Deşifre
[ 28/2/2003 - 04:05 ] By Atin anadolu@atin.org
Bravo Bülent Orakoğlu’na. "Darbeyi rapor ettim: DEŞİFRE" adlı kitabı yazarak büyük bir hizmeti yerine getirmiş.
Bravo Bülent Orakoğlu’na.
"Darbeyi rapor ettim: DEŞİFRE" adlı kitabı yazarak büyük bir hizmeti yerine getirmiş.
Onu ölümle tehdit ettiler, casuslukla suçladılar, cezaevine attılar, sindirmek için her şeyi yaptılar ama o yılmadı, başını eğmedi, doğru bildiği yoldan gitti, haksızlıkla, ahlaksızlıkla, mertçe mücadelesini yaptı.
Yakın tarihimizde ne dolapların döndüğünü öğrenmek istiyorsanız bu kitabı muhakkak okuyun.
Zira bu kitap “örgütün deşifresi”...
Çevik Bir, Bülent Orakoğlu ve Akşener’i ölümle tehdit etmiş
28 Şubat ‘post–modern askerî darbesi’nin yıldönümünde, karanlıkta kalan birçok gerçek gün yüzüne çıkmaya başladı.
‘28 Şubat süreci’nin perde arkasını aralayan dönemin Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu, yazdığı “Deşifre” adlı kitapta kendisinin ve dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener’in ölümle tehdit edildiği iddiasına yer verdi. Tehdidin dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir’den geldiğini yazan Orakoğlu, Akşener’in bunu medyaya açıklamak istediğini; ancak Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in engel olduğunu belirtti. Olayları isim ve zaman vererek ayrıntılı bir şekilde kitaplaştıran Orakoğlu’nun iddiaları için dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener, “O döneme ışık tutması bakımından Orakoğlu’nun çalışması son derece önemli.’’ açıklamasını yaptı.
Batı Çalışma Grubu’na ait gizli belgeleri açıkladığı gerekçesiyle önce görevinden alınan daha sonra askerî mahkemede yargılanıp beraat edinceye kadar hapiste tutulan Bülent Orakoğlu, “Deşifre: Darbeyi Rapor Ettim” ismiyle bir kitap yazdı. Timaş Yayınları tarafından yayımlanan kitapta, Susurluk sürecinde karanlık ilişkileri ortaya çıkan bazı bakan ve üst düzey yöneticilerin darbeye neden destek verdikleri anlatılıyor.
Niğde Emniyet Müdürlüğü görevinden vekaleten Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanlığı görevine getirilmesi gündeme gelen Orakoğlu, tayin edilmesinin Mehmet Ağar tarafından engellendiğini ifade ediyor. Dönemin DYP Genel Başkanı Tansu Çiller ve İçişleri Bakanı Meral Akşener’in isteğiyle görevi kabul eden Bülent Orakoğlu, Ankara’ya taşınmasına karşın atama kararnamesi gelmediği için göreve başlayamaz. Sıkıntılı durumu Akşener’e aktaran Orakoğlu çok ilginç bir cevapla karşılaşır: “Senin bilmediğin önemli konular var. Ben ve Çiller, sana verdiğimiz sözün arkasındayız. Ancak göreve başlamak üzere Ankara’ya geldiğin günün sabahı Mehmet Ağar, Sayın Çiller ile yaptığı görüşmede, Orakoğlu’nun İstihbarat Dairesi’nde göreve başlatılmasına aşırı tepki göstererek bu karardan dönülmemesi halinde, Türkiye’de büyük olaylar olabileceğini, turistik tesislerin bombalanabileceğini söyledi.”
Darbe yapmanın anayasal bir suç olduğu gerçeğinden hareketle darbe istihbaratı yaptığını anlatan Orakoğlu, Batı Çalışma Grubu’nun (BÇG) faaliyetlerinin yasal olmadığına dikkat çekiyor. Emniyet İstihbarat Dairesi’nin demokratik hayata müdahale anlamı taşıyabilecek belge ve bilgileri içeren bir dosyayı hiyerarşik bir düzen içinde bakan, başbakan ve cumhurbaşkanına ilettiğini kaydeden Orakoğlu, “Kanunların verdiği yetkiyi cesaretle kullanarak görevimizi yaptık.” değerlendirmesinde bulunuyor.
28 Şubat sürecine ilişkin çarpıcı bilgilerin yer aldığı çalışmasında Orakoğlu, başından geçen tarihî bir olayı şu sözlerle aktarıyor: “İçişleri Bakanı Meral Akşener ile yaptığımız bir toplantıdan sonra özel görüştük. Bana çalışmalardan DYP ve İçişleri Bakanlığı içinde Ağar sempatizanlarının rahatsız olduğunu söyledi. Ayrıca Genelkurmay II. Başkanı Orgeneral Çevik Bir’in, İçişleri Bakanı Müsteşarı Teoman Ünüsan’a (O kadına –Meral Akşener– söyle, ayağını denk alsın, Emniyet istihbaratına sahip olsun, hareketlerine, konuşmasına dikkat etsin, yoksa iktidarı devraldığımızda onu avanesi ile birlikte İçişleri Bakanlığı önünde yağlı kazığa oturturuz. Ayrıca Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu da sabrımızı taşırmaya başladı. Ne yapmak istiyor eceline mi susadı? Bu tür faaliyetlere devam etmesi halinde öldürüleceğinden haberi yok mu?) şeklinde beni ölümle tehdit ettiğini aktardı. Ben de sayın bakana Çevik Bir ve onun ekibinden bir korkum olmadığını, görevime izin verildiği takdirde memnuniyetle devam edeceğimi söyledim ve makamından ayrıldım.”
İçişleri Bakanı Akşener, daha sonra kendisine yönelik tehditleri aynen Cumhurbaşkanı Demirel’e anlattı ve “Efendim, ben bu konuyu kamuoyuyla paylaşacağım.” dedi. Demirel, Akşener’i sakinleştirerek, şunları söyledi: “Böyle bir şey olmaz. Sen merak etme. Ben bizzat bu konuyu Genelkurmay Başkanı ile konuşacağım.” Akşener, Cumhurbaşkanı’nın ‘telkin ve tavsiyeleri’ üzerine bu konuyu gazetecilere anlatmaktan vazgeçmişti.
Bu konuşmaları hatırlattığımız dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener şunları söyledi: “Böyle bir konuşmayı dönemin İçişleri Bakanı Müsteşarı Teoman Ünüsan Bey’e sorarsanız daha iyi öğrenirsiniz. Ben Bülent Bey’in kitabını henüz okumadım; ancak o dönemde yaşananları anlatması açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Ben 28 Şubat süreciyle ilgili çok konuştum ve bunun bedelini hâlâ ödüyorum. Çok zor bir dönemde ve ne kadar zor koşullar altında görev yaptığımız, o yüzden müsaade ederseniz kitabı okuduktan sonra konuşmayı arzu ediyorum.” Mehmet Ağar ise kitabı okumadan yorumda bulunmak istemediğini kaydetti.
‘Çevik Bir ile Mehmet Ağar birlikte hareket etti’
10 Haziran 1997’de Genelkurmay’da hakim ve savcılara ‘İrtica Brifingi’ verildi. Aynı saatlerde Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir de Mehmet Ağar’la benzer içerikte bir görüşme yapıyordu. Çevik Bir’in, kamuoyunda ‘Susurluk Skandalı’ olarak bilinen bir olayın kahramanı olan bir milletvekili ile görüşmesi oldukça dikkat çekiciydi. Bülent Orakoğlu kitabında Refahyol hükümetinin düşmesinin yanı sıra darbecilerin ANAP, DYP ve MHP ile merkez sağda birliği sağlamak için Ağar’a destek verdiği görüşünü savunuyor. Orakoğlu kitabında, ‘’Çevik Bir ve Mehmet Ağar, 28 Şubat ile Susurluk’un ortak paydası, kesişme noktasıydı. İkisinden de aynı odağa doğru gitmek mümkündü. Nitekim bu ilişkiler ağı gün geçtikçe daha da ortaya çıktı.”
16 Temmuz 1997 tarihinde ‘casusluk’ suçlamasıyla tutuklanarak Mamak Askeri Cezaevi’ne kapatılan Orakoğlu, 56 günlük cezaevi macerasını şöyle anlatıyor: “Daha iki ay önce 5 bin personeli bulunan bir haber alma örgütünün başındayken, şimdi bir tutukluydum. Neden? Kanunlar çerçevesinde görevimi yaptığım için. Üstüne üstlük beni hukuksuz bir biçimde tutuklayan birimin cezaevine götürülüyordum. Tüm bunların bende yarattığı sıkıntı çok büyüktü. Ancak bunlardan hiçbiri bana isnat edilen suçun, yani casusluk ve vatana ihanetin ailem ve yakınlarıma vereceği manevi sıkıntı kadar büyük olamazdı.”
Bülent Orakoğlu, 28 Şubat sürecinin ortaya çıkmasına neden olan ‘köstebek’ olayı yüzünden yargılandığı mahkemenin Çevik Bir ve Güven Erkaya’nın baskısı altında olduğunu da ileri sürüyor. Orakoğlu, Deniz Kuvvetleri Askeri Mahkemesi’nde görülen davanın mahkeme heyetinde yer alan Deniz Yüzbaşı Hakim Ahmet Karamanlı’nın beraatle sonuçlanan davanın ardından ‘irticai faaliyetler’e karıştığı gerekçesiyle ordudan ihraç edildiğini, yine mahkeme heyetinin başkanlığını yapan Mesut Kurşun’un da Deniz Kuvvetleri’nden başka bir kuvvet komutanlığı emrine verildiğini açıklıyor. 27.02.2003 Zaman – Ufuk Şanlı
28 ŞUBAT'ı Malki cinayeti tetikledi
28 Şubat sürecinde Deniz Kuvvetleri'nde istihbarat yaptırdığı iddiasıyla Askeri Mahkeme'de yargılanan dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanvekili Bülent Orakoğlu, "Darbeyi rapor ettim: DEŞİFRE" kitabında kara kutunun kapağını açtı.
İstanbul- 28 Şubat sürecinde Emniyet İstihbarat Daire Başkanvekilliği yapan Bülent Orakoğlu, "Darbeyi rapor ettim: DEŞİFRE" isimli bir kitap yazdı. TİMAŞ Yayınları tarafından yayınlanan kitapta 28 Şubat sürecine ilişkin enteresan bilgiler yer alıyor. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde yargılanan ve bir süre tutuklu kalan Orakoğlu, Nesim Malki cinayeti ve Susurluk davası ile ilgili olarak yaptıkları araştırmaların 28 Şubat'ın tetikleyici faktörleri arasında yer aldığını öne sürüyor. 28 Şubat'ın önceki ilk üç darbeden farklı olduğunu belirten Orakoğlu, "Cumhurbaşkanı, bazı parlamenterler, bazı ulusal basın ve medya, bazı yargı mensupları da TSK'nın yanında görev ve yer aldı. Hangi haklı nedene dayandığı iddia edilirise edilsin darbe darbedir" diyor. "Kanımca bugün de bu olay 'Malki cinayeti' tam olarak çözülememiştir. Operasyon yarım kalmıştır. Malki'nin arkasındaki dış güçler, kara para baronları ve yabancı gizli servis ilişkilerinin üzerine gidilememiştir. Olayın tetikçileri ve azmettiren kişi yakalanmış, Malki'nin her türlü yasadışı faaliyetini bilen ortağı ve muhabesebecisi Erol Erkohen ise cinayetin çözülmesinden kısa bir süre sonra elini kolunu sallayarak yurt dışına çıkmıştır. Bu şahsın İsrail'de ifadesinin alınması için Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı'ndan oluşan bir ekip İsrail'e gitmişse de maalesef düğümü çözebilecek neticeye ulaşılamamıştır" diyen Orakoğlu, "Malki cinayeti ile ilgili gelişmelerden her safhada kendisini bilgilendirdiğimiz İçişleri Bakanı, cezevinden serbest bırakıldığım günlerde bana, 'Refah-Yol Hükümeti'nin yıkılmasında Malki cinayeti ile ilgili yaptığımız araştırmaların önemli bir rolü olduğunu' söylemişti" şeklinde konuşuyor.
"Beni beraat ettiren hakim ordudan atıldı"
Orakoğlu Deniz Kuvvetleri İstihbarat Başkanlığı'nda onbaşı olarak askerlik yapan polis memuru Kadir Sarmusak'ın, iddiaların aksine kendisini ve yardımcısı Hanefi Avcı hakkında bilgi toplamakla görevlendirildiğini belirtiyor. Orakoğlu Mamak Askeri Cezaevi'nde tutuklu bulunduğu süre içinde Çevik Bir'e aşırı bağlı bazı subayların kendisinin subay koğuşu yerine er koğuşunda tutulması yönünde cezaevi yönetimine baskı yaptıklarını öne sürerek devam ediyor: "Beni tevkif eden mahkeme heyeti içinde, yargılanma sürecinde askeri mahkeme heyetinde de görev alan Dnz. Yzb. Hakim Ahmet Karamanlı bulunuyordu. Karamanlı askeri mahkemenin yargılama süreci sonunda beraatime karar vermesinin bedelini, irticai faaliyetlerinden(!) dolayı ordudan atılarak ödüyordu. Mahkeme heyetinin başkanlığını yapan Dnz. Bnb. Mesut Kurşun da ne gariptir ki Deniz Kuvvetleri'nden başka bir kuvvete kaydırılıyordu" diyor. Orakoğlu şöyle devam ediyor: "Postmodern darbenin bir numaralı ismi Çevik Bir'in ekibinden olup o dönemin güçlü isimleri arasında sayılan bazı generallerin medyaya yansıyan kimi söz ve davranışları, pekçok bürokrat ve siyasiyi sindirmişti. Zira andıçlarla ortaya çıkan kimi plan ve komplolor, bu kişilerin devletin gücünü hukuksuz bir şekilde kullanarak her şeyi yapabileceklerinin açık bir kanıtıydı."
"Bizi de dinlediler mi?"
Onbaşı Kadir Sarmusak'ın mahkemede yaptığı açıklamaların komployu bozduğunu belirten Orakoğlu ilginç ayrıntılara yer veriyor: "Sarmusak, Deniz Kuvvetleri İstihbaratı'nda görev yaparken çeşitli hukuksuz işlerle karşılaştığını, Deniz Kuvvetleri İstihbarat Dairesi'nde bulunan ve Emniyet İstihbaratı tarafından onarılan dinleme cihazı ile Deniz Kuvvetleri İstihbarat Başkanlığı görevlilerinin kanunsuz olarak birçok birimi dinlediklerini, dinlenenler arasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda görev yapan birçok üst rütbeli subay ile şu anda mahkeme heyetinden bazı kişilerin de bulunduğunu ifade edince, Hakim Bnb. Mesut Kurşun, kendilerinin de dinlenip dinlenmediğini sorarak eğer böyle bir şey varsa davadan çekileceklerini belirtti. Sarmusak ise cevaben, iddianameyi hazırlayan Askeri Savcı Mehmet Yenigün'ün telefonlarının Deniz Kuvvetleri İstihbaratı tarafından dinlendiğini, hatta askeri savcı ile X şahıs arasında geçen bir telefon görüşmesinin çözümünün kendisi tarafından yapıldığını belirterek bu görüşme ile ilgili bazı ayrıntıları mahkemede anlattı"
Demirel korku siyaseti üretti
Orakoğlu 28 Şubat sürecinde Cumhurbaşkanı Demirel'in kriz siyaseti izleyerek önemli rol oynadığını belirterek, "Geride bıraktığımız dönemi anlamak için Cumhurbaşkanı Demirel'i çok iyi değerlendirmek, izlediği siyaseti iyi analiz etmek gerekiyor. Demirel 25 Aralık'tan beri siyasette inanılmaz bir aktivite sergilemiş ve bir anlamda 28 Şubat'ın gerçekleşmesine yol verdiği gibi, bu süreçten başka 28 Şubatlar çıkarma ustalığını da göstermişti. Demirel bunu yaparken hem Mesut Yılmaz'ı hem de Hüsamettin Cindoruk'u yakın çevrede tutmaya özen göstermiştir" diyor. Orakoğlu şöyle devam ediyor: "Korku üzerinden siyaset yapan Cumhurbaşkanı, 28 Şubat'tan kalma korkular buhar olmaya başlayınca bunları yeniden üretmeye çalışıyor. Demirel'in bilinen kışkırtıcı üslubu onun ne demek istediği her zaman belli olmasa bile bir kaosu hedeflediği kolayca anlaşılıyordu. Demirel durup dururken soruyu kendine soruyor yani bunalımın fitilini yakıyor sonra da körüklüyordu."
'Darbe olursa seni Güreş Paşa kurtarır'
13 Haziran 1997'de Ankara'da darbe söylentileri had safhaya ulaşmıştı. Söylentiler TBMM koridorlarına kadar ulaşmıştı. DYP'li Devlet Bakanı ve İçişleri Bakanlığı eski Müsteşarı Bekir Aksoy iddiaların doğruluğunu araştırmak üzere özel aracıyla askeri bölgeleri kolaçan ediyordu. Orakoğlu, o gün yaşanan gerilimi şöyle anlatıyor: "Darbe söylentisi TBMM kulislerinde günün konusu olmuştu. Bir grup DYP milletvekili kuliste oturuyordu. Grupta Kilis Milletvekili Doğan Güreş ile Bakan Aksoy da vardı. Milletvekillerinden birisi Aksoy'a 'Darbe olduğunda Güreş Paşa seni kurtarır, sen 'derin devlet'e yakınsın, sana bir şey olmaz' diyerek takıldı. Aksoy ise kendisinin bu durumda diğer milletvekilerinden küçük bir farkı olacağını belirtiyor ve gülerek, 'Olsa olsa koğuş ağası oluruz' karşılığını veriyordu. (..) İddialar Manisa'da bulunan DYP'li Sağlık Bakanı İsmail Karakuyu'yu da korkutmuştu. Akşam yemeğinde Meral Akşener'i cep telefonundan aradı. Akşener, 'Bize de benzer duyumlar geliyor ama şu anda öyle bir şey yok' diyerek Karakuyu'yu sakinleştirdi. Gece saat 23.00'e yaklaşıyordu. Eski Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Aytun Çırağ, Meral Akşener'i telefonla aradı. Hal hatır soruldu. Akşener, Çırağ'ı İçişleri Konutu'na çağırdı. Yarım saat sonra konuta ulaştığında üst kattaki odada Akşener ile birlikte İsmail Karakuyu, Mehmet Ali Yavuz ve Ufuk Söylemez'in de bulunduğunu gördü. Darbe tartışmasının içinde bulmuştu kendisini. Söylemez askerlerin darbe yapma konusunda ciddi olduğunu öne sürüyor ve 'Tansu Hanım bir an önce hükümeti bozmalı ve siyasi danışmanlarını da atmalı. Askerler darbe yapacak' diyordu. Mehmet Ali Yavuz ise 'Askerlerin darbe yapacağına ihtimal vermiyorum. AB sürecinde böyle bir olay olmaz. Ben askerlerin sağduyusuna güveniyorum' dedikten sonra espri yapmayı da ihmal etmiyordu: 'Darbe olursa Yassıada'ya ilk defa siz gideceksiniz. Ama ben askerliğimi orada yaptım. Benim canım sıkılır orada.' Gruptakiler bu espriye katılmışlardı. Herkesin dileği aynıydı: 'İnşallah aynı yere düşeriz'. Grup, Söylemez'i ikna etmeye çalışıyor ve Çiller'in başbakanlığında bir hükümetin tansiyonu düşüreceğini öne sürüyordu." 28 Şubat 2003 Yeni Şafak - Abdullah Muradoğlu
Bülent Orakoğlu Kim:
Uzun süre Terör ve İstihbarat Şube Müdürlüğü yaptıktan sonra Giresun Emniyet Müdürlüğünde çalıştı. 1980-85 yılları arasında Hatay ili Siyasi Şube Müdürlüğü, 1989-1994 yılları arasında Hatay Emniyet Müdürlüğü görevlerini sürdürdü. Hatay'da çalıştığı dönemde bölgede yakalanan eroin miktarında önemli artışlar görüldü. 1994'te Niğde Emniyet Müdürlüğü'ne atandı. Üç sene burada görev yaptı. 11 Mart 1997'de Niğde Emniyet Müdürlüğü'nden Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanvekilliği görevine getirildi. Emniyet İstihbarat Daire Başkanvekili olduğu dönemde Genel Kurmay Başkanlığına bağlı olarak görev yapan Batı Çalışma Grubu'nun kriptolarını deşifre ettiği ve Genel Kurmay'ın telefonlarını dinlediği iddia edilince 'Bilgi ve görgüsünü artırmak' üzere görevinden alınarak ABD'ye gönderildi. Genel Kurmay Başkanlığında Onbaşı olarak görev yapan İstihbaratçı polis Kadir Sarmusak'ın elde ettiği belge ve bilgileri Orakoğluna aktardığı, onun da bu bilgileri üst makamlarına bildirdiği anlaşıldı. Askeri mahkemede “casusluk" suçu ile yargılandı ve neticede beraat etti.