Header $articleheadline_he$ "ArticleHeadline" Detay Sayfa Header

 

 

     

 

 

 
2021-08-24

Detay Sayfa

Tüm Dosyaların Listesi

News Database Template Page Example

Analiz 10 - Ziverbey Köşkü

1/8/1991 - 11:10 - Atinİlgili Bağlantı Yorumlar Bu Yazıyı Bir Tanıdığına Yolla Bu Yazıyı Yazdır  

      

Mülteci Sorguevinden Terörle Mücadele Merkezine

1970'in ortalarında Teşkilat'a geri döndüm. Artık takip memurluğum sona ermişti. İstanbul’da Kontrespiyonaj Şubesi emrine verilmiştim. Faaliyet saham Orta Doğu ülkeleri idi.12 Mart 1971'de Ordu Muhtıra vermişti. Türkiye'de terör olayları artıyordu. Sıkıyönetim vardı. Kasım 1971'de vekaleten bulunduğum ünitenin başına Grup Amiri olarak tayin edildim. Aynı tarihlerde Hiram Bey Beyrut'tan dönmüş ve Şube Müdürümüz olmuştu. O tarihlerde Arap talebelerin kurduğu birçok illegal cemiyet vardı. El- Fetih, El-Saika, Demokratik Cephe, Halk Cephesi, Irak Talebe Birliği, Suriye Talebe Birliği vb. gibi. Kanunlarımıza göre kökü yurt dışında olan bu tip cemiyetlerin faaliyetleri yasaktı. Bu cemiyetlerin aşırı soldaki Türk talebeleri ile irtibatları oluyor, onların Orta Doğu ülkelerinde terör eğitimi görmelerine ve silahlanmalarına aracılık yapıyorlardı. Orta Doğulu gençler Türk Kültürünü yaymak için çıkarılan bir kanundan yararlanarak kolay bir şekilde üniversiteye giriyor. Türk Kültürü almak yerine ülke için zararlı, her türlü faaliyette bulunuyorlardı. Bunların arasında yıllardır aynı sınıfta okuyan üniversite çağını çoktan aşmış kişiler vardı. İlgili kuruluşlarla işbirliği yaparak bu cemiyetlerin elebaşılarını tespit ettik. Bir kısmını sınırdışı ettirdik. Daha sonra Sıkıyönetim bu Cemiyetleri kapattı, yönetici ve üyelerini mahkemeye verdi. İyi bir eleman ağı kurmuş her türlü yeni faaliyetin daha başlangıcında haberini almaya başlamıştık.

Bir müddet sonra her faaliyetlerinin haber alınmasından tedirgin olan Arap talebeler, bir evde 3-4 kişi bir araya gelmeye korkar oldular. Arap talebelerle irtibatlı olan Nahit Töre'yi Teşvikiye'deki bir evde bu şekilde, elemanlarımızdan haber alarak yakalatmıştık. Hedef ülkelere gelen-giden mektuplar sansüre tabi tutuluyordu. Çok iyi Arapça bilen bir tercümanımız vardı. Esmer, ufak tefek göbekli olan bu tercümanımıza “Hazret” diye hitap ederdik. Orta Doğu ülkeleri ile ilgili sansür faaliyetini Hazret yürütürdü. Hazret, Suriye istihbaratı Muhaberat'a mektupla bilgi aktarıldığını, mektupları Arapça el yazısı ile yazan şahsın takma isim kullandığını tespit etmişti. Hazret, günlerce uğraştı ve inatla çalıştı. Binlerce mektubu kontrol edip, sonunda aradığını bulmuştu. Takma isimle yazılan istihbari mektuplar, Suriye'de bulunan yakınlarına sıradan mektuplar gönderen Şerafettin Eyüb'e aitti. Hazret, her gün gelip giden binlerce mektup arasında, takma isimle yollanan yazı karakterine uygun bir mektup bulmuştu. Tanıdıkları arasında Eşref Abaza olarak tanınan Şerafettin Eyüb'ü kontrole aldık ve operasyonel çalışmalara başladık. 1940 Kuneytra doğumlu Eyüb, Abaza asıllıydı. 1964 yılında yurdumuza gelmiş, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne kaydolmuştu. Aksaray'da bir apartman dairesinde oturuyordu. İstanbul'daki Kuzey Kafkas Yardımlaşma Derneğine üyeydi. Asker şahıslarla dostluk ilişkileri kurmuştu. Takip ve gözetleme neticesinde Eyüb’ün birçok irtibatı meydana çıkmış,faaliyet alanı tespit edilmişti. Bir talebe ile bağdaşmayacak şekilde para harcayabiliyordu. Suriye'nin Türkiye'de bulunan istihbarat elemanları ile direkt bir irtibatı yoktu. Neticede Eyüb'ü sorguya almaya karar verdik. İstanbul 1'inci Ordu Savcısından izin alarak adı geçeni 8 Temmuz 1971'de gözaltına aldık, evinde arama yaptık. Evinde gerekli delilleri bulmuştuk. Yolladığı mektupların suretleri, askeri talimnameler, faaliyetiyle ilgili notlar. Eyüb, sorgusunda bilmediklerimizi de söyledi. 1965 yılından beri Sovyetler hesabına çalışıyordu. Sovyetler kendisini iki kez araba bagajında Tarabya'daki Sovyet Elçiliğine ait ikametgaha götürmüş ve burada 8-10 günlük eğitime tabi tutmuşlardı. Sovyetlere para karşılığı çalışıyordu.

Suriye'ye hizmeti ise 1967'de başlamıştı. Ağabeyi Suriye Hava Kuvvetlerinde yüksek rütbeli bir subaydı. Suriye'ye ailesinin yanına gittiğinde, Muhaberat'ın teklifini kabul etmiş ve o tarihten itibaren faaliyeti yürütmüştü. Diğer tarafla anlaşmasında olduğu gibi, amacı paraydı. Eyüb, Askeri Mahkemece yargılanıp mahkum oldu. 2 Eylül 1978 tarihinde Suriye'de Türkiye hesabına casusluktan yakalanıp müebbet hapse mahkum olan Türk asıllı Muhammed Merno Muhammed ile mübadele edildi.

Çok çalışıyorduk. Hiram Bey'in gelişi ile daha da hareketlenmiştik; olaylar ise durmuyordu. Deniz Gezmiş ve arkadaşları, üniversite olayları, Sibel Erkan isimli genç kızın Mahir Çayan ve arkadaşları tarafından rehin alınması. Çayan'ların Zırhlı Bitlikten kaçışı, İsrail Başkonsolosu Elrom'un kaçırılışı ve öldürülmesi, İstanbul'un ev ev arandığı Fırtına 1 Tatbikatı ve benzeri birçok olay.....Çayan ve arkadaşları Maltepe'deki Zırhlı Birlikten kaçmışlardı. Ankara'dan gelen Memduh Paşa olayın soruşturulması ile görevli idi. Teşkilat’dan İstanbul Daire Başkan Yardımcısı YS Albay ile beni bu soruşturma ekibinde görevlendirdiler. Memduh Paşa, kalender, babacan tavırlı, güleç yüzlü, iyi niyetli, milliyetçi bir askerdi. İşe ilk, Zırhlı Birlikten başlandı. Kendisine geniş yetki verildiği belli oluyordu.

Çayan ve arkadaşları uzunca bir tünel kazmışlar ve asker elbisesi giyerek Zırhlı Birliğin ortasındaki tutukevinden kaçmışlardı.

Birlik içinden yardım gördüklerine dair emareler vardı. İlk önce kaçış günü nöbetçi olan kişiler tespit edildi. Erinden subayına kadar hiçbirisi daha önce ne bir olaya karışmış, ne de kötü sicil almıştı. Ben pek bir şeye karışmıyor, bir görev verilmedikçe dinlemede kalıyordum. Zaten aralarındaki hem en genç olan hem de tek sivil bendim. Bu ilk araştırmalardan herhangi bir netice alınamadı. Birkaç gün sonra Tutukevinde görevli bütün subay ve erlerle teker teker mülakat yapılmaya başlandı. Yine bir netice alınamadı. Çayan ve arkadaşları günlerce çalışmışlar, dünyanın toprağını kazıp bu toprağı tuvalete istiflemişlerdi. Görünüşe göre kimsenin olayla ilgili bilgisi veya şüphesi yoktu. Sadece koğuşların kontrol edilmemiş olmasından dolayı büyük bir ihmal olduğu anlaşılıyordu. Teğmen Fuzuli Yazıcı da Zırhlı Birlikte görevli subaylardan biriydi. Firar olayından birkaç gün önce üslerine tutuklulardan THKP-C mensubu Rüçhan Manas ile evlenmek istediğine dair dilekçe vermişti. Teğmen halen Selimiye'de tutuklu bulunuyordu. YS Albay'a onun alınıp teşkilatın Erenköy'deki sorgu bürosunda sorgulanmasını önerdim. YS Albay “Yahu asker adam. Sorgulanmasına izin vereceklerini zannetmem” dedi. Bununla beraber önerimi Memduh Paşaya açtı. Memduh Paşa tahminlerimizin aksine bu öneriyi müspet karşıladı. Memduh Paşanın İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün ile konuşmasından ve bizim İstanbul MİT Başkanından tasvip almamızdan sonra Teğmen Fuzuli Yazıcı'nın Ziverbey Köşkünde sorguya alınmasına karar verildi. Ziverbey Köşkü esasında şüpheli ve istihbari değeri olan mülteciler ve göçmenler için kullanılan yüksek duvarlı heybetli ağaçları bulunan genişçe bahçeli, iki katlı eski bir köşktü. Altta bir bodrum katı ve bahçede müştemilatı vardı. Bazısı yüksek rütbeli mülteciler burada misafir edilir, bir yandan kendilerinden istihbarı ve siyasi bilgiler alınırken diğer yandan onların bahçe içinde serbest ve güvenli bir şekilde dolaşması ve kendilerini yüksek duvarlar arkasında huzurlu hissetmeleri sağlanırdı. Bu tip faaliyetler her gün olmadığından Ziverbey Köşkü genellikle hareketsiz ve sessiz kalıyor, bazen uzun süren casusluk sorgularıyla hareketleniyordu. Kısa süreli sorgu ve mülakatlar başka yerde yapılırdı. Uzun kasalı bir Landrover, birkaç er ve Erenköy'de görevli sivil memurla bitlikte Selimiye'ye gittik. Sivil giyimli Teğmen Fuzuli Yazıcı'yı Landrover'in arkasına bindirdik. Hareket eder etmez Teğmen Fuzuli Yazıcı'ya kelepçe ve gözbağı takıldı. Bu bizim binalarımızı ve personelimizi saklamak için her zaman yaptığımız bir işlemdi. Teğmen Fuzuli Yazıcı şaşırmıştı. Kendisinin subay olduğunu, kelepçe takılıp gözlerinin bağlanamayacağını söyledi. Nereye götürüldüğünü sordu. Hiç cevap vermedik. Tedirgin olmuş, korkmuştu .YS Albay'la Teğmen Fuzuli Yazıcı'yı sorguya aldık. Temiz yüzlü, daha sakalları çenesinde yeni terlemeye başlamış gencecik bir subaydı. Sorgu Bürosuna ilk defa bir subay alınmıştı. YS Albay belki kendi de subay olduğundan, hatta bir de subay oğlu bulunduğundan teğmene karşı çok yumuşak davranıyor, duygusal hareket ediyordu. Sorgu mülakat şeklinde seyretmekteydi. Teğmen Fuzuli Yazıcı'nın iki yarım gün süren bu sorgusundan bir netice alamamıştık. Teğmen'in birçok şeyi gizlediği kanaatindeydim. Ertesi gün, YS Albay Zırhlı Birliğe gittiğinden sorguya ben devam ettim. Süheyla Abla o gün orada nöbetçi daktilo idi. Fuzuli Yazıcı’yı sorgu odasına getirdik. Gözleri kapalıydı. Biyografisini ve o güne kadar ki yaşamını sistemli bir şekilde tespit edip yazıya geçirmeye başladık. Teğmen, Rüçhan Manas'la ilişkisine geldiğimde mantıksız ve tutarsız cevaplar veriyordu. Teğmeni tutarsız cevaplarıyla sıkıştırmaya başladım. Doğruyu anlatıncaya kadar burada kalacağını söyledim; Arka arkaya sualler sormaya devam ettim. Bir müddet sonra o kadar şaşalamış ve sıkışmıştı ki ağlamaya başladı. Her şeyi anlatacağını söyledi. Hepimiz rahatlamış ve sakinleşmiştik. Teğmen Fuzuli Yazıcı gözyaşları içinde anlatmaya başladı.

Onun bu davranışı karşısında hislenen Süheyla Abla da ağlıyordu. Kır saçlı orta yaşın üzerinde bir kadındı. Cezaevindeki örgüt mensupları görevli subaylara “çengel atmak” için gerekli stratejiyi tespit etmişlerdi. Teğmen Fuzuli Yazıcı'ya Rüçhan Manas çengel atacaktı. O gece genç teğmen nöbetçiydi. Hücrelerin dışında oturduğu yerden hücreye bakarken Rüçhan Manas ile göz göze geldi. Biraz sonra tekrar baktığında yine göz göze geldiler. Genç teğmen etkilenmiş, içinde bir şeyler kıpırdanmaya başlamıştı. O günkü göz göze bakışma kısa bir süre içinde teğmenin Rüçhan Manas'a bağlanmasını sağlamış, karşılıklı sohbet, sarılma ve öpüşmeler, nöbetçi subay odasına konulan bir yatak ile neticelenmişti. Teğmen askeri birlik içindeki cezaevinde Rüçhan Manas'la ilişkisini iyice ilerletmişti. Cezaevine rakılar getiriliyor, çiğ köfteler yapılıyordu. Birçok subaya da çengel atılmıştı. .Teğmen Fuzuli Yazıcı, THKP-C'nin “Askeri Aparatı” olduğunu ve bunun başında Mahir Çayan'ın kayınbiraderi Hava Yüzbaşı Orhan Savaşçı'nın bulunduğunu söylüyordu. Türkiye birkaç bölgeye bölünmüş ve bu bölgelere de “yıldız, güneş” gibi kod adları verilmişti. Her bölgenin askeri sorumlusu vardı. İstanbul bölgesinin sorumlusu Piyade Yüzbaşı Haldun Yeşil'di. Zırhlı Bitlikte de birçok subay örgüte katılmıştı. Kaçış olayında rol alanlardan biri Teğmen Olcay Özsever’di.

Bir çay molası verip İstanbul Merkezini aradım. İlgili Şubede görevli bir arkadaşı buldum. (Halen üst düzeyde bir görevli olduğundan ismini vermiyorum). Mahir Çayan'ın, Orhan Savaşçı isimli bir kayınbiraderi olup olmadığını sordum. Olmadığını söyledi. Yine de arşivden bakacaktı. Sibel Erkan olayından sonra Çayan'ın sorgusuna katılmış, Çayan'dan yedi göbeğini sormuşlardı. Bir müddet sonra arşivde de böyle bir bilgi olmadığını söyledi. Telefonda bir parça Teğmen Fuzuli Yazıcı'nın anlattıklarından bahsettim. “Palavra atıyor, yalan söylüyor” dedi. Bu tip davranışlara ve kanaatlere bütün meslek hayatım boyunca sık rastladım. Hiç araştırma gereği duymadan başkalarının yaptıklarını hiçe sayan, değer vermeyen personelle ve sizin önemli gördüğünüz konular için “bundan bir şey çıkmaz” diye kestirip atan amirlerle çalıştım. Konuyla ilgili Şube, başlangıçtan itibaren Memduh Paşa'nın başında olduğu soruşturma heyetinin bir netice alamayacağına kanaat getirmiş, bu sebeple onlar heyete personel vermediğinden ben görevlendirilmiştim. Eski Müsteşar Yardımcımız Recep Ergun Paşanın dediği gibi “bila fasıla, gayri hasıla” çalışıyorlardı. Fuzuli Yazıcı'nın samimi olduğuna kanaat getirmiştim. Yine de içime bir kurt düşmüştü. Tekrar anlatmasını istedim. Eksiksiz ilk seferki gibi her şeyi anlattı. Bence anlattıkları doğruydu. Ayrıca kendisini de suçlayacak bir ifadeyi vermesi için herhangi bir neden yoktu .YS Albay'ı Zırhlı Birlikten bulup, sorguda bazı gelişmeler olduğunu söyledim ve gelmesini istedim. Bir saat kadar sonra geldi. Anlattıklarımı dinledikten sonra bir kez de kendisi teğmenle konuştu. Umutlanmıştı. Memduh Paşaya bilgi vermek üzere ayrıldı.

Memduh Paşanın Sorgu Bürosuna gelme arzusunu İstanbul Bölge Daire Başkanına bildirdik. Uygun görüp izin verdi. Akşam üstü Memduh Paşa Ziverbey köşküne gelmişti. YS Albay'ın anlattıklarından heyecanlanmıştı. Günlerdir soruşturmadan bir hasıla alınamamıştı. Şimdi bir ipucunun elde edilmesinden çok memnundu. Yine de hepimiz bu konulara yabancı olduğumuzdan öğrendiklerimizi ihtiyatla karşılıyorduk. Teğmen bir kez de Memduh Paşaya bildiklerini anlatı. Bir süre sonra ben sorguyu detaylandırırken, Memduh Paşa Sorgu Şube Müdürünün odasında, kulağında kulaklıklar, bizim sorgu odasında konuştuklarımızı dinliyor, çalışkan bir lise talebesi heyecanıyla öğrendiği bu yeni bilgileri haldır haldır not haline getiriyordu. Memduh Paşa Teğmen Fuzuli Yazıcı'nın doğruluğuna kanaat getirmişti. Bir ara mola verip yanlarına gittiğimde bana sarılıp yanaklarımdan öptü, çok iyi bir iş başarmıştım. O akşam ilk önce Teğmen Olcay Özsever alındı. Biraz direndikten sonra birçok şeyin tespit edildiğini anlayıp itirafta bulundu. O, Teğmen Fuzuli Yazıcı'dan daha bilgili ve aktifti. İstanbul sorumlusu Yüzbaşı Haldun Yeşil'in evini de biliyordu.

O gece sabaha karşı Merkez Komutanlığına bağlı ekiplerle birlikte Yüzbaşı Haldun Yeşil'in evi basıldı. Evde bulunan diğer örgüt mensubu ile bitlikte Ziverbey'e getirildiler. Olaylar birden bire bir çığ gibi büyümeye başlamıştı. Askeri kesimdeki örgütlenme Teğmen Fuzuli Yazıcı'nın da bildiğinden fazlaydı. Yurdun her tarafından yüzbaşı, üsteğmen, teğmen rütbesinde subaylar getirilmeye başlandı. Yüzbaşı Orhan Savaşçı da birliğinden alınarak Erenköy'e getirilmişti. Mahir Çayan'ın eşi Gülten Çayan'ın ağabeysiydi. Çayan'ın yedi göbek sülalesini araştıranlar kayınbiraderi Savaşçı'yı atlamışlardı. Olayların gelişmesi üzerine ilgili Daire Başkan Yardımcısı dahil bu şubenin görevlileri Ziverbey'e dolmuşlardı. Memduh Paşanın yeni karargahı da burası olmuştu.

Ziverbey Köşkü bir anda Türkiye'nin en önemli yeri haline gelmişti. Bina, gözaltına alınanlara yetmiyordu. Zemin kat ve müştemilatlar da kullanılmaya başlanmış, dış emniyet ve nöbet hizmetleri için bir-iki manga komando eri getirilmişti. Siyasi Şubeden seçilen personel de takviye olarak geldiler. Sorgulardan alınan bilgilerle örgüt evleri basılıyor, örgüt mensupları ile silah, bomba ve patlayıcılar ele geçiriliyordu. Ziverbey'deki bu gelişmelerle birlikte çalışmayı ilgili şubenin personeline bırakmıştım. Sorgu faaliyetlerini polisle birlikte yürütüyorlardı. Siyasi Şube, Merkez Komutanlığı ve Ziverbey Köşkü gözaltına alınanlarla doluydu. Herkes sabahlara kadar çalışıyor yine de mevcut personel işe yetmiyordu. Memduh Paşa ve YS Albay bana ayrı bir ilgi gösteriyorlar, tereddüt ettikleri her konuda fikrimi alıp beni onore ediyorlardı. Sevdikleri ve itimat ettikleri bir insandım. Ziverbey'de sorgulananlar arasında tanıdığım ilginç kişilerden biri olan AS'den bahsetmek istiyorum. Yüzbaşı Haldun Yeşil'le aynı günlerde yakalanmıştı. İstanbul sorumlusu olduğu için ağırlık Haldun Yeşil'e verilmişti. AS ve diğerleri pek mühimsenmemişti. Sorguda Haldun Yeşil ve diğerlerinin itiraflarda bulunmalarına karşın başka bir grup tarafından sorgulanan AS hemen hiçbir şey anlatmamıştı. Sorgucular sinirlenmiş, hakaret etmiş, zorlamaya başlamışlardı. Ondan en ufak bir ses bile çıkmıyordu. Daha önce yaptığı gibi bazı suallere az da olsa cevap bile vermiyordu. Birkaç gün sonra sorgucular çaresizlik içindeydi. Olağanüstü yapıda bir örgüt mensubu ile karşılaşmışlardı.

AS'yi alıp bir sorgu odasında karşılıklı oturdum. Gözlerini açtım. Ona sadece kendisinin orada bulunmadığını, o konuşmasa bile birçok kişiden alınan bilgilerin birbirini tamamladığını, mantıksız bir davranış içinde olduğunu telkin etmeye çalıştım.

O hiç konuşmayan adam bana gayet rahat cevap vermeye başladı. Meğer kendisine hakaret edildiği ve kötü muamele yapıldığı için direnip konuşmuyormuş. Tabii bana da hemen her şeyi anlatmadı. Benim bilgi derecemi yoklayıp ona göre cevaplar veriyordu. AS ile zamanla daha yakınlaştık. Esasında son derece önemli bir kimseydi. Bir ara örgütün kuryeliğini yapmıştı. Alınanlardan birçoğu mensup olduğu hücre mensupları ve hücre evi ile ilgili bilgileri biliyorlardı. Diğerleri hakkında yarım yamalak bilgi sahibiydiler. Halbuki AS, her tarafa gidip geldiğinden Türkiye çapında birçok örgüt mensubunu tanıyor, birçok hücre evinin yerini biliyordu. Yaptığı işleri tasvip etmemekle birlikte AS'ye sempati duyuyordum. Karşılıklı konuştukça onu daha iyi tanıyordum. Temelde iyi yönleri, iyi fikirleri olan bir insandı. Olaylara tek zaviyeden bakan, hasta fanatiklerden değildi. Belki de olaylar onu düşüncelerinin ötesinde bir yere itmişti. Türkiye' nin O anda tamamen karşısında yer almakla birlikte Türkiye’nin sorunlarını ben de idrak ediyor ve düzeltilmesi gereken birçok çarpıklığın bulunduğunu düşünüyordum. Öğrencilik yıllarında, arkadaşlık duygusu ile masumane yürüyüşlere katılıp, birkaç polis copu yedikten sonra kendimi olayların ortasında bulmam pekala mümkündü. Ama bu devreyi kazasız belasız aşmış ve devlet hizmetindeki yerimi almıştım. Meslek hayatım sırasında, fanatik yapılı kişiler ile ruh hastası sayılabilecekler dışında olaylara giren birçok kişinin önce temiz, kendilerince milliyetçi düşüncelerle eylemlere katıldığını, sonuçta maksatlı kişilerce yönlendirildiklerini ve olayların akışının, onları belki de hiç istemedikleri ve düşünmedikleri noktalara getirdiğini müşahede ettim.\Buna karşılık, eşitlik isteyenlerin, adalet isteyenlerin, haklı noktalardan başlayıp sokağa dökülmelerini, karşıt fikirlere düşman olmalarını, zora başvurarak, adam öldürerek bir neticeye gitmeye çalışmalarını, insanoğlunun bencil yaradılışına, çelişki ve tutarsızlığına bağlıyorum. Nerede tezgahlandığı belli olmayan büyük oyunlar içinde, kendilerinin de büyük olduğunu zannederek kullanılan zavallı küçük insanlar...A.S. bütün iyi ilişkimize rağmen faaliyetle ilgili zor bilgi veriyor, kader birliği yaptığı arkadaşlarına karşı hıyanet etmekten rahatsızlık duyuyordu. Esasında birçoğunun yaptığı gibi her şeyi daha sorulmadan anlatıp, bilahare, örgüt arkadaşlarına çok büyük işkence altında ifade verdiğini beyan edebilirdi. Diğer sorgulardan başka bilgiler alıp ondan şahıslar ve örgüt evleri hakkında bilgi istiyordum. Bazen onu saatlerce ikna etmeye çalışıyordum. Evlerin zaten bilindiğini, detaylı bilgi verildiği takdirde iyi bir operasyonla her iki taraftan da kimseye bir şey olmadan arkadaşlarını yakalayabileceğimizi, zaten her şeyin çorap söküğü gibi ortaya çıktığını söylüyordum. Bir kez ikimiz araba ile dolaşmaya çıktık. Arabayı ben kullanıyor o da yanımda oturuyordu. Şimdiki aklımla böyle bir riski göze alabileceğimi zannetmiyordum. Yolda sıcak ekmek ve peynir alıp yedik. Uzun bir konuşmadan ve baskın sırasında herhangi birinin ölümü halinde bunun kendi mesuliyeti olacağını ifade etmemden sonra ikna olup bana uzaktan örgüte ait bir evi gösterdi. Ziverbey'e gittiğimizde de “benden başka adam yok mu? Hep bana söyletiyorsunuz. Beni hain haline getirdiniz” diye söylene söylene evin iç taksimatını, örgüt mensuplarının kaldıkları odaları, nöbet tutulan mahalli, silahların ve cephanenin saklandığı yeri çizerek gösterdi. Bugün hayatta olan birçok insan yaşamlarını AS'nin bu zoraki hainliğine borçludurlar. İnşallah onunla ilgili bu samimi ifadelerim çarpıtılıp, ona hak etmediği yakıştırmalar yapmazlar. Aradan geçen bunca zamandan sonra onun o tarihlerde arzuladığı gibi yurdun bir köşesindeki bakkal dükkanında sakin ve mutlu bir hayat geçiriyor olmasını temenni ederim.


Okuyucular haklı olarak şu ana kadar sorgulama ve işkence iddialarına neden değinmediğimi soracaklar. Ziverbey köşkünden bahsederken, yıllardan beri gündemde olan bu konulardan bahsetmemi isteyeceklerdir. Herkesi tatmin etmenin mümkün olmadığını bilmekle birlikte yine de bu konuya gireceğim. Sözlük manasına göre “sorgu”, suç niteliğinde olan bir sorun üzerine, ilgili bulunanlara sorular yöneltme işi. “Sorgulamak” ise birine birçok soru yönelterek suç niteliğindeki bir meselede rolü olup olmadığını araştırma işlemidir. İstihbaratta sorgu, önemli bir bilgi edinme, haber toplama yöntemidir. İstihbarat teşkilatlarının vazgeçemeyecekleri ana faaliyetlerinden biridir. Sorgulanan şahıs, istenilen bilgileri açıklamak hususunda tabii bir direnç gösterir. Bu direnç, istenilen bilgileri vermesi halinde gerek kendisine, gerekse suç ortağı olan yakın arkadaşlarına zarar geleceği inancındandır. En küçük kusurunu, en ufak suçunu dahi gizleme temayülünde olan insanın, tabiatıyla çok ağır bir cezayı gerektiren suçunu kendiliğinden kolaylıkla açıklaması beklenemez. Hiçbir insan ruh ve karakter yapısı bakımından bir başkasına benzemez. Bu bakımdan bir kimseye tatbik edilen sorgulama şekli, aynı ölçülerle bir başkasına uygulanamaz. Her sorgu yeni bir olaydır. Sorgu için bir suçun veya bir şüphenin mevcudiyeti lazımdır. Sorgu neticesinde geçmiş olayların gerçek yüzü ve olayları yaratanlar ortaya çıkabileceği gibi planlanan olayların da önlenmesi mümkün olabilir. Ayrıca sorguda, sorgulananı her türlü şüpheden arındıracak bir kanaate varmak da mümkündür. Sorgulananlar, karakterlerine göre genel bir tasnife tabi tutuldukları takdirde: (a) İşbirliğine hazır ve samimi olanlar, (b) İşbirliğine yanaşmayan aksi ve sert mizaçlı olanlar, (c) Geveze ve yalancı olanlar, (d) İşbirliğine hazır gibi görünen fakat samimiyetsiz davrananlar şeklinde sınıflandırılabilirler. Sorgulamanın sevk ve idaresi, üstün dereceli mesleki bilgiye, geniş bir kültüre ihtiyaç gösterir. Sorgu, beyinler arasında bir düello, entelektüel bir oyundur. Sorgu, sorgucu bakımından da zor, yorucu ve mesuliyetli bir İştir. Sorgu, bilimden azami ölçüde faydalanan bir sanattır. Ancak bu, şüpheli şahıs hakkında peşin kanaatlerden hareketle ona eziyet etme sanatı değildir. Maksat üzüm yemektir. Bağcıyı dövmek değil. Sorgulama hiçbir şekilde işkence değildir, olmamalıdır. Sorgulama hiçbir şekilde işkence değildir derken, sorguların her zaman tatlı bir sohbet havasında geçtiği iddiasında bulunmuyorum. Sorgularda zeka oyunları, psikoloji bilgisi gibi faktörlerin de yer alması gayet doğaldır. Esasında sorgunun doğasında zorlayıcı ve hürriyet kısıtlayıcı bir yön vardır. Hümanist düşünce, bir insanin başka bir insan tarafından sorgulanmasını münakaşa konusu yapmaktadır. Bu belki masum insanların hürriyetlerinin bir müddet kısıtlanması, psikolojik baskı altında kalmaları yönünden geçerli olabilir. Ancak suç işleyen veya işlediğinden şüphelenilen insanların sorgulanmasından başka bir alternatif de yoktur. İnsan öldüren, soygun yapan, suç İşleyenlerin, yakalandıklarında sorgulanmadıklarını ve suçlarının, suç ortaklarının tespit edilmediği bir ülke, bir dünya düşünün. Acaba nasıl olurdu. Bütün söylemek istediğim, sorguda bir amaca yönelik olmak - üzere, hürriyetleri kısıtlayıcı ve zorlayıcı unsurlar vardır ve bunlardan kaçınılmaz. Bunları İşkenceden ayırmak gerekir. Netice İtibariyle sorgunun ana malzemesi insandır. Her tip ve her karakterde insan. Gerek sorgucu, gerekse sorgulanan yönünden her sorgu ayrı bir vakadır. Karşısında bulunan kişinin çaresizliğinden istifade ederek, insanlık dışı hislerini, sadist duygularını tatmin eden, sorgunun amacını aşan sorgucular olabileceği gibi, sorgulananlar içinde de en sabırlı ve ılımlı sorgucuları dahi tahrik edip tahammül hadlerini aşıran kişilerin bulunması mümkündür. Meslek hayatım süresince bunun birçok misaline rastladım. Sorguların bir işkenceye dönüşmemesi için devlete ait sorgu yapılan yerler modern ve denetimli hale getirilmeli, sorgucular fiziki değil, akli üstünlüğü olan kişiler arasından seçilerek bu kişiler, soru sorma sanatı ve insan psikolojisi konularında eğitilmelidirler.




FastCounter

 

Hit Counter

  Anadolu Türk İnterneti

 

Güncelleştirme : 24.08.2021 - 15:50