Bayram ve Saddam
[ 5/12/2002 - 02:57 ] By Atin anadolu@atin.org
Okuyucularımıza sağlık, mutluluk ve başarı dolu nice güzel bayramlar diliyoruz. Neticelenen seçimlerle birlikte Türkiye olumlu bir iyimserlik havasına girmiş...
Okuyucularımıza sağlık, mutluluk ve başarı dolu nice güzel bayramlar diliyoruz.
Neticelenen seçimlerle birlikte Türkiye olumlu bir iyimserlik havasına girmiş, bu iyimserlik para borsalarına da yansımıştı. Muhtemel gelişmeler bu iyimser tablonun uzun süreli olmayacağı işaretlerini veriyor.
Kıbrıs sorunu bir yana, Irak’la savaş kapıda ve bu savaşın bütün dünyayı ve en çok da Türkiye’yi etkileyeceği şüphesiz.
ABD’nin ne yaparsa yapsın, ne kadar oyalarsa oyalasın, bir gerekçe yaratıp Irak’ı vuracağı artık kesin gibi gözüküyor. ABD artık Saddam’ı dünya liderleri arasında görmek istemiyor. Ancak Irak kolay bir lokma değil. Bu savaşta sürprizler yaşanabilir...
Saddam’ın liderliğindeki Irak, uzun yıllardan beri teröristlerin ve terör örgütlerinin sığınağıdır. Filistin asıllı terör örgütleri, İran muhalifleri, Müslüman Kardeşler örgütü ve daha niceleri bu ülkede üs kurup yaşamış ve Irak istihbarat örgütleri ile el ele tutuşup operasyonlar yürütmüşlerdir.
Irak terör konusunda pek fazla birikime ve teknolojiye sahip bir ülkedir. Bütün dikta rejimlerinde olduğu gibi kendi halkını da kontrol altında tutan güçlü bir istihbarat teşkilatına sahiptir. Petrolün getirdiği zenginlik ve parasal imkanlar Irak istihbarat teşkilatlarının güçlerini arttıran önemli bir faktördür.
Irak istihbaratı, gizli faaliyetlerde kullandığı ajanlarına Türkiye’ye kıyasla çok daha yüksek ücretler ödeyen bir teşkilattır. Bu ödemelerin, harcamaları çeşitli kontrollere tabi olan batılı gelişmiş ülkelerin ödemelerinden de fazla olduğu bir gerçektir. Bu bakımdan, Irak’ın büyük paralar ödeyerek hedefi olan birçok ülkede kilit noktalarda bulunan bazı kişileri satın almış olması büyük bir ihtimaldir.
En küçük şüphe duyduğu zaman yakınlarını ve akrabalarını dahi tasfiye ve imha etmekten çekinmeyen Saddam rejimi, istihbarat teşkilatlarının haber alma imkanları açısından zor bir alandır. ABD ve batılı ülkelerin Irak ile ilgili istihbari bilgileri yeterli değildir ve daha ziyade sigint yani sinyal istihbaratı veya kısaca her nevi dinleme faaliyeti, Kuzey Irak alanından yapılan faaliyetler ve Irak’tan kaçan üst düzey kişilerin verdiği bilgilerle kısıtlıdır. Daha fazla imkanlara sahip olan Türkiye’nin elindeki bilgiler de yetersizdir.
Diğer büyük bir ihtimal, Saddam’ın, adeta Mehter marşı ile geliyorum diyen ABD’ye ve müttefiklerine karşı bazı sürpriz hazırlıklar yapmış olmasıdır. Canı yandığı anda düğmeye basacaktır.
Görünen odur ki, 11 Eylül’den sonra bir yandan dünya çapında terörle mücadele faaliyetine girişen, bir yandan da iç güvenlik ve haber alma zaafiyetlerini düzeltmeye çalışan ABD de zor günlere gebedir.
İsrail’e ve onu destekleyen ABD’ye karşı gelişen öfke gittikçe artmakta, yayılmakta ve ABD’nin yakın müttefiki olan Müslüman ülkelerde dahi halk arasında gittikçe büyüyen ve bütünleşen bir hal almaktadır.
İntihar saldırılarının ardı arkası gelmemektedir. İslam dünyasında “şehit” mertebesine erişen ve kendi aileleri tarafından dahi çocukluklarından itibaren yönlendirilen ve desteklenen canlı bombaların sayısı gittikçe artmaktadır. Filistin, Çeçenistan, Afganistan ve benzeri gibi radikal İslam merkezlerinde, intihar saldırılarına hazır 30,000 kişinin olduğundan bahsedilmektedir. Bırakın otuz bin kişiyi üç bin kişi dahi olsa ve her gün bir intihar saldırısı yapılsa, intihar eylemlerinin daha 8 yıl daha devam edeceğini var sayabiliriz.
Terör sinsi, bir savaş türü, hayatımızı karartan, acımasız, kuralsız, korkunç bir eylem biçimi. Genelde kimin veya hangi örgütün ne şekilde ve nasıl yaptığı uzun araştırmalardan sonra bazen tespit edilebiliyor, bazen de meçhul kalıyor. Terörün kimi, ne zaman vuracağı ise tam belirsiz.
Çağımızın görünmeyen savaşı terörizm, toplum psikolojisine, milli ekonomilere büyük zararlar veriyor, ülkelerin gelişmesini engelliyor. Yaşayanları tedirgin, yönetenleri başka bir şey düşünemez, hizmet veremez hale getiriyor.
Terörle mücadelede polisiye ve askeri tedbirler, halkın yaşamını zorlaştırmaktan başka bir fayda sağlamıyor. Tek ve en önemli çare, eylemin önceden haber alınması, yani istihbarat. Ancak bu da kolay bir iş değil. Küçük veya iyi örgütlenmiş terör örgütlerine sızmak, bir kaç kişinin çok gizli bir şekilde yürüttüğü faaliyetlerden haberdar olmak bazen yıllarca çalışmayı gerektiriyor.
Olayların göbeğinde bulunan Türkiye’nin, terörle mücadele için süratle örgütlenmesi, istihbarata ağırlık vermesi, milli ölçüde terörle mücadele için füzyon, yani kaynaştırma merkezleri kurması gerekli.
Her seçim döneminde olduğu gibi bu dönemde de MİT’de işler durmuştur. Herkes şimdi yeni hükümetle birlikte işi bırakmış, tedirgin bir şekilde “kim nereye gelir” hesapları yapıyordur. Artık görev süresi dolan Müsteşarın yerine MİT’in başına bir an önce dirayetli bir yöneticinin getirilmesinde fayda vardır.
MİT’in başına Emekli Orgeneral Edip Başer’in getirilmesi konuşulmaktadır. MİT’in başına muhakkak bir asker getirilecekse bu değerli komutan iyi bir seçim olabilir. Ancak daha önceki deneyimler, Genelkurmay’ın hiyerarşik yapısından dolayı, MİT’in başına getirilen bu derecedeki üst düzey emekli subaylarla sorunlar yaşadığını göstermiştir. Bu nedenle daha sonraki seçimler Korgeneral’in üzerine çıkmamıştır. Neticede önümüzdeki günlerde MİT’e ağır görevler düşecektir. Bu bakımdan her kim olursa olsun, MİT’in başına bir an önce iyi bir yönetici getirilmelidir.
Politikada ‘Merkez Sağ’ın yeniden yapılanma çalışmaları son derecede dikkat çekicidir. Bazı köşe yazarlarının desteği ve Mehmet Ağar’ı DYP’yi ve Merkez Sağ’ı toparlayacak kişi gibi takdim etmeleri, sanki bu gelişmenin arkasında belli bir merkezin olduğu düşüncesini vermektedir. Bu gelişme, önünde bir çok sorunlar bulunan bu günkü hükümetin yaşamı ile de son derecede bağlantılı olabilir.
Eh, Merkez Sağ’ın başına Mehmet Ağar gelirse, onun yardımcılığına da yakın dostu, Alaattin Çakıcı yakışır...