Header $articleheadline_he$ "ArticleHeadline" Detay Sayfa Header

 

 

     

 

 

 
2021-08-24

Detay Sayfa

Tüm Dosyaların Listesi

News Database Template Page Example

Analiz 22 - Bir İstihbarat Devi'nin Ölümü

1/8/1991 - 11:22 - Atinİlgili Bağlantı Yorumlar Bu Yazıyı Bir Tanıdığına Yolla Bu Yazıyı Yazdır  

      

Hain Bir Pusu

Türkiye'de terör olayları sistemli bir şekilde artmaya başlamıştı. Sahne değişmiş, eski oyuncuların yerini yenileri almıştı. Oyun aynı oyundu.

26 Eylül 1990 günü sabah saat 10.30 sularındaydı. Büromun telefonu çaldı. Büyük bir gazetenin istihbarat şefi olan arkadaşım bir solukluk aradan sonra “Kötü bir haberim var” dedi. Herhalde yine gazetelerde aleyhimizde bir haber çıktı diye düşündüm.”Hiram ağabeyi vurdular” diye devam etti. Dondum kaldım. Bir an kelimeler aklıma gelmedi, kısa bir sessizlikten sonra ,, öldü mü?” “Maalesef” diye cevap verdi. Dostum, olayın 1 5-20 dakika kadar önce Hiram Bey'in evi civarında olduğunu arabasında iken çapraz ateşe aldıklarını ilave etti. Henüz herhangi bir örgüt olayı üstlenmemişti.

Bir müddet öyle kaldım. Ne yapacağımı düşünüyordum.

Aklıma ilk gelen evi, eşimi aramak oldu. Alışverişe çıkmıştı, evde yoktu. Hiram Bey'in evini aramayı düşündüm. Eşi acaba yalnız mıydı? Kim bilir şu anda ne haldeydi. Benimle konuşacak durumda olmayacağı kararına vardım. En iyisi Hiram Bey'in bürosunu aramaktı. Telefona santral görevlisi çıktı. Beni tanıyarak hemen Cengiz'e bağladı. Cengiz “ağabey merhaba” deyince sesinden haberi olmadığını sezdim. “Babandan haber var mı?” diye sordum.”15-20 dakikaya kadar gelir” diye cevapladı. Demek haberi yoktu. “Cengiz kapının önünde babana ateş etmişler, sen hemen eve git ben de geliyorum” dedim. “Peki, hemen gidiyorum” dedi, başka bir şey soramadı.

İlk uçakla İstanbul'a uçarken düşünüyor, onun ölümüne bir türlü inanamıyordum. Sanki İstanbul'a gidince her şey değişecek ve onu karşımda göreceğim gibi geliyordu. Esasında böyle bir saldırıya her an hazırdık. Her an birimize yönelik bir eylem olabilirdi. Teşhir edilmiş, işkenceci, CIA, MOSSAD ajanı gibi yakıştırmalara maruz kalmıştık. Gelişmiş ülkelerde, istihbarat görevlilerinin isimlerini bile açıklamak ağır cezayı gerektiren bir suçken, bizim ev adreslerimiz, resimlerimiz yayınlanmıştı. Bazı örgütlerin ölüm listelerinde en başlarda yer alıyorduk. Hiram Bey'in evi: yakınları, dostları, teşkilat mensupları ile dolmuştu. Eşi, oğlu ve kızı metin görünmelerine rağmen olayın şokunu yaşadıkları belliydi. Sarıldık, hiçbir şey konuşamadık. Olay, saat 10.00 sularında, Çiftehavuzlar'da Cemil Topuzlu Caddesini Bağdat Caddesine bağlayan Mahur Sokak üzerinde 236 no.lu Apartmanın önünde olmuştu. İşe gitmek üzere evden çıkan ve Şahin marka arabası ile hareket eden Hiram Bey, Bağdat caddesine 25-30 metre kala, arabaların hızlı gitmemesi için yapılan tümseğe geldiğinde iyice yavaşlamıştı. Saldırı işte o anda olmuş, arka sol cama yaklaşan saldırgan, çok yakın bir mesafeden Hiram Bey'in başına ateş etmişti. Hiram Bey, ilk mermi ile ölümcül darbeyi yemişti, Kalleşçe, sinsice bir saldırı idi. Hiram Bey'in arzuladığı bir ölüm şekli değildi. O hiçbir zaman yatağında bir ölüm düşlememişti. Yatağa bağlı kalmak başkalarının bakımına muhtaç olmak, onun mücadele ruhuyla bağdaşamazdı. Senelerdir taşıdığı silahlar, sahip olduğu en değerli eşyaları arasındaydı. Onlarla atış talimleri yapmaktan zevk duyardı. Öyle durup nişan almak adeti değildi. Silahı süratle belinden çekip, birkaç saniye içinde hareketli birkaç hedefe birden isabet ettirmecesine atış yapmayı severdi. Türkiye'de silahı onun kadar süratli ve isabetli kullanan çok az insan olduğu düşüncesindeydim. O , böyle kalleşçe ve arkadan vurulmayı hiç düşünmemişti.

Hesabını, kendisini 5-6 kişi bir yerde kıstırıp çapraz ateşe alacağı şeklinde yapıyordu. Vurulup ölürdü ama, en azından iki üçünü de o vururdu. Tanıdığım en mert ve korkusuz insanlardan biriydi. Hatası, düşmanından mertlik beklemekti. Olayda, 7.65 çapında tek bir silah kullanılmıştı. Yapılan balistik inceleme aynı silahın 21 Eylül 1990 tarihinde saat 14.30 sıralarında, Eminönü, Çadırcılar Caddesi, Tektaş Handaki bir döviz bürosunun soyulması teşebbüsünde kullanıldığını ve silahın 3 kişinin yaralanmasına sebep olduğunu tespit etti. Saldırganlar iki kişiydi. Ateş eden genç ve uzun boylu olanıydı. 4 el ateş etti. Bir tanesi hayati organlara rastlamıştı, öbürü ölümcül değildi. Diğer iki mermi boşa gitti. Kısa boylu, saçları dökük. 35-40 yaşlarındaki diğer saldırganın elinde çanta vardı. Diğerinin ateş etmesinden sonra eğilip acık olan camdan Hiram Bey'e baktı. Görev tamamlanmıştı. Kaçarak uzaklaştılar.,

Hiram Bey, olaydan 2-3 ay kadar önce, kendisine karşı bir çalışma yapıldığını anlamıştı. Yılların verdiği tecrübe ve ön seziler alarm zillerini çalıyordu. Yakınlarına ve bizlere dahi bir şey belli etmedi. Ankara’ya geldiğinde bir ara takip edildiğinden bahsetti. Belki de adeti veçhile, ne yaptığını kimlerle görüştüğünü merak eden eski Teşkilatı kendisini kontrol ettiriyordu. Şüphelendiği iki arabanın plakasını, İstanbul Bölge Daire Başkanlığına vermişti. Tetkik ettiler. Araç sahipleri hakkında menfi bir bilgi yoktu. MİT'in üst düzey yöneticileri, eski Müsteşar Yardımcılarının tereddütlerini ciddiye alıp, bir müddet çalışma yapmayı, kapsamlı bir araştırmada bulunmayı akıl edemediler. Her zamanki gibi olaydan, Hiram Bey kaybedildikten sonra, onun evi civarında güvenlik tedbirleri alıyorlardı. Her eylem için bir ön çalışma yapılması, öncelikle eylem yapılacak kişinin kendisinin, ikametgahının, işyerinin tespiti gerekiyordu. Eylemciler için Hiram Bey'in evini ve kendisini tespit etmek pek zor değildi. Fabrikatör gazetenin ve devamı olan dergi terörist faaliyetler için adeta bir kara rehber gibiydi. Hiram Bey' in ev adresini boy boy, resimlerini teşhir etmişlerdi. Geriye, onun günlük itiyatlarını tespit etmek, eylem yeri ve tarihini saptamak kalmıştı. Sonuç, bu çalışmanın İyi etüt edildiğini ve uygulandığını gösteriyor. Olayı, eylemden saatlerce sonra gece yarısı, Dev-Sol Örgütü üstlendi. Bir bildiri yayınlamışlardı. Her eylemden sonra olay yerine bildiri bırakan veya eylemin akabinde basını arayan bir gizli örgüt neden bu kadar geç kalmıştı. İki sayfalık bildirinin başlangıç kısmından ve devamından bazı pasajlar vereceğim.

“Türkiye ve Orta Doğu halklarının düşmanı, bir savaş suçlusu Hiram Abas.

-12 Mart, 12 Eylülde halkımıza açılan savaşın kurmaylarından ve yürütücülerinden olduğu.

- Kontrgerilla şefi olarak birçok karanlık cinayetin ve katliamın tertipçisi olduğu, - Bir işkence, cinayet ve komplo örgütü olan MİT'in yöneticisi sıfatıyla onlarca devrimcinin katledilmesi, binlercesinin işkence görmesi ve zindanlara atılmasından sorumlu olduğu,

- Kürt ulusal hareketini yok etmek için çeşitli devletlerle işbirliği halinde saldırı ve komplo planları yaptığı ve uyguladığı,

-CIA ve MOSSAD'la işbirliği yaparak Filistin halkına karşı komplolar tezgahladığı – Terör, takip, tehdit ve cinayetlerle korku yayarak halkı sindirmeyi amaçlayan politikanın uygulayıcısı olduğu için,

Örgütümüzce ölüme mahkum edilerek cezalandırılmıştır.

- CIA ve MOSSAD'ın işkence yöntemlerini ülkemize taşıyan, işkence uzmanları yetiştiren, işkence teknikleri yaygınlaştıran bir işkence uzmanıdır.

- 0, Filistin halkının yürüttüğü mücadelenin meşruluğuna gölge düşürmek için elinden geleni yapan, MOSSAD ile işbirliği içinde Türkiye'deki Filistinli yurtseverlere sava,r açan, FKĞ temsilciliğini kapattırmak için komplolar tezgahlayan biridir: Hiram Abas'ın işediği suçları kanıtlamak için belgelere ihtiyaç yoktur. Silahlı Devrimci Birlikler Amblem (Yıldız içinde orak ve çekiç) ,,

Eylemden sonra saatlerce uğraşılıp hazırlandığı anlaşılan bu önemli bildiride kullanılan deyimlerin birçoğu bana yabancı gelmedi. Bilmem siz de anımsadınız mı? İsterseniz “FABRİKATÖR” bölümünü bir daha gözden geçirin. Sanki merkezi yayın yapan bir vericinin iki ayrı hoparlörü gibiydiler. Devrimci Solun yürekli devrimci birlikleri, kanıt bile göstermeye ihtiyaç duymadan, devrimci adaleti gerçekleştirmiş, Hiram Bey'e sinsice yanaşıp onu arkadan vurmuşlardı. Ne yürek, ne adalet, halk için, halk adına (kimin halkıysa) yapılan ne yararlı bir devrimci faaliyetti... Acaba ihtiyaç duysalardı, ne gibi müşahhas kanıtlar ortaya koyarlardı, merak ediyorum. Kendi kendime düşünüyordum. Acaba bütün bunlar aynı oyunun, aynı senaryonun bir parçası mıydı? Neden olmasın, istihbarat örgütleri, terör örgütleri, yeraltı dünyası, silah, uyuşturucu, bir hamur gibi aynı kabın içinde bir arada yoğrulmuyor muydu?Babaların himayesinde dokunulmazlık kazanan, aranan örgüt üyeleri, militanlara silah sağlayan kaçakçılar, casusluk şüphesiyle Teşkilat’dan çıkarılan ve yeraltı dünyasının emrine giren istihbaratçılar, düşmanlarıyla bile uyuşturucu ticareti yapan örgüt militanları, bu karanlık dünyanın içinde cirit atan ve kimi nerede, nasıl kullanacağını hesaplayan uzman istihbaratçılar. Halk adına yapıldığı iddia edilen bu ne biçim devrimdi, bu ne biçim adalet. Acaba bu işlerin içinde olup kullanıldığının farkında olmayan ve hakikaten iyi bir şeyler yaptığına inanan insanlar var mı?Bazı meşhur babalarla ilişki ve işbirliği içinde olanlar Paşa Güven, Dursun Karataş, Hüseyin Solgun gibi Dev-Solun liderleri değil miydi? Uyuşturucu ticareti yapan, halk adına ve halk için halkı, insanlığı zehirleyen yine aynı kişiler değil miydi? Bunların hepsi devlet arşivlerinde mevcut.

Ben, polisin, eylemde kullanılan silahın daha önce döviz bürosu soygununda kullanılmasından ve Dev-Solca yayınlanan bildiriden hareketle eylemin Dev-Sol tarafından hareketle yapıldığı kanaatine çok inanarak bakmıyorum. Bunun ideolojik bir cinayet olduğu kanaatinde de değilim. Dev-Solun reklam için pek çok eylemi üstlendiği bilinen bir husus. Ayrıca döviz bürosu soygununu Dev-Solun gerçekleştirmiş olması ihtimali ile silahın kolayca el değiştirebilmesi de mümkün. Bence, Dev Solun taşeron olarak kullanılmış olması daha büyük bir olasılık. Yaşlısı, genci, emeklisi ile çeşitli kesimden birçok insan, onu sevenler, ona inananlar, onun bu vatan için çok şeyler yaptığını düşünenler, cami avlusunda toplandılar. Kalabalık, sakin, anlamlı bir cenaze töreni yapıldı. Cenazede, eski amirlerimizden KA'yı gözleri yaşlı bir vaziyette görünce. Ziya Yılmaz yakalanırken Hiram Bey yaralandığında yurt dışından yazdığı mektup aklıma geldi.

"5 Mart 1972

Sevgili Kardeşim Hiram,

Ne yapalım, başımıza öyle işler açtın ki, aklıma, hayalime gelmeyen (Hasan, Hüseyin, Mustafa vs.) diye atıldın ortaya. Ben de acil hallerde, tenkit edilmeyeyim diye (Küçüklerin tenkitleri daha da koymakta), mecburen telgrafı tercih edemedim.

Bedri'den dün aldığım mektupta, iki satır senden bahsetmiş.

Anlayamadım, ancak karakterimi, heveslerini, deliliğini bildiğim için maalesef tahmin ettim. İnşallah tahminimde yanılmışımdır: Eğer doğru ise, sana, evdekilere pek ama pek çok geçmiş olsun, İnşallah satırlarımı okurken, eski sıhhatine, neşene kavuşmuş, evin aile fertleri de büyük bir üzüntüden kurtulmuştur: Bütün temennim, senin ailene, (ki kendi ailenin fertleri olarak sayarım), herhangi bir üzüntüyü mucip olay tahaddüs etmesin. Artık sana nasihat vermekten, yazmaktan, bıktım, usandım.

Birazcık şu ağabeyinin nasihatlarından nasiplen ne olur: Hayrola ne oldu? Yine kahramanlık mı yaptın. Değer mi bu risklere girmeye? Çoluk çocuğunu hiç mi düşünmezsin? Aklını mı yitirdin? Bak oğlum aklını başına topla. Geride bırakacaklarını, küçücük yavrularını, bir gözünün önüne getir? Arkandan onlardan başka kimsenin ağlayamayacağını peşinen bilesin. Birkaç gün ah, vah, aslan çocuktu vs. derler. Ondan sonra da realite ile baş başa kalınır:Ben başımdan geçenleri çok iyi bilmekteyim. Bilmiyorsan gelince anlatırım. Ancak şunu iyice kafana sokasın diye söylüyorum, işe yaramayacağın gün veya öyle düşündükleri gün herkes yüz çevirecekti1; yaptıkların bir kalemde unutulacaktır İnsanlarda ne haya, ne kadirşinaslık ve ne de izan maalesef yok. Bunu iyi bil... ama şunu da iyi biliyorum ki bu söylediklerim bir kulağından girip öbür kulağından çıkacak... Bütün çabam seni hakikaten sevdiğimdendir... Ailene ise evcek sonsuz bağlılığımız vardır: Belki, rahatsızlandığında en yukarıdan aşağıya kadar millet, (yaşa, varol) dedi, istersen bunları çerçevelet de duvara as. Ama, dediğim gibi bir tarafına bir şey olursa, bil ki bu yaşa, var ollar çok kısa süre devam eder Bunu kafacığına sok. Ben ha bugün, ha yarın gel çağrısı bekliyorum. temenni etmem, inşallah yanılıyorum ama yıllardır hayvanlar gibi nasıl ve ne yaptığımı sen iyi bilirsin. Herkes yatarken ben Beyoğlu'nda, aşağıda, ha babam didinip durdum...

Ama gelince, kim bilir ne gibi akıbetler bekliyor, ne sürprizler hazırlanıyordur: Kıymet bilinecek mi? Hiç de zannetmiyorum. Dedik ya rahatsızlık geçirdik. Modamız belki de geçti. Ama kendimi bu sürprizlere göre hazırladığım için inşallah karşılaşacaklarım koymayacak. insanlar eskileri kolay unutuyorlar. İşte böyle Hasan, Hüseyin, Ali, Veli... Aklını başına al Allah akıl fikir versin ne diyelim. Yazık olur billahi. Yavrularını, anneciğini, babanı düşün. Tabii Gülsen'ciği de.

Haydi geçmiş olsun. Hasret, sevgi ile hepinizi evcek öperiz. Anneciğinin, babanın ellerinden öper. ben de hasseten sevgi ve saygılarımı sunarım. Ben buradan gelmeden her türlü emirlerine hazır olduğumu, bir arzuları varsa zevkle beklediğimi de lütfen ilet. Sevgiler:

Kahraman asker Şuayk..."



Hiram Bey, Profesör Muammer Aksoy'un ve özellikle şahsen tanıdığı Çetin Emeç'in öldürülmeleri ile bir hayli ilgilenmişti. Her ikisi de kendi branşlarında Türkiye'nin yetiştirdiği değerlerdi. Hiram Bey'in evrakları arasında bulunan, ancak kime ve ne zaman verildiği belli olmayan “Yıkıcı, bölücü ve terör faaliyetleri” ile ilgili bir raporun müsveddesinde onun bu faaliyetlerinin amaçlarını ve yöneldikleri hedefleri iyi bir şekilde tahlil ettiğini ve özellikle Çetin Emeç ile Muammer Aksoy'un öldürülmeleri üzerinde durduğunu görüyoruz. Hiram Bey terörün amacını “Devletin iç ve dış politikasında güçsüzleştirilmesi, zayıf1atılması, ekonomik yönden yıpratılması, dış yardımların durması, ülke içinden dışarıya sermaye kaçışlarının başlaması, halkta istikbale ve devlete güvensizliğin, şaşkınlığın yaratılması, demokrasinin yıpratılması, hürriyetlerin kısıntıya uğraması, ordu, polisin ve istihbaratın ana görevlerinden uzaklaştırılarak terör ve yıkıcı faaliyetler ile boğuşur duruma düşürülmeleri” şeklinde özetliyor. Emeç ve Aksoy cinayetlerinin arkasında kimlerin olduğunu tespite çalışıyor, “Bu suikastlar ayrı örgütlerin ve faaliyetlerin olsa, arkasında yabancı devlet ve planlama desteği olup, olmadığı hususlarının öğrenilmesi lüzumludur. Çünkü sonuç ve güdülen; gayenin Türkiye'nin stabilitesini bozmak olduğunu düşündürmektedir”diyordu. Kara listede Hiram Bey de vardı. Manasız ve donuk gözler, bir değere daha çevrilmişti. Türkiye için lüzumlu, kıymetli bir insan, bir istihbarat devi, Emeç ve Aksoy gibi terör kurbanları arasında yerini aldı. FABRİAKTÖR, Hiram Bey'in ölümünden sonra da yayınlarına devam etti. Onu, şerefsiz, basit bir insan gibi göstermeye çabalıyor, okuyanlar “oh olsun, iyi ki öldürülmüş” desin istiyordu. Oğlu, Ekim 1990'da, Basın Kanununun 5. Bölüm 19.maddesine göre kanuni bir hak olan “cevap ve düzeltme” hakkını kullanmak istedi. Dergiye noter kanalıyla müracaatta bulundu. Dergi bu yazıyı yayınlamadı. Mahkemeye başvurdu. Dört mahkeme oğlunun bu yasal hakkını anlaşılmaz gerekçelerle reddettiler. Beşincisi, dört-beş sayfalık cevap ve düzeltme yazısının bir-iki paragrafını yayınlayan dergide değil de başka bir gazetede yayınlanmasına karar verdi. İnanılacak gibi değildi. Hiram Bey'in oğlu sonunda avukat kanalıyla Adalet Bakanlığına başvurdu. Ölümünden sonra, Hiram Bey'in çok yakın bir tarihte devletin en üst makamı ile temas ettiğini öğrendim. Özel evrakları da bunu teyit ediyordu. Ankara'da olmadığım için son günlerdeki gelişmelerden haberim yoktu. Onun önemli bir göreve getirilmesinin an meselesi olduğunu söylüyorlardı. Acaba cinayetin sebebi böyle bir ihtimal miydi? Mevcut organizasyonlar ve halihazır zihniyetle, Hiram Bey' in ve diğerlerinin cinayetlerinin çözümlenebileceğine pek inanmıyorum. Hatta, faillerin bile yakalanmasının, neticeyi değiştireceğini sanmıyorum. Her şeyden önce nedenlerin, amaçların iyi saptanması gereklidir. Belli olmayan hedeflere yönelik çalışmalar havada kalacaktır. Alınacak neticelerin beni utandırmasını temenni ediyorum. yıllardan beri, müesseseler yıpranmasın diye, birçok olumsuzluklar ört bas edildi. Ben, organizasyonların, insanların daha düzenli ve daha mutlu yaşaması için birer vasıta olduğunu, birçok tabuların yıkıldığı günümüzde, onları, toplumdan soyutlamamak gerektiği düşüncesindeyim. Kitabımı, Hiram Bey'in bir sözü ile bitiriyorum: “Büyük Türkiye'nin İstihbarat teşkilatı da büyük olmak, büyük oynamak mecburiyetindedir:”




FastCounter

 

Hit Counter

  Anadolu Türk İnterneti

 

Güncelleştirme : 24.08.2021 - 15:50