- Yeşil'in yurtdışı operasyonlarda kullanıldığı sahte belgeler (pasaport, kimlik, ehliyet vs.) Nerede yapıldı? Operasyon dönüşü bu belgeler kendisinden alındı mı? İmha edildi ise kim tarafından imha edildi?

- 12.2.1997 tarihinde İçişleri bakanı Meral Akşener'e yazmış olduğunuz mektup ile ilgili olarak Müsteşarlıktan gerekli müsaadeyi aldınız mı?

- Yeşil'in Antalya'daki evinin alınmasında katkınız olmuş mudur?

- Beyrut operasyonundaki görevi esnasında Yeşil'ce Beyrut'tan cep telefonu kiralaması emrini siz mi verdiniz?

- Yeşil'in Antalya'daki evinde Teşkilat mensuplarından kimler kalmıştır?

- İsmail Koçkaya (Macar İsmail)'yığ tanıyor musunuz? Tanıyorsanız kendisi ile ne tür ilişkileriniz olmuştur?

- Size bağlı operasyon dokümantasyon bölümüne şifahi olarak sahte evrak tanzim edilmesi ve evrakların görev dönüşü imha edilmesi için emir verdiniz mi ?

- Yeşil ile en son şahsi görüşmeniz hangi tarihte olmuştur? kendisi ile yaklaşık olarak hangi tarihten bu yana telefon irtibatınız olmamıştır?

- Budapeşte'de Başbakan Mesut Yılmaz'a karsı girişilen yumruklu saldırı olayı ile ilgili olarak Başbakan Mesut Yılmaz'a tarafınızdan verilen notun mahiyeti nedir? Yusuf Namoğlu ile görevliler tarafından elde edildiğini ifade ettiğiniz bilgi notunun verilişi ile ilgili olarak Müsteşarlıktan müsaade aldınız mı?"

Cevap

(Adil Öngen, M. Ali Yaprak, Mahmut Yıldırım (Yeşil):

19/03/98

İlgi:
A) Müsteşarlığın 13/03/1998 tarih ..sayılı mesajı
B) Müsteşarlığın 15/03/1998 tarih ..sayılı mesajı
C) Müsteşarlığın 16/03/1998 tarih ..sayılı mesajı
D) Başmüfettiş Ersan Melek'in 25/02/1998 tarih .. Sayılı savunma isteği
E) Mehmet Eymür'ün 27/02/1998 tarihli savunma yazısı.
F) Müsteşarlığın 11/03/1998 tarih ve ..sayılı mesajı.
G) Washington'un 13/03/1998 tarih ..sayılı mesajı.
H) MİT Müsteşarlık makamının tarihsiz, ..sayılı savunma isteği emri.
I) Mehmet Eymür'ün tarihsiz (13/10/1997 tarihinde yollanan (hakkımdaki iddialar) konulu cevabi savunma yazısı.
J) Müsteşarlığın 07/10/1997 tarih .. Sayılı mesajı.
K) Washington'un 08/10/1997 tarih ve 5 sayılı mesajı.
L) Mehmet Eymür'ün 16/02/1997 tarihli (Müsteşarlık makamına sunulan) Mehmet Ali Yaprak olayı ile ilgili arz notu.
M) İ.B.'ın 19/02/1997 tarihli (Müsteşarlık makamına sunulan) Mehmet Ali Yaprak olayı ile ilgili arz notu.
N) Müsteşara arzedilen 15/12/1996 tarihli M.S.'le görüşme raporu.
O) Müsteşara arzedilen 16/12/96 tarihli Mesut Yılmaz'la görüşme raporu.
P) Mehmet Eymür'ün 10/02/98 - 01/03/98 tarihleri arasında Washington'dan Ankara'ya görevli olarak geldiğinde MİT Teftiş Kurulu Başkanlığına verdiği ifade.

İlgi mesajda bahsi gecen ve ekonomik konularda kendisinden istifade edilen ve her iki Müsteşar (Sönmez Köksal ve Şenkal Atasagun) tarafından da şahsen tanınan, Adil Öngen'in Kontr Terör Merkezince korumaya alındığı ile ilgili iddialar doğru değildir. Bu konuda zamanın Müsteşarı sayın Sönmez Köksal'a yapılan teklif kendisince uygun görülmediğinden, tarafımdan hiçbir resmi görevlendirme yapılmamıştır. Ancak kısa bir sure İstanbul Bölge Başkanlığı Takip Şubesinin bu konuda görevlendirildiği öğrenilmiş olup bu husus ilgililerinden sorulmalıdır.

Aynı zamanda iyi bir dostum olan Adil Öngen'in korunması ile ilgili şahsi çabalarım olmuştur ve bu çabaların Teşkilatı ilgilendiren bir yönü yoktur. Adı geçenin korunması amacıyla yanına yerleştirilen bir şahısla ilgili olarak zamanın Müsteşarı Sayın Sönmez Köksal'a bilgi sunulmuştur.

İlgi mesajlarda bahsi gecen konularda, daha önce ilgi (ı) ile yazılı savunmada bulunmama rağmen bir kez daha ilgi (p) ile Teftiş Kurulu Başkanlığına bilgi verilmiştir. Keza ilgi (a),(b) ve (c) konularında bağlı olduğum Müsteşarlık makamına devamlı olarak, yazılı arz notları ve ceridelerle bilgi verilmiş, şifahen bilgi sunulmuştur. Ayrıca şimdiki Müsteşarın da hazır bulunduğu sabah arzı toplantılarında bu konular bir çok kere görüşülmüş, bilgi sunulmuştur.

Buna rağmen, Müsteşarlık makamının talimatı ile Teftiş Kurulu Başkanlığınca ilgi (a), (b) ve (c) ve benzeri "Yıldırım" kayıtlı mesajlarla sorulan ve peşin yargılı bir ifade ile ve suçlayıcı tarzda kaleme alınan yazılar, tarafımdan, şahsımı ve bir dönemi cezalandırmaya zemin hazırlamak için kasıtlı olarak tertiplenmiş bir işlem olarak algılanmakta ve makama yakışmayan bir tarz olarak görülmektedir.

Son seyahatimdeki vaki görüşmede Müsteşar Şenkal Atasagun'un, beni otuz seneyi aşkın bir süredir yakinen tanımasına, ailem, özel hayatım dahil hemen hemen her şeyimi bilmesine rağmen, peşin yargılı bir tavırla şahsımla ilgili isnatlarda bulunmasını hayretle dinledim. Esasında bana çok yabancı gelmeyen ve çoğu Susurluk olayı sonrasında belli kesimlerce ortaya atılan bu iddialar; " fabrikayı Nasrullah Ayan'a sattığım, mal varlığımda ani yükseliş olduğu, ülkücü bir şahıstan araba aldığım, Yafes Öztürk gibi mafya tipli insanlarla dostluk kurduğum, Amerika'da yerleşeceğim ve geri dönmeyeceğim, dairedeki arkadaşlarımın bana faksla resmi bilgiler yolladığı, ucuz olarak Mercedes araba aldığım, lüzumsuz işlere karışarak yeraltı dünyasının ve birçok kişinin düşmanlığını kazandığım, herkesin zamanın Müsteşarı Sönmez Köksal'ın Mehmet Eymür'ü bu kadar korumasının ona karsı bir gebeliği olduğu şeklinde yorumladığı" gibi ve diğer pek çok kulaktan duyma, mesnetsiz ve dedikodu mahiyetindeki bilgilere dayalı iddialardı. Bu sebeple bu görüşme sırasında ve takiben gelen ilgi (a), (b), (c), (d), (f) mesaj ve yazıları başka türlü yorumlamak mümkün değildir.

Zamanın Müsteşarı Sayın Sönmez Köksal Yeşil kod isimli Mahmut Yıldırım'ın kendi bilgisi dahilinde üç operasyonda kullanıldığını belirtmiştir. Zaten operasyon planları Müsteşar tarafından onaylanmış planlardır. Yeşil kod isimli Mahmut Yıldırım, Mehmet Ali Yaprak ve diğer konular tarafımdan Teftiş Kurulu Başkanlığına detaylı olarak ifade edilmiştir.

Müsteşar Şenkal Atasagun, Mahmut Yıldırım'ın kullandığı operasyonların hepsini gayet iyi bilmektedir. M. Ali Yaprak'ın kaçırılışı olayı ise tarafımdan sabah arzında belirtilmiş, ancak konuya fazla ilgi duyulmamıştır. Buna rağmen tekraren

" Mahmut Yıldırım (Yeşil) ile ilk kez ne zaman tanıştınız? Yeşil'i size kim tanıştırdı? Yeşil'in dosyasında kendisi ile temas kurulmaması için İç İstihbarat Başkanlığının 17.3.1992 tarihli emri bulunmasına rağmen adı geçeni neden tekrar ele aldınız? Yeşil'in kullanıldığı operasyonlar hangileridir? Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılışı ve gelişmeleri ile ilgili bilgileriniz nelerdir?" gibi hepsi tarafımdan daha önce rapor edilmiş ve cevaplanmış sualleri ihtiva eden ve;

"yurtdışında bazı operasyonlarda kullanıldığı bilinen Yeşil, yurt içinde hangi operasyon veya görevlerde kullanılmıştır?

Yeşil'in Antalya'daki evinin alınmasında katkınız olmuş mudur? İsmail Koçkaya'yı (Macar İsmail) tanıyor musunuz?

Tanıyorsanız kendisi ile ne tür ilişkileriniz olmuştur? Alınan bilgiler aranır durumdaki Abdullah Çatlı ve bir eylemle ilgili olmasına rağmen ilgili makamlara anında neden bilgi verilmemiştir?" gibi acayip ve taciz edici suallerin yer aldığı

"Yıldırım ivedilik dereceli mesajlar çekilmesini iyi niyetli bir tasarruf olarak görmek mümkün değildir.

Yöneticiler bulundukları makamları ve müesseseleri, kişisel husumetleri, öç alma duyguları ve başkalarını tasfiye etme düşünceleri doğrultusunda ve mevzuata aykırı bir şekilde kullanmamalıdır. Çeşitli kereler ifademin alınmasına, hatta sayın Başbakan ve Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı gibi daha üst makamlara yazılı ve sözlü bilgi vermeme rağmen tekraren tacız etmek, huzursuz kılmak ve suni suç yaratmak amacıyla gönderildiğini düşündüğüm bu mesajları amacını aşan ve hukuk dışı bir işlem olarak görüyorum. Teftiş Kurulu Başkanlığının bu işleme alet edilmesini de üzüntü ile karşılıyorum.

Yapılan bütün soruşturmalardan sonra Teftiş Kurulu Başkanlığında benim herhangi bir yolsuzluğa karıştığım, usul dışı, kanun dışı, Teşkilatın bilgisi dışı bir faaliyete katıldığım gibi bir kanaat oluştuysa Teftiş raporunda hakkımda adli işlem yapılması isteği belirtilmeli, Müsteşar da konuyu adalete tevdi etmelidir.

Bu konuları dışarıya taşırmayı arzu etmememe rağmen, kendi Teşkilatımda yetkiyi ellerinde bulunduran bazı kişilerin bu hasmane tavırlarına (dışarıdakiler yetmiyormuş gibi) karşı yapabileceğim başka bir şey olmadığından, uygun bir süre bekledikten sonra bu taciz faaliyeti devam ettiği takdirde, legal platformda yapabileceğim her türlü hukuki ve idari işleme başvuracağım. Bu bekleme süresi içinde Teşkilat'daki eski arkadaşlarımın bu şekildeki sübjektif ve hasmane davranışların kimseye yararı olmayacağını idrak edeceklerini ve hırslarının mantıklarını aşmasını önleyeceklerini umuyorum. M. Eymür.


19. M. Ali Yaprak, İ.B., M.S. Konusu

Sual:

"20/03/1998 Sayı:10.1.000.01.001-9850-38 Konu: Savunma İsteği.

Mehmet Eymür MİT Washington Temsilcisi

1. MİT planlı faaliyetler yönergesi 21.nci maddesi uyarınca her görüşmeden sonra bir temas raporu düzenlenmesi gerekirken,İ.B.'ın, M.S. ile yaptığı görüşmeler sonucu bir temas raporu istemediğiniz gibi, adı geçenin ,,benim bu görüşmeler için temas raporu yapıp sıralı amirlerime arz etmem gerekir,, şeklindeki müracaatını, ,,temas raporuna gerek yok, icap ederse ben Müsteşarla görüşürüm,, diyerek Servis metod ve prensiplerine aykırı davranışta bulunmak ve bulundurmakla,

2. Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılışından hemen sonra kaçıranlarla ilgili olarak intikal eden bilgileri, M. Ali Yaprak'ın çalışma arkadaşı Haluk Korel'e vererek Servis metod ve prensiplerine aykırı davranışta bulunmakla,

3. Başka bir dairenin personeli olan İ.B.'ı, İ.B.'ın amirlerinden izin alma gereğini duymadan, Ankara'dan ,,kimsenin haberi olmaz,, diyerek M.S.'le birlikte Gaziantep'e gönderip, kurumun çalışma şeklini belirleyen talimat hükümlerini çiğnemek ve çiğnetmekle,

4. Gizlilik dereceli konuları telefonda konuşmak ve Teşkilatımızın M.S. ile olan eleman ilişkisini Haluk Korel e açıklamak suretiyle Servis metod ve prensiplerini ihlal etmekle,

5. Yukarıdaki 4 maddede görüldüğü gibi Servisin çalışma şeklini belirleyen talimatlara uymamayı alışkanlık haline getirmekle,

suçlanmaktasınız.

Bu suçlamalar ile ilgili olarak iki nüsha hazırlayacağınız yazılı savunmanızı en geç 8 (sekiz) gün içerisinde Teftiş Kurulu Başkanlığı aracılığıyla Müfettişliğimize göndermenizi rica ederim. Yıldırım Tiryaki, Başmüfettiş"

Cevap:

21.03.98 1. İlgi savunma isteği çok genel ifadelerle kaleme alınmış olup, cevaplayabilmem için kim, nerede, ne zaman gibi müşahhas unsurları ihtiva etmelidir. özellikle;

1.nci maddede bahsedilen İ.B. - M.S. görüşmesi ne zaman nerede olmuştur, hangi konuyla ilgilidir. Ben İ.B.'a nerede ve ne zaman temas raporuna gerek yok demişim. Bu hususların açıklığa kavuşturulması

2. Başmüfettiş Yıldırım Tiryaki imzası ile yollandığına göre kendisi tarafından yazıldığı varsayılan bu alışılmamış tarzdaki ve MİT'in metod ve prensiplerine uymayan savunma isteğinde öne sürülen (suçlamalar) iddia mıdır yoksa tespit midir. Yazılış tarzından tespit edildiği anlaşılan bu suçlamalara Başmüfettiş Tiryaki hangi verilerle ulaşmıştır.

Benim Servisin çalışma şeklini belirleyen talimatlara uymamayı alışkanlık haline getirdiğimi tespit ettiği başka örnekler de mevcut mudur? İ.B.'ın ifadesi peşinen doğru olarak mı kabul edilmiştir? Bu tespitler yapıldıysa savunma isteği usulen mi talep edilmektedir?

3. Mesajda savunmamın iki nüsha olarak yollanması istenmiştir. Savunma posta ile mi yollanacaktır. Zira mesajların iki nüsha yollanması mümkün değildir.

4. Savunma yazısını ihtiva eden mesaj özel (Servis mesajı) olarak yollanmıştır. Bahsi gecen hususların açıklığa kavuşturulmasından sonra mesajın resmi olarak gönderilmesi uygun olacaktır. M. Eymür


Teftiş Kurulu'na Dilekçe:

21.08.98 MİT Teftiş Kurulu Başkanlığına

Teftiş Kurulu Başkanlığınca 1997-1998 dönemi içinde Susurluk Olayı (Mahmut Yıldırım -Yeşil-, M.S. ve Mehmet Ali Yaprak, Yurtdışı Operasyonlar -Lübnan-) ile Yavuz Ataç'la ilgili alınan ifadelerimin birer suretinin müracaatı halinde Avukatım Bilgin Yazıcıoğlu'na verilmesini, verilmesi uygun görülmediği takdirde ilk kurye ile tarafıma yollanmasını arzederim. Mehmet Eymür

Cevaba cevap:

24/03/1998 Sayı:10.1.000.01.001-9850-246
Konu:savunma hakkında.

Mehmet Eymür MİT Washington Temsilcisi

İlgi:
a. Washington Temsilciliğinin 23 mart 1998 gün ve 24 sayılı mesajı.
b. 11.021.04.056.287196/164(39) sayılı ifade isteği.
c. Tef. Krl. Bşk.nın 20 mart 1998 gün ve 10.1.000.01.001.9850-38 sayılı savunma isteği.

M. Ali Yaprak'ın kaçırılma olayı ile ilgili olarak sürdürülen soruşturma kapsamında:

1- Savunma isteğinin 1.nci maddesinde de açıkça belirtildiği gibi konu Müsteşarlık elemanı M.S. ile Operasyon Başkanlığı personeli İ.B.'ın temasları ile ilgilidir.

2- Başmüfettiş Yıldırım Tiryaki'nin tarafınızdan talep ettiği savunma isteğinin Servis metod ve prensiplerine aykırı hiçbir yönü yoktur. Savunma isteğinin 5.nci maddesinde cevaplamanız istenen hususlar belirtilmiştir.

3- Mesajlarınız Muhabere Merkezinden iki suret olarak alınmaktadır,sizin tek nüsha göndermeniz yeterlidir.

4- Savunma isteğinizin Servis mesajı olarak çekilmesinin nedeni: Mesajın mümkün olduğu kadar az kişi tarafından görülmesini sağlamaktır. Görevlendirilmiş Müfettişin savunma isteği hangi yolla olursa olsun (posta, telgraf, mesaj vs.) resmidir.

5- Savunma isteğinin cevaplanma süresi ilgi (c) de belirlenen süreyle sınırlıdır. Yıldırım Tiryaki, Başmüfettiş"

Cevaba cevap:

26/03/98
Yıldırım Tiryaki Başmüfettiş

İlgi:
A) Müsteşara arzedilen 15/12/1996 tarihli M.S.'le görüşme raporu.
B) Mehmet Eymür'ün 16/02/1997 tarihli (Müsteşarlık makamına sunulan) Mehmet Ali Yaprak olayı ile ilgili arz notu.
C) İ.B.'ın 19/02/1997 tarihli (Müsteşarlık makamına sunulan) Mehmet Ali Yaprak olayı ile ilgili arz notu.
D) MİT Müsteşarlık makamının tarihsiz, 17918 sayılı emri.
E) Müsteşarlığın 07/10/1997 tarih ve ..sayılı mesajı.
F) Washington tem. 08/10/1997 tarih ve ..sayılı mesajı.
G) Mehmet Eymür'ün tarihsiz 13/10/1997 tarihli ..sayılı yazı ekinde yollanan (Hakkımdaki İddialar) konulu (12.070.00.001/ 17918 sayılı emre) cevabı savunma yazısı
H) Mehmet Eymür'ün 10/02/98 - 01/03/98 tarihleri arasında Washington'dan Ankara'ya görevli olarak geldiğinde MİT Teftiş Kurulu Başkanlığına verdiği ifade.
I) Müsteşarlığın 13/03/1998 tarih ve ..sayılı mesajı.
J) Müsteşarlığın 14/03/1998 tarih ve ..sayılı mesajı.
K) Müsteşarlığın 16/03/1998 tarih ve ..sayılı mesajı.
L. Washington tem. 19/03/98 tarih ve ..sayılı mesajı.
M) 20/03/1998 tarihli ..sayılı Başmüfettiş Yıldırım Tiryaki imzalı yazı.
N) Washington tem. 23 mart 1998 tarih ve ..sayılı mesajı.
O) 24/03/1998 tarihli ..sayılı Başmüfettiş Yıldırım Tiryaki imzalı yazı

İlgi (n) mesajda belirttiğiniz hususlar doğruları yansıtmamaktadır. Şöyle ki,

1) Aynı sualleri ihtiva eden ve sizin de ilgi olarak verdiğiniz (j) mesaj gerek üslup, gerekse de sorulan sualler bakımından alışılmamış ve usul dışı bir mesajdır. Bu sualleri tevdi ettiğiniz kişi bu Teşkilatta belli seviyeye gelmiş bir kişidir ve sizden nezaket kurallarına uygun yazışma yapmanızı bekleme hakkına sahiptir.

2) İlgi (j) mesaja ilgi (l) ile cevap verilmiş olmasına rağmen gösterdiğiniz ilgiler arasında bunun bulunmaması dikkat çekicidir. Cevaben yazılan resmi bir evrakı yok saymaktasınız. Keza ilgi (l) mesajda verdiğim ve yukarıda tekraren belirttiğim ilgiler de soruşturmanızla ilgili belgelerdir. Bunlara, Meclis Araştırma Komisyonu, Devlet Güvenlik Mahkemesi ve Başbakanlık Teftiş Kuruluna verilen ifadelerimi de ekleyebilirsiniz.

3) Müfettişlik makamı suçlama makamı değildir. İlgi (j) ve imzanızla gelen ilgi (m) yazılar açıkça şahsıma yönelik suçlamaları ihtiva etmektedir. İlgi (m) yazı da diğeri gibi alışılmamış ve usul dışı bir üslup taşımaktadır.

4) Aynı konularda bir kaç kez soruşturmaya tabi tutulmam da usul dışıdır. 1997 yılında savunma verdiğim bir konuda ikinci kez Teftiş Kurulunda ifade vermeme, hatta aynı iddialarla ilgili mahkeme önüne tanık olarak çıkmama rağmen, eski cevaplarımı dikkate almadan, bana, hem de taciz eder bir şekilde soru soruyorsunuz. Bunun Servis metod ve prensiplerinle ilgisi ve uygunluğu neresinde. Hukuka uygun olmayan bir davranışı nasıl müdafaa edip doğru olduğunu savunuyorsunuz?

5) Mesajların resmi mesajlar olarak yollanılması tarafımdan tercih edilmektedir. Zira bazen Teşkilat'daki resmi yazışmalar dahi ortalardan kaybolmakta ve nedense kimse tarafından bulunamamaktadır. İlgi'de de görüleceği üzere aynı konuları ihtiva eden birçok mesaj resmi olarak gelmiş ve bu güne kadar sizin ortaya koyduğunuz gerekçe dikkate alınmamıştır. Şahsıma yönelik iddiaların ve cevaplarının başkaları tarafından görülmesinin beni rahatsız eden bir yönü yoktur.

6) İ.B.'ın rapor yazmamış olması kendisini ve sicil amirlerini ilgilendiren bir husustur. İlgi (n) mesajla açıklığa kavuşturulduğu gibi rapor yazmama keyfiyeti benim yanımda çalışmadığı ve Op. Başkanlığında çalıştığı döneme ait ise bunun neden yazılmadığı kendisinden ve amirlerinden sorulmalıdır. Normal olarak Keys Ofiser tarafından raporun yazılarak kademeli amirlere verilmesi ve Kontr Terör Merkezini ilgilendiren bir husus varsa raporun ünitemize Op. Başkanlığınca gönderilmesi gerekir.

Zaten o tarihte, hiç bir Servis usul ve metoduna uymamasına rağmen Operasyon Başkanlığınca, Başkanlık Personelinin Kontr Terör Merkezine bilgi vermesi, koordine etmesi ve hatta görüşmesi sözlü ve yazılı emirlerle yasaklandığından, İ.B.'ın bana gelmesi muhakkak ki amirlerinin bilgisi dahilinde olmuştur. Herhalde konuyu şifahen anlat dediler ki o da bana yazılı bir rapor getirmedi. Benim, hem de Müsteşara arz edeceğimi belirttiğim ve neticede şifahen ve kendi kaleme aldığım arz notu ile Müsteşara sunduğum bir konuyu İ.B.'ın yazılı olarak vermesini engellemek için ne gibi bir maksadım olabilir? Ayrıca konu şu veya bu şekilde yazıya döküldükten ve resmiyete girdikten sonra neresi Servis metod ve prensiplerine aykırıdır?

7) Diğer bir husus, uzun yıllar önce İ.B.'ın İstanbul'daki görevi sırasında başlayan ve günümüze kadar devam eden Ülkücü kesimle olan yakınlığıdır. Kanaatimce bu ilişki İ.B. tarafından, Teşkilat - Ülkücüler dengesinde, Ülkücüler lehine sürdürülmüştür. Bu kanaatim o zamanki Operasyon Başkanına (Şenkal Atasagun) bir görüşme sırasında odasında iletilmiş ve Operasyon Başkanı da bu hususu teyit ederek bana bu konuda bir teknik çalışma yürütüldüğünü belirtmiştir.

Yani İ.B.'ın rapor etmediği temaslardan kendi amirlerinin de bilgisi bulunmaktadır.

8) Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılışı kanunsuz bir iştir ve bir insanın hayatı ile ilgilidir. Kaçırma faaliyeti Teşkilatın bir operasyonu ile ilgili olmadığına göre kaçırılma hadisesinden bir kaç gün sonra tarafımı telefonla arayan Haluk Koral'la yaptığım görüşmenin de Servis metod ve prensiplerini ilgilendiren hiç bir yönü olmaması gerekir. Ayrıca Servis metod ve prensipleri arasında bu şekildeki adi bir gasp olayının konuşulmayacağına ve saklanacağına dair bir husus bulunduğu tarafımdan bilinmemektedir.

Diğer taraftan, bildiğim kadarı ile Haluk Koral ile vaki görüşmem telefonlarımızı kontrol altında tutan Hanefi Avcı tarafından tespit edilmiş ve bu görüşmenin bandı Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığına verilmiştir. Bu bandın dinlenmesi halinde konuşmamın mahiyeti daha iyi anlaşılabilecektir.

Bir diğer husus, bu olayın üzerinden bir hayli zaman geçmiş olmasıdır. Tarafımdan zamanın Müsteşarına sunulmasına, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanına ve bilahare de Teftiş Kuruluna ifade edilmesine rağmen konunun tekraren ve bir suç imal edecek şekilde sorulması dikkat çekicidir.

9) İ.B.'ın M.S.'le Gaziantep'e gittiğinden haberim yoktur. Zira ben M.S.'e git Haluk Koral ile görüş ve suçsuz olduğunu izah et dememe rağmen adı geçenin çekindiğini ve Gaziantep'e gitmediğini, sadece telefonla görüştüğünü biliyorum. Bu bakımdan Benim İ.B.'ı Gaziantep'e yollamam mevzubahis değildir. İ.B. beni bile yanıltarak M.S.'in suçsuz olduğunu söylemiş ve Haluk Koral nezdinde tavassutta bulunmamı sağlamıştır.

İ.B. her zaman bu arkadaşlarının yanında yer almış, onları korumaya çalışmıştır. İ.B.'ın bu kadar yakın ilişkide bulunduğu kişiler için benden herhangi bir talimat almasına gerek olduğu kanaatini taşımıyorum. Eğer bir hata varsa ki bunun bir çok örneği vardır, bu Teşkilatın üst yönetimindeki bazı kişilerin olayları ve kendi personellerini iyi tahlil ve kontrol edememelerinden hatta yanlışlıklarını bile bile bazen onları korumalarından ve zamanında konuların üzerinde durmamalarından kaynaklanmaktadır. Aynı yöneticiler olaylar vahım bir hal alınca, sucu başkalarına transfer etmenin yollarını aramaktadırlar.

10) Telefonda gizlilik dereceli konuları konuşmak kastından ne ile suçlanmaya çalışıldığımı anlamış değilim. M.S.'in elemanımız olduğunu kimseye söylemedim. Bunu ortaya atan Hanefi Avcı'dır. Ayrıca o tarihte M.S.'in eleman durumu da mevcut değildi. Zira sebebini ve maksadını bilmememe ve bu güne kadar başka bir örneğini duymamama rağmen o tarihlerde, yanı Kontr Terör Merkezi Operasyon Başkanlığından ayrıldıktan sonra, eleman dosyalarının Operasyon Başkanı tarafından Müsteşar'a tevdi edildiğini biliyorum. Bu konuda yazışma mevcuttur. Ben Kontr Terör Merkezinden ayrılana kadar da bu dosyalar gelmedi.

Benim M.S.'e yardımcı oluşum eski elemanımız olması ve suçsuz olduğuna inandığım içindir. Suçu olmadığı halde böyle bir olaya adının karışmasının Teşkilata da zarar getireceğini düşündüm.

11) Teşkilatın metod ve prensiplerine uymadığım ve bunu alışkanlık haline getirdiğim suçlamasının neye dayanarak yapıldığını bilmiyorum. Ancak meslek hayatı başarı ile geçmiş ve dosyası ödül ve teşekkürlerle dolu bir yönetici olarak, bu sözleri, metod ve prensip kelimelerinin bir İstihbarat Teşkilatındaki manasının özüne inmeden, hiç bir başarıya imza atmadan, metod ve prensip kelimelerini yasaklar manzumesi gibi görerek ve onun arkasına sığınarak hakkımda suç yaratmaya çalışanlara iade ediyorum. Mehmet Eymür.


20. Aktüel Muhabiri Necdet Açan'a Açıklama

Sual:

"04/05/98
Basın çevrelerinde Aktüel muhabiri Necdet Açan'a bazı açıklamalar yaptığınız konuşulmaktadır. bu konudaki detaylı bilgilerin ve görüşünüzün ivedi bildirilmesini."

Cevap:

08/05/98
ABD'ye gelişimden önce Aktüel dergisinde çıkan bir yazı üzerine derginin yöneticisi olan ve şahsen tanıdığım Ercan Arıklı'yı arayarak sitem etmiştim. Bu görüşmede Ercan Arıklı konudan zamanında haberi olmadığını söyleyerek üzüntüsünü belirtmiş ve yazıyı yazanla konuşacağını söylemişti. Bu görüşmeden sonra beni arayan Necdet Açan kendilerine bu haberi veren kişinin önemli bir bürokrat olduğunu izah ederek şahsıma karsı her hangi bir kastı olmadığını söylemiş ve bir fırsatta görüşmek istediğini, yüz yüze konuşarak izahat vereceğini belirtmişti. Ben de kendisine kaynaklarının kasıtlı bilgiler verdiğini söylemiş ve bir fırsat olursa görüşebileceğimizi belirtmiştim. Esasında böyle bir görüşmeye gerçekleştirmeyi ve bu haberleri veren kaynaklarını öğrenmeyi arzu etmeme rağmen bu görüşme tahakkuk etmedi ve ABD'ye geldim.

Necdet Açan'la ikinci görüşmem ABD'de iken oldu. Aktüel'de Yeşil ve MİT mensuplarının Budapeşte'ye gittiklerine dair bir yazı çıkmıştı. Telefonla beni arayarak yazı hakkında görüşümü sordu. Tamamen yalan ve hayal mahsulü olduğunu söyledim. Bu haberleri Hanefi Avcı'nın çıkarttığını ve kendilerini kullandığını belirttim. Bana kaynaklarının Hanefi Avcı olmadığını, önemli bir kişi olduğunu, kendilerine yolcu listelerini ve şahısların kimlik bilgilerini verdiğini, kendilerinin de bu bilgileri araştırdıktan sonra yazıyı yazdıklarını söyledi. Ben de zaman içinde neyin doğru, neyin yanlış olduğunu hep birlikte göreceğiz diye cevapladım.

Necdet Açan'la üçüncü konuşmam ilgi (b) de belirtildiği üzeredir. Adı gecen "tebrik ederim, Show TV ile ilgili davayı kazanmışsınız" diyerek konuşmaya başlamış ve kendisinin de yazıları dolayısıyla yargılandığını, birkaç arkadaşının gazete tarafından işine son verildiğini anlatarak konuyu Cemalettin Ümit'in DGM'ye tevdi ettiği dilekçe ve banta getirmiştir. bandı elde etme konusunda Benim yardımım olup olamayacağını sorması üzerine adı geçene Türkiye'den çok uzakta olduğum ve bu konuda hiç bir imkanım bulunmadığı şeklinde cevap verilmiştir. Görüşme sonunda Necdet Açan önümüzdeki aylarda bir iş için ABD'ye gelme ihtimali bulunduğunu ve gelirse beni de ziyaret etmek istediğini söylemiştir.

Benim herhangi bir gazeteciye, ve de özellikle Necdet Açan'a açıklama yapmam mevzubahis değildir ve bunun için bir sebep de yoktur. Bir açıklama yapmam gerektiğini düşünürsem bunu neticelerini de dikkate alarak açık bir şekilde yaparım. Yapı olarak rahat ve kendine güvenen bir kimse olduğum için, herkesle ve hatta hasımlarımla bile görüşmekten çekinmediğim halde sırf yanlış anlaşılmaması için gazetecilerden uzak durmaya çalışıyorum. Esasında bürodaki telefonları da tanıdığım numaralar aramadıkça genelde açmıyorum. Ancak bazen çalışırken dalgınlıkla açtığım oluyor. Necdet Açan'a da muhatap olmam bu şekildedir. Gazeteciler Benim telefonlarımı sefaretten öğrenmektedirler. Daha fazla düşman edinmemek için bu tıp şahıslarla normal nezaket kuralları içinde konuşuyorum, ancak bu konuşmaların muhteviyatı açıklama değil geçiştirme seklinde oluyor. Zaten Necdet Açan'a bir açıklama yapsam herhalde çoktan bunu kullanırdı. M. Eymür


21. Tarık Ümit Konusu ve DGM'ye Verilen Belgeler

Verilen bilgi: 28.04.98

Şubat 1998'de Türkiye'ye geldiğim zaman benimle görüşmek isteyen Tarık Ümit'in amcası Cemalettin Ümit ile İstanbul'da görüşmüş, ve bu hususu Müsteşarımıza bildirmiştim.

Tarık Ümit'in amcası Cemalettin Ümit'in İstanbul DGM'ye vermek üzere hazırladığı ve bana da bilgi olarak faksladığı metin takip eden maddededir.

"İstanbul 6 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi Başkanlığına Sunulmak Üzere Devlet Güvenlik Mahkemesi Başkanlığına, İstanbul

İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı tarafından Susurluk Olayına ilişkin olarak açılan ve halen İstanbul 6 No.lu DGM'de 997/180 esas sayılı dosya ile görülmekte olan davada yeğenim Tarık Ümit'in kaçırılması, muhtemelen öldürülmesi olayı da gündeme getirilmiş ve bu davada adı geçen bir kısım sanıkların Tarık Ümit olayı ile ilişkileri bulunduğu belirtilmiştir.

Bir kısım sanıkların, Tarık Ümit olayı ile ilişkileri hususunda tarafıma intikal eden bir belgeyi delil olarak savcılığınıza sunmak istiyorum.

Dosyasında ayrıntılı bilgi olacağını zannettiğim üzere, kaçırılan yeğenim Tarık Ümit'in evinden bir kısım evrakı bizim olayı duymamızdan ve müdahale etmemizden önce alınmış veya yok edilmiştir. Bulup muhafaza ettiğimiz eşya arasında üzerinde "Gürcü müziği" yazan bir kaset mevcut idi. Bu yazılı ibare sebebiyle nazara almayıp bir kenara koyduğum bir kaseti bundan bir müddet önce dinlediğimde, müziğin devamında Tarık Ümit'in kendi sesiyle birine bazı anlatımlarda bulunduğunu tespit ettim. Kasetin zor anlaşılan içeriğinin çözümünü profesyonel bir ses kayıt stüdyosuna yaptırdım bu çözümü ekte yazılı olarak kaset ile birlikte savcılığınıza sunuyorum.

Kasetin içeriğini bildiğim bazı isimlerle bağdaştırmama rağmen ne zaman, nerede, nasıl kayıt edildiğini bilemedim. Yeğenim tarik Ümit'in mit görevlisi Mehmet Eymür ile yakınlığının olduğunu duyuyor ve biliyordum. Mehmet Eymür'ün ailesi ile temas kurarak Kendisine nasıl ulaşabileceğimi sordum ve bin netice görevli olarak Türkiye'ye eldiğinde kendisiyle temas ettim.

Mehmet Eymür bana böyle bir kasetten haberi olduğunu, Tarık Ümit'le kendisinin ve arkadaşlarının yaptıkları görüşmelerin bir kısmının sesli ve görüntülü olarak kayda alındığını, görüşmeler sırasında tarik Ümit'in zaman zaman hayatından endişe ettiğini Belirtmesi üzerine Tarık Ümit'e "bu endişelerini bir Notere git kaydettir, ayrıca sana bizimle yaptığın görüşmelerde kaydettiğimiz anlatımlarından pasajlar bulunan bir bant vereyim, Onu da noter belgesine ekle ve başına bir şey geldiği zaman Ortaya çıkartmak üzere güvenilir bir kimseye teslim et" dediğini Ve muhtelif tarihlerde yaptıkları görüşmelere ait bantlardan Pasajlar çıkarttırarak bir kaset içinde Tarık Ümit'e verdiğini ifade etti.

Mehmet Eymür'ün ifadesinden de anlaşıldığı üzere MİT'te bu kasetin detaylarının bulunduğu sözlü ve görüntülü bantlar bulunduğu anlaşılmaktadır.

Taleplerim:

1) Çözümünü sunduğum kasetin değerlendirilmesi,

2) MİT Teşkilatından olayın aydınlatılmasına katkıda bulunacağını umduğum yukarıda sözü edilen sesli ve görüntülü kasetlerin istenerek değerlendirilmesi,

3) Bu konuda ayrıntılı bilgisi olduğu düşünülen Mehmet Eymür ile Tarik Ümit'le görüşen diğer mit mensuplarının dinlenmesi.

Gereğini saygılarımla arz ve talep ederim. Cemalettin Ümit

3. Dilekçede de belirtildiği üzere mezkur bant 2-3 yıl kadar önce Tarik Ümit'e başına bir şey gelebileceği düşüncesiyle tarafımdan verilmiştir. Tarik Ümit'in konu ile ilgili noterden yapılma veya yazılı bir belge bırakmış olması da gerekmektedir. (yaşadığı evde Korkut Eken'den aldığı silah ve patlayıcıları sakladığı gizli bir bölmesi olduğunu tarafıma bildirmişti. Daha önce bu hususu ilettiğim yakınları bu gizli yeri bulamadılar) Mezkur bant İstanbul'da tarafımdan dinlenmiştir. Kaydın veya dinlenen cihazın kalitesinden dolayı tamamı anlaşılmamaktadır. Bantta genel Olarak Mehmet Ağar ve Korkut Eken'le çalışmalarından bahsedilmekte ve Korkut Eken'in kendisini tehdit ettiği ve öldürtmeye çalıştığı Tarık Ümit'in sesi ile anlatılmaktadır.

Cemalettin Ümit'e yukarıda belirttiği hususların yani sıra bantların delil olarak dikkate alınmadığı bildirilmiştir.

4. Üç-dört gün önce İstanbul'dan Aktüel dergisi muhabiri Necdet Açan telefonla (bürodan) aramış ve DGM'ye tevdi edilen bu banttan bahisle ve adimin da geçtiğini belirterek tarafımdan Bilgi istemiştir. Adi gecene herhangi bir yorumda bulunulmamış ve Konu hakkında bilgi sahibi olmadığım söylenmiştir. Mehmet Eymür

Sual:

"18/05/98
Tarık Ümit'in kaybolması ile ilgili olarak İstanbul DGM'ne bir dilekçe verilmiştir. Bu dilekçede bir bant çözümü de bulunmaktadır. Bazı basın çevrelerinde, kaynak bölümünde M. Eymür'ün isminin geçtiği belirtilmekte ve bandın mahkeme dosyaları arasında kaybolacağı kanaati oluştuğundan bant dökümünün basın desteği ile yayınlanması halinde savcıların harekete geçeceği ifade edilmektedir. Aktüel Dergisi muhabiri N. AÇAN'ın M. Eymür ile bant çözümüne ulaşma amacıyla görüşme yaptığı ve banta ulaşma konusunda yardımcı olunmasını istediği öğrenilmiştir.

Bu konuda ilgi (c) dışında mevcut olan bilgi ve görüşünüzün detaylı olarak ivedi bildirilmesini.

Cevap:

27/05/98
1. İlgi'de bahse konu hususlar (Tarık Ümit'in kaybolması ile ilgili olarak İstanbul DGM'ye bir dilekçe verildiği, bu dilekçede bir bant çözümü bulunduğu, dilekçede M. Eymür'ün isminin geçtiği) ilgi (a) mesaj ile teferruatlı bir şekilde bildirilmiş ve DGM'ye verilen dilekçe aynı mesajla gönderilmişti. İlgi (a) ve(c) mesajlar ile de Aktüel dergisi muhabiri Necdet Açan'ın konu hakkında bilgi almak ve bant veya bant çözümüne ulaşmak amacıyla telefonla aradığı konusu bildirilmişti. Bu konuda başkaca kayda değer bir teferruat bulunmamaktadır. Konu ile ilgili görüşüm takip eden maddededir.

2. Tarık Ümit konusunu da kapsayan Susurluk olayının aydınlatılması ülkemizin geleceği açısından olduğu kadar Teşkilatımız acısından da önemlidir. Teşkilatımız bu konuda mümkün olduğu nispette adlı makamlara yardımcı olmalı, adlı makamlar, Hanefi Avcı ve diğer mihraklarca saptırılan ve içinden çıkılmaz bir yumak haline getirilmeye çalışılan olayların doğrusuna ulaşmalıdır. Daha evvel ifade vermiş olduğum İstanbul DGM Savcıları bu konudaki sıkıntılarını beyan ederek polis ve jandarmadan hiç bir bilgi alamadıklarını, Teşkilatımızın da yardımcı olmadığını, bu şeklinde bir neticeye varmalarının çok zor olduğunu belirtmişlerdi.

Diğer yandan Teşkilatın elindeki bu konu ile ilgili bilgi ve belgelerin DGM ve diğer resmi makamlara sunulması da sakıncalıdır ve Teşkilatımızın bir çok çalışmasının açığa çıkmasına neden olacaktır.

Bu nedenle DGM Savcı ve hakimleri ile doğrudan temas edilmesi, adı geçenlerin bilgilendirilmesi, sakıncası olmayacağı düşünülen bazı evrakın özel olarak okutulması veya gösterilmesi suretiyle olayların aslı hakkında bir kanaate varmalarının temin edilmesi uygun bir yöntem olarak düşünüle bilinir.

Şahsi kanaatim, bu olayların sadece polisiye ve adi suç olayları olmadığı, olayların ve yönetici seviyesindeki faillerinin arkasında yabancı İstihbarat Teşkilatlarının bulunduğudur. Bu kanaatimi teyit edecek birçok karine de mevcuttur.

Teşkilatımızın, asli görevleri arasında bulunan bu konuda, "aman bize bulaşmasın" zihniyetiyle seyirci durumunda kalınmaması ve aktif davranılması gerektiğini düşünüyorum.

Susurluk hadisesinin akabinde ortadan kaybolmasından sonra Mahmut Yıldırım (Yeşil) adı kasıtlı ve bilinçli olarak ortaya atılmış ve devleti yönetenlerin, adalet mekanizmasının ve kamuoyunun esaslardan uzaklaşması sağlanmıştır.

Keza televizyona çıkarılan Hanefi Avcı ile eski PKK'cılar ve diğerleri de bu oyunda kendilerine verilen görevleri mükemmel bir şekilde yerine getirmişlerdir. Ben kesin olarak Yeşil'in yaşamadığı ve adını ortaya atanlar tarafından öldürüldüğü kanaatindeyim. Zaman bu kanaatimin doğru olup olmadığını gösterecektir. Jandarmanın, polisin ve bizim verdiğimiz görevleri yerine getiren Yeşil, jandarmanın, polisin verdiği istihbarat görevlisi kartını, telsizini, silah ve patlayıcı maddeyi taşıyan Yeşil neden korkup saklanacak ki? Korkup saklanacak olanlar ona kanunsuz görevleri veren resmi kişiler, Yeşil bir suç işledi ise bunu gömemezlikten gelen kolluk güçleri olmalıdır. Ben Yeşil'i tanıyorum ve yapısını da biliyorum. Kendisine yüklenen bu kadar suçtan sonra hayatta olsaydı muhakkak bir açıklama yapar, bazı mesajlar gönderirdi.

Şimdi, Akın BİRDAL hadisesi ile yeniden "Yeşil" adı ortaya atılmaktadır. Teşkilatı bilmiyorum ama, gazetelerden öğrendiğim kadarıyla Sayın Başbakan bile bu senaryoya inanmış durumdadır. Bir kademe sonra benim adımın ortaya atılması ve karargahtan yollanacak yeni sorulara muhatap olmam muhtemeldir. Keşke Yeşil bulunsa da doğrular da ortaya çıksa. Ancak daha önce de söylediğim gibi kesinlikle yaşadığını sanmıyorum.

Netice itibariyle en çok bilgiye sahip olduğumuz Tarık Ümit konusunda adli makamlara, makamlarınca takdir edilecek sekil ve yöntemler kullanılarak mümkün olan ölçüde yardımcı olunması görüşünde olduğumu belirtmek isterim.

Görüşüm sorulmamasına rağmen, Yeşil konusunun ve yaşanan olayların iyi bir şekilde (ve değişik açılardan) tahlil edilerek, oynanan oyunların Teşkilatımızca bozulması gerektiği kanaatimi arz ederim. M. Eymür

Sual:

"08/06/98 Tarık Ümit'ün amcası Cemalettin ÜMİT, 28 Nisan 1998 tarihinde, İstanbul 6 no.lu devlet Güvenlik Mahkemesine sunulmak üzere, DGM Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçede, Tarık Ümit'in eşyaları arasında üzerinde Gürcü Müziği yazan bir kasette Tarık Ümit'in kendi sesiyle birine bazı anlatımlarda bulunduğunu, kasetin çözümünü yaptırarak, kasetle birlikte dilekçenin ekinde sunduğunu, MİT görevlisi M. Eymür'ün Tarık Ümit ile yakınlığını bilmesi sebebiyle M. Eymür'ün ailesiyle irtibata geçtiğini ve M. Eymür ile Amerika'dan Türkiye ye geldiği sırada görüştüğünü,

M. Eymür'ün kendisine (C. Ümit), böyle bir kasetten haberi olduğunu, Tarık Ümit ile kendisinin (M. Eymür) ve bazı arkadaşlarının yaptıkları görüşmelerin bir kısmının sesli ve görüntülü olarak kayda alındığını, görüşmeler sırasında T. ÜMİT'in hayatından endişe ettiğini belirtmesi üzerine kendisine (T. ÜMİT) bu endişelerini bir notere git kaydettir, ayrıca sana bizimle yaptığın görüşmelerde kaydettiğimiz anlatımlardan pasajlar olan bir bant vereyim onu da noter belgesine ekle ve basına bir olay gelirse o zaman ortaya çıkarmak üzere güvenli birine teslim et dediğini, muhtelif tarihlere ait bantlardan pasajlar çıkartarak bir kaset içerisinde Tarık Ümit e verdiğini söylediğini, ifade etmektedir.

Bir eleman bilgisini içeren bu tip bir kasetin kimin müsaadesi ile Tarık Ümit'e verildiği hususunun bildirilmesini."

Cevap:

10/06/98 İlgi (b) deki hususlar ilgi (a) ile makamlarına bildirilmişti.

Tarık Ümit'e verilen kaset elemanın kendi bilgileridir. Tarık Ümit üşenmemiş olsaydı bu bilgileri daha kapsamlı olarak kendisi de banta kaydedebilirdi. Kaset elemanın hayatı endişelerini hafifletmek maksadıyla verilmiştir. Olaylar, Tarık Ümit'in endişelerinin doğru olduğunu göstermiştir. Kasetin müsaadesi yönetici sıfatıyla tarafımdan verilmiştir.

Not: Bu konularla ilgili açık eleştirel görüşlerimin yer aldığı detaylı bir yazı ayrıca gönderilecektir. M. Eymür


22. DGM'ye hangi sıfatla ifade verdiğim.

Sual:

"08/06/98 1)19.02.1997 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Baş Savcılığına sanık sıfatı ile ifade verip vermediğiniz,

2) 1997 yılı içerisinde 6 no.lu İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesine tanık olarak herhangi bir şekilde ifade verip vermediğiniz konularında tereddüde düşülmüştür. Anılan konuların ivedi izahatını ve ifade verdiyseniz bununla ilgili bilgi ve belgelerin ivedi gönderilmesini."

Cevap:

10/06/98 İstanbul devlet Güvenlik Mahkemesi Baş Savcılığına tanık sıfatı ile ifade verilmiştir.

1997 yılı içerisinde 6 no.lu İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinde tanık olarak dinlenilmiştir. Bu konuda şahsımda mevcut herhangi bir belge yoktur. Savcılığa verdiğim ifade ile açık duruşmadaki beyanlarım (basına da yansımıştır). İstanbul DGM'den elde edile bilinir. M. Eymür


23. Polisevi'nde Toplantı

Sual:

"01/07/98 Bazı gazeteciler arasında, içlerinde M. Eymür'ün de bulunduğu bir toplantının yapıldığı, muhtemelen Mehmet Ağar, Korkut Eken, Hanefi Avcı, Avni Özgürel ve başka şahısların da katıldığı toplantıda bir uzlaşma sağlandığı, ihtilale karşı bileşildiği vs. şeklinde çeşitli spekülasyonlar yapılmaktadır. M. Eymür'ün toplantıya katılıp katılmadığı, katıldıysa detaylı bilgi verilmesini.

Not: Toplantının muhtemelen Mayıs sonları, Haziran başlarında İstanbul Baltalimanı Polis Moral Eğitim Merkezinde yapıldığı iddia edilmektedir."

Cevap:

07/07/98 Sayın Başkan,

1998 yılı Mayıs sonlarında veya Haziran başlarında İstanbul Baltalimanı Polis Moral Eğitim Merkezinde benim de katıldığım bir uzlaşma ve ihtilale karşı birleşme toplantısı ile ilgi mesajınızı aldım ve şaka mı yapıyorsunuz, ciddi mi yazdınız anlayamadım.

Eğer ciddi olarak yazdınızsa bu bir İstihbarat Teşkilatına yakışan soru şekli olmamış. Hem (çeşitli spekülasyonlar yapılmaktadır) diyorsunuz, hem de bunun doğru olup olmadığını bana soruyorsunuz. Teşkilatın yöneticileri ya her duydukları dedikodu haberine inanacak kadar saf kalmış, ya da beni hiç tanımamışlar, veya bu yazıları beni rahatsız etmek için kasıtlı olarak yazdırıyorlar.

İhtilal mi oluyor ki ihtilale karsı birleşme toplantısı yapılıyor. Böyle bir toplantı yapılınca ihtilal önleniyor mu? Toplantıya katılanlar baba filmindeki gibi mafya üyeleri mi ki uzlaşma toplantısı yapıyorlar. Ne için uzlaşıyorlar. Birbirlerinin kanunsuz işine, birbirlerinin bölgesine karışmamak için mi?

Böyle bir toplantıya benim dünyanın bir ucundan, kimselerin haberi olmadan gelip katılmam normal mi ki toplantıya katılıp katılmadığım soruluyor?

Teşkilatımızın yöneticileri arasında Mehmet Ağar, Hanefi Avcı ve Korkut EKEN'le görüşen, yakın dostlukları olan, onları himaye etmek için her gayreti gösteren, onlara sırtını dayayarak makamlarında yükselmeye çalışan kişiler var.

Bu kişiler vasıtası ile sorup doğru mu değil mı öğrenebilirdiniz. Bu yazılarınızı bir ibret vesikası olarak saklıyorum.

Benim Mehmet Ağar ve diğerleri ile şahsi bir sorunum yok. Onlarla ilgili sorunlar mesleki ve ülke menfaatleri acısındandır. Onun için kimse bunu benim şahsi meselemmiş gibi göstermeye çaba sarf etmesin. Benimle uğraşacaklarına adalete yardımcı olmaya, Türkiye'de istikrarsızlık yaratan güçleri deşifre etmeye, bunların işledikleri suçları, yabancı unsurlarla ilişkilerini tespite çalışsınlar.

Yakın tarihlerde ismi manşet olan Mehmet Kulaksızoğlu, Yavuz Ataç'ın Teşkilata monte etmeye çalıştığı her türlü pis işin içinde olan bir banka dolandırıcısıdır. Yavuz Ataç'ın takdimi ve rahmetli Fevzi İlkay'ın yakını olduğunu belirtmesi üzerine bir müddet kullanmaya çalıştık. Ancak ben Kulaksızoğlu'nun Bulgaristan'dan gelirken Edirne Gümrüğünde kendisini MİT mensubu olarak tanıtıp aranmadan geçmesi üzerine ilişiğini kestirdim ve de elindeki tarafımızdan verilen kimlik ve pasaportu aldırdım.

Teşkilatta benim her yaptığımın tersini yapmayı usul haline getirmiş bazıları (Şenkal Atasagun), şahsa ve onu takdim edip kişisel ilişkilerine devam edene hesap soracaklarına, Kulaksızoğlu'nun kimlik ve pasaportunu geri verdiler ve Teşkilatla ilişkisini devam ettirdiler. Şimdi MİT'te bazılarından himaye gören ve MİT mensubu geçinen bu adam, Türkiye'de istikrarsızlık yaratmak isteyen bir illegal grubun yöneticilerinden biri olarak gazete manşetlerinde yer alıyor. Bu ve bunun gibi yanlışlıklara o kadar çok misal var ki.

Tarık Ümit ve Susurluk konusu hem ülke yararına bir şeyler yapmak, hem de Teşkilatın varlığını ispat etmek için bir fırsattır. ülke yararına hizmet etmek görevi ile önemli makamlarda bulunan Teşkilatın bazı yöneticileri ülkede devam eden kaosu, çeteleşmeyi ve mafya hakimiyetini durdurmak için adalete ve devletin üst yöneticilerine korkmadan, küçük hesaplar yapmadan, her şekilde yardımcı olmalıdır.

Teşkilat, bilgileri saklamak için değil, ülke yararına kullanmak için toplamaktadır. (Aman bana bulaşmasın) düşüncesi ile her şeye göz yumulması, bilgilerin saklanması, (Teşkilatı koruyorum) diye ülkenin istikrarsızlığına seyirci kalınması, sadece hiyerarşik kanallar içinde hesap sormaya ve doğruları söylemekten çekinmeyenleri pasifize etmeye çalışarak olayların geçiştirilmesi ülkeye bir yarar sağlamaz.

Sayın Başkan, mesajlar sizin imzanızla geldiği için doğrudan size yazıyorum. Esasında bu talimatları kim veriyorsa muhatabım odur. Benimle bir meselesi olan varsa doğrudan bana açık açık kendisi yazsın ben de cevabını vereyim.

Teşkilatı ve Teşkilatın imkanlarını bir vasıta olarak kullanmasın. Mesleki ve ahlaki yönden bir hatam ve kusurum varsa her zaman hesap vermeye hazır olduğumu defaatle belirttim.

Yapılan haksız ve insafsız davranışlar, yakıştırmalar, artık unutamayacağım kadar çoğaldı. Mehmet Eymür

Not: Son gelişimde Sn. Müsteşar'a oğlum Alp'in takip edilmesi ve arkadaşının takipçiler tarafından dövülmesi ile ilgili bir dilekçe vermiştim. Bu güne kadar dilekçeme bir cevap alamadım. Bu konuda cevap beklediğimi lütfen kendisine hatırlatır mısınız.

Cevaba cevap

"11/07/98
Sayın M. Eymür Bey,

1) İlgi (a) talimat ile resmi yazışmaya uygun biçimde bir hususun aydınlatılması istenmiş ve buna özel mahiyette cevap verilmiştir.

2) İlgi (a) talimat ile Teşkilata çeşitli kanallardan intikal eden bir bilginin mensubumuza ulaştırılarak teyidi veya tekzibi yoluna gidilmiştir. Sanırım bu en doğal çalışma şeklidir. Böyle bir yazıya özel mahiyette cevap verilmesi nedeniyle aynı şekilde cevap verilmek durumunda kalınmıştır.

3) İlgi (a) mesaj emrinde esasen,ortalıkta dolasan konuşmaların bir spekülasyona neden olduğu vurgulanmıştır. Böyle bir toplantının teyidinin veya tekzibinin ilkönce kendi mensubumuzdan öğrenilmesi de doğaldır. Dosya Böyle tekemmül ettirilmektedir. Aksi halde yalan haber üzerine bina kurulmuş olur.

4) Gönderilen tüm mesajlar sıralı amirler tarafından görülmektedir. Bu, çok tabıdır.

5) Hiç yeri olmadığı halde Kulaksızoğlu ile ilgili bazı bilgiler verilmektedir. Daha önce konunun içinde olan biri olarak Böyle bilgileri resmi mesaj formunda ve anında vermiş olmanız tercih edilecek doğal bir hareket tarzıdır.

6) Daha evvel şifahi konuşmalarda belirtildiği gibi kimse kimseyi karalamak veya zarara sokmak gibi bir caba içerisinde değildir.

7) Ünitenin başında bulunduğuma göre, mesajların benim imzamla yazılması ne kadar doğalsa içeriğini de aynen benimsemem kaleme almam kadar doğaldır.

8) Burada Op. Başkanlığını bir aracı veya verilen her emri yerine getiren bir makam şeklinde nitelemeniz de doğru bir hareket tarzı değildir.

9) Sayın Müsteşar kendisinde sizin tarafınızdan verilmiş herhangi bir dilekçe olmadığını da belirtmişlerdir.

10) Resmi yazışmalara resmi cevap verilmesi ve bunun resmi bir üslup içinde bulunması tercih edilmesi gereken bir hareket tarzıdır. Özel yazışmaları istediğiniz gibi yapabiliriz. Bu vesile ile aileniz ile birlikte iyi bir izin geçirmenizi diliyorum."


25. M. Eymür'ün Dilekçesi

Gönderilen Dilekçe:

11.08.1998

Milli istihbarat Teşkilatı Müsteşarlık makamına Ankara

Şubat 1998'de görevli olarak geldiğim zaman, ilişikte tekraren sunduğum dilekçemi makamlarına bizzat elden vermiştim. Uzun süre bekledikten sonra Operasyon Başkanı Azmi KOÇDAĞ'dan dilekçemin akıbetini sordum.

Makamlarına sorduktan sonra müsteşarda böyle bir dilekçenin bulunmadığını bana bildirdi.

Yakın tarihte Ankara'da bulunan oğlumdan oturduğu apartman dairesinin kapılarının kurcalandığını ve kilidinin bozulduğunu öğrendim.

Şahsıma ve aile fertlerime ve yakınlarıma yönelik yürütülmüş bulunan ve halen bilginiz dahilinde veya haricinde devam ettiği anlaşılan faaliyetlerin önemle ve ısrarla üzerinde duracağımı ve makamlarından kanuni süresi içinde bir netice alamadığım taktirde daha üst makamlara ve adli makamlara müracaat edeceğimi arz eder, ilişikteki dilekçemi bir kez daha gereği için emirlerine sunarım. Mehmet Eymür, Mit Washington Temsilcisi

* * * * *

23.02.1998

Milli istihbarat Teşkilatı Müsteşarlık makamına Ankara

Başbakanlık Teftiş Kurulu başkanlığınca hazırlanan "Susurluk olayı" ile ilgili raporun kamuoyuna açıklanması ile Teşkilatın hiyerarşik düzeni dışında kanunsuz faaliyet yürüten, rüşvetçi, basit, onursuz bir memur, bir çete reisi konumuna düşürüldüm.

Haksız yere düşürüldüğüm bu konum, ailem, yakınlarım, dostlarım, meslektaşlarım ve kamuoyu açısından son derecede üzüntü verici, onur kırıcıdır.

11 Şubat 1998 tarihinde Müsteşarlık emri ile geldiğim Ankara'da bazı incelemelerde bulundum ve konu ile ilgili bazı önemli tespitlerim oldu. Aşağıda maddeler halinde sunulan bu tespitler, Müsteşar Yardımcısı Mikdat Alpay ve Ankara Bölge Başkanı Engin SÖYLEMEZOĞLU'nu doğrudan suçlamama neden olan ve tarafımdan kasıtlı olarak değerlendirilen fiillerdir.

1. Müsteşar Yardımcısı Mikdat Alpay'ın sevk ve idaresinde başbakanlık Teftiş kuruluna verilen yazılı ve sözlü bilgiler ile verilmesinden imtina eden veya saklanan bilgiler, Teşkilatı ve dolayısıyla şahsımı savunmadan ziyade Hanefi Avcı tarafından kasıtlı olarak ileri sürülen yalan iddiaları destekler mahiyette olmuş, kanaatimce zamanın MİT Müsteşarı Sn. Sönmez Köksal da kandırılmış ve yanlış yönlendirilmiştir. Başbakan'dan bile bazı bilgilerin gizlenmesi neticesinde ortaya çıkan tablo, Teşkilatı savunma içgüdüsü ve becerisizlik fiillerini aşmış ve kasıt unsuru taşır hale gelmiştir.

Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'ın raporundaki; "Mit tarafından cevaplandırılması istenilen sorulara karşılık görüşlerini detaye eden Teşkilat, Mit-Siyasetçi ilişkisinde ise önceki sayfalardaki ifadelerimizi teyit eden görüşlere yer vermektedir. MİT'in baskılara kendi yöntemleri ile direndiği ancak bu titizliğe rağmen istenmeyen müdahalelerin olabildiği anlatıldıktan sonra örnek olarak Mehmet Eymür, Tolga Şakir Atik, Nuri Gündeş ve Korkut Eken'in adı zikredilmektedir" ifadesi bu kasıt unsurunu gösteren en bariz noktalardan biridir.

Yaşamının otuz yılı aşkın bir süresini bu Teşkilata adamış olan şahsım ile ilgili bu satırları hiçbir vicdani muhasebe yapmadan yazan zihniyet, esasında her türlü entrika ve siyaset ile iç içe olduğunu da damgalamaktadır. İşte o zihniyet başkalarına kara çalarak örgütlenerek ve birilerinin üzerine basarak bulunduğu Teşkilatın kontrolünü ele almak isteyen zihniyettir.

Ankara'ya gelişimden sonra görüştüğüm Müsteşar Yardımcısı'nın ilk sözü "benim Müsteşarlığımı sen engellemişsin, Başbakan'a karımın Ermeni olduğunu söylemişsin" olmuştur. Bu, karşıdakine suç isnat ederek kendi suçlarını kapatma taktiğinin basit bir örneğidir.

2. Başbakanlık Teftiş kuruluna verilen bilgiler ile yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın Teşkilatımızca ve özellikle Mehmet Eymür tarafından kullanıldığı kabul edilmiş, adı geçenle ilgili on sayfa menfi bilgi verilirken, şahsın müspet hizmetleri, karşı tezleri çürütecek olan görüşme raporları ve ses bantları çözümleri ve resimler her ne sebeple ise verilmemiştir.

Konu bu şekli ile Hanefi Avcı'yı doğrulayan bir veçhe almıştır.

3. Mehmet ali YAPRAK'ın kaçırılışı ile ilgili tarafımdan kaleme alınan ve konu hakkında soruşturma talep eden arz notunun bir kısmı Başbakanlık Teftiş Kuruluna verilen bilgiler arasında yer almış, savunmamı sağlayacak olan önemli kısımların verilmesinden imtina edilmiştir. Başbakanlık Teftiş Kuruluna filmin kareleri verilerek olaylar saptırılmış ve aleyhte bir şekle sokulmuştur.

4. Başbakanlık Teftiş Kurulunca sorulan soruların cevaplandırılması safhasında konuya hakim olmayan ilgisiz personel kullanılmış, konuların bizatihi içinde yaşayan personelin bilgi ve görüşlerinin alınmasından imtina edilmiştir. Bu konuda müracaatla yardımcı olmak isteyen personel de dikkate alınmamıştır.

5. Bazı resmi evrak ve kayıtlar üzerinde tahrifat yapılmıştır.

6. Teşkilatımızda tekrar görev almamdan itibaren yürütülen bilgi vermeme, sistem dışında tutma, engelleme, maiyetimdeki personeli taciz etme, sindirme, birbirine düşürme gibi sistemli yıpratma faaliyetleri, ABD'ye tayinen karargahtan ayrılmam üzerine artan bir şekilde personelimi ve hatta ailemin fertlerini de içine alacak şekilde devam etmiştir.

a) Yakın korumamı yapan ve eskiden emrimde çalışan personelden usul dışı bir şekilde, "nerelere gittiğim, kimlerle görüştüğüm" hakkında raporlar istenmiştir.

b) Emrimde çalışmış olan personele sıcak yaklaşılarak ve sondajlar yapılarak beni suçlayıcı bilgiler alınmaya çalışılmış, personel üzerinde baskı kurulmuş, bir çok personelin masası, bilgisayarı gizlice aranmış, ev, iş telefonları ve odaları dinlenmiştir. Yakın mesai arkadaşlarım sindirilmiş, riskli görevlerde yer almış olan bazı personel aktif görevlerden alınarak idari görevlere verilmiş, personelin yanında "Mehmet Eymür'ün pisliklerini temizliyoruz", "Mehmet Eymür artık bitti, sürüldü" gibi yakışıksız ifadeler kullanılmış, beni seven ve sayan personel, hatırımı sormaya korkar hale getirilmiştir. Hanefi Avcı tarafından haksız bir şekilde suçlanan Duran Fırat'a da benzer sondajlar yapılmış, benimle ilgili beklenen menfi bilgilerin elde edilememesi üzerine görev yeri değiştirilmiş, uzun süre takip ve kontrol altında tutulmuş, telefonları dinlenmiştir. Takip faaliyetinin deşifre olması üzerine bu işlemin personeli korumak amacıyla yapıldığı belirtilmiştir.

c) Tarafımdan yürütülen bazı eski faaliyetler ve sorgular incelenerek şahsımla ilgili açıklar aranmıştır.

7. Paralel faaliyetler Ankara Bölge Başkanı Engin Söylemezoğlu tarafından da yürütülmüş, adı geçen Teşkilata benim tavsiyemle giren yeni bir memura baskı yaparak hakkımda rapor vermesini istemiştir.

8. Oğlum Alp Eymür ve oğlum gibi elimde büyüyen yakın arkadaşı İsmail Özbahar uzun süre Ankara Bölge başkanlığı takip şubesince takip ve kontrole alınmış, özel hayatları incelenmiş, telefonları dinlenmiş, yaşantıları fotoğraflarla dokümante edilmiştir. (bahsedilen bu çalışma tarafıma gönderilen mesaj ile belirtilen Bilkent çalışmasının dışındadır).

Bu hasmane çalışma, oğlumun ve arkadaşının yaşadığı ve benim de bazı şahsi eşyalarımın bulunduğu evin illegal olarak aranması noktasına kadar gelmiş, sonuçta oğlumun yakın arkadaşı olmaktan öteye hiç bir suçu bulunmayan İsmail Özbahar'ın Şubat ayının ilk haftasında beyaz Ford Escort (06 R 5162) ve beyaz Toros marka otomobilleri kullanan takip memurlarınca Ahlatlıbel'de önünün kesilip tabanca zoruyla aşağıya indirilmesi, çamurlara yatırılması ve kıyasıya dövülmesi ile neticelenmiştir. İsmail Özbahar kendisini döven kişilerin tarifini vermiş olup, gerektiğinde bu personelin teşhisleri yapılabilecektir.

Hedef şahıslara bile uygulanmayan bu düşmanca tavrın nedenlerini ve kimin yarına yapıldığını veya bütün bu kasıtlı faaliyetlerin Teşkilat ve devlet yararına ne gibi artılar getirdiğini anlamak mümkün değildir. Sanki bu eylemleri yapanlar, bu eylemler için emir verenler, yokluğumda aileme, çocuklarıma sahip çıkacak Teşkilat mensupları değil de Susurluk çetesinin mensuplarıdır.

Yukarıda bahsi geçen "açık arama" faaliyeti sadece benimle sınırlı kalmamış, Teşkilatın bazı üst düzey yöneticileri için de benzer çalışmalar yapılmıştır. Bütün bu çalışmalar Teşkilattaki gizli bir kadrolaşma ve tasfiye faaliyetinin
belirtileridir. Bu plan son anda mit müsteşarının seçiminde yapılan değişiklikle amacına ulaşamamıştır.

Yukarıda sunduğum iddiaların makamlarınca araştırılmasını, yetkilerini ve Teşkilatın imkanlarını keyfi ve sorumsuzca kullanarak ve bazı personeli tasfiye ederek gizli bir kadrolaşma hareketine tevessül eden sorumlu personelin ve buna yardımcı olanların tespit edilerek haklarında kanuni işlem yapılmasını emir ve tensiplerine arz ederim. Mehmet Eymür, Washington Temsilcisi

Alınan Cevap:

"14/08/98
İlgi: 11.08.1998 tarihli Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı makamına muhatap dilekçeniz

İlgi'de kayıtlı dilekçeniz Müsteşarlık makamına arz edilmiş aşağıda yazılı hususların bildirilmesi emri alınmıştır:

1) Yapılan incelemede, iddia edilen hususlarda gerçek payı olmadığı anlaşılmıştır.

2) Personelin Müsteşarlık çalışmalarına dair kritikleri kişilerin şahsi görüşleri olarak kabul edilmiştir. Ancak, karar ve sorumluluk Müsteşarlık makamına aittir.

3) M. E.'nin oğlu ile ilgili Teşkilatımızı hedef alan iddialarının ise, mesnetsiz ve asılsız olduğu görülmektedir. Ayrıca oğlunun Ankara'da uygunsuz ilişkileri ile ilgili bazı makam ve faaliyetlerden derlenen bilgiler 19 ocak 1998'de Op. Bşk.lığı tarafından özel not ile intikal ettirilmiş, kendisi de bu ikazlara 20 ocak 1998 tarihinde teşekkürlerini belirten bir mesaj ile cevap vermiştir.

4) Her memurun ve vatandaşın olduğu gibi M. Eymür'ün de kişisel problemleri ile ilgili istediği makama gerekli müracaatı yapma hakkı vardır. Mesajın alındığının bildirilmesini."


25. Washington Temsilciliğinin Kapatıldığı

Alınan Mesaj:

"14/08/98

1- Washington Temsilciliği'nin kapatılmasına karar verilmiş ve M. Eymür'ün merkeze dönüşüne ait kararname onaylanmıştır.

3- M. Eymür'ün, 29 Eylül 1998 tarihinden itibaren mehil süresi kullanmak suretiyle, 14 Ekim 1998 tarihinde Türkiye'de görev başında bulunmasını."


26. Sabah Gazetesine Demeç

Savunma isteği:

"16.09.1998
Sn. Mehmet Eymür

Sabah Gazetesi'nin bir muhabirine Teşkilat mensupları, çalışmaları, usul ve metotları hakkında demeç verdiğinize dair bazı duyumlar alınmıştır.

Anılan gazete muhabirine herhangi bir demeç verilip verilmediğinin açıklanmasını, tarafınızdan demeç verilmiş ise bununla ilgili bilgi ve savunmanızın, zarfın alınış tarihinden itibaren 8 gün içinde yazılı olarak bildirilmesini rica ederim.

Azmi Koçdağ, Operasyon Başkanı"

Verilen cevap:

Bundan böyle savunma isteklerine cevap verilmeyeceği belirtilmiştir.


27. Mehmet Eymür'ün Eşinin E-Mail Yollaması

" /09/1998
Sn. Mehmet Eymür

1. 24 Ağustos 1998 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde ve daha sonraki bazı İstanbul gazetelerinde eşiniz Janset Eymür tarafından e-mail kanalıyla anılan gazeteye gönderilen ve bu gazetede "MİT'i Sarsacak Suçlama" başlığı ile manşette verilen bir haber yayınlanmıştır.

Konunun açıklığa kavuşturulması ve gereğinin ifası amacıyla;

-Bu açıklamamın ve yazının eşinizle ilgili olup olmadığı,

- Sözü edilen açıklamada;

"Eşim konuşamıyor, Şenkal utansın, Ataç mafya temsilcisi, Ataç'ı Atasagun gönderdi, eşim neden dönüyor, Şenkal Ataç'ı himayesine alarak önemli bir göreve getirdi. Çakıcı'yı MİT'e empoze eden kendisidir." Vs. şeklinde pek çok husus yer almıştır. Bu konu ile ilgili bilginizin olup olmadığı,

-Bu bilgileri bir servis mensubu eşinin nereden ve nasıl öğrendiği, bu bilgilerin doğruluk derecesi,

-Bu hususların bilginiz altında nasıl ifşa edildiği, bu haberlerin tam Türkiye'ye dönüş emrinin alındığı zamana rastlamasının izahı,

gibi hususların yazılı olarak açıklanmasına.

2. Bu fiiller 2937 sayılı yasa gereği suç teşkil etmektedir. Dolayısıyla savunmanızın alınması zarureti doğmuştur.

Bu zarfı aldığınız tarihten itibaren 8 gün içinde savunmanızın ve açıklamalarınızın yazılı olarak bildirilmesini rica ederim. Azmi Koçdağ, Operasyon Başkanı"

Verilen cevap:

Bundan böyle savunma isteklerine cevap verilmeyeceği belirtilmiştir.


28 .Mehmet Eymür'ün MİT Yöneticilerinle İlgili İddiaları İçin Savunma İsteği

Savunma isteği:

"29.09.1998
Mehmet Eymür
APK Kurulu Başkanlığı'nda Başkan Yardımcısı,
Kurul Üyesi

Personel Başkanlığının 28.09.1998 tarih ve 17472 sayılı MİT Müsteşarlığı Makamına yazdığı yazı üzerine:

"21.09.1998 tarihinde Operasyon Başkanlığı odasında Başkan Azmi KOÇDAĞ ile yaptığınız görüşmede; Operasyon Başkanı; kanaat ve mütalaa olarak şahsınızın (Mehmet Eymür) Mafya ile hiçbir ilişkisinin olmadığının, bunu ispat edeceğinizin, Mafya ile ilişkisi olanın başkası olduğunun, kimlerin kimleri kullandığının artık su yüzüne çıktığının, olayları sonuna kadar takip edeceğinizin, kendinizde bilgi ve belgelerin bulunduğunun belirtilmesi üzerine, Sayın Müsteşarın;"şahıs elinde belge olduğunu beyan etmekte, belgenin teşkilata ait olması halinde gerekli soruşturmanın yapılması gerekir" emirleri üzerine Müsteşarlığın 28.09.1998 tarihli olurları ile şahsınız hakkında Teftiş Kurulu Başkanlığı emirleri uyarınca tarafıma soruşturma görevi verilmiştir.

06.10.1998 tarihinde saat 10:00'da MİT Teftiş Kurulu yönetmeliği hükümleri çerçevesinde ön bilginize müracaat edilip ifadenize gerek duyulmuştur. Beyan ettiğiniz elinizdeki belgelerin mahiyet ve muhtevası, Teşkilata ait olup olmadığı soruşturmaya konu olacaktır.

Mezkûr gün ve saatte Müsteşarlık Teftiş Kurulu'nda hazır bulunmanızı arz ve rica ederim. Fikret KUTLAY, Müşavir Başmüfettiş"

Verilen cevap:

Bundan böyle savunma isteklerine cevap verilmeyeceği belirtilmiştir.


Savunma isteği:

"13.01.99
Sayın Mehmet Eymür

Hakkınızda yürütülen iki ayrı soruşturma ile ilgili olarak MİT Disiplin Kurulu'nun savunma istemli 03.11.1998 tarih, 231 sayı ve 12.01.1999 tarih, 248 sayılı yazıları ekte sunulmuştur.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 130 uncu maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, konuya ilişkin savunmalarınızı bu yazının tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde MİT Disiplin Kurulu'na ulaştırmanızı rica ederim. Kubilay Günay

03.11.1998
Sayın Mehmet Eymür

14 Eylül 1998 tarihli HÜRRİYET Gazetesinde yayımlanan bir haberle ilgili olarak Teftiş Kurulu Başkanlığı'nca yürütülen soruşturmada verdiğiniz 23.09.1998 tarihli ve "Savunma" konulu yazınızda "Uzun bir zamandan beri Milli İstihbarat Teşkilatının mevcut yöneticilerinin, politik çıkarlar ve menfaat grupları lehine kanunsuz ve usulsüz işlemlere tevessül ettiğini" ve "Gizlilik gerekçesinin arkasına sığınarak tertiplerini devam ettirdiğini" ileri sürdüğünüz, Müfettiş tarafından alınan 30.09.1998 tarihli ifadenizde ise yöneticilerden kastınızın "MİT Müsteşarı, Operasyondan Sorumlu Müsteşar Yardımcısı ve Ankara Bölge Başkanı" olduğunu açıkladığınız anlaşılmıştır.

Soruşturma Raporu'nda sözkonusu iddiaların 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125 inci maddesinin (D) bendinin (1) alt bendi kapsamında disiplin suçu olduğu değerlendirilmiş ve hakkınızda disiplin cezası uygulanması teklif edilmiştir.

657 sayılı Kanunun 130 uncu maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, konuya ilişkin savunmanızı en geç yedi gün içinde Başbakanlık kanalıyla MİT Disiplin Kurulu'na ulaştırmanızı rica ederim. Kubilay Günay, MİT Disiplin Kurulu Başkanı


12.01.1999
Sayın Mehmet Eymür


Kanal D Televizyonunun 05.10.1998 tarihli ana haber bülteninde yayınlanan açıklamalarınız ve Hürriyet Gazetesinin 06.10.1998 tarihli nüshasında yayımlanan "Apo'nun Kurtulduğu Gece" başlıklı haber ile ilgili olarak Başbakanlık Teftiş Kurulu başkanlığı ve MİT Müsteşarlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı'nca müştereken yürütülen soruşturma neticesinde hazırlanan 07.12.1998 tarih ve 12/98-1 sayılı Soruşturma Raporu'nda; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 15 ve 31 inci maddeleri hilafına televizyon kuruluşuna demeç verdiğinizin sabit olduğu ifade edilmiş ve bu nedenle hakkınızda 657 sayılı Kanunun 125 inci maddesinin (D) bendinin, "Yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına bilgi veya demeç vermek" ve " Açıklanması yasaklanan bilgileri açıklamak" şeklindeki (g) ve (k) alt bentleri uyarınca disiplin (kademe ilerlemesinin durdurulması) cezası uygulanması teklif edilmiştir.

657 sayılı Kanunun 130 uncu maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, konuya ilişkin savunmanızı en geç yedi gün içinde MİT Disiplin Kurulu'na ulaştırmanızı rica ederim. Kubilay Günay, MİT Disiplin Kurulu Başkanı"

Savunma isteğine cevap:

Tarih: 02.02.1999

Sayın Kubilay Günay MİT Disiplin Kurulu Başkanı

(1) Milli İstihbarat Teşkilatı ile ilişkim, 01.Ekim. 1998 tarihi itibariyle kesilmiştir. Bu husustaki kayıtların Personel Başkanlığınızda bulunması gerekir. İdareniz ile ilişiği kesilmiş ve halen organik hiç bir bağı bulunmayan bir kişiye disiplin soruşturması yapılmasını hangi mevzuata ve hangi gerekçelere dayandırdığınızı bilmiyorum. Ancak usul dışı ve hatalı bir işlem olduğunu açıkça belirtmek isterim. Madem idarenin böyle bir soruşturma yapma niyeti vardı, neden yangından mal kaçırır gibi apar topar ilişiğim kesildi? Önce soruşturmaları bitirip, ceza verip, sonra gereğini yapsaydınız. Şimdi, hiç bir dayanağı olmadan "yurt dışından alıp, Milli İstihbarat Teşkilatı'ndan çıkarmaya kadar varan kanun ve usul dışı, haksız, insafsız, iftira ve tertibe dayalı işlemlere, yeni bir usulsüz işlemle gerekçe yaratılmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır.

(2) "231 Sayılı Savunma İsteği" ile ilgili yazınızda, Mit Müsteşarı, Operasyondan Sorumlu Müsteşar Yardımcısı ve Ankara Bölge Başkanı ile ilgili olarak "Uzun bir zamandan beri politik çıkarlar ve menfaat grupları lehine, kanunsuz ve usulsüz işlemlere tevessül ettikleri" şeklindeki beyanımın disiplin suçu olarak değerlendirildiğini belirtmişsiniz.

Ben bu beyanımı sadece 23.09.1998 ve 30.09.1998 tarihli Savunma yazısı ve ifadede belirtmedim. Bu konudaki ilk yazılı beyanım, bahsedilen tarihten 7 ay, günümüzden bir yıl önce, 23.02.1998 tarihinde bizzat MİT Müsteşarına bir dilekçe ile başvuruşum ile olmuştur. Uzun süre bekledikten ve herhangi bir cevap alamadıktan sonra 11.08.1998 tarihinde ABD'den yolladığım resmi yazıyla başvurumu tekrarladım. Bana Müsteşarın "İddia edilen hususlarda gerçek payı olmadığı anlaşılmıştır. Personelin müsteşarlık çalışmalarına dair kritikleri kişilerin şahsi görüşleri olarak kabul edilmiştir. Karar ve sorumluluk Müsteşarlık makamına aittir. Her memurun ve vatandaşın olduğu gibi M. Eymür'ün de kişisel problemleri ile ilgili istediği makama gerekli müracaat yapma hakkı vardır" şeklindeki cevabı geldi. Ben de şimdi vatandaş Mehmet Eymür olarak gerekli müracaatlarda bulunuyorum.

Yukarıda belirttiğim ve resmi yazışmalara girmiş beyanlarıma ilaveten aynı mealdeki iddiaları, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesindeki tanıklığım sırasında ve yüksek yargı organı Danıştay'a başvuruda da tekrarladım.

Gerektiğinde olay, şahit, belge göstererek bu iddiaların doğruluğunu adli ve yetkili makamlar önünde ispatlamak tabii ki benim sorumluluğumdadır.

Bu bakımdan yüksek yargı organlarına intikal etmiş, hükümetin düşmesine neden olacak kadar önemli gelişmeleri beraberinde getirerek büyük ölçüde doğrulanmış olan beyanlarımın idarece bir disiplin suçu olarak nitelendirilmesi, haklılığımı bir kez daha ispatlayan yeni bir örnek oluşturacaktır.

Benim beyanlarımın temelinde müşahhas olaylar, ülke güvenliği ile ilgili hususlar ve hukuki müracaatlar vardır. İddialarım açık ve nettir. Amire hakaret, küfür, tehdit, iftira gibi disiplin suçunun unsurlarını taşıyan bir yönü yoktur.

Örnekleme yapmak gerekirse, halihazırdaki Müsteşar Şenkal Atasagun Londra'ya tayin edildiğinde, zamanın Personel Başkanına telefon açarak galiz bir şekilde küfür etmiş ve hesap soracağı şeklinde tehditlerde bulunmuş, bilahare kapı kapı dolaşarak eski amirlerini ve meslektaşlarını suçlayan, aşağılayan konuşmalar yapmıştı. Bu fiilinden dolayı "kınama cezası" gibi basit bir ceza aldı. Benim beyanlarımın tayin nedeniyle kaynaklanan ve kızgınlıkla sarfedilen bu tip basit sözlerle bir benzerliği yoktur.

Yine bir örnekleme yapmak icap ederse, MİT'in örtülü ödeneğinden sorumlu Özel Muhasebe Sorumlusu Kani, 1998 yılı içinde zimmetinde bulunan 300 milyar lira civarındaki parayı borsada kullandı. Disiplin suçunu da aşan ve cezai davası açılması gereken bir eylem olmasına rağmen her nedense sessiz sedasız emekli edildi ve olay kapatıldı. Benim davranışlarımın bu şekilde yüz kızartıcı ve gayri ahlaki bir yönü de yoktur.

(3) "248 Sayılı Savunma İsteği" ile ilgili yazınızda bahsi geçen ve "APO'nun Kurtulduğu Gece" başlığı ile yayınlanan haber ile herhangi bir ilişkimin olmadığını daha önce Başbakanlık Teftiş Kuruluna verdiğim ifadede belirtmiştim.

Esasında bu haber hayati risklerimi ciddi bir ölçüde arttıracağı cihetle bana zarar veren bir yayın olmuştur. Buna rağmen yazıyı sanki ben yayınlatmışım gibi suçlamada bulunulmuş.

Kanal D'deki yayın ise bir nevi meşru müdafaa hakkımın kullanımıdır. İdarenizce bilineceği üzere Anayasanın tanıdığı kişilik hakları, diğer hak ve kısıtlamaların üzerinde mütalaa edilmektedir. Hakkımı ve hukukumu koruması gerekenlerin değil bunu yapmak, aksine yalan ve iftira üreterek, her türlü kanunsuz eyleme başvurarak kişilik haklarıma yönelik saldırılarda bulunmalarına karşı, ölçülü bir ifade tarzıyla yaptığım savunmamın "bilgi ve demeç vermek" şeklinde mütalaa edilmesi gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Kaldı ki, daha öncede belirttiğim gibi Milli İstihbarat Teşkilatı ile ilişkim kesilmiş ve yeni görev yerinde başlamayarak irademi açıkça beyan etmiş durumdayken (bu husus söyleşide de açıkça ifade edilmektedir) ve statümde herhangi bir değişiklik olmamışken, ayrılışımdan 4 ay sonra disiplin soruşturmasına tevessül edilmesini hukuki ve mantıki açıdan kabul edilebilir bir davranış olarak görmüyorum.

(4) Netice itibariyle, bahsettiğim dilekçeme ilaveten, Susurluk olayı sonrasında zamanın Başbakanı Necmettin Erbakan'a verilen rapor, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkan Vekili Kutlu Savaş'a verilen sözlü ve yazılı bilgiler, Alaattin Çakıcı ile ilgili dinleme raporları, Washington Temsilciliği ile MİT Karargahı arasında yapılan yazışmalar, Yavuz Ataç, İbrahim Ortakçıer, Kaşif Kozinoğlu, Orhan Çoban ile ilgili yazdığım yazılar, MİT Müsteşarı'nın Başbakan Mesut Yılmaz'la birlikte katıldığı basın toplantısındaki beyanları, MİT Müsteşarı'nın Milletvekili Fikri Sağlar'la vaki görüşmesinde "MİT'teki Susurluk Çetesi" ile ilgili söylediği sözler, MİT Müsteşarı'nın bir grup personelin önünde "Mehmet Eymür Çetesi" şeklindeki ithamları, MİT Müsteşarının çeşitli zamanlarda bazı basın mensuplarına verdiği bilgiler, gibi belge ve bilgileri de kararınızdan önce araştırmanızı öneririm. Mehmet Eymür

Not: 26 Ocak 1999 tarihi itibariyle İstanbul'da annemin adresine yollamış olduğunuz "Savunma İsteği" yazınız, yurt dışında bulunduğumdan 31.01.1999 tarihi itibariyle elime ulaşmıştır. Bilgi edinilmesini. "


C. USÜLSÜZ VE HUKUK DIŞI TAYİNİN ESAS SEBEPLERİ:

1. Teşkilat İçindeki Makam Kavgaları, Hizipleşmeler, Dış Bağlantılar

Mehmet Eymür, 1994'de memuriyete dönmesini müteakip doğrudan Müsteşara bağlı olarak faaliyet gösteren Özel İstihbarat Daire Başkanlığını devralmıştır. Fonksiyonel bir ünitenin başındadır ve Müsteşar başkanlığındaki günlük toplantılara katılan 4-5 üst yöneticiden biridir. O tarihte yardımcısı Yavuz Ataç'tır. Mehmet Eymür yeni görevinden memnun ancak yardımcısından sıkıntılıdır. Daha önceki görev döneminde de yanında çalışan Yavuz Ataç'ı iyi tanımakta, çalışma tarzı, karakteri ve ilişkileri yönünden ona güven duymamaktadır. Yavuz Ataç Teşkilata, Korkut Eken'le birlikte gelmiştir. Her ikisi de o tarihlerde Gölbaşı'nda Polis Özel Kuvvetlerini eğitirken Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas'ın dikkatini çekmiş ve neticede "Özel Kuvvetler Komutanlığı'ndan" emekli olarak Teşkilata alınmışlardır.

Yavuz Ataç da, Özel İstihbarat Daire Başkanlığını beklediğinden Mehmet Eymür'ün dönüşünden memnun değildir ve Mehmet Eymür'e karşı tavırlıdır. Mehmet Eymür, Yavuz Ataç konusunu, kendisine Teşkilata dönme teklifi yapan ve o anda Ankara Bölge Başkanı olan Şenkal Atasagun'a açar. Şenkal Atasagun bu konuyu hiç gündeme getirmemesini, MİT Müsteşarı'nın da Yavuz Ataç'dan memnun olduğunu belirtir ve uzun zaman için bu konu kapanır.

Mehmet Eymür, bütün zamanını yeni görevine yöneltir. Yakın mesai arkadaşlarının yardımı ve Müsteşarın desteği ile ünitesini idari, operasyonel ve eğitim açısından gelişmiş, modern yöntemlerle, kompüterize çalışan, aktif, dinamik örnek bir ünite haline getirir. Özel İstihbarat Dairesi ve sonradan onun devamı niteliğinde olan Kontr Terör Merkezi, teşkilatın en riskli ve yorucu ünitelerinden biri olmasına ve 4 tane şehit vermesine rağmen genç personelin en çok çalışmayı arzuladıkları yer haline gelmiştir.

Bu gelişme, Teşkilatta yükselmek isteyen ve Müsteşarlık yarışı içine giren, hizmetten ziyade kendi avantajlarını düşünen bazı yöneticileri rahatsız etmiş, Müsteşarın toplantılarda "en iyi, en süratli ve en tatmin edici raporları Özel İstihbarat Başkanlığından (veya Kontr Terör'den) alıyorum, size kaçtır söylüyorum hala yerine getirmediniz" mealindeki sözleri, yurtiçi ve yurtdışındaki bazı toplantılarına Mehmet Eymür'ü götürmesi ve Teşkilat Karargahı çapında yapılan anketlerde "Mehmet Eymür'ün ve ünitesinin en iyi puanları alması gibi olaylar bu rahatsızlığı arttırmıştır.

Mehmet Eymür'ün yeniden göreve dönmesiyle birlikte, bundan rahatsızlık duyanlardan, Teşkilat dışından Mehmet Ağar ekibi, Nuri Gündeş gibi bazı eski teşkilat mensupları, Alaattin Çakıcı gibi yeraltı dünyasının önemli isimleri, Teşkilat içinden Mehmet Ağar ve Emniyet İstihbarat Dairesi mensuplarıyla yakın ilişki içinde bulunan İstihbarat Başkanı Mikdat Alpay ve yandaşları ve Özel İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı Yavuz Ataç, Mehmet Eymür aleyhine sistemli bir yıpratma faaliyeti yürütmeye başlamışlar, bir yandan devlet yönetimindeki etkili kişiler "Mehmet Eymür size yönelik operasyon yürütüyor, telefonlarınızı dinletiyor" gibi yönlendirirken diğer yandan basın "Mehmet Eymür özel operasyon yetkileri ile donatıldı", "Mehmet Eymür ekibi ısınma turlarına başladı, yargısız infazlar arttı" gibi yalan haberlerle beslenmiştir.

Mehmet Eymür'ün ve dairesinin "gizli ve operasyonel faaliyetlerde kullanılan" ve MİT içinde dahi bilinmeyenler dahil tüm telefonları, başında Emin Aslan'ın olduğu Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığınca, Hanefi Avcı ve Osman Ak kontrolünde dinlenmiş, MİT içinde Mikdat Alpay bir yandan bu kesimle işbirliğinde bulunurken, diğer yandan emrindeki İstihbarat Başkanlığından, bilgi vermemek, koordinasyonda bulunmamak, personeli yasaklamak, Müsteşar'a eksik ve yanlış bilgi vermek suretiyle Özel İstihbarat Dairesinin ülke yararına yürüttüğü faaliyetleri baltalamışlardır. Bilahare aynı tavrı, daha kesin hatlarla Operasyon Başkan Vekili Şenkal Atasagun da uygulamıştır. Bu yıpratma faaliyetinde en önemli rolü Mehmet Eymür'ün yardımcısı Yavuz Ataç almış, hem Mehmet Ağar - Korkut Eken grubuna, hem yeraltı dünyasına ve bazı politikacılara Özel İstihbarat Dairesinden bilgi taşımış, hem de eski asker kimliğinden yararlanarak bazı ordu mensuplarını Mehmet Eymür'e karşı menfi olarak yönlendirmiştir.

Mehmet Eymür, yeraltı dünyasının tanınmış isimleri de dahil, MİT ve Polis içindeki bu değişik orijinli kişileri neden rahatsız etmektedir? Bu kişileri birleştiren unsurlar nelerdir? Eymür'ün bu kişilere karşı özel bir husumeti, veya bu kişileri hedef alan özel bir çalışması mı vardır? Mehmet Eymür'ün MİT Müsteşarı olmak veya devlet kademelerinde önemli bir mevki ye gelmek veya politikaya atılmak gibi aynı niyeti taşıyan kişileri rahatsız edebilecek bir düşüncesi ve çabası mı olmuştur?

Bu suallerin hepsini "hayır" şeklinde cevaplayabiliriz. Mehmet Eymür sadece çok çalışan, sorumluluk duygusu yüksek, kendisine tevdi edilen görevleri en iyi şekilde yerine getirmeye çalışan, araştırıcı, yetkilerini sonuna kadar kullanan, kanunlara saygılı, demokrasiye inanan, yakınlarının ve yöneticiliğini yaptığı personelinin sevdiği ve güven duyduğu, personeline inisiyatif tanıyan, yardımsever, kıskançlığı olmayan, gösterişi sevmeyen, özel hayatı sakin, aile bağları kuvvetli, mesleki bilgisi gelişmiş, tekniğe ve yeniliklere açık bir devlet memurudur. Mesleğindeki yükselişi hep kendi çalışmasına ve başarısına bağlı olarak gelişmiş, kimseden yardım ve kayırma talebinde bulunmamış, kimse ile makam yarışına girmemiş, kimsenin makamında da gözü olmamıştır. Politika ile ilişkisi, tanıdığı bir kaç parlamenter ile tahditlidir. Politikaya atılmak gibi bir düşüncesi olmadığı gibi, bu güne kadar herhangi bir politik eğilime de angaje olmuş değildir.

Bazılarının Mehmet Eymür'le ilgili rahatsızlığı kendilerine olan güvensizliklerinden ve içinde yer aldıkları birçok kanunsuz ilişkinin ortaya çıkması korkusundandır. Eymür'ün, görevini taviz vermeden düzgün bir şekilde yapmasından, görevi icabı bazı kirli ilişkilere ve illegal faaliyetlere kolayca ulaşmasından korkmaktadırlar. MİT içindeki bazıları da Mehmet Eymür'ün başarılı olmasından rahatsızlık duymakta ve Eymür'ü kendilerine rakip olarak görmektedirler. Bu hususlar takip eden maddelerde misallerle daha açık bir hale getirilecektir.

Mehmet Eymür, bilgi akışındaki aksaklıların giderilmesini teminen ve daha verimli çalışılması amacıyla Mayıs 1995'de Müsteşar Sönmez Köksal'a Özel İstihbarat Dairesinin Operasyon Başkanlığına bağlanmasını teklif etmiş, bu husus Müsteşar tarafından da benimsenmiştir. Haziran 1995'de Müsteşar'ın başkanlığında toplanan MİT üst yönetimi Özel İstihbarat Dairesinin Operasyon Başkanlığına bağlanmasına ve İstihbarat Başkanlığı bünyesindeki Kontr-Espiyonaj ünitesinin de zaman içinde yeniden müstakil bir ünite olarak yapılanmasına (Mikdat Alpay hariç) mutabık kalmış ve bu mutabakat bir zabıtla tespit edilmiştir.

Neticede bu birleşme gerçekleştirilmiş ve Şenkal Atasagun Operasyon Başkanlığına, Mehmet Eymür de Başyardımcılığa atanmıştır. Şenkal Atasagun Yavuz Ataç'ı önemli bir pozisyon olan "Avrupa Daire Başkanlığı'na" getirmiş, tayin öncesi Mehmet Eymür'e "Eymür'ün kendisinden eski olmasına rağmen mesleğine ara verdiği için ve bazı yerlerden tepki gelebileceği düşüncesiyle Müsteşarın kendisini başkanlığa, M. Eymür'ü de başyardımcılığa düşündüğünü belirterek Eymür'ün niyetini ölçmüştür. M. Eymür'de cevaben eski arkadaş olduklarını, böyle bir konunun aralarında sorun yaratmayacağını, seve seve yardımcılığını yapabileceğini söylemiş, bu davranışın makam hırsı ile hareket eden başkalarına da örnek olacağını, önemli olanın senelerdir tenkit ettikleri hususları düzeltmek ve meslek hayatlarının sonunda Teşkilata ve devlete iyi bir şekilde hizmet etmek olduğunu belirtmiştir.

Davalı İdare'nin "Devletin ve anılan Müsteşarlığın çıkarlarını kişisel hırsına feda etme eğilimi içerisinde olduğu, yukarıdaki maddelerde açıklanan sayısız örnekle tescil edilen Mehmet Eymür, özellikle ikinci kez ilgili Müsteşarlığa alındıktan sonraki konumunu ve hiyerarşik yapı içinde yer almayı kabullenememiş sürekli olarak, müstakil görev arzusu ifade ile kendisine ve doğrudan Müsteşara bağlı bir birim oluşturulması çabasını yaşama geçirmek için yoğun bir çaba sarf etmiş ve kendince ileri sürdüğü gerekçeler çerçevesinde bu arzusunda başarıya ulaşarak -adeta- denetimden uzak ve başına buyruk bir çalışma ortamı yaratmıştır." şeklindeki beyanıyla gerçekleri ne derecede saptırıldığını yukarıda sunulan örnekle bir kez daha anlamak mümkündür. Takip eden maddelerde bu konu ile ilgili diğer bir örneğe de yer verilecektir.

İki ünitenin birleşmesi neticesinde beklenen verim alınmamış, aksine Şenkal Atasagun'un yönetim tarzı nedeniyle eskiye oranla büyük ölçüde düşüş olmuştur. Şenkal Atasagun beraber çalışmaya başladıkları ilk günden itibaren herhangi bir neden olmaksızın Mehmet Eymür'e karşı olan eski tavrını değiştirmiş, Ankara Bölge Başkanlığı'ndaki eski yardımcısını Başkan Yardımcılığına getirmiş, onunla yakın çalışmaya başlamıştır. Zamanında Mehmet Eymür'ün ünitesince bin bir zorlukla kurulan birçok faaliyeti bir kalemde kapattıran Şenkal Atasagun, ita amiri olmasına rağmen evveliyatı Mehmet Eymür'ün dairesine ait olan bazı masrafları onaylamamış, Mehmet Eymür'ün ünitesinden gelen personele de hasmane bir tavır sergileyerek, onlardan ve Mehmet Eymür'den gelen teklifleri kabul etmemiştir.

Teferruattan haberi olmamakla birlikte, iki ünitenin birleşmesinden çok şeyler bekleyen, ancak beklediğinin tam tersini bulan Müsteşar Sönmez Köksal'la Şenkal Atasagun'un arası, bu nedenle gittikçe bozulmuş, neticede aile fertlerini de kapsayan yakın dostlukları sona ermiştir.

İki ünitenin birleşmesinden 6 ay sonra Mehmet Eymür Operasyon Başkanlığına ve Müsteşarlığa aşağıdaki dilekçeleri vererek Operasyon Başkanlığından başka bir göreve alınmasını istemiştir.

"22.01.1966

Operasyon Başkanlığına

10.07.1995 tarihinden itibaren kuruluş çalışmalarında bulunduğum ve 23.07.95 tarihinde Sn. Müsteşar tarafından kadrolarının onaylanmasından sonra Operasyon Başkanlığı Başyardımcısı olarak devam ettiğim Başkanlığımızda, daha önce vuku bulan ve halen de devam eden olumsuzluklar nedeniyle verimli olamayacağım düşüncesindeyim.

(1) Fiili durum itibariyle bir Başyardımcı olarak değil bir Başkan Yardımcısı gibi mütalaa edilmem.

(2) Aradan 6 ay gibi bir süre geçmesine rağmen ve bütün çabalarıma karşın Özel İstihbarat Dairesi ile Dış İstihbarat Başkanlığının birleşmesinde arzulanan amaca yönelin memesi, hatta eski dairem tarafından yürütülen ve planlanmış olan bir çok faaliyetin görüşüm bile alınmadan durdurulması. Yeni tekliflere çeşitli sebepler ileri sürülerek izin verilmemesi.

(3) Çalışmaların organize ve entegre bir şekilde yapılmaması, birçok konunun faaliyetlerin birleşme noktası olan yönetim kadrosunda birleşmemesi, yönetim kadrosunun birbirinden kopuk hareket etmesi.

(4) Başkanlığın bir organizasyon gibi değil, bir şahıs şirketi gibi tek taraflı kararlarla yürütülmesi.

(5) Personel arasında ayırım yapılması, layık olmadığını düşündüğüm bazı personele onur kırıcı şekilde ve hissi davranılması.

(6) Konumuma, karakterime ve mesleki birikimime layık görmediğim bir muamele tarzına muhatap olmam. Çalışmalarda heves kırıcı ve amaçtan uzak lüzumsuz müdahalelerde bulunulması.

Bütün iyi niyetimle zaman içinde düzeleceğini düşündüğüm bu olumsuzluklar maalesef aynı düzeyde devam etmektedir. Meslek hayatımda hiç bir zaman muhatap olmadığım suçlamalara ne yazık ki en yakın dostlarımdan biri ile çalışırken muhatap oldum ve oluyorum. Aynı düzen içindeki çalışma şartları belki de yeni ve telafisi mümkün olmayan başka olumsuzlukları da beraberinde getirecektir. Netice olarak yönetici olarak bizim varlığımız, olumlu bir amacı, yapıcı bir katkıyı amaçlamalıdır. Aksine mevcut durum Operasyon Başkanlığına zarar verici hale gelmiştir ve bu durum bütün personel tarafından bilinmektedir.

Yukarıda saydığım sebeplerle Operasyon Başkanlığındaki görevimden alınarak Müsteşarlık makamınca takdir edilecek herhangi bir başka göreve verilmem için ekli dilekçemin Müsteşarlık makamına iletilmesini arzederim.

Mehmet Eymür,
Başyardımcı


22.01.1996

Müsteşarlık Makamına,

Operasyon Başkanlığı dışında tensip edilecek herhangi bir başka görevde çalışmak, makamlarınca böyle bir görev bulunmadığı ve uygun görülmediği tekdirde "emeklilik dilekçesi" vermek arzusundayım. Gereği için emirlerine arzederim. Mehmet Eymür Operasyon Başkanlığı Başyardımcısı."

Mehmet Eymür'ü bu dilekçeleri vermeye zorlayan ve emekliliğini isteme raddesine getiren olaylar nelerdir. Bunu bir kaç örnekle izah etmekte yarar bulunmaktadır.

MİT'in eski mensuplarından birinin akrabası olduğu ve yurtdışında çok geniş imkan ve kabiliyetleri bulunduğu belirtilerek Yavuz ATAÇ tarafından MİT'e takdim edilen Mehmet Kulaksızoğlu isimli bir şahıs, Teşkilattaki kayıtlarda herhangi bir menfi husus bulunmaması üzerine Nisan 1995'de denenmek üzere görevlendirilerek ve kendisine Mikail Sarı adına kimlikler verilerek yurtdışına yollanmıştır.

Dört ay sonra Kapıkule hudut kapısından giriş yaparken kendisini MİT mensubu ve Bulgaristan ve Romanya sorumlusu olarak tanıtan Mehmet Kulaksızoğlu gümrükte aranmamasını sağlamış, ancak durumundan şüphelenen görevliler konuyu bilahare MİT mensuplarına bildirmişlerdir.

Bu gelişme üzerine konu Operasyon Başkanlığı Başyardımcısı M. Eymür'e iletilmiş, Mehmet Eymür, Mehmet Kulaksızoğlu'nun sorguya alınması, ilişiğinin kesilmesi ve Teşkilatça verilen kimliklerin geri alınması talimatını vermiştir. Aynı zamanda şahsı daha kapsamlı bir şekilde araştırtan Mehmet Eymür, Kulaksızoğlu'nun Banka dolandırıcılığından arandığını, kaptagon ve uyuşturucu dahil her türlü karanlık ilişki içinde olduğunu öğrenmiştir.

Mehmet Eymür bir süre sonra Mehmet Kulaksızoğlu'nun kısa bir mülakata tabi tutulup, verilen kimliklerin elinden alındığını, ancak Operasyon Başkanı Şenkal Atasagun'un talimatı ile bu kimliklerin geri verilip, şahsın teşkilatla ilişkisinin devam ettirildiğini öğrenmiş ve şaşırmıştır. Bu olay Mehmet Eymür ile Şenkal Atasagun arasında gerginlik yaratmıştır. Mehmet Kulaksızoğlu Ekim 1998'de Akın Birdal suikastının faili ve Türk İntikam Tugayı'nın mensubu olarak yakalanmıştır.

Mehmet Eymür'le Şenkal Atasagun arasında gerginlik yaratan bir diğer olay da ilgili personelin ikazına rağmen Şenkal Atasagun'un ısrarla verdiği yanlış bir karardan doğmuştur. Bu karar memleketine hizmet etmek düşüncesiyle hareket eden masum bir Türk vatandaşının aylarca yabancı bir ülkede casusluk suçuyla hücre cezası çekmesine neden olmuş, bu vatandaşımız bilahare zamanın MİT Müsteşarı Sönmez Köksal ve Mehmet Eymür'ün çabaları ve bu ülkeyi ziyaretleri ile kurtarılmıştır.

Sürtüşme yaratan bir diğer önemli olay bazı personelle ilgilidir. Mehmet Eymür, Özel İstihbarat Dairesinin eğitim ve operasyon kabiliyetini arttırmak için "Özel Kuvvetler Komutanlığı'ndan" ayrılmayı ve emekli olmak isteyen bir grubun MİT'e alınmasına öncülük eder, gerekli tahkikatlar tamamlandıktan sonra şahıslar MİT'e alınırlar. Grup içinde Orhan Çoban isminde bir Albay, iki subay ve birkaç astsubay vardır. Subaylardan birisi Kaşif Kozinoğlu'dur. Eymür bunlara daimi kadrolar verilmesine, lojman tahsisinde öncelik tanınmasına yardımcı olur. Neticede "Eğitim Ünitesi" bazı muvazzaf ve emekli asker kökenli kişilerin de ilavesiyle karargah binası dışındaki bir yerde, Albay Orhan Çoban'ın yönetiminde faaliyete başlar. Bu arada Özel İstihbarat Dairesi Operasyon Başkanlığı ile birleşir.

Bir süre sonra "Eğitim Ünitesinde" görevli bazı personel Mehmet Eymür'e gelerek, Kaşif Kozinoğlu'nun kendilerine "bir siyasi eski parti genel başkanına eylem" için hazırlık çalışması emri verdiğini, böyle bir talimattan bilgisi olup olmadığını sorarlar. Mehmet Eymür irkilir. Henüz Teşkilatta göreve başlamasından birkaç ay geçmesine rağmen Kaşif Kozinoğlu'nun normal sayılmayacak bazı davranışları ile ilgili bir çok bilgi intikal etmiştir. Eymür konuyla ilgili sual açar, ünitedeki personelin ifadesine başvurur. Bir sebeple yanına gelen Kaşif Kozinoğlu'nu ve konudan haberi olduğu halde müdahale etmediği anlaşılan ve Kaşif Kozinoğlu'nu korumaya kalkan, Mehmet Eymür'e bu bilgiyi kimin bildirdiğini araştıran Orhan Çoban'ı ağır bir şekilde yerer. Müteakip gelişmeleri ifadesi alınan personel şöyle anlatır;

"Bir konuyla ilgili olarak bilgi vermek için Kaşif Kozinoğlu'nun odasına girdiğimde, .... ile konuşuyordu. Konuşma bittikten sonra bana dönerek " .....'a bir görev vereceğim. Belki de ikiniz yapacaksınız" dedi. Sonra konunun, ......... öldürülmesi olduğunu öğrendim. Arkadaşımız bu konu ile ilgili rahatsızlığını bize anlattı. Bu konuyu Daire Başkanı Orhan Çoban'a bildirdik. Başkanımız, Kaşif beyi korur bir biçimde, benim haberim olmadan böyle bir şey olmaz, bu konuyu da burada kapatalım dedi. Aynı konuyu Kaşif Kozinoğlu, bana da doğrulamış ve bu konuda yapacağımız bir eylemin bize zarardan çok fayda getireceğini beyan etmiştir.

Daire Başkanımız veya Bölüm Amirimiz, Sn. Mehmet Eymür tarafından bir soruya muhatap olmuş olacaklar ki ünitede bulunan bütün personeli bahçede topladılar. Daire Toplantıya kayıt cihazıyla gelen Daire Başkanı Orhan Çoban, konuşmalarının bir bölümünü kaydettikten sonra, kayıt cihazını masanın ortasına atarak, isteyenin alıp, üst makamlara götürebileceğini söylemiş, bundan sonra çalışmaların Sn. Mehmet Eymür'ün inisiyatifi dışında gitmesi gerektiğini, engellendiklerini belirterek direkt Sn. Müsteşarımıza bağlı olarak çalışmamız gerektiğini vurgulamıştır.

Net olarak hatırladığım bu konuşmada "Arkadaşlar, geçen gün Kaşif, Mehmet Beye görev sonuç raporunu arz etmeye gittiğinde, birçok konuda hakarete uğradı. İsteyen bu kaseti Mehmet Eymür'e götürebilir, Bana burada usule uymayan insanların ağır bir şekilde cezalandırılacağı, hatta büyük Başkanların bile Teşkilat'tan uzaklaştırıldığı söylenmişti. Ben kimseden korkmuyorum, Mehmet Eymür'den de korkmuyorum. Bizi buraya Başbakan aldı, ancak o geri gönderebilir. Burada bizi askeriz diye sevmiyorlar, işlerimizi engelliyorlar. Ben de duydum, Kaşif'e de tesislere bakmaya gittiklerinde söylemiş, Genel Kurmay Başkanı'nın anasına küfretmişti. Ben bir Silahlı Kuvvetler mensubu olarak Gn.Kur.Bşk.'nın anasına küfrettirmem. Duydun mu Mehmet Eymür, korkmuyorum senden? (Bu sırada teybe biraz daha eğildi.) Mehmet Beyi de buraya çağıracağım, hepinizin önünde aynı konuşmayı yapacağım, göreceksiniz."

Devletin üst kademesine gelmiş bir kamu görevlisinin, Silahlı Kuvvetlerin en yüksek mertebesine ulaşmış bir şahsiyete küfür ettiğine inanmıyorum. Bu olsa olsa suçluluk duygusu içinde olanların MİT ile Silahlı Kuvvetleri karşı karşıya getirme planlarının bir parçası olsa gerek."

Mehmet Eymür, Orhan Çoban ve Kaşif Kozinoğlu'nu yetkisi dahilinde disiplin cezası ile cezalandırır. Kendisine "Genel Kurmay Başkanına küfretti" şeklinde iftira atan bu personelle çalışamayacağını üstlerine yazılı olarak bildirir. Şenkal Atasagun daha geniş olan disiplin cezası yetkilerini kullanmak istemez, aksine Orhan Çoban ve Kaşif Kozinoğlu'na yakınlık gösterir. Neticede Orhan Çoban başka bir Başkanlığa verilir, Kaşif Kozinoğlu ise Şenkal Atasagun tarafından Operasyon Başkanlığı'ndaki başka bir üniteye alınarak özel görevlerle yurt dışına gönderilir.

Diğer bir sürtüşme Avrasya Feribotu'nun kaçırılışı dolayısıyla meydana gelmiştir. Olayın vuku bulduğu gün Şenkal Atasagun normal mesai bitiminde evine gitmiş, istirahata çekilmiştir. Kendisinin evinden rahatsız edilmesini sevmeyen ve Ankara Bölge Başkanı olduğunda bu konuda emirler yayınlayan Şenkal Atasagun'un bu yönünü iyi bilen Mehmet Eymür, olayı haber alır almaz hemen bir kriz masası kurmuş, gelişmeleri ilgili personel ile birlikte sonuna kadar izlemiş, olay yerine ekip sevk etmiş, Şenkal Atasagun da dahil üst makamları bilgilendirmiştir. Emniyet Genel Müdür Muavini Cemil Serhatlı ile yakın koordinasyonda bulunarak olayın istenilen istikamette yönlendirilmesini sevk ve idare eden Eymür, olay bitene kadar kriz masasından ayrılmamıştır.
Uykusuz geçen iki geceden sonra olayın iyi bir şekilde neticelenmesi üzerine Müsteşar Sönmez Köksal kriz ekibine takdirlerini belirtmiş, buna mukabil Operasyon Başkanı Şenkal Atasagun, "kriz masasının kendisine sorulmadan teşkil edildiğini, kendisinin kriz masası için başkalarını görevlendirmeyi düşündüğünü" söyleyerek Mehmet Eymür'ü kınamıştır. Şenkal Atasagun MİT Müsteşarı olduğunda bazı gazeteler bunu Avrasya Feribotu operasyonundaki başarısına bağlamışlardır.

Mehmet Eymür'ün Operasyon Başkanlığından ayrılmasından ve Kontr Terör Merkezi Yöneticiliğine getirilmesinden sonra da devam eden bu olumsuzlukları sayısız bir çok diğer örnekle çoğaltmak mümkündür. Ancak, bu konuyu kapatmadan önce önemli ve aktüel bir diğer olaya, Alaattin Çakıcı konusuna değinmekte yarar vardır. Çakıcı olayında şimdilik, sadece MİT açısından baktığımızda gördüğümüz acayip manzara şöyledir. MİT'in bir ünitesi (Kontr Terör Merkezi) Alaattin Çakıcı'nın tehlikeli hale geldiğini, siyasi cinayetlere yönelik planlar yaptığını devletin en üst makamlarına rapor edip, Çakıcı'nın faaliyetleri ile ilgili bilgi toplamakta, diğer bir ünitesi (Operasyon Başkanlığı) ise Çakıcı'yı çalışmalarında kullanarak, ona bazı kolaylıklar sağlamaktadır. Çakıcı Avrupa ve Amerika'da rahat rahat dolaşmakta, Türkiye'de çeşitli kesimlerle irtibatını devam ettirmekte, kendisiyle ilgili her faaliyetten haberdar olmakta, Türkiye'deki adamlarına eylem emirleri verip, devrin Başbakanı dahil politikacılar ve iş adamlarını tehdit etmektedir. MİT'in Avrupa'daki birimlerinden gelen Çakıcı ile ilgili bilgiler Operasyon Başkanlığında ve bu bölgeden sorumlu Daire Başkanı Yavuz Ataç'ın çekmecesinde takılıp kalır, bilgiler Kontr Terör Merkezinden saklanır.

Vahim olan bu dönemde, üstelik Alaattin Çakıcı'nın, kendi meslektaşları olan Mehmet Eymür'ü de kendisine yönelik faaliyetlerden dolayı oğlunu öldürmekle tehdit ettiği bir devrede, Şenkal Atasagun ve Yavuz Ataç'ın kullanması, onunla olan irtibatlarını devam ettirmeleridir. Bu hiç bir kalıba sığmayan bir eylemdir. Bütün bunlardan sonra Mehmet Eymür'ün ve ailesinin basına sızdırılan "Eymür ve Ataç Alaattin Çakıcı ile olan ilişkilerinden dolayı çekiliyor, MİT'ten atılıyor" gibi haberlere isyan etmelerinden daha doğal ne olabilir ki.


2. "İkinci MİT Raporu" Konusu

Davalı İdare yazısının 3.3. bölümünde "İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek tarafından 21.9.1996 tarihinde basın mensuplarına dağıtılan ve 22.9.1996 tarihli Aydınlık Dergisinde "İkinci MİT Raporu" adı altında yayınlanan bilgilerin MİT Müsteşarlığıyla bağlantısının araştırılması amacıyla yapılan inceleme neticesinde Teşkilatın Teftiş Kurulu Başkanlığınca hazırlanan Raporda; söz konusu bilgilerin, daha önce kendisinden yararlanılmış olmasına rağmen bazı nedenlerle şüphelenildiği bir dönemde ifadesine başvurulan Tarık Ümit'in iddialarına istinaden Müsteşarlık K/Terör Merkezi'nce düzenlenen "Asgar SİMİTKO, Lazım ESMAEILI ve Tarık Ümit olayı" başlıklı iki rapor ile 15.12.1996 tarih KTM0004 sayılı yazıdaki bilgilerden yararlanılarak, ancak yönetimin bilgisi ve onayı dışında davacı tarafından hazırlandığı ve ilgili Müsteşarlık dışına sızdırıldığı kanaati ifade edilmiştir." denilmektedir.

Susurluk olayına ışık tutacak bu çok önemli belgelere ve bu belgelerin hazırlanması ile ilgili yan çalışmalara değinmeden önce Davalı İdare'nin yazısında sık sık kullanılan ve "ancak yönetimin bilgisi ve onayı dışında davacı tarafından hazırlandığı", "Müsteşarlık prensip emirlerine aykırı olarak", "Yetkili olmadığı halde", "Teşkilat metod ve prensipleri ile mevzuata aykırı" gibi saptamalarının ne derecede doğru olduğunu tespit etmek için, Mehmet Eymür'ün yöneticiliğini yaptığı "Özel İstihbarat Dairesi'nin" ve onun devamı niteliğindeki "Kontr Terör Merkezi'nin" ne ile uğraştığına ve kanuni yetki ve sorumluluklarına kısaca değinmekte fayda görülmektedir.

Özel İstihbarat Başkanlığı genel hatlarıyla; "Terörizme ve Organize Suçlara karşı koyma, koruma ve eğitme ile sorumlu, operasyonel bir ünitedir. Türkiye Cumhuriyetinin bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine, Anayasal düzenine ve milli gücünü getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yönetilen; eylemsel nitelikli yıkıcı ve bölücü faaliyetler ile terör faaliyetlerini etkisiz kılmak amacıyla karşı tedbirler alan, karşı operasyonel faaliyetler planlayan ve uygulayan, terör faaliyetleri ile ilgili veya ideolojik amaçlı silah, narkotik kara para, sahtecilik, kitle imha silahları gibi ulusal veya uluslararası nitelikli, münferit veya organize suçlar ile, yurdumuza yönelik tehdit unsuru ülke, örgüt ve organizasyonlar ile bunların içinde yer alan kişilere, devletin milli güvenlik politikası paralelinde, gizli faaliyet usul ve tekniklerini uygulamak suretiyle operasyonel faaliyet yürüten, terör eylemlerini teknik yönden araştıran, çalışmalarında ilgili iç ve dış kuruluşlar, istihbarat ve güvenlik servisleri, örgütler, gruplar ve kişiler ile işbirliği yapan ve koordinasyonu sağlayan, fiziki, kişisel, teknik ve operasyonel koruma çalışmaları yürüten, Teşkilatın diğer birimlerine planlama ve uygulama ile teknik ve eğitim desteği sağlayan bir birimdir."

Askar Simitko, Lazım Esmaeili isimli iki İranlı, 15 Ocak 1995 günü Ataköy Polat Rönesans Oteli'ndeki Emperyal Gazinosundan sabaha karşı çıkıp evlerine giderken, yol üzerinde bulunan biri tepe lambalı Renault marka araç olmak üzere 3 araçtan müteşekkil, uygulama yapan sivil polis ekibi görümündeki telsizli şahıslar tarafından çevrilerek aramaya tutulmuşlar ve bilahare aynı şahıslar tarafından kendi arabaları ile birlikte alınarak götürülmüşlerdir.

28 Ocak 1995 tarihinde Askar Simitko ve Lazım Esmaeili'nin cesetleri, İstanbul Silivri'de, Kerev Deresi içinde, tabanca ile çok sayıda kurşunlanmış, kulakları kesilmiş ve işkence görmüş vaziyette köylüler tarafından bulunmuştur. Bu olay üzerine, Asgar Simitko ve Lazım Esmaeili ile ilişkili ve bir çok sakıncalı irtibatı dolayısıyla şaibeli bir personel, İstanbul Bölge Başkanlığı'ndan alınarak Şenkal Atasagun'un isteği üzerine Ankara Bölge Başkanlığına verilmiştir.

Tarık Ümit ise, 02.03.95 akşamından itibaren kaybolmuş, kaybolmadan önce İstanbul'da son olarak Özel Harekatçı bazı polislerle beraber olduğu saptanmıştır.

Özel İstihbarat Dairesi tarafından her iki olayla ilgili araştırma yapılmış, bilgi toplanmış, onay alınarak diğer bölgelere personel yollanmıştır. Bu olaylara, Engin Civan'ın vurulması ve Nuriye Uğur Kılıç - Çakıcı'nın öldürülmesi olayları da dahil edilerek ve illegal faaliyetlerden şüpheli 25 şahsa ait telefonun tetkikinden başlanarak, bilgisayar destekli bir çalışmayla, 1500'ün üstündeki şüpheli kişiye ait telefonun ikili ve çoklu ilişkileri araştırılmış, binlerce kişiye ait arşiv incelemesi yapılmış, 1995 yılının Mart ve Nisan aylarında İstanbul'a gönderilen personel vasıtasıyla, eldeki veriler tetkik tahkik çalışmaları ile geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu çalışmanın önemli bir bölümü 1995 Nisan sonuna doğru tamamlanmış ve ilgili personel tarafından kaleme alınan geniş bir raporla sunulmuştur.

Bütün bu çalışmalar, şifahen arzedilmesinin yanı sıra, günlük hazırlanan "Ceride"'lerle Müsteşara sunulmuş, elde edilen bilgiler ilgili Başkanlıklarla paylaşılmış, alınan talimatlar doğrultusunda hareket edilmiştir.

Bu bakımdan, Mehmet Eymür'ün başında olduğu ünitenin, kanunlar çerçevesinde verilen görevlere uygun olarak çalışmasını, ve bu çalışmadan ortaya çıkan hasılayı "ancak yönetimin bilgisi ve onayı dışında davacı tarafından hazırlandığı" gibi bir mantığa bağlamak ve yok saymak insafla bağdaşan bir davranış biçimi değildir.

Özel İstihbarat Daire Başkanlığı, bütün bu çalışmalar neticesine elde edilen bilgileri, 04.Eylül.1996 tarihinde Mehmet Eymür'ün imzasıyla uzun bir mesaj halinde (takriben 10-12 sayfa) ve önceki yazışmalara ilgi vererek ilgili Merkez ve Bölge Başkanlıklarına yollamış, Abdullah Çatlı grubu başta olmak üzere illegal ve çete faaliyetlerine dikkat çekmiş ve Söylemez çetesinin elinde bulunan imha gücü yüksek silahlara değinerek, "hedefleri, çıkar ilişkileri ve karşı koyma imkanları itibariyle değişik mücadele yöntemleri gerektiren ve gittikçe kontrolden çıktığı gözlenen bu yeni terör olgusunun dikkatle izlenerek elde edilen bilgilerin gönderilmesi" istemiştir.

Tuhaftır ki bu yazı, hemen akabinde İstihbarat Başkanlığınca herhangi bir sebep gösterilmeksizin toplattırılmış, Özel İstihbarat Dairesi Başkanlığı'ndaki nüshaları da istenmiştir. Olayların üzerinde durulmamış, suçun, kanunsuzluğun devam etmesine göz yumulmuştur.

Takip eden günlerde Mehmet Eymür TBMM Susurluk Komisyonunda ve Türkiye
İşçi Partisinin açtığı davada "Kanun kaçağı Abdullah Çatlı'yı ilgili makamlara bildirmemekle suçlanmıştır. Aynı dönemde "Susurluk Olayının çözümü!" için özel bir çalışma grubu tesis eden Mikdat Alpay ise bu grupta görevli Ş.A., S.G, U.K, isimli personeli çağırıp yemin ettirerek kayıtlarda tahrifat yapılmasını ve Özel İstihbarat Dairesince yazılan yazı ve bazı evrakın yok edilmesini sağlamıştır.

21.09.1996 tarihinde "İkinci MİT Raporu" adı altında aynı bilgileri içeren bir belgenin ortaya çıkması, dikkatlerin Mehmet Eymür üzerine çevrilmesine neden olmuş, Eymür bu gelişmeden, 1988'deki senaryoyu yeniden yaşayacağı düşüncesine üzüntü duymuş, sıkıntılı günler geçirmiştir. Bu konuda MİT Teftiş Kurulu'nca ifadesine başvurulan Eymür, yayınlanan bilgilerin kendi dairesinin çalışmalarından alınmış bilgiler olduğunu kabul eder ancak, basına ve özellikle kendisini yıllardır hedef haline getirmiş Doğu Perinçek'e böyle bir bilgiyi hiç bir zaman sızdırmayacağını da ilave eder.

03 Kasım 1966 tarihinde Susurluk'taki kaza vuku bulmuş ve olaylar süratle birbirini kovalar hale gelmiştir. Doğrular ve yalanlar birbirine karışmış, ortalığı karıştırmak isteyen yalan haber üreticileri ile doğruların ortaya çıkmasından rahatsız olanlar, paslaşmaya başlamışlardır. Doğu Perinçek elindeki bilgileri düzmece bilgilerle geliştirip ilaveler yaparak yeni çeteler yaratmış ve Mehmet Eymür'ü de bu çetelerden birine oturtturmuştur. Mikdat Alpay, Doğu Perinçek'in iddialarını esas alarak MİT'in devletin üst makamlara sunduğu "değerlendirme raporunu" hazırlamıştır.

Hanefi Avcı, inandırıcı olması için başka unsurları da araya katarak esas hedefi olan Mehmet Eymür'ü ağır bir şekilde suçlamış, "bir bilen", "dürüst insan" mertebesine ulaşmıştır. Hiç kimse televizyonlara çıkan itirafçı PKK'lı provokatörlerin Hanefi Avcı tarafından hangi illegal faaliyetlerde kullanıldığını araştırmamış, senelerce belli yerlerde önemli görevlerde bulunan Hanefi Avcı'nın bir çok olaydan neden haberi olmadığı değerlendirilmemiştir.

Muhalefet Partisi Başkanı ve Başbakan Mesut Yılmaz'ın özel ve açık beyanları, Kutlu Savaş'ın resmi ve basın aracılığıyla yayınlanan gayri-resmi raporları, Şenkal Atasagun'un açık ve kapalı kapılar arkasındaki yakıştırmaları ve Alaattin Çakıcı'nın ısrarlı talebi neticesinde olay Mehmet Eymür'ün MİT'ten başka bir üniteye tayinine kadar gelmiş, böylece Susurluk olayı bitmiş, MİT içindeki Susurlukla ve çetelerle bağlantılı kişiler temizlenerek düzlüğe çıkılmıştır.

Tayin olayının kamu oyuna yansıyan, basın toplantılarında yetkili kişiler tarafından açıkça beyan edilen ve bilinen sebebi budur. Herhalde Davalı İdare asılsız ve yalan iddialar üzerine inşa edilecek bir tayin gerekçesinin sakıncalarını anlamış ve bazısı 20-30 sene öncesine dayanan disiplin suçlarına, alınmamış kararlara, beyanat verme gibi iddialara ve mesnetsiz bir şekilde Mehmet Eymür'ün yerilmesine yer vererek hukuk dışı ve usulsüz tayinine gerekçe bulmaya çalışmıştır.

3. ANAP Genel Başkanı/Başbakan Mesut Yılmaz'la İlişkiler, Kutlu Savaş, Şenkal Atasagun:

ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, geçmiş yıllarda medya aracılığı ile telefonlarının Mehmet Eymür'ce dinletildiğini iddia etmişti. Bu iddia doğru olmadığı gibi Mehmet Eymür'ün başında olduğu ünitenin teknik olarak böyle bir imkanı da yoktu. Mehmet Eymür'ün ünitesi ancak terör veya organize suçlarla ilişkili önemli faaliyetlerde böyle bir talepte bulunabiliyordu.

Mesut Yılmaz, Müsteşar Sönmez Köksal'la bir görüşmesinde Mehmet Eymür'ün siyasi faaliyetler içinde olduğunu belirterek Teşkilattan uzaklaştırılmasını ister. Müsteşar Sönmez Köksal bu iddianın doğru olmadığını bilmektedir.

Mehmet Eymür'ün ilişkilerinin ve faaliyetlerinin kendisinin bilgisi dahilinde olduğunu belirtir ve Eymür'ün siyasi bir faaliyet içinde olmadığını izah eder. Mehmet Eymür, birçok başka örnekte olduğu gibi birilerinin Mesut Yılmaz'ı kendisine karşı yönlendirdiğini düşünür ve Mesut Yılmaz'ın zaman içinde doğruları bulacağını tahmin eder.

Susurluk Olayından sonra Doğu Perinçek "Çiller Özel Teşkilatı" diye bir teşkilat olduğu iddiasını ortaya atar ve Mehmet Eymür'ü karşı karşıya olduğu kişilerle birlikte bu teşkilatın bir üyesi olarak ilan eder. Bunun üzerine Mesut Yılmaz yeniden medya kanalıya ve Perinçek'i doğrular bir tavırda Mehmet Eymür'den bahsederek Eymür konusunda MİT Müsteşarını ikaz ettiğini belirtir.

Bu yayın üzerine Mehmet Eymür'ün Yılmaz ailesi ile tanışıklığı olan bazı dostları, aileyi Mehmet Eymür'den habersiz, Mesut Bey'in hata yaptığı konusunda ikaz ederler. Mesut Bey'in Mehmet Eymür'ü tanımasını ve konuşmasını sağlık verirler. Bu ikaz üzerine Mesut Yılmaz'ın sekreteri 05.12.1996 günü Mehmet Eymür'ü arayarak randevu talebi olduğunu belirtir. Mehmet Eymür şaşırarak böyle bir talebinin olmadığını ve bir yanlışlık olduğunu ifade eder ve telefonlar karşılıklı kapanır. Bir müddet sonra Mehmet Eymür'ün tanıdığı Yusuf Namoğlu arar ve konuyu izah eder. Akşam üstü birlikte gitmelerini önerir.

Budapeşte'de yumruk olayı birkaç gün önce olmuş ve Mesut Yılmaz'ın evinin önü gazetecilerle doludur. Eymür gazetecilere görünmek istemediğini belirtir. Bunun üzerine birlikte akşam yemeği yedikten sonra geç bir saatte gitmeyi kararlaştırırlar. Mehmet Eymür bu gelişmeyi Müsteşar Köksal'a anlatarak iznini alır. Müsteşar Köksal "iyi olur git, seni tanısın" der.

Yusuf Namoğlu ve Mehmet Eymür gece saat 01:00'de Reşit Galip Caddesindeki binaya giderler. Eymür giderken Budapeşte'de Mesut Yılmaz'a yapılan saldırı ile ilgili olarak intikal etmiş bir bilgi notunu da yanına alır.

Eymür ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a geçmiş olsun dileğini iletir. Kendisi ile ilgili beyanlarını hakketmediğini ve üzüldüğünü söyler. Kendinden ve evveliyatından bahsederek Teşkilata yeniden nasıl döndüğünü açık bir şekilde anlatır. Tekrar dönüşünde Müsteşar Sönmez Köksal ile Özer Çiller'in desteğini aldığını, her ikisini de daha önce tanımadığını, esasen emeklilikten sonra Teşkilat hayatını kapattığını ve tekrar dönmeyi düşünmediğini ve bu konuda hiç bir çaba da sarf etmediğini, ayrıca böyle bir oluşuma ihtimal de vermediğini, hem Teşkilattan, hem de Siyasi kanattan aynı zamanda desteklenmesinin çok büyük bir tesadüf olduğunu, neticede her iki tarafa da kendisini metheden arkadaşları sayesinde göreve döndüğünü belirtir.

Eymür ilaveten siyasetle hiç ilişkisi olmadığını, Özer Çiller ile münasebetinin çok tahditli ve Teşkilatının yararına bir dengede olduğunu, ilişkilerinin Müsteşarın bilgisi dahilinde ve açık bir şekilde olduğunu, Özer Beye doğru bildiği hususlarda düşüncelerini açıkça söylediğini, bazı ilişkiler konusunda kibarca ikazda bulunduğunu açıklamış. Keza Tolga Atik'in de politikanın kirliliğinden kaçtığı için Teşkilata geldiğini, asker olan babasının bu seçiminde tesirinin olduğunu, iddia edildiği gibi her bilgiye ulaşacak bir pozisyonda bulunmadığını, basın tarafından yıpratıldığı için şu anda açıkta kaldığını ifade etmiştir. Eymür kendi ünitesinin faaliyetinin hangi alanları kapsadığı ve telefon dinlemelerinin hangi prosedürlere bağlı olarak yapıldığı gibi bilgiler de iletmiştir.

Mesut Yılmaz "Şimdi anlıyorum ki size bilmeden bayağı kötülük yapmışız. Sönmez Bey'den de görevden alınmanızı istemiştim. Ancak telefonumun dinlenmesi işini bana sizin Teşkilatınızın üst kademelerinden ayrılmış olan Nuri Gündeş söyledi. Ben de bu düzeydeki bir insanın lafına inandım" demiştir.

Mehmet Eymür cevaben, Nuri Gündeş'in ilerlemiş yaşına rağmen Teşkilatı ve devleti karıştırmaktan vazgeçmediğini, Hiram Abas'a yakınlığı ve Dündar Kılıç'ın sorgusunda ortaya çıkardığı bazı çarpık ilişkileri dolayısıyla kendisine husumet duyduğunu, esasında adı geçenin bugün yaşanan olayların ve Abdullah Çatlı'ların mimarı olduğunu belirtmiştir.

Mesut Yılmaz, Eymür'ü ve Teşkilatı kötüleyenlerin sadece Nuri Gündeş olmadığını, eski Teşkilat mensuplarından Erkan Ersil, Ertuğrul Güven ve Mehmet Ağar'ın da bu grup içinde bulunduğunu, özellikle Mehmet Ağar'ın Başbakanlığı zamanında Eymür'ü çok kötülediğini, Ağar'ın Teşkilat için de "Bu Teşkilat devlet yararına hiç bir şey yapmıyor. Devletin bütçesinden büyük para alıyor ama verdiği bir şey yok. Bu Teşkilatın bütçesi kesilip İçişleri Bütçesine ilave edilmeli" dediğini söylemiş, Eymür ise, kendisini ve Teşkilatı karalayan kişilerle ilgili değerlendirmeyi Mesut Yılmaz'ın takdirine bıraktığını belirtmiştir.

Mesut Yılmaz ile Mehmet Eymür arasında devam eden görüşmenin ağırlığı o tarihlerde çok aktüel olan Susurluk olayı ağırlıklı geçmiş, Mehmet Eymür Yılmaz'a gelişmelerle ilgili bazı açıklamalarda bulunmadan önce devletin üst makamlarının ve Genel Kurmay Başkanının görüşünü almasını sağlık vermiştir, Mesut Yılmaz, Genel Kurmay İkinci Başkanı Çevik Bir ve Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman ile bu konuyu görüştüğünü, adı geçenlerin hadiselerin üstüne gidilmesi hususunda kendisini desteklediklerini belirtmiştir.

Mesut Yılmaz, Budapeşte'ye gidişi hakkında kumarhaneye, bankalarda bulunan parasını çekmeye gittiği, bir kişi ile gizli görüşme yaptığı gibi çeşitli teoriler üretildiğini, bunların hiç birinin doğru olmadığını söylemiş ve kendisine yapılan saldırının Türkiye'den alınan talimatla yapıldığının söylendiğini belirterek Mehmet Eymür'den bu konudaki yorumunu sormuştur. Eymür, Başbakanlık yapmış bir kişiye yönelik böyle bir saldırıyı çok vahim bir olay olarak gördüğünü, organize faaliyet olduğu fikrine katıldığını, bunun kendisine açıklamalarından duyulan rahatsızlık nedeniyle bir uyarı niteliğinde ve sindirme amaçlı yapıldığını zannettiğini, saldırganların biz "nereye gidersen git seni buluruz, bizim her yerde gücümüz var" şeklinde bir mesaj vermek istediklerini sandığını söylemiş, beraberinde getirdiği nottan faydalanarak Mesut Yılmaz'ı bilgilendirmiştir. Mesut Yılmaz, Mehmet Eymür'ün bilgilerinden çok memnun olmuş, notu kendisine bırakıp bırakamayacağını sormuştur. Mehmet Eymür'ün bu konuda izin almadığını ve sıkıntıya düşebileceğini söylemesi üzerine "merak etme bende kalır" demiştir. Eymür, birkaç kez başbakanlık yapmış bir kişiye itimat etmesi gerektiğini düşünerek notu Mesut Yılmaz'a vermiştir.

Mehmet Eymür, gelen talep üzerine 10.12.1996 günü saat 23.00'de Yusuf Namoğlu ile birlikte Mesut Yılmaz'a ikinci kez gitmiştir. Mesut Yılmaz bu görüşmede Eymür'e Susurluk konusundaki soruşturmayı Kemal Yazıcıoğlu ile birlikte yürütmeyi teklif etmiştir. Mehmet Eymür "Böyle bir görevi memnuniyetle kabul edebileceğini ve bunun sorumluluğundan kaçmayacağını, ancak, kamuoyunda bu olayda taraf olarak görüldüğünü, böyle bir görev alması halinde konunun saptırılacağını ve önemini yitireceğini, bu düşüncesinin Kemal Yazıcıoğlu için de geçerli olduğunu bu bakımdan böyle bir göreve başka isimlerin düşünülmesinin daha doğru olacağını belirtmiştir. Mesut Yılmaz bu görüşmede Eymür'e "Alaattin Çakıcı'nın elinde çok bilgi var, onu getirtsek faydası olur mu" diye sormuş, Eymür cevaben "Alaattin Çakıcı'nın ruhen bozuk, kriminal bir kişi olduğunu, bu tip şahıslara rağbet edilmemesi gerektiğini" söylemiştir.

Mehmet Eymür bu görüşmelerini önce şifahen, sonra da yazılı olarak MİT Müsteşarına iletmiş, Mesut Yılmaz'ın kendisine vaki iltifatı ve birkaç kez sarf ettiği "biz size bilmeden çok zarar vermişiz" gibi sözleri nedeniyle Mesut Beyin peşin yargılarından arındığını zannetmiştir.

Bir süre sonra bir gün, Müsteşar Köksal Mehmet Eymür'ü çağırarak "Sen Mesut Bey'e bir belge verdin mi?" diye sormuştur. Mehmet Eymür kendisinde bulunan ve Budapeşte olayı ile ilgili olarak intikal eden bilgileri düz bir kağıtta Mesut Yılmaz'a verdiğini söylemiştir. Bunun üzerine Müsteşar Köksal "Ankara Cumhuriyet Başsavcısı arayarak Mesut Bey'in avukatının "Yumruk" olayı ile ilgili olarak kendilerine Mehmet Eymür'den aldıkları bir belgeyi verdiğini ve bu belgenin aslının MİT'te olduğunu söylediğini" belirtmiştir. Mehmet Eymür buna inanamadığını, Başbakanlık yapmış bir kişi olarak kendisine güvenip notları verdiğini belirtmiş, Müsteşar Köksal ise "daha tecrübelenmen lazım, keşke bana sorsaydın" demiştir. Mehmet Eymür, Müsteşar Köksal'ın bu nazik ikazı karşısında ezilmiş ve Mesut Yılmaz'a yardım ettiği için düştüğü durumdan dolayı üzüntü duymuştur.

Mesut Yılmaz, takip eden günlerde, Susurluk ve Budapeşte konularında kendisine destek verilmediği için Müsteşar Sönmez Köksal'a ve MİT'e karşı tavır alır ve bunu çeşitli vesilelerle belirtir. Bir süre sonra da başbakan olarak iktidara gelir.

Mesut Yılmaz'ın iktidara gelmesinden önce Müsteşar Köksal Mehmet Eymür'e ABD'de görevlendirilmeyi teklif eder. Mehmet Eymür son günlerde çok yıpratıldığını dikkate alarak, kızının tahsili için faydalı olacağını düşünerek bu öneriyi olumlu karşılar.

Mehmet Eymür, Mesut Yılmaz'ın başbakan olmasından sonra Müsteşar Sönmez Köksal'ın talimatı üzerine Kutlu Savaş'la irtibat kurar. Yurt dışına gidişine kadar Kutlu Savaş ile müteaddit görüşmeler yaparak Susurluk konusunda yardımcı olur, bir çok önemli konuda bilgi aktarır, kendi ünitesinin faaliyetleri ile ilgili sualleri cevaplar ve izahat verir.

Eymür, daha sonra basına yansıyan Kutlu Savaş'ın raporunda bu bilgilerin yer almadığını, tersine birçok konunun saptırıldığını ve kasıtlı bir şekilde işlendiğini, kendisinin de doğru olmayan bilgilerle ağır bir şekilde suçlandığını, suçlanması gereken kişilerin ise himaye edildiğini müşahede eder.

Mehmet Eymür yurtdışına gidişinden önce Kutlu Savaş ile birlikte Başbakan Mesut Yılmaz'ın makamına gider. Eymür ilk önce "Sayın Başbakanım, beni Budapeşte olayı bilgileri dolayısıyla çok sıkıntıya soktunuz" der. Başbakan Mesut Yılmaz ise gülerek "Ne yapalım, biraz da bizim için sıkıntıya girin" diye cevaplar. Bir süre aktüel konular ve Kutlu Savaş'la yapılan çalışmalar konuşulduktan sonra Mehmet Eymür ayrılmak üzere müsaade ister. Başbakan Mesut Yılmaz ayrılırken Eymür'e "Sen bu memleket için lüzumlu bir insansın, 1-2 sene Amerika'da dinlen. Sonra yine beraber çalışacağız" diyerek uğurlar.

Mehmet Eymür, Eylül 1997'de Washington'daki yeni görevine başlar. Altı ay sonra, 13.01.1998 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde Yalçın Doğan imzası ile aşağıdaki haber manşetten yayınlanır:

"Telefon dinleme kesin!..
Yalçın DOĞAN

REFAHYOL dönemine ilişkin "anayasal bir suç" var ortada. Başbakan Mesut Yılmaz "O dönemde telefonlar dinlenmiş, bunu tespit ettik" diyor.

RP - DYP koalisyonu sırasında, ana muhalefet partisi konumundaki ANAP'ın Genel Başkanı Yılmaz, Amerika'daki Watergate skandalı türünden ortalığı sarsan bir açıklama yapıyor ve "telefonlarının dinlendiğini" öne sürüyor. Geçen akşam NTV' deki program sonrasında Mesut Yılmaz'la bir süre sohbet ediyoruz. Kendisine geçen yıl yaptığı bu açıklama hatırlatılıyor. "Telefonlarım dinleniyor, demiştiniz, iktidara gelince bu olayı incelediniz mi" sorusuna, Yılmaz çarpıcı bir karşılık veriyor:

"Evet, inceledim. O tarihte telefonlarım dinlenmiş. Sadece benim değil, yaklaşık 3 bin 500 kişiyi dinleyecek bir kapasite kurulmuş, ama kaç kişinin fiilen dinlenmiş, onu bilemiyorum."

Telefon dinlemek, Anayasaya göre, kişinin temel hak ve özgürlüklerini çiğnemek, özel yaşamın gizliliğini ihlal etmek anlamını taşıyor. İktidara geldikten sonra, Yılmaz olayın üstüne gidiyor. İşte Başbakan'ın tespiti:

"MİT'te Mehmet Eymür'ün başında bulunduğu bir gruba telefon dinleme görevi verilmiş. Bunlar altı, yedi kişilik bir grup. Ben gelince, olayı öğrendim ve bu grubu dağıttım. Eymür Washington'a tayin oldu. Diğerleri de dağıtıldı. Ama, onlardan bazıları şimdi DYP'nin çıkardığı bir gazetede çalışıyor."

Neden DYP'nin çıkardığı bir gazetede?.. Çünkü, Yılmaz'a göre, "telefon dinleme emrini veren DYP'nin üst düzey yönetiminin çok yakınları." Herkesin tanıdığı, her işin altından çıkan yakınlar bunlar!..

Kimler, nasıl dinleniyor? Kimlerin telefonları dinleniyor?..

"Bazı mafya tipi kişilerin, bunlarla ilişkide olanların ve bazı siyasilerin telefonları... Hatta, bazı partilerin... Örneğin, o dönemde DEP'in ve sonra yerine kurulan HADEP'in"

Böyle bir skandal Amerika'da başkanları yerinden ediyor. Tüm ülke aylarca bu skandalla çalkalanıyor. Türkiye'de ise, her şeyin suyu çıkıyor. Hiçbir değerin kalmadığı, her türlü kurumun ayaklar altına alındığı bir ortamda, telefon dinleme emri verenler, ortalıkta hala yüzsüzce, arsızca dolaşabiliyor. Ve bunlardan hesap soracak kimse yok!..

Telefonlar "teknik" açıdan nasıl dinleniyor?..

Telefonu dinlenecek kişinin sesi önce banda kaydediliyor. Sonra elektronik bağlantılarla, bu ses herhangi bir zamanda, herhangi bir kişiyle telefonda konuştuğu anda, "bir bant otomatik olarak devreye giriyor" ve konuşma olduğu gibi kaydediliyor. Anlatılanlara göre, günümüzde teknik açıdan hiç de güç değil!..

Burası Türkiye... Skandalın bini bir para... Bir tarihte Türkiye'yi yönettiklerini sananlar, telefon dinleme emri vermiş. Emri yerine getirenler yerlerinden uçmuş?.. Ya emri veren siyasiler ve onların yakınları?..

Başbakan Mesut Yılmaz'ın durup dururken Mehmet Eymür'ün ismini gündeme getiren bu beyanatı ve ardından 10 gün sonra 23 Ocak 1998'de Arena programında yapılan Kutlu Savaşın Susurluk Raporu ile ilgili açıklamaları Mehmet Eymür'ün basının ilgi odağı haline gelmesini sağladı. Herhangi bir yardımcısı olmadığı için telefonlara doğrudan muhatap olan Mehmet Eymür, kendisini arayan, not bırakan, Büyükelçilik vasıtasıyla sualler gönderen onlarca gazeteciye herhangi bir açıklama yapamayacağını söyledi veya onları cevaplamadı. Sadece, daha önceden tanıdığı Avni Özgürel'le -beyanat veremeyeceğini özellikle belirterek- nezaket kuralları içinde telefonla, sınıf arkadaşı olan Esen Ünür'le de evindeki bir yemekte, sohbet etti. Bu bakımdan bu gazetecilerin kendi haber anlayışları içinde Eymür'e atfen yaptıkları yayınlarının Eymür'ce verilen bir beyanat veya demeç olarak nitelenmemesi gerekir. Nitekim bu haberler Başbakanın son açıklamasından 10-12 gün sonra yayınlanmıştır.

Susurluk raporunun açıklanmasının akabinde Kutlu Savaş bir yakını ile ilgili olarak ABD'ye gelmiş ve Washington'da Mehmet Eymür'ü ziyaret etmiştir. Mehmet Eymür'ün raporu ile ilgili eleştirileri üzerine Kutlu Savaş, "Rapor sizin teşkilatınızca verilen bilgilere dayanıyor" diyerek kendisine verilen bilgileri ve Teşkilat mensupları ile yaptığı bazı görüşmeleri yansıtmıştır. "Yanlışlıklar varsa bunu da düzeltiriz" diyen Kutlu Savaş'a Mehmet Eymür, zaten bu sebeple Ankara'ya gitmek ve Başbakan'la görüşmek istediğini beyan etmiştir.

Mehmet Eymür'ün Ankara'ya gitme arzusu Karargahı tarafından önce uygun görülmez. Bilahare ertesi gün gelen mesajla hemen Ankara'ya gelmesi bildirilir. O tarihte Müsteşar Sönmez Köksal görevden ayrılmış ve izin kullanmaktadır. Teşkilat Müsteşar olacağına kesin gözüyle bakılan, Mikdat Alpay tarafından idare edilmekte, basında birkaç adayın ismi daha geçmektedir.

Mehmet Eymür, Ankara'da, Kutlu Savaş'la birkaç kez görüşür. Kendisine ve mesai arkadaşlarına yönelik suçlamalara neden olan olayları ayrıntılarıyla anlatır. Başbakan'ın en çok üzerinde durduğu Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım konusunda çok teferruatlı izahatta bulunur, bu şahıstan neden ve hangi amaçlarla yararlanıldığını belirtir, Yeşil'in kullanıldığı önemli bir faaliyette Başbakan Mesut Yılmaz'ın da onayı olduğunu söyler.

Alaattin Çakıcı konusu açıldığında Eymür, Kutlu Savaş'a, bir süreden beri (Takriben Ocak 1998'den itibaren) basın organlarına telefon ederek elindeki bantlardan bahisle hükümeti düşürmekle tehdit eden Çakıcı'nın, hükümeti çok sıkıntıya sokabileceğini, eski görevinden dolayı Alaattin Çakıcı'nın Eyüp Aşık ve bazı ANAP'lılarla ilişkisini bildiğini, Alaattin Çakıcı'nın elinde "Mesut Yılmaz'ın kendisine yer değiştirip kaçması" için haber yolladığına dair bant olduğunun söylendiğini belirtir.

Mehmet Eymür aynı gün veya bir gün sonra Başbakan Mesut Yılmaz'la iki kez görüşür. İlk görüşme Başbakan'ın makamında kısa bir şekilde, ikinci görüşme aynı günün akşamında Başbakanlık Konutu'nun toplantı odasında ve 4-5 saat süre ile gerçekleşir. Başbakan Eymür'ü sanki hiç bir şey yokmuş gibi karşılar. Aynı günlerde Şenkal Atasagun MİT Müsteşarlığına atanmış ve görevine başlamış, Şenkal Atasagun'u engellemek için onu takibe aldırtan ve telefonlarını dinleterek, aleyhinde karalama faaliyeti yürüten Mikdat Alpay, büyük bir şok geçirmesine rağmen önünü ilikleyip yeni müsteşarını karşılamıştır. Başbakan Eymür'e Müsteşar seçimini nasıl bulduğunu sorar. Eymür, Şenkal Atsagun'un eski arkadaşı olduğunu, başarılı olmasını temenni ettiğini, ancak MİT içinde çok hizipleşmeler olduğunu ve kendisini rahat bırakacaklarını zannetmediğini belirtir. Başbakan "Şenkal'a talimat verdim. Konsensüs olacak" der.

Akşam toplantısına Kutlu Savaş'ın yanı sıra Eyüp Aşık da katılır. Aşık, toplantıdan önce Eymür'e Alaattin Çakıcı konusunda izahat verir ve ilişkiyi basitleştirerek hemşehrisi olduğu için bir veya iki kere telefonla görüştüğünü, daha ziyade bilgi aldığını söyler. Eymür bunun böyle olmadığını bilmektedir. Ancak bir şey söylemez, kibar bir şekilde, başkalarını Aptullah Çatlı ve Yeşil ilişkileri yönünden eleştirirken kendisinin de çelişkili bir konumda içine bulunmamasını sağlık verir.

Toplantı uzun sürer. Arada, getirilen pideler yenir. Mehmet Eymür Başbakan Mesut Yılmaz'ın sorularını uzun uzun cevaplar. Mehmet Eymür'ün Yeşil'in hayatta olmadığı hususundaki kanaatini nedenleri ile anlatması sırasında Eyüp Aşık, Yeşil'in yaşadığını ve bu hususta kendisine bilgi geldiğini söyler. Eymür'ün "bilgi verenler güvenilir şahıslar mı?" suali üzerine Eyüp Aşık, "Bilgi verenleri tanımıyorum. Telefonla veriyorlar, isim belirtmiyorlar. Ama önemli açıklamalarda bulunuyorlar" diye cevap verir. Sözüne devamla Eymür'e "Yeşil'in estetik ameliyat geçirip halen cezaevinde olan Osman Gürbüz'ün yerini alıp alamayacağını sorar" Mehmet Eymür "Sayın bakanım, bu kadar olayın içinde olduğu iddia edilen bir adam, kendisi kadar suçlu bir diğerinin kimliğine niye girsin. Girse girse tanınmayan, düzgün birinin kimliğine girer" diye yanıt verir.

Neticede görüşme gece geç saatlerde, toplantıya katılanları tatmin etmiş bir görünümde biter. Mehmet Eymür'ün talebi üzerine Başbakan Mesut Yılmaz, kamuoyuna yansıtılan Eymür'le ilgili menfi tabloyu düzelteceğine söz verir.

Mehmet Eymür, dönmeden önce yeni görevine birkaç gün önce başlayan Müsteşar Şenkal Atasagun'u ziyaret ederek kutlar, başarılı olmasını diler. Atasagun Eymür'e masasının üzerinde bulunan kalın dosyayı işaret ederek, "dosyanı inceliyorum, senin kadar takdir ve teşekkür almış personel yok. Ancak çok fazla da disiplin cezan var" der. Eymür, "hiç iş yapmayan personelin dosyası da ince olur, ne yapalım" diye cevap verir. Atasagun, Eymür'e hakkında bir çok iddia var, yolsuzluk yaptığına, gelir düzeyinde ani artış olduğuna dair iddialar var. Soruşturma yaptıracağım, haberin olsun, bir şey çıkarsa istifanı isteyeceğim der. Eymür bu sözler üzerine "Bir boş kağıt ver, hemen imzamı atayım. Sen beni, ailemi bu kadar senedir tanımıyor musun? Benim bir yolsuzluk içinde olabilmem mümkün mü?

İmzamı şimdiden atayım, en ufak bir şeyim çıkarsa kullanırsın" diye cevap verir. Şenkal Atasagun "kağıt imzalamana gerek yok, böyle bir şey çıkarsa istifanı isteyeceğim" diye yanıtlar.

Eymür bu tatsız konuşmadan sonra, Müsteşar Atasagun'a Müsteşar Yardımcısı Mikdat Alpay ve Ankara Bölge Başkanı Engin Söylemezoğlu'nu şikayet eden bir dilekçe verir ve ayrılır. Akabinde ABD'deki görevine döner.

Dönüşünün akabinde Operasyon Başkanı arayarak Eymür'den "Başbakan'ın Alaattin Çakıcı konusunda ne yapabileceğini" sorduğunu söyler. Eymür "Burada ne yapabilirim ki. Zaten yalnız başıma çalışıyorum" diye cevap verir. Kısa bir müddet sonra, maksatlı ve kışkırtıcı yazılar gelmeye, soruşturmalar açılmaya başlar. Operasyon Başkanı olduğu devrede Yeşil kod isimli Mahmut Yıldırım'ın evraklarında onaylama imzası bulunan Müsteşar Atasagun sanki bu ismi yeni duymuş gibi Mehmet Eymür'e suçlayıcı tarzda sualler sordurmaya çalışır. Aldığı cevaplar
kendisini komik duruma düşürmesine rağmen, misyonunu yerine getirmek için bu taciz etme ve gerekçe yaratma faaliyetini devam ettirir.


4. Alaattin Çakıcı İlişkileri, Hukuk Dışı Tayindeki Rolü:

Mehmet Eymür'ün usulsüz ve hukuka aykırı tayin işlemi için Danıştay Başkanlığına verdiği dilekçesinde, bu tayinin Alaattin Çakıcı'nın isteği doğrultusunda gerçekleştiği iddiası abartılı ve ciddiye alınmayacak bir iddia olarak görülmüş olabilir. Ancak takip eden günlerde Hükümetin düşmesine kadar varan Türk Ticaret Bankası satışı, ses kasetleri ve ortadan kaybolan resmi evraklar dikkate alındığında bunun o kadar da basit bir iddia olmadığı anlaşılacaktır.

Alaattin Çakıcı'nın, Mehmet Eymür'ün tayininle ilişkisini belirlemek için bir kısmı kamuoyuna yansıyan ve asılları MİT'in Elektronik ve Teknik İstihbarat Başkanlığı arşivlerinde bulunan Alaattin Çakıcı - Erol Evcil konuşmalarından bazı pasajlara göz atmakta yarar vardır. Parantez içindeki isimler bilinen ve tahmini isimlerdir.

"Erol : Ondan sonra arkadaşlar şeyi alıyor dedi, sonra sizin arkadaşı da getireceğiz dedi. Şimdi biz bu çalışmaları başlattık dedi (Muhtemelen ANAP Bursa İl Başkanı Mehmet Gedik). Bu bir iki gün içinde biter dedi.

A. Çakıcı : Kimi şimdi alıyorlar dedin sen?

Erol : Şimdi Eymür'ün kafası koptu, diğer arkadaş da (Yavuz Ataç) biz şimdi oturacağız çalışma yapacağız dedi. Ben kendim bizzat söyleyeceğim dedi. Başka bir şey konuşamadık

A. Çakıcı : Eymür'ün kafası koptu mu diyor ?

Erol : Evet

A. Çakıcı : Hah.

Erol : Sen uzaktakini ara söyle, ona göre şey yapsın.

A. Çakıcı : Tamam oldu. Peki bizimkini ne zaman getireceklermiş ?

Erol : Şimdi 1-2 gün içinde açıklanacak dedi."

*****

A. Çakıcı : Benim sana dediğim bak şu Eymür giderse Yavuz gelecek ama Yavuz'un gelmesi içinde Eymür'ün gitmesi lazım.

*****

"A. Çakıcı : Sana dedi ki o (Mesut Yılmaz), onun kendi bileceği iş, değil mi? Yani almazsa güven oyu yapabilir anlamında.

Erol : Nasıl anlamadım Ha şey dayak yediği zaman mı?

A. Çakıcı : Yok, yok. Hani dedik ki güvenoyu alamazsan şeyi devireceğiz, Özer'i (Çiller). O da arkadaşımızın bileceği iş dedi sana. Yani bu ne demektir. Ben alamazsam yapsın. Peşinden de dedi ki güvenoyu alma isteğimiz var."

*****

A. Çakıcı : Tuşa bir basıyorsun hep senin dediğini yapıyorum. Bu diyorsun, o diyorsun tamam diyorum, Topal (Muhtemelen Doğu Perinçek) dedin, aylarca Topal'ın peşine düştük. Mehmet Ağar dedin, adama söz verdim (kaset konusunda). Dönüş yaptılar, dedin ki biraz sabret. Bana diyorsun ki bunların üzerine böyle gitmeyelim. Bunların üzerine nasıl gidelim kardeşim o zaman?

Erol : Uzaktaki arkadaşı (Yavuz Ataç) getirelim diyorsun. Ya, kaseti söyleyen benim sana, ele avıca konsun birde kaset gelsin, sonra kasetle beraber bu adamın .....lim diyen biziz. Şimdi benim şu anda adamaların üzerine gitmeyelim demek, uzaktaki arkadaş gelsin buraya başka bir şey istemiyoruz şu anda. Bu, .... getireceğim diyor, her gün. Yani benim onu söylemekteki amacım o.

A. Çakıcı : Sen kendin bana, şu ....lerin sesini alalım elimizde olsun, söylemenden anladığım bu Erol ,

Erol : Tamam ben söyledim sana böyle bir şey, ya aynen bana söylediği şu, Özer'le kötü olan, bizimle arası iyidir dedi adam.

A. Çakıcı : Ya benle bu tarz pazarlık yapanı... affedersin. Neyse kardeşim Erol, bana deki yak o kaseti, aslını yakmayanın ...

Erol : Olur mu ya? Kaset yakılır mı?

A. Çakıcı : Kafaya koymuşum ben bu işi. 50 defa devirirdim. Ya bir ANAP'lı milletvekiline çaktırırdım bu iş biterdi. Niye bekliyoruz ? Bizim dostumuzsa sonuna kadar savaşacağız. Onun için. Mehmet Ağar bizim ağabeyimiz ise elimizden
geldiği kadar yüzüne söyleyeceğiz. Benim canımı istedikleri zaman Gedik tepki göstermiyor da bir kaset çıkınca ay diyor mahvolduk . Ya diyeceksin Gedik."

*****

A. Çakıcı : Sen Yavuz'u aradın mı?

Erol : Aradım. Çok kırık konuştu bana nedense, çok soğuk konuştu.

A. Çakıcı : Kim Yavuz mu?

Erol : Hı!

A. Çakıcı : Yoldaydı belki ondan, ben onunla konuştum, Şengay'da deniz kenarında."

*****

"Erol : Ya tepkiden değil, sen çünkü o Aşık denen deyyusu da benden önce tanıyorsun. Gedik benim arkadaşım. Ulan belki ben yanılmış olabilirim diye düşündüm o anda. Ya itler beni kandırıyorlar, çünkü hep bana iyi diyorlar.

A. Çakıcı : Ya Erol'um daha evvelden ne dediler getiriyoruz. Bu herifin yanına gönderdiler üç saat konuşturdular. Sonradan birden değiştiler. Bunlar değişen adam, değil mi ?

A. Çakıcı : Erol bunlar bunu biliyorlar ki ben çaktırırım bir ANAP millet vekiline içlerinden. O istediği kadar Aydın Doğan'a kredi versin .. Türkiye'de beşinci sınıf bir televizyonu da programlarsın, istediğini yayınlattırırsın. Ben bunu daha evvel yaptım

A. Çakıcı : Diyorum ben sana, bunlar bilsinler bu kaset şeye gider neydi onun ismi kadına (Tansu Çiller), kadın bu kasete ne verir sence ?

Erol : Kadın bu kasete 150-200 milyon dolar para verir.

A. Çakıcı :Ya

Erol : Bak, bunu söyleyen Elazığlı (Mehmet Ağar). Eğer bu kadın bu kasete 200-300 milyon dolar para vermezse ben dedi adımı değiştireceğim. Bu kasete kadın 300-400 milyon dolar 500 milyon dolar para verir. Bulur buluşturur bu paraları verir. Bizim şu anda milyon dolarlara sıkıştığımız devrede biz .. yapmadık yani bu kadar şey, bu paraları verir ve bu hükümeti de düşürür kadın.

A. Çakıcı : Bende diyorum ki kaseti Çiftliğe (Siverek) yollayalım. O ağabeyimizle (Mehmet Ağar) birbirimize namus sözü vermişiz (Kaset konusu). Biz o ağabeyi rahatlatacağız, dediğimizi yapacağız."

*****

A. Çakıcı : Evet diyor, Mesut bey dedi ki diyor yerini değiştirsin. Sana haber gönderen adam canını ister mi diyor. Bunlar zannediyor ki bu kaseti ben bir televizyon yapımcısına (Kadir Çelik) verdim. Üç, dört arkadaşıma gönderdim. Enselendiğim an şakır şakır senin dediğin gibi kasetler piyasaya dolacak. Mehmet Ağar boş mu duracak?

Erol : Mehmet Ağar çok iyi zamanını ayarladı, şimdi kendine göre bir zamanı ayarladı. O bizden haber bekliyor. Yani bu iş duyuldu artık. Bu işi, Türkiye gazetesi yazdı."

*****

A. Çakıcı : Şu Gedik var ya Gedik, bir tane çaktırayım ona, yarın kaseti verdireyim hükümet düştü. Yaşar Okuyan'a bir tane çaktırayım hükümet düştü, herhangi bir ANAP milletvekiline bir tane çaktırayım hükümet düştü, kaset devreye girdi, iki tane, üç tane ilin il başkanlarına çaksak hükümet gene düştü.

*****

A. Çakıcı : Ben bu işte, iki senedir, üç senedir problemliyim. Ben onların(MİT) emriyle gittim. Ben direkt ikisinin (Şenkal Atasagun ve Yavuz Ataç) emriyle, Yavuz'a bağlı olarak gittim, bak hayatımı kaybettim. Yani onu anlatıyorum. Bunlar yok dediler, yok dediyseler Londra konsolosluğunun elinde evraklarım var.

Erol : Doğru haklısın.

*****

A. Çakıcı : Eyüp benimle konuşana kadar Mesut hep tedirgindi. Konuştum ikna ettim, rahatladılar. Bilmiyorlar ki kuyrukları bizim elimizde.

A. Çakıcı : Bu öbür .... aradı mı seni ?

Erol : Hangisi

A. Çakıcı : Gedik, Gedik

Erol : Mutlaka aramıştır

Erol : Ben Kel'e söyle dedim, MİT'teki (Muhtemelen MİT'te Başkan seviyesinde biri). Bir arayayım mı adamı ne diyorsun ?

A. Çakıcı : Hı ?

Erol : Arıyım mı adamı ?

A. Çakıcı : Arıyorsan ara bakalım ne diyor.

A. Çakıcı : Şu arkadaş var daha önceden sana geldi bilgiler verdi, bu işin uzmanı, vatana millete büyük hizmetleri var. Adama (Yavuz Ataç) dediler ki en büyük yere getireceğiz. Geri gönderdiler adamı. 33 saat konuştu, ondan
sonra kalktılar oraya sürdüler. Bizim kellemizi istediler. Bunların sözüne ne kadar güven olur. Bunlar şimdi 3 aydan beri getireceğiz dediler. Ben ne dedim hep, bu adamın bugün gitmesi kadını güçlendirir. Bu kaset olayı bizde iki aydır. Susuyoruz, iki ay evvel ben Türkiye'yi karıştırırdım şifahen de söylerdik, yapmadık bunu. Adam olan anlardı. Anlıyor musun adam değil ki, vefasız adam (Mesut Yılmaz), ne diyeyim ki ben?

*****

Erol : Bu gün İbrahim Yazıcı aradı.

A. Çakıcı : Hı.

Erol : O da duymuş böyle bir şey (Kemal Yazıcıoğlu tayini) fakat DSP karsı çıkmış. Sonra Elazığ'lı (Mehmet Ağar) aradı, dedi ki mümkün değil getiremezler alt üst olur her şey dedi. Şunu yapabilirler dedi, Emniyet ile MİT'in koordinasyonunu sağlamak için bir formül. Ondan sonra tekrardan geriye aradım dedim böyle bir şey var nedir bu ? Vallahi dedi onda kararlılar o şekilde olacak dedi.

*****

A. Çakıcı : Sence bu uzaktaki gelir mi?

Erol : Biz onun Elazığlıyla (Mehmet Ağar) kritiğini yaptık, bu şeyden sonra gelir dedi. Şeyin sözünü verdiniz mi dedi? Yani o gelirse açıklamayacak diye bir söz verildi mi dedi.

A. Çakıcı : Yok canım, asla.

Erol : Ben öyle bir şey demedim, dedim ben de.

A. Çakıcı : Cık

Erol : İyi tamam o zaman dedi.

A. Çakıcı : Sen merak etme gelsin o uzaktaki aradan geçsin on beş gün ben işimi biliyorum anladın mı dediğimi? Bu dünyadan artık sana bana dost olmaz.

*****

Erol : Buradaki ikisi yaptı çünkü konuşulan onlar dedi (MİT Mensubunun konuşması). Peki bizim o uzaktakinin ismi geçiyor mu dedim, ya çok büyük değişiklik olunca geçiyor dedi. Bölge başkanları, dışarıdakiler içeri gelince söyleniyor dedi. İşte bu Gözlüğün (Mehmet Eymür) kafasının kopacağı söyleniyor dedi, Fakat dedi, yakın bir emare yok dedi. Şu an herkes beklentide dedi, ama İbrahim Yazıcı'nın da dediği mümkün değil dedi. DSP kabul etmeyecek dedi,
zaten sesler çıkmaya başladı duyuldu biraz dedi, sesler çıkmaya başladı dedi.

*****

"Erol : Ben bu gün Elazığ'lı (Mehmet Ağar) ile yüz yüze konuşabildim

A. Çakıcı : Elazığ'lının ödü patlamamış mı ?

Erol : Patlamaz mı ya. Bizim bulunduğumuz yere bize düşman o adamı (Kemal Yazıcıoğlu) gönderdiler diye.

A. Çakıcı : Peki Eymür'ü alacaklar mıymış

Erol : Bugün sormadım artık yani, bugün şey yapmadım fakat Elazığlıyla (Mehmet Ağar) konuştum ben bugün, kesin alacaklar diyor. Elazığlının şeyde (MİT) adamları var ya.

A. Çakıcı : Elazığlı da dedi mi ki Yavuz'u bu işten sonra getirirler diye

Erol : Dedi

A. Çakıcı : Ne dedi

Erol : Bu şekilde söyledi. Kesin getirirler dedi.

A. Çakıcı : Yalnız sana bir şey söyleyeyim bak. Söyle, Yavuz Ağabey geldikten, oraya başladıktan on gün sonra sesimi çıkaracağım unutma bunu.

Erol : Vallahi on beş yirmi diyor.

A. Çakıcı : Hı.

Erol : On beş yirmi gün diyor o da.

A. Çakıcı : Tabii, tabii anladın mı dediğimi.

Erol : Yani on beş yirmi gün beklenecek diyor. Bazı şeyler var diyor. On beş yirmi gün beklendikten sonra sanırım şey yapacak. E nasıl desem, kadının (Tansu Çiller) bütün kadroları alacak, kadını tutacak böyle ... gibi. Bütün kadrolarla anlaşmak üzere. Tam net konuşmadım ama yani o şekilde bir hava var.

A. Çakıcı : Dedin mi sen o binada gürültü çıkacak (Bir binaya eylem). Yani onlardan biri olsun hangisi olursa olsun.

Erol : Ben ona her şeyi söyledim, o kitapçıyı da söyledim ona. Tamam mı o kitapçıyı da söyledim.

A. Çakıcı : Dedi mi ki uygundur diye.

Erol : Fakat var ya benim bu telefon var ya çok sakat yani, onun için

A. Çakıcı : Hayır uygundur diyor mu?

Erol : Dedi, dedi."


Mehmet Eymür'ün, ne kadar usulsüz ve hukuk dışı bir tayine tabi tutulduğu ve İdarenin nasıl keyfi davrandığı, tayinde kimlerin müessir olduğu, kimler arasında işbirliği kurulduğu, Milli İstihbarat Teşkilatımızın ne kadar denetim dışında kaldığı ve keyfi idare edildiği, gizli faaliyetlerin politik, kişisel ve sair amaçlar için nasıl kullanıldığı yukarıda sunulan bilgilerle açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Esasında Mehmet Eymür'ün tayini, olayın sadece görünen bir yüzüdür. Mehmet Eymür'ün Kontr Terör Merkezi'ndeki personelinden Taşkın Ünalp, Hilmi Karaer, Duran Fırat, ve Halit Baltaoğlu ile Operasyon Başkanlığından İsmail Buğday, Mehmet Eymür'ün Çetesi'ne mensup olmakla suçlanmış ve emekli dilekçesi vermeye zorlanmışlardır. Hilmi Karaer hariç diğerleri bu talebi yerine getirmiş, Hilmi Karaer dilekçe vermekte direnmesi üzerine, operasyonel üniteden alınarak İdari İşler Başkanlığı emrindeki Sosyal Tesislere atanmıştır. Gelecek günlerde kendisini ne gibi sürprizlerin beklediği belli değildir.

02 Temmuz 1988 tarihinde bu personeli makamına çağıran MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, "Siz Mehmet Eymür Çetesisiniz. Bunu kabul edin. Sizin yürüyüşünüz bile başka. Çete olduğunuzu kabul etmelisiniz. Teşkilat'tan kendi arzunuzla ayrılmanızı bekliyorum, size makul bir süre verilecektir" demiştir. Personelden Taşkın Ünalp bunun üzerine "Sayın Müsteşarım, benim suçum nedir? Ne ile suçlanıyorum?" diye sormuştur. Müsteşar Atasagun, "Senin ordudaki sicillerin düzgün ama sen de bu işlere bulaşmışsın" mealinde cevap vermiştir. Taşkın Ünalp'in "Sayın Müsteşarım, ben sivilim. Ordudan gelmedim, hiç bir şeye de bulaşmadım" şeklindeki yanıtı üzerine Müsteşar "Dosyalarınızda herhangi menfi bir şey yok. (Bu personelden sadece Duran Fırat, Hanefi Avcı'nın suçlamalarına maruz kalmıştır.) Hepiniz de işinizde başarılı personelsiniz. Ancak ben bunu sizden istiyorum. Buna yapmaya mecburum" demiştir.

Mizah edebiyatımıza geçecek nitelikteki bu olaydan sonra, ilgili personel, dilekçe vermedikleri taktirde tayin edilecekleri veya başka bir kuruma atanacakları şeklindeki zorlamalar üzerine, biri hariç hep birlikte dilekçe vermek mecburiyetinde kalmış ve Ocak 1999 itibariyle Teşkilat'tan ayrılmışlardır.

MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun "Mehmet Eymür Çetesi" tanımını, kendisini ziyaret eden Milletvekili Fikri Sağlar'a da tekrarlamıştır.

Şenkal Atasagun, sorusu üzerine Fikri Sağlar'a, "MİT içinde Susurluk Olayı ve çetelerle ilişkisi tespit edilen Mehmet Eymür ve ekibi hakkında gerekli işlemlerin devam ettiğini ve bunların teşkilattan uzaklaştırılacağını söylemiştir.

Milletvekili Sağlar, MİT Müsteşarının bu beyanının ciddi verilere dayandığını var sayarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur.

"MİT içindeki çete" tanımlaması, Başbakan Mesut Yılmaz'ın 20 Eylül 1998, Pazar günü Müsteşar Şenkal Atasagun'la birlikte yaptığı basın toplantısında isim verilmeden yenilenmiştir. İsim verilmese dahi, uzun zamandan beri basına sızdırılan bilgilerle bu adresin sahiplerinin Mehmet Eymür ve eski personeli olduğu bellidir.

Yılmaz, yazılı ve görsel basının takip ettiği basın toplantısında, çetelerle ilişkisi görülen görevliler hakkında müeyyideler uygulandığını belirterek, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'a söz vermiş, Atasagun, 5 kişi hakkında idari tedbir alındığını, 3- 4 kişi hakkında da soruşturmanın sürdüğünü belirtmiştir. Yılmaz, Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde de idari tedbir uygulanan 31 görevli bulunduğunu açıklamıştır.

Başbakan, aynı toplantıda Yavuz Ataç'ın geri çekilmesinin gecikmesi ile ilgili olarak, "Olayların açığa çıkarılması için bize yardımcı olabilecek konumda ve izleme altındakilerle ilgili tasarruflarımızı geciktirme şeklinde bir prensip vardır, bu uygulandı." demiştir.

Teşkilat Karargahındaki görevi sırasında dahi kontrolde tutulması mümkün olmayan Yavuz Ataç'ın, görevli bulunduğu Çin'de izlenme altında tutulması bahis mevzuu olamayacağına göre, bu geciktirmenin "olayların açığa çıkarılmasındaki yardımlarından" ziyade Yavuz Ataç'ın, "Mesut Yılmaz - Alaattin Çakıcı - Şenkal Atasagun" üçgenindeki arabuluculuk misyonuyla ilişkili olması daha büyük bir olasılık olarak görülmektedir.

Mehmet Eymür için ayrı davalara konu olacak "Hanefi Avcı" kökenli bu açık beyanların ve "Eymür Çetesi" iddia ve ithamlarının, Davalı İdare'nin yazısında yenilenmediği, yazıda sadece Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılması olayı ile ilgili olarak "kaçırma olayı sonrasındaki bazı tutum ve davranışlarıyla Teşkilat metod ve prensiplerine aykırı davrandığı tespit edilen Mehmet Eymür'e kınama cezası verilmesi teklif edilmiştir." gibi muğlak bir tespitten ve teklif safhasında kalmış bir cezadan bahsedildiği görülmektedir.

Tarık Ümit'e verilen, kendi sesini havi ses bandı konusunun disiplin suçu olarak mütalaa edilmesi; hem bir insanın hayatını ilgilendirmesi, hem de "elemanın sevk idaresi" ile alakalı olması dolayısıyla, doğru bir yaklaşım değildir, en azından münakaşa konusudur. Elemanı, kendisi ile görüşen MİT'in kadrolu elemanı sevk ve idare eder ve elemanların nasıl sevk ve idare edileceğinle ilgili kurallar, "MİT Ajan Talimatında" bulunur. Bu talimat "elemanı sevk ve idare edene" bir çok konuda yetki ve salahiyet vermiş, elastikiyet tanımıştır. Elemanın psikolojisine göre sevk ve idare edilmesi hususu istihbaratın temel unsurlarından olup, bu husus eğitim ders kitaplarında da yer almaktadır.

Rahatsızlık bandın verilmesinden değil, bandın muhtevasındandır. Milli İstihbarat Teşkilatı'nın görevleri 2937 sayılı kanunla belirtilmiş olup, bu kanunda MİT'in "suçları ört bas etme", "gizleme", "adli makamlardan bilgi saklama" gibi sorumlulukları bulunmamaktadır. MİT'e tanınan gizlilik, MİT'in devlet yararına olan faaliyetleri ile ilgilidir. Tarık Ümit olayı ise "çete faaliyetleri" ile veya en basit yaklaşımla "gasp" ve "cinayet" olayları ile ilgilidir. Davalı İdare'nin bazı yöneticileri, kanunlarımız karşısında suç teşkil edebilecek "ört bas etme" fiillerinin meydana çıkması telaşıyla, "Gizlilik" ve "Teşkilat metod ve prensiplerine aykırılık" gibi başlangıç ve bitiş noktaları belli olmayan görünmez kuralların arkasına saklanmaktadırlar.

Netice itibariyle Alaattin Çakıcı'nın elinde bulunan bantları piyasaya sürmemesine karşın yapılan gizli anlaşma;

(1) "Mehmet Eymür'ün Teşkilat'tan uzaklaştırılması",

(2) "Türk Ticaret Bankası'nın Alaattin Çakıcı'nın işaret edeceği (ismi çok yıpranmış olan Erol Evcil dışında) bir kişiye satılması"

(3) "Yavuz Ataç'ın MİT'te önemli bir göreve getirilmesi"

ve diğer birkaç unsuru ihtiva etmektedir. (Daha önce de belirtildiği gibi bu konudaki belgelerin asılları MİT Müsteşarlığında bulunmakta ve Mehmet Eymür tarafından tarih ve numaraları bilinmektedir)

Taraflarca bu anlaşmanın hükümleri önemli ölçüde yerine getirilirken, Alaattin Çakıcı "hükümetin inisiyatifi dışında" Fransa'da yakalanmış ve anlaşma bozulmuştur. Neticede ortaya çıkan kasetler, çirkin görüntüleri ve olayların bilinmeyen bir çok karanlık yönünü ortaya saçmış ve Cumhuriyet tarihinin en fazla destek gören liderlerinden Mesut Yılmaz'ın Başbakanlığı'ndaki hükümet, liderine yönelik ağır iddialara muhatap olarak iktidarı terk etmiştir.

Mehmet Eymür'ün "tayin uygulaması", bu çirkin ve illegal olaylar zincirinin sadece bir parçasıdır.

D. SONUÇ VE İSTEM :

Yukarıda ve dava dilekçemizde açıklanan nedenler, davalı idarenin haksız ve dayanaksız olan iddialarının reddi ile, hukuka açıkça aykırı olan dava konusu işlemin İPTALİNE karar verilmesini saygıyla ve vekaleten arz ve talep ederim.

Davacı Mehmet Eymür
Vekili
Av. Metin Günday



(5) DANIŞTAY KARARI


T.C DANIŞTAY BEŞİNCİ DAİRE

Esas No: 1998/3897
Karar No: 2000/1252

Davacı:       Mehmet EYMÜR

Vekili:       Av. Metin Günday
              Abay Kunanbay Cad. (Bilir sokak)
              No: 6/16. Kavaklıdere/ANKARA

Davalı:       Başbakanlık – ANKARA

Davanın Özeti: Davacı Başbakanlık Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı emrinde görev yapmakta iken, bu görevinden alınarak Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürlüğü emrine Müşavir olarak naklen atanmasına dayanak oluşturan 30.9.1998 günlü, 17712 sayılı

Başbakanlık olurunun iptalini ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının yasal fazizi ile birlikte ödenmesine hükmedilmesini istemektedir.Savunmanın Özeti: Davacının geçmişte de iki kez naklen atama işlemine tabi tutulmasının söz konusu olduğu, ancak bunların uygulanamadığı; adıgeçenin, 1994 yılından sonra Teşkilatta yeniden göreve başladığında da bir çok kez disiplin cezası ile tecziye edildiği; Teşkilat metod ve prensiplerine aykırı tutum ve davranışlarındaki ısrarcılığını sürdürdüğü; hakkında devam etmekte olan birçok inceleme ve soruşturma bulunduğu; davacının hiyerarşik yapı içinde çalışmayı kabullenemediği; dava konusu işlemin mevzuata uygun olarak ve kamu yararı ile hizmet gerekleri gözetilerek tesis edildiği; belirtilen nedenlerle davanın reddi gerektiği savunulmuştur.

Danıştay Tetkik Hakimi: Mehmet Aydın

Düşüncesi: Dava konusu 30.9.1998 günlü işlemin Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin 2451 sayılı Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesine Dair 4158 sayılı Kanunun 1. maddesinde öngörülen şekil şartına aykırı olarak tesis edildiği anlaşıldığından, anılan işlemin iptali ve davacının bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının müstafi sayıldığı tarihe kadar olan kısmının dava tarihinden itibaren hesaplanarak yasal faiziyle birlikte davalı idarece tazminine hükmedilmesi gerektiği düşünülmüştür.

Danıştay Savcısı: Ayfer Özdemir

Düşüncesi: MİT Müsteşarlığı APK Kurulu Başkanlığı emrinde görevli olan davacının, 2937 sayılı yasanın 19 uncu maddesi uyarınca Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürlüğünde müşavir kadrosuna naklen atanması işlemi dava konusu edilerek, işlemin iptali ve yoksun kalınan parasal hakların yasal faziziyle tazmini talep edilmektedir.

Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 19 uncu maddesinde, ‘Mit fiili kadrosuna dahil personelden, teşkilatın özelliği ve hizmetin gerekli kıldığı şart ve vasıflar göz önüne alınarak teşkilata intibak edemedikleri üstlerince tescil edilenler, MİT Müsteşarlığının teklifi ve Başbakanın uygun görmesi üzerine genel hükümlere göre başka bir kurum veya kuruluşa naklen atanırlar’ hükmü yer almış ve atama konusunda yetki Başbakana tanınmıştır. Ancak, 23.04.1981 gün ve 2451 sayılı ‘Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin Kanun’a 25.08.1996 gün ve 4158 sayılı Kanunla eklenen Ek 1 nci maddede ‘Bakanlar Kurulu’nun birden fazla siyasi parti tarafından oluşturulması halinde, bu kanuna göre alınacak müşterek karar, Başbakandan başka Meclis’te en çok üyesi olan diğer iktidar partisine mensup Başbakan Yardımcısı tarafından da imzalanır. Ayrıca,diğer kanunlarda Başbakanın imzası ile yapılması öngörülen atama nakil ve görevden alma işlemlerinde de yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.’ Denilmek suretiyle daha önce Başbakana tanınana yetkinin 05.08.1996 tarihinden sonra oluşacak koalisyon hükümlerinde Başbakan Yardımcısıyla birlikte kullanılması öngörülmüştür.

Bu durumda dava konusu işlemin tesis edildiği 30.09.1998 tarihinde koalisyon Hükümetinin işbaşında olduğu dikkate alındığında, davacının görevden alınarak başka bir kurum emrine naklen atanması yolundaki dava konusu işlemin Başbakan Yardımcısının imzasını taşımaması anılan yasal düzenlemeye aykırıdır.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptali, davacının görevden çekilmiş sayıldığı 25.11.1998 tarihine kadar davayla menfaat alakası devam ettiğinden yoksun kaldığı parasal haklar mevcut ise, bunların da tarafına ödenmesi
gerekeceği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince duruşma için önceden belli edilen 19.4.2000 günü davacı vekili Av. Metin Günday ile davalı idareyi temsilen Hukuk Müşaviri Sibel Erakman’ın geldikleri görülerek Danıştay Savcısı Ayfer Özdemir hazır olduğu halde açık duruşmaya başlandı. Taraflara usulüne göre söz verilip dinlendikten ve Savcının düşüncesi alındıktan sonra duruşmaya son verildi. Dosyadaki bilgi ve belgeler de incelemek suretiyle işin gereği düşünüldü.

Davacı, Başbakanlık Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığı Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı emrinde görev yapmakta iken, bu görevinden alınarak Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürlüğü emrine Müşavir olarak naklen atanmasına dayanak oluşturan 30.9.1998 günlü, 17712 sayılı Başbakanlık olurunun; çok başarılı bir MİT mensubu olduğunu, birçok ödülü bulunduğunu; 2937 sayılı Yasanın 19. maddesinde öngörülen durumun kendisi için söz konusu olmadığını, Teşkilata intibak edemediği hususunun gerçeği yansıtmadığını; dava konusu işlemin kamu yararı ve hizmet gerekleri açısından haklı hiçbir nedene dayanmadığını, salt siyasal hesaplar ve yeraltı dünyasının dayatması sonucunda tesis edildiğini öne sürerek iptalini ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesini istemektedir.

2451 sayılı Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama usulüne ilişkin Kanunun 1. maddesinde, Başbakanlık ve Bakanlıklarla, bunlara bağlı kuruluşlarda, teşkilat kanunu bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, atama ve nakillerin bu Kanunda belirtilen usullere göre yapılacağı hükme bağlanmış; 3. maddesinin 1. cümlesinde, ‘ Bu Kanuna ekli cetvellerde yer almayan unvanları taşıyan kadro ve görevlere yapılacak atama ve nakillerde, bu kanunun kapsamına giren kuruluşların teşkilat kanunlarında veya özel kanunlardaki hükümlerin uygulanmasına devam olunur’ hükmüne yer verilmiş; 5. maddesinde ise, bu kanunun kapsamına giren kuruluşların teşkilat kanunları ile özel kanunlarındaki inha, seçim, görüş alma ve atama niteliklerine ilişkin hükümlerin saklı olduğu belirtilmiştir. Ancak daha sonra 5.8.1996 günlü, 22718 (mükerrer) sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 4158 sayılı kanunun 1. maddesi ile 2451 sayılı bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda atama usulüne ilişkin kanuna eklenen .... maddenin 1. fıkrası ile ‘Bakanlar Kurulunun birden fazla siyasi parti tarafından oluşturulması halinde, bu kanuna göre alınacak müşterek karar, Başbakandan başka Mecliste en çok üyesi olan diğer iktidar partisine mensup Başbakan Yardımcısı tarafından da imzalanır.’ 2. fıkrası ile de, ‘Ayrıca diğer kanunlarda Başbakanın imzası ile yapılması öngörülen atama, nakil ve görevden alma işlemlerinde de yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır’ hükümleri getirilmiştir.

Her ne kadar 4158 sayılı yasa ile getirilen Ek Maddenin 1. fıkrasında, 2451 sayılı yasa kapsamında yer alan görev ve ünvanlara yapılan atama ve nakillerle ilgili müşterek kararlarda, Başbakanla birlikte Başbakan Yardımcısının da imzası bulunacağı açıkça belirtilmiş ise de; aynı maddenin 2. fıkrasında ayrı bir düzenleme yapılarak, diğer kanunlarda Başbakanın imzası ile yapılması öngörülen atama nakil ve görevden alma işlemlerinin de 1. fıkra kapsamında değerlendirileceği kuralına yer verilmesi ve Yasanın düzenlenmesine; Başbakan tarafından tek başına veya müşterek kararname ile yapılan atama, nakil ve görevden alma işlemlerinde Başbakan Yardımcısının imzasının yer almasını
sağlamak amacının güdülmüş olması karşısında, sözü edilen düzenlemenin Başbakan tarafından tek başına veya müşterek kararla yapılacak bütün atama, nakil ve görevden alma işlemlerinin kapsadığı sonucuna varılmıştır.

2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun ‘Başka kuruma nakil’ başlıklı 19. maddesinde, ‘MİT fiili kadrosuna dahil personelden, teşkilatın özelliği ve hizmetin gerekli kıldığı şart ve vasıflar gözönüne alınarak teşkilata intibak edemedikleri üstlerince tescil edilenler, MİT Müsteşarının teklifi ve Başbakanın uygun görmesi üzerine genel hükümlere göre başka bir kurum veya kuruluşa naklen atanırlar’ hükmüne yer verilmiştir.

Mit fiili kadrosuna dahil personel olarak çalıştığı dosyadaki bilgi ve belgeler karşısında tartışmasız olan davacının, Mit Müsteşarlığı bünyesindeki görevinden alınarak Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürlüğü emrine Müşavir olarak naklen atanmasına dayanak oluşturan ve Dairemizin 26.10.1998 günlü, F:1998/3897 sayılı ara karar üzerine davalı idarece gönderilmiş olan 30.9.1998 günlü, 17712 sayılı Başbakanlık olurunun incelenmesinden, anılan işlemin, 2937 sayılı Yasanın yukarıda söz edilen 19. maddesinde yer alan hükme dayanılarak, MİT Müsteşarının 21.9.1998 günlü, 17255 sayılı teklif yazısı üzerine Başbakanca tesis edildiği anlaşılmıştır. Bu durum karşısında, 4158 sayılı yasanın 1. maddesine aykırı olarak Başbakan Yardımcısının imzası olmadan, Başbakanca tek başına tesis edilmiş olan dava konusu işlemde yetki ve şekil unsurları yönünden yasaya uyarlık bulunmamaktadır.

Öte yandan yasaya aykırılığı yukarıda saptanan bu işlem nedeniyle davacının yoksun kaldığı parasal haklarının yasal faizi ile birlikte davalı idarece tazmini Anayasal ve yasal bir zorunluluktur.

Açıklanan maddelerle, dava konusu 30.9.1998 günlü. 17712sayılı Başbakanlık olurunun iptaline, bu işlem nedeniyle davacının yoksun kaldığı parasal haklarının memuriyetten çekilmiş sayıldığı tarihe kadar olan kısmının davanın açıldığı 13.10.1998 tarihinden itibaren hesaplanarak yasal faizi ile birlikte davalı idarece tazminine, aşağıda dökümü gösterilen 17.598.600 lira yargılama giderleri ile davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 60.000.000 lira avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, şehven fazladan yatırıldığı anlaşılan 2.230.000 lira yürütmenin durdurulması harcının isteği halinde davacıya iadesine, noksan yatırılan 3.600.000 lira posta pulu ücretinin davacıya tamamlattırılmasına 19.4.2000 tarihinde oy birliği ile karar verildi.


Başkan   Üye        Üye      Üye    Üye
Nuri     Ender      Tansel   Sıtkı  Mehmet
ALAN     ÇETİNKAYA  ÇÖLAŞAN  ASLAN  ÜNLÜÇAY

YARGILAMA GİDERLERİ

Harç Pulu:   3,998.600. TL.
Posta Pulu: 13,600.000. TL.
TOPLAM:     17,598.600. TL.

H/C 5.5.2000



(6) DANIŞTAY KESİN KARARI


DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU

Esas No: 2000/740
Karar No: 2002/732

Temyiz isteminde bulunan (Davalı):  Başbakanlık - ANKARA

Karşı taraf (Davacı):               Mehmet EYMÜR

Vekili:                             Av. Metin GÜNDAY
                                    Abay Kunanbay Cad. (Bilir Sokak)
                                    No:6/16 Kavaklıdere/ANKARA

İstemin Özeti: Danıştay beşinci dairesinin 19.4.2000 günlü, E:1998/3897, K:2000/1252 sayılı kararının temyizen incelenerek, bozulması davalı idare tarafından istenilmektedir.

Savunmanın özeti: Savunma verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hakimi Tuncay Dündar’ın Düşüncesi: Temyiz isteminin reddi ile daire kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı Ayfer Özdemir’in Düşüncesi: Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin 1 inci fıkrasında belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymayıp Danıştay Beşinci Dairesince verilen kararın dayandığı hukuki ve yasal nedenler karşısında anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte görülmemektedir.

Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin reddiyle Daire kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunca gereği görüşüldü;

Dava, Başbakanlık Milli İstihbarat (MİT) Müsteşarlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı emrinde görev yapan davacının, bu görevinden alınarak Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürlüğü emrine Müşavir olarak naklen atanmasına dayanak oluşturan 30.9.1998 günlü, 17712 sayılı Başbakanlık olurunun iptali ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Danıştay beşinci Dairesinin 19.4.2000 günlü, E:1998/3897. K: 2000/1252 sayılı kararıyla; 2451 sayılı Bakanlıklar ve bağlı kuruluşlarda atama usulüne ilişkin kanunun 1. maddesinde, Başbakanlık ve Bakanlıklarla, bunlara bağlı Kuruluşlarda, teşkilat kanunu bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, atama ve nakillerin bu kanunda belirtilen usullere göre yapılacağının hükme bağlandığı 3. maddesinin 1. cümlesinde ‘Bu Kanuna ekli cetvellerde yer almayan unvanları taşıyan kadro ve görevlere yapılacak atama ve nakillerde, bu kanunun kapsamına giren kuruluşların teşkilat kanunlarında veya özel kanunlarındaki hükümlerin uygulanmasına devam olunur’ hükmüne yer verildiği, 5. maddesinde ise, bu kanunun kapsamına girmeyen kuruluşların teşkilat kanunları ile özel kanunlarındaki inha, seçim, görüş alma ve atama niteliklerine ilişkin hükümlerin saklı olduğunun belirtildiği, ancak daha sonra 5.8.1996 günlü, 22718 sayılı (mükerrer) Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4158 sayılı Kanunun 1. maddesi ile 2451 sayılı Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne ilişkin Kanuna eklenen Ek 1. maddenin 1. fıkrası ile, ‘Bakanlar Kurulunun birden fazla siyasi parti tarafından oluşturulması halinde, bu kanuna göre alınacak müşterek karar, Başbakandan başka Mecliste en çok üyesi olan diğer iktidar partisine mensup Başbakan Yardımcısı tarafından da imzalanır’ 2. fıkrası ile de, ‘Ayrıca diğer kanunlarda Başbakanın imzası ile yapılması öngörülen atama, nakil ve görevden alma işlemlerinde de yukarıda ki fıkra hükmü uygulanır’ hükümlerinin getirildiği, her ne kadar 4158 sayılı Yasa ile getirilen Ek maddenin, 1. fıkrasında, 2451 sayılı Yasa kapsamında yer alan görev ve ünvanlara yapılan atama ve nakillerle ilgili müşterek kararlarda Başbakanla birlikte Başbakan Yardımcısının da imzası bulunacağı açıkça belirtilmiş ise de; aynı maddenin 2 fıkrasında ayrı bir düzenleme yapılarak, diğer kanunlarda Başbakanın imzası ile yaılması öngörülen atama, nakil ve görevden alma işlemlerinin de 1. fıkra kapsamında değerlendirileceği kuralına yer verilmesi ve Yasanın düzenlenmesinde; Başbakan tarafından tek başına veya müşterek kararname ile yapılan atama, nakil ve görevden alma işlemlerinde Başbakan Yardımcısının imzasının yer almasını sağlamak amacının güdülmüş olması karşısında, sözü edilen düzenlemenin, Başbakan tarafından tek başına veya müşterek kararla yapılacak bütün atama, nakil ve görevden alma işlemlerini kapsadığı sonucuna varıldığı, 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun, ‘Başka kuruma nakil’ başlıklı 19. maddesinde, ‘MİT fiili kadrosuna dahil personelden, teşkilatın özelliği ve hizmetin gerekli kıldığı şart ve vasıflar göz önüne alınarak, teşkilata intibak edemedikleri üstlerince tescil edilenler, MİT Müsteşarının teklifi ve Başbakanın uygun görmesi üzerine genel hükümlere göre başka bir kurum veya kuruluşa naklen atanırlar’ hükmüne yer verildiği, MİT fiili kadrosuna dahil personel olarak çalıştığı dosyadaki bilgi ve belgeler karşısında tartışmasız olan davacının, MİT Müsteşarlığı bünyesindeki görevinden alınarak Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürlüğü emrine Müşavir olarak naklen atanmasına dayanak oluşturan ve Dairelerinin 26.10.1998 günlü, E:1998/3897 sayılı ara kararı üzerine, davalı idarece gönderilmiş olan 30.9.1998 günlü, 17712 sayılı Başbakanlık olurunun incelenmesinden, anılan işlemin 2937 sayılı yasanın yukarıda sözü edilen 19. maddesinde yer alan hükme dayanılarak, MİT Müsteşarının 21.9.1998 günlü, 17255 sayılı teklif yazısı üzerine Başbakanca tesis edildiğinin anlaşıldığı, bu durum karşısında, 4158 sayılı Yasanın 1. maddesine aykırı olarak Başbakan Yardımcısının imzası olmadan, Başbakanca tek başına tesis ediliş olan dava konusu işlemde yetki ve şekil unsurları yönünden yasaya uyarlık bulunmadığı, yasa aykırılığı yukarıda saptanan bu işlem nedeniyle davacının yoksun kaldığı parasal hakların yasal faizi ile birlikte davalı idarece tazmini Anayasal ve yasal bir zorunluluk olduğu gerekçesiyle dava konusu 30.9.1998 günlü, 17712 sayılı Başbakanlık olurunun iptaline, bu işlem nedeniyle davacının yoksun kaldığı parasal haklarının memuriyetten çekilmiş sayıldığı tarihe kadar olan kısmının davanın açıldığı 13.10.1998 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte davalı idarece tazminine karar verilmiştir.

Davalı idare işleminin usul ve hukuka uygun olarak gerçekleştirdiğini belirterek kararın bozulmasını istemektedir.

Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden; Danıştay Beşinci Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından davalı idarenin temyiz istemininin reddine, Danıştay Beşinci Dairesinin 19.4.2000 günlü, E:1998/3897, K:2000/1252 sayılı kararının onanmasına, 18.10.2002 günü oybirliği ile karar verildi.

Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu

Başkanvekili      8.Daire Başkanı        12.Daire Başkanı
Dalova Sancar     Ahmet Nuri Çolakoğlu   Yüksel Taşkın

8.Daire Başkanı   6.Daire Başkanı        11.Daire Başkanı
Güngör Demirkan   Acar Oltulu            Yurdagül Dinçsoy

11. Daire Üyesi   8.Daire Üyesi          10. Daire Üyesi
M.Engin Kumrulu   Turan Falcıoğlu        Mustafa İlhan Dinç