Uyuşturucudan Susurluk'a 54 - Tuncay Özkan
[ 7/11/2002 - 16:51 ]  By Atin  anadolu@atin.org

Uyuşturucudan Susurluk’a dizisinin bu günkü konusu, halen Çukurova Medya Grup Başkanlığı yapan ve istihbari konularda kitapları bulunan Gazeteci Tucay Özkan'ın TBMM Susurluk Araştırma Komisyonundaki ifadesi.

Uyuşturucudan Susurluk’a dizisinin bu günkü konusu, halen Çukurova Medya Grup Başkanlığı yapan ve istihbari konularda kitapları bulunan Gazeteci Tucay Özkan'ın TBMM Susurluk Araştırma Komisyonundaki ifadesi.

Tuncay Özkan'ın komisyondaki beyanlarına girmeden önce, onun bu komisyona çağrılmasına neden olan "Bir Gizli Servisin Tarihi" isimli kitabının ilgili sayfalarına gözatmakta yarar var. Önce bu sayfalara bakalım:

"ASALA ATEŞİNE ÜLKÜCÜ MAŞA
1980 sonrasında özellikle ASALA terörü konusunda MİT tarafından gerçekleştirilen ve bu terör örgütünü ortadan kaldıran operasyonlar, bugün de çok sıcak bir şekilde etkilerini tartışma sahnesinde tutmaktadır. MİT, Ermeni terör örgütü ASALA ile mücadelede onun kullandığı silahı kendisine çevirmek için özel bir tim görevlendirir. Bu timin başına asker kökenli bir MİT elemanı getirilir. Bu birimin Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in ASALA'nın yok edilmesine ilişkin görüşleri doğrultusunda kurulduğu, bunda asıl etkenin o dönem Çankaya Köşkü ile MİT arasındaki bağı sağlayan ve aynı zamanda Kenan Evren’in damadı olan Erkan Gürvit olduğu ifade edilmektedir. Yeni ekip aslında hem MİT içindedir hem de dışında. Yani çok gizli ve sınırlı insanın bilgisiyle yapılır operasyonlar. MİT’in dışında faaliyet gösterilir. Emekli istihbaratçı ve asker olan MİT mensubu Metin G. (Soyadı güvenlik gerekçesiyle buraya konulmamıştır) olayla ilgili yurtdışı organizasyonu gerçekleştirir. Olayın planlandığı yer o zamanki adıyla Devlet Başkanlığı köşküdür. Önceleri Metin G. ve arkadaşları olayı kendileri gerçekleştirmek üzere yurtdışına çakırlar. Ancak bu girişimlerinden bir sonuç elde edemezler. Bunun üzerine olayda taşeron olarak kullanılmak üzere 12 Eylül öncesinde yurt dışına kaçan ve o dönem Fransa’da bulunan, Ankara Bahçelievler’de 7 TİP’li öğrencinin öldürülmesi olayı başta olmak üzere pek çok suçlamayla aranmakta olan ülkücülere ulaşılır.

Abdullah Çatlı ve Oral Çelik’in etrafında toplanan bu grupla teması yine Metin G kurar. Bu temaslarda karşı taraftan ASALA eylemleri için ne istediği sorulur. Şartlardan ilki MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş’in o dönem devam eden tutukluluğunun ortadan kaldırılmasıdır. İkinci olarak aralarında Balgat katliamı sanıklarının da bulunduğu bir grup ülkücü teröristin salıverilmesi istenir. Üçüncü istek de eylemi gerçekleştiren kişilerin Türkiye’de işledikleri suçlara bakmaksızın yurda dönebilme ve serbest dolaşma haklarının tanınması olur.

ASALA NASIL ÇÖKERTİLDİ
Ülkücülerce öne sürülen üç şarta karşı Metin G. Türkiye’de pek çok eyleme katılan ve özellikle Abdi İpekçi cinayeti nedeniyle aranan Oral Çelik’in ASALA eylemlerine katılmamasını istediklerini aktarır. Bu tartışma üzerine ilk görüşmeden sonuç çıkmamıştır. Daha sonra ülkücü grup Metin G. ile temas kurarak eylemlere hazır olduklarını bildirir. Ancak yapılan eylemlere aktif olarak Oral Çelik’de katılmıştır. Hatta eylemlerin gerçekleşmesinde onun büyük yardımı olmuştur. Özellikle Marsilya eylemi bu açıdan önemlidir. Ülkücüler kendilerine teslim edilen bombaları Ermeni Taşnak Partisinin binalarına ve açılışı yapılan Ermeni heykeline yerleştirirler. Patlamalar olur. Aynı anda İsviçre üzerinden yine aynı gruplar aracılığıyla gerçekleştirilmek istenen eylemler ise başarısızlıkla sonuçlanır. Burada gerçekleştirilmek istenen eylemlere yönelik hazırlıklar ve palanlar İsviçre adalet makamları tarafından açığa çıkartılır.

Ancak bu gelişmelerin sonucu MİT açısından hiç de iç açıcı olmamıştır. Herkes MİT’in bu operasyonda kullandığı insanları seçmedeki yanlışını dile getirir. Tabii bu operasyona gelene kadar MİT içindeki bazı kimselerin yeraltı dünyasının Babalarıyla girdiği ilişkiler, onlarla birlikte para kazanma heveslerinin açtığı yaralar da orta yerde durmaktadır. Her dönemde MİT bu yaraları nedeniyle kan kaybına uğratılmıştır.

ASALA operasyonunun başlangıcında MİT kullanacağı kişilerin seçiminde büyük bir hata yapmıştır. Bu olay otobandaki zincirleme kazalar gibi gelişmiştir. MİT açısından bakıldığında sonradan yapılanlar en az seçilen kişiler kadar büyük hatalar zincirini peş peşe getirmiştir. İçerde kontrol kimin elindedir pek belli değildir. Aslında sıkı bir memur disiplini ile ünlü MİT, bir karmaşa yaşamaktadır. 12 Eylül darbesinin sancıları orada da duyulur. Fransa’daki ülkücüler Ermeni anıtını, Taşnak partisinin binalarını bombalarlar. Hatta ellerinde kalan ve Türkiye’den kendilerine ulaştırılan fazla miktardaki patlayıcıyı da Fransız polisi ve gizli servisinin baskılı takibi nedeniyle kullanamaz, kaçarken saklarlar. Bunları daha sonra Fransızlar ele geçirir.

Fransa’nın ardından Yunanistan’da düzenlenen bir diğer operasyonla da ASALA’nın lider kadrosundan en önemli ad Agop Agopyan 1986’da öldürülür. Bu ölüm olayı ASALA’nın bir iç çekişmesi olarak basına yansır. Olay’da resmi yetkililer de görev alırlar bu kez. Ama sonuçta ASALA terörünün vurucu yanı bu eylemlerin sonrasında ortadan kalkmıştır. Bunda kullandıkları silahın kendilerine döndüğünü gören ve ASALA’ya muhalif gruplar ile Ermeni teröründen zarar gören Fransa’nın ve diğer Batılı ülkelerin desteklerini çekmelerinin ve ülke topraklarına terörü taşımama gayretlerinin büyük yararı olmuştur. Bu ülkeler serbest piyasa ekonomisini benimseyen Türkiye’de pazar ararken, zaman zaman kendi yurttaşlarının da ölümüne yol açan ASALA derdini düşünmek istememişlerdir. ASALA konusundaki tutumlarının ardından da aradıkları ihale ayrıcalıkları fazlasıyla Türkiye tarafından tatmin edilmiştir.

Operasyonda MİT’in “Maşası” olarak kullanılan Abdullah Çatlı ve ülkücü arkadaşları yapılan pazarlığın gereğiymiş gibi Türkiye’de aranmalarına karşın, serbestçe dolaşmaya başlamışlardır. Aslında MİT bu gruba karşı önceden verilen sözleri yerine getirememiştir. MİT ortaya çıkan sorunlar ile daha sonra gelişen uyuşturucu bağlantıları nedeniyle gruptan uzaklaşmayı yeğlemiştir. Bugün fiilen yürürlükte bulunan “Yakalama, duyma, görme” şeklinde özetlenebilecek uygulama, bu grubun girdiği başka kişisel ilişkilerin sonucunda fiili durum yaratılmasından başka bir şey değildir ve MİT bunların dışında kalmaya özen göstermektedir. Ancak bu grup başka güvenlik birimlerinin üst düzey yöneticileriyle girdiği yakın dayanışlar sonucu haklarındaki mahkeme kararlarına, arama tezkerelerine rağmen, zaman zaman ANAP gibi partilerin kongrelerinde izleyici, bakanlıklarda bakanların misafiri, Emniyet Genel Müdürlerinin arkadaşı, Başbakanların -ki bunlar arasında Tansu Çiller’in bulunduğu da iddia edilmektedir- görüşmek gereğini duyduğu kişiler arasına girmiştir. Hatta Turgut Özal bu operasyonu gerçekleştirenlerle görüşme arzusunu sık sık yinelemesine rağmen, belirtildiğine göre Çatlı ve arkadaşları bunu kabul etmemişlerdir.

MİT ASALA OLAYINDA NEDEN HATA YAPTI, SONUÇTA NE OLDU
Peki ama bu olayda MİT nerededir? Fiili olarak eylem organizasyonu MİT’indir. MİT’in o dönemdeki Cumhurbaşkanlığı temsilcisi Süley (Bedri) Bey ve Erkan Gürvit olayın fikir babalarındandır. MİT bu kararın alınmasında ne kadar söz sahibi olmuştur, işe ne kadar isteyerek sokulmuştur bu halen tartışılmaktadır. Bazı görevlilere göre bu olay dönemin askeri cuntasının dayatmasıdır. Öyle olmasa daha ustaca yapılabilecek eylemler, sıradan hale gelmiştir. Bir kısmına göreyse ASALA’ya yanıt açısından geç bile kalınan bu uygulama ile gerekli yanıt verilmiş ve Ermeni teröristlere silahın nasıl ters dönebileceği anlatılmıştır. MİT öyle ya da böyle bu eylemde rol oynamıştır. Aslında bu işte aslan payı Cumhurbaşkanlığındaki koordinasyondan sonra bulunan MİT yetkilisine aittir. Ancak kişilerin ötesinde MİT bu eyleminde göstermiştir ki bu tür olaylar için hazırlıklı değildir. Bir ilkeler dizini yoktur. Seçilen şahıslar ve onlarla sonrasında girişilen ilişkiler konusunda hatalar vardır. Bunda dönemin koşullarına da suç yüklemek mümkündür.

MİT darbe olunca askere, onlar gidince sivile hizmet vermekte, olaylarla ilgili kendi hakimiyetini tam anlamıyla kullanamamaktadır. Yani herkesin Türkiye’de her taşın altında ve her olayın arkasında bildiği, gücünü değil tartışmak, ağzına alamadığı MİT, aslıda çokça istemleri dışında kullanılmakta ve buna sesini çıkaramamaktadır. Özellikle askerler açısından MİT, hep kullanılan bir teşkilattır. Çünkü 1995’de dahi MİT ne yazıktır ki kendi elemanını yetiştirememekte, kaynak olarak askeri oluşumları kullanmaktadır. Örneğin MİT’in çok etkili diye nitelendirilen operasyon ekiplerinin büyük kısmı Özel Harp Dairesi’nden seçilerek alınmaktadır.

Bu operasyonun dış uzantıları ise oldukça kötü sonuçlar vermiştir. Fransa’da ve İsviçre’de eroin satarken yakalanarak sorgulanan Abdullah Çatlı ve Oral Çelik Avrupalı gizli servislerin elinde bir oyuncak haline getirilmeye çalışılmışlardır. İsviçreli savcılar bu operasyonla ilgili bütün belgeleri iddianamelerine almışlar, sanıkları konuşturmuşlardır. Çatlı kurtulmuş ve Türkiye’ye dönebilmiş olmasına rağmen, Oral Çelik bu konuda bir koz olarak halen İtalyan ve Fransız gizli servislerinin baskısı altında bulunmaktadır. Mehmet Ali Ağca’nın Papa’ya karşı giriştiği eylem, Fransa’daki Ermeni eylemleri nedeniyle bir Türk gizli servisi organizasyonuymuş havasına sokulmak istenmekte, olaylar daha da karmaşık hale getirilmektedir. Oysa Papa suikastının savcısı Dr. Marini ile 17 Şubat 1995 tarihinde yaptığımız görüşme sırasında bize söyledikleri çok ilginçtir. Marini Oral Çelik ile görüşmemizin sağlanması konusundaki isteğimize “bunun mümkün olamayacağını” gayet açık bir dille bize aktarmıştır. Oral Çelik ile ilgili olarak olayın savcısı Pellagi ile de görüşen Marini, şunları dile getirdi:

“Oral Çelik, Fransa ve İsviçre’nin de istediği bir suçlu. Biz kendisiyle Fransa’da görüştüğümüzde bize yardımcı olacağını söyledi. Yani tanık pozisyonundaydı. Ancak bugün hiç yardımcı olmadığı gibi gerçekleri saklıyor. Bu durumda tanıklıktan çok sanık sandalyesine oturacağa benziyor”

Bu konuşmanın ardından o güne kadar Rebbibia cezaevinin hemen dışında bulunan ve özel olarak korunan bir lojman gözaltı evinde kalan Oral Çelik cezaevine alındı. Tanıklıktan sanık sandalyesine oturtuldu. Peki İtalyanlar ve Fransızlar Oral Çelik’den ne istiyorlar dersiniz? Bu sorunun yanıtı Mehmet Ali Ağca ile bağlantılı. Oral Çelik’den istenen şey ASALA eylemlerindeki MİT ‘in rolüyle bağlantılı olarak Papa suikastında MİT parmağının olduğu yolunda bir açıklama olsa gerektir. Bu hem Oral Çelik ‘in hem de Ağca’nın yakın çevresi tarafından dile getirilmektedir. Zaten İtalyan gizli servisinin 1982 yılında hazırladığı ve Ağca dosyasının içine koyduğu ve Türkçe’ye de İstanbul 17.nci Noterliğince çevrilen bir raporda, bu tez dile getirilmektedir. Yani MİT bu eylemdeki hataları ve kullandığı yanlış adamlar nedeniyle bugün dahi Batılı gizli servislerin baskısı ve senaryolarının hedefi durumundadır.

ABDULLAH ÇATLI, SARP KURAY’DAN CIA AJANINI KAÇIRMALARINI NEDEN İSTEDİ
İtalyan savcı Dr. Marini yaptığımız görüşme sırasında Papa olayında Oral Çelik’in İtalya’da bulunmadığı ve Avusturya’da olduğu şeklindeki sözlerimize şu ilginç yanıtı vermiştir:

“Evet o sırada Avusturya’da oldukları yolunda bir bilgi bizde de var. Hatta Abdullah Çatlı ve diğer arkadaşlarıyla kaldıkları evin numarası, sokağı ve telefon numaraları da mevcut.”

Bütün bunları bilen İtalyan güvenlik makamları acaba niçin Oral Çelik’i sorgulamalarını 2 yıldır sürdürmekteler. Bu sırada Mehmet Ali Ağca‘da yeni senaryolar açıklamaktadır. Ancak Ağca’nın Türkiye’deki avukatı Doğan Yıldırım’a söyledikleri çok ilginçtir.

“İtalyanlar her şeyi biliyorlar.”

O dönemlerde kendisi de Fransa’da saklanan sol örgüt lideri Sarp Kuray cezaevindeki bir arkadaşları kanalıyla Abdullah Çatlı’nın kendilerine haber yolladığını ve Papa suikastında Bulgar bağlantısı olduğu yolundaki iddiaları güçlendirmek için yalan ifade vermek üzere kendilerine baskı yapıldığını aktardığını söylemektedir. Kuray bununla ilgili olarak, ”Bize yolladığı haberde, kendisine bir CIA ajanının gelerek, adı geçen Bulgar yetkililerle ilgili oda ve diğer detay ayrıntıları ezberleteceğini bildirdi. Durumlarının giderek kötüleştiğini aktardı. Bizden bu CIA ajanının kaçırılmasını istiyordu. Bunun imkansızlığı kendisine aktarıldı” demektedir. O dönemde yurt dışında bulunan sağ veya sol örgüt elamanlarının gizli servisler için bir açık hedef olduğu gayet iyi bilinmektedir. Bugün bunların hangisinin hangi gizli servisin elinde bulunduğunu kestirmek oldukça güçtür. Abdullah Çatlı’nın bir arkadaşına aktardığı söylenen özeleştirisi oldukça düşündürücüdür:

“Yurtdışında hepimiz bir gizli servisin avı haline gelmiştik. Biz baktık ki yabancı gizli servisler başımıza üşüşüyor, bari Türk gizli servisiyle bir irtibatımız olsun, diğerlerine kendimizi kullandırtmayalım dedik.”

MİT, ASALA olayını bitirmek için kullandığı yol, yöntem ve kişileri iyi ölçüp, biçmediği; sağlam bir organizasyona gitmediği için bugün sıkıntıdadır. O dönem bitirilen ASALA terörü de, bugün PKK ile kol kola yine Türkiye’nin gündeminin en başında bulunmaktadır.

ÜLKÜCÜLER VE MİT ARASINDAKİ BAĞLAR
MİT bu olayın ardından ülkücülerle ilgili pek çok sıkıntıyı da yaşamaya devam etmektedir. MİT’in adını sıkça kullanan ülkücü mafya babaları kendilerine devlet görevleri verildiğini belirterek etkinliklerinin arkasına kamunun gücünü de almaya çalışmaktadırlar. O gün gerçekten devletçe kullanılanların büyük bölümü, bugün de başka işlerde, başka şekillerde kullanılmaktadır. Daha da karanlık şekillerde mafyaya bulaşanların sayısı hiç de azımsanacak gibi değildir. Yani olay bir iç güvenlik sorunu haline de dönüşmüş durumdadır. Bunlara en iyi örnek de Alaattin Çakıcı’dır. Çakıcı ile temaslar kurulur, cezaevlerinde görüşmeler yapılır. Çakıcı daha sonra bu görüşmelerden kaynaklanan bir edayla kendini “ Milli Baba” ilan eder. Kendisi hakkında basında MİT tarafından görevli olarak ASALA kamplarına baskın düzenleme görevi verildiği yolunda yalan haberler yer alır. Bu konuda bir MİT yetkilisi araştırmamız sırasında şunu dile getirmiştir:

“Bizi arayıp ‘Ben bu vatan için neler yaptım’ diyor zaman zaman. Biz de hem kendisine hem de kendimize ‘Yahu bu adam ne yaptı ‘ diye sorup duruyoruz. Bizimle ilgili bütün hikayeler yalan. Kendisinden uyuşturucu konusunda bilgi alınmak istenmiştir, bazı konularda da alınmıştır o kadar. ASALA kamplarına baskın haberlerini okuyunca kendisi bile bu yalanlara inanır oldu. “

Evet, MİT’in 12 Eylül sonrasında gerçekleştirdiği en önemli operasyonun gelişimi böyledir. Ancak bu askeri bir dönemin ürünüdür. 1993’den sonra iktidara gelen Başbakan Tansu Çiller PKK konusunda perde arkasında verdiği sert emirlerle bu tür eylemlere yeşil ışık yaksa, “İlk seçimden önce bana Apo’nun dirisini veya ölüsünü getirin” diye emirler verse de, olaylar politikacılar ile güvenlik birimleri arasında büyük kopuklukların bulunduğunu gözler önüne sermektedir.

POLİTİKACI GÜVENLİK RAPORLARINI NE YAPARA DEMİREL’Lİ BİR ÖRNEK
Türkiye’de siyasetçiler açısından sadece MİT değil, genelde güvenlik birimleri üzerinde bir kuşku bulunmaktadır. Ayı kuşkuların istihbarat yöneticileri için de geçerli olduğu gözlenmektedir. Bu birimlerden gelen bilgiler zamana ve kimleri ilgilendirdiğine göre değerlendirilmekte ve yargılar yürütülmektedir. Örneğin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel partisinin bir milletvekilinin ve aynı zamanda TBMM’de çok önemli bir araştırma komisyonunun başkanının kendisine getirdiği Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve İstihbarat Dairesi’nin bir raporunu okuduktan sonra araştırmamız sırasında bize olamaz dedirten, “Sen bu raporlara çok güvenme, bunları kimin yazdığını biliyoruz” sözlerini sarf ettiği belirtilmektedir. Raporda neler mi yazılıdır? Demirel tarafından biri Devlet Bakanı yapılan iki milletvekilinin ayrı ayrı dosyalarıdır Demirel’e bunu söyleten. Raporda yer alan iddialara göre bu iki kafadar ortak düzenledikleri sebze ihracatı sırasında uyuşturucu işine bulaşırlar. Bunlardan biri aynı zamanda Suriye gizli servisi ile de pek sıkı fıkı ilişkiler içinde olmuştur. Şimdi bunları yazan bir rapor konusunda ya yazanlar hakkında işlem yaptırılması ve söylediklerinin kanıtlarının istenmesi ya da itham edilenler hakkında bir soruşturmanın yürütülmesi gerekmez mi? Gerekir diyenlere yanıt: Gerekmez. Bunların hiç birisi yapılmaz Türkiye’de, Rapor unutulur böylece kimsenin başı ağrımaz. Buna da siyaset denir. Hastalık buradan başlamakta ve bütün kurumlara yayılmaktadır.

YALI KOMŞUSU OLMAZDAN EVVELE AİT BİR MEHMET ÜSTÜNKAYA VE MİT ÖYKÜSÜ
Geçmişte de MİT’in başına bu tür olaylar çokça gelmiştir. Örneğin Bulgarların 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye’de MAT adlı kamu kuruluşları aracılığıyla oluşturdukları Trakya Nakliyat Şirketi kurucu üyeleri olan M. Üstünkaya, A. Tunga, N. Kürşat, D. Tunga, G. Günşar adlı Türk ortaklarıyla beraber çokça tartışmalara yol açmıştır. Şirketin kuruluşuna Maliye Bakanlığı tarafından üst düzey yöneticilerin oluru ile 3.6.1976 gününde izin verilmiştir.

MİT ise şirketin kuruluşuna ilişkin bilgileri değerlendirerek, Başbakanlığa gönderdiği 18.3.1976 günlü yazıda, şirketin Genel Müdürünün Bulgar uyruklu olması, daimi Türkiye’de ikamet ettirilmesi ve şirketin Anadolu’da Bulgar teknisyenleri çalıştırmasının Bulgar Haber Alma Teşkilatının yararına olacağını belirtmiştir. Ancak Başbakanlığa sunulan bu yazı şirkete kuruluş iznini veren Maliye Bakanlığı’na kaleme alındıktan tam 5 ay sora 20.8.1976 tarihinde iletilmiştir. Bu arada şirket Genel Müdürlüğü’ne Bulgar uyruklu Petkov getirilmiştir. Bunun üzerine İçişleri Bakanlığı şirketle ilgili olarak kendisinden bilgi istenmesi üzerine 20.9.1977 tarihinde Petkov Doçev ile ilgili olarak kendisine ulaştırılan 2.6.1977 tarihli MİT yazısında belirtildiği üzere Petkov Doçev’in istihbaratçı olduğunu, genelde şirketin Türkiye’de çalışmasının sakıncalı olabileceğini belirtmiştir.

Güvenlik açısından verilen bu bilgiler üzerine Sanayi ve Ticaret Bakanlığı konuyu gündeme getirmiş, bunun üzerine Maliye Bakanlığı 3.9.1977 tarihinde şirketin yargı yoluyla feshi için dava açılmasına karar vermiştir. Açılan dava İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesine sakıncaları bulunduğu gerekçesiyle kanıtlar sunulmadığı için reddedilmiştir. Bunun bir diğer tanımlaması da “Bilmek yetmez” olsa gerektir. Türkiye’de bilginin de üstünde olan şey organizasyondur. Ve ne yazık ki Türk gizli servisleri bu işte karşılarında yer aldıkları güçler kadar etkili ve becerikli olamamaktadırlar.

MİT’İN ADI YOK
Bugün bunun bir sonucu olarak MİT elemanları en çok kendi adları kullanılarak yapılan ama kendileriyle alakası olmayan olaylardan yakınmaktadırlar. Örneğin MİT mensupları kimlik göstermez ve kurum açıklamazken, özellikle askeri istihbarat ve polis istihbarat birimleri kendi kimlikleri yerine MİT'çi olduklarını ifade etmekte ve gözaltı ile sorgularını MİT kimliği altında yapmaktadırlar. Bunun önlenmesi için MİT yetkililerinin zaman zaman emniyet mensuplarına teklif götürerek “İşler karışıyor siz bizim, biz de sizin kimliğinizi kullanmayalım” dedikleri bilinmektedir. Bu karşılıklı kimlik kullanımlar, zaman zaman işleri içinden çıkılmaz kılabilmektedir. Bu çalışma için görüştüğümüz bir emniyet istihbaratçısı MİT elemanları için bakın neler dedi:

“Onlar bir olay yerinde hemen tanınırlar. Tipleri sıradandır da bizimle yan yana geldiklerinde hemen ortaya çıkarlar. Bizde bir klasik polis tipi ve raconu var. Onların ki ayrı. Güvenlik birimleri arasında en şık giyinen, parfüm kullanan ve olay yerinde lordlar gibi dolaşanlar onlardır. Korku vermezler ama efendi davranışları saygı uyandırır. Gene de biz bile çekiniriz. Onlar MİT’çiyiz demezler. Adları büro veya servis elemanı olarak geçer aramızda. Biz bir işi yaparken psikolojik değeri yüksek olduğu için, korku açısından, daha çok MİT’çiyiz deriz. Ama onlar kimlik kullanmaz ve MİT’çi olduklarını açıklamazlar. Haklarını yemeyeyim fiziki ve kafa bakımından polisten biraz daha üstün gözüküyorlar.”

Peki MİT üstün taraflarını veya zayıf yanlarını objektif değerlendirebiliyor mu? Bir gizli servisin varoluşu kadar önemli olan; iç özeleştiri veya değerlendirmenin sağlıklı yapılabildiğini, fikirlerin rahatlıkla ortaya konduğunu dile getiremiyor MİT çalışanları. Daha çok bir ast ve üst ilişkisinden bahsediyorlar. Konuşmalarından çıkan sonuç askeri etkinin ve eğitim anlayışının kalıcılığı konusunda insana bilgi verebiliyor. Disiplinli, içindeki asker hegemonyasından yeni kurtulmuş, ama sivil bir örgüt kimliğini, düşünce biçimini henüz kazanamamış bir teşkilat MİT. Ancak yeni yöneticilerin bunu oluşturmak konusundaki kararlı tutumları hemen her konuşmalarında dikkat çekiyor. Hatta bu eleştiri karşısında tersi düşünceleri savunuyor ve bunları kabullenmek istemiyorlar: ”Biz kendisini en acımasızca eleştirebilen ender teşkilatlardan biriyiz” diyorlar.

Aslında MİT’i de değerlendirirken diğer kurumlardan bağımsız olarak ele almamakta fayda bulunuyor. Çünkü Türkiye’nin ana sorunu onu oluşturan siyasi otoritenin içine düştüğü açmazda yatıyor. Ulusal kimliğini yitiriş ve 72 yıllık Cumhuriyet birikimini kültürde, sanatta, politikada, bilimde bir patlamaya dönüştürememe, Cumhuriyet’in diğer kurumlarında olduğu gibi MİT’de de hedefsizlik ve kabını aşamama sorununu, getirip öncelikler arasına koymuş.

Yani Türkiye’de parlamento ne kadar sağlıklı ve içerik açısından doluysa, diğer kurumlar ne kadar başarılıysa MİT de o kadar başarılıdır. Biz bireyler olarak dünyayı ne kadar geniş ve bilimsel algılayabiliyorsak, analiz yapma yeteneğimiz ufkumuz genişse, koordinasyon ve organizasyon içinde olabiliyorsak, MİT elemanları da o kadar algılayabiliyor ve yorumlar getiriyorlar olaylara. Dünyanın hiç bir gizli servisi kendi ülkesinin zeka düzeyinin üzerinde bir birikimi içinde toplayamamaktadır. Ortalama ahlak düzeyimiz ne ise ve Türk toplumunun ortalama değerleri neyi gösteriyorsa MİT’de de onu bulmak mümkündür. Fazlasını beklemek ise havanda su dövmektir. Sorunları sistemin genelini ele almadan; birey veya bir kaç kurum düzeyinde ele almak hataların en büyüğü olsa gerektir. Yani ormanı görmeden ağaçlara bakmanın kurumsal değerlendirmelerde bir anlamı olmayacağı da su götürmez bir gerçektir.

ÇİLLER VE MİT KAVGASI
Bir istihbarat servisinin başarısındaki en önemli unsur lider ile gireceği sağlam ve sağlıklı diyalogdur. Karar süreçlerine böylece yaklaşılabilmektedir. Türkiye’deki ana sorunlardan biri de budur. Maalesef MİT Türkiye’yi yöneten liderler ile ilişkilerinde oldukça pasif ve zayıf durumda bulunmaktadır. Böyle olunca gelişmeler karar alma sürecinden MİT’i uzaklaştırmakta ve etkinliğini yok etmektedir. Türkiye’de ve Dünyada karar alma mekanizmaları içinde bilgiden çok askeri unsurların ön planda bulunduğunu da hatırlatmakta fayda vardır. Örneğin Tansu Çiller Başbakanlığı süresince MİT’e ayak atmayan ve MİT ile kavga eden ilk ve tek Başbakan olmuştur. MİT kendini Çiller’e anlatamamıştır. Dolayısıyla istihbarat pazarlamasında başarılı olamamıştır. Oysa iktidardan düştükten sonra eski Başbakanlardan Yıldırım Akbulut’un, “Bugünkü aklım olsa her gün sabah güne MİT Müsteşarıyla yapacağım kahvaltıyla başlardım” sözleri ilginçtir. Liderlerin kimliği ve ilgili alanlarının iyi analizi, güçlü istihbarat birimlerinin oluşturulmasında birincil etkenlerin başında yer almaktadır. Tabii en önemlisi kişiler veya gruplar adına değil, ulusu için çalışan gizli servis oluşturulmalıdır. Bunun yolu da siyasi otoritenin hedef göstermesi ve diyalog kurmasından geçer.

Ayrıca analiz düzeyleri değerlendirmesinde Türkiye’nin büyük eksiklikleri bulunduğu ortadadır. Olaylar kişi düzeyinde, çokça hükümet düzeyinde zaman zaman sağlıklı analizlere tabi tutulabilirken, uygun birimlerinin tam ve sağlıklı çalıştırılamaması, nitelikli elemanların devlet yönetiminde bulunmaması yüzünden uluslararası sistem üzerine analizler yapılamamaktadır. Sonuçta da eylemde ve planlamada Türkiye’nin yenilgisi ortaya çıkmaktadır. Türkiye için uzun ve orta dönem vadeli politikaların üretilememesi gündeme gelmektedir. Bugün ne MİT’in, ne Dışişleri Bakanlığı’nın ne de diğer kurumlarımızın, uzun vadeli, önceden planlanan ve uygulamada bulunan bir Kafkasya, Ortadoğu, Amerika, Avrupa, Suudi Arabistan, İran, Irak, Suriye politikaları bulunmamaktadır. Bu analiz düzeylerindeki eksikliğin bir sonucudur. Günü kurtaran ve geçmişin devamı olan statik politikalar süreklilik izlenimi yaratsa da geleceği aydınlatamamaktadırlar.

Uluslararası analiz ve etkinlik yoksunluğu, girişilen eylemde Türkiye’nin elde edeceği karı maksimize edememekte ve en alt sınırdakiyle yetinmesi sonucunu doğurmaktadır. Bunun en önemli örneği Azarbeycan ve Kazak petrollerinin taşınmasında öngörülen eylem ve senaryo ilişkisi olmuştur. Türkiye bu konuda en azla yetinmiş ve bunu zafer olarak yorumlamak gibi bir özeleştiri noksanlığı, hatası yapmıştır. Çünkü Türkiye uluslararası bilgi toplayamamaktadır. Uluslararası ticaret, ekonomi, siyaset, sosyal yapı, yaşam, teknoloji, ekolojik ortam konularında Türkiye’nin bilgilenme düzeyi günlük gazetelerin bir kısmının izlenmesinin ötesine geçememektedir. Gelen eksik bilgiler de iyi analizciler tarafından yorumlanmamaktadır. Bu konuda Amerika’da, Avrupa’da çeşitli siyasal görüşlerin, faaliyet gösteren binlerce bilgi değerlendirme kulübü olmasına, bilgi tacirliği ile geçinen entelektüel birikimi yüksek araştırma şirketleri bulunmasına karşın, Türkiye bu alanda kısır ve devlet memuruna terkedilmiş bir analizci yapılanmasıyla karşı karşıyadır. Sonuçta tekdüze, yetersiz, dünyayı hatta Türkiye yi dahi algılamaktan uzak bir bilgi değerlendirme tablosu karşımıza çıkmaktadır. MİT de bundan en olumsuz etkilenen kurumların başında gelmektedir. "



Tuncay Özkan’ın "Bir Gizli Servisin Tarihi" isimli kitabı ciddi ve faydalı bir eserdir. Ancak kitapta bazı önemli maddi hatalar ve yanılgılar da bulunmaktadır. Mesela, buraya aktardığımız bölüme bakarsak, Metin G. diye konu edilen kişinin askerlikle hiç bir ilgisi yoktur, tamamen sivil bir kişidir. Kitapta bir kaç kez “asker ve asker kökenli olduğunun belirtilmesi, sanki sorumluluğun askere yansıtılmasının istendiği gibi bir görünüm yaratmıştır. Yine, “Yunanistan’da 1986’da Agop Agopyan’ın öldürülmesinde resmi yetkililerin de yer aldığı” hususu tamamen yanlış bir bilgidir, doğru değildir. Keza Tansu Çiller’in Abdullah Çatlı ile görüştüğü ve Turgut Özal’ın görüşme isteğinin de Çatlı ve arkadaşları tarafından kabul edilmediği hususları mesnetsiz duyum ve iddialardır. Genel çizgileriyle iyi bir eser olan bu kitapta daha başka maddi hatalar da bulunmaktadır.

Esasında Tuncay Özkan bu kitabını hazırlarken, uzunca bir müddet, o tarihte MİT Ankara Bölge Daire Başkanı olan Şenkal Atasagun’la birlikte çalışmıştır. MİT’le ilgili anlatımların bazılarının Şenkal Atasagun’un şahsi fikirlerini yansıtmış olması da mümkündür. Özkan’ın kitabında “Türk Gizli Servisinin Hayattaki En Yaşlı Üyesi Anlatıyor” başlığı altında verdiği mülakattaki Neşet Güriş’le görüşmesini de yine Atasagun organize etmiştir. Kitap basılmadan önce MİT’in incelemesine sunulmuş ve MİT Psikolojik İstihbarat Başkanlığı tarafından incelenerek bazı bölümlerin düzeltilmesi gerektiği yazara iletilmiştir. Bu bölümlerin detayı ve Tuncay Özkan’ın kitabını yayınlarken bu önerileri dikkate alıp almadığı bilinmemektedir. Bu bakımdan bu maddi hataların yazarın kendisinden mi, doğduğu, yoksa bir yönlendirme neticesinde mi olduğu bilinmemektedir.

Şimdi TBMM Susurluk Komisyonundaki konuşmalara geçebiliriz:


TUNCAY ÖZKAN

Tarih : 18.02.1997


BAŞKAN - Evet, Tuncer Bey, hoş geldiniz. Efendim, Komisyonun çalışmalarını biliyorsunuz, siz gazetecisinin ve Parlamentoyu da biliyorsunuz, yakından da takip ediyorsunuz, iyi de takip ediyorsunuz. O nedenle, biz, sizin yazdığınız kitaplarda birtakım bilgiler var, faydalandık, istifade ettik, sağ olasınız, birer tane kitap da bütün arkadaşlarımıza takdim ettiniz, ondan dolayı da, kendim ve arkadaşlarım adına teşekkürlerimi bildiriyorum. Şimdi, siz bu bilgileri nasıl elde ettiniz, nereden öğrendiniz, doğruluk derecesi nedir? Yani, duyum mudur, herhangi bunun bir belgesi var mıdır? Bu konularda bildiklerinizi anlatın. Bundan evvel, Sayın Valimiz de bir şey dedi, ondan da evvel, kısaca, biz, zabıtlara geçip de, ileride şey olmaması için, Tuncay Özkan kimdir? Sayın Valimin de bir şeyi olacak.

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Tuncay Bey, Komisyona gelip bilgi vermenizi ben istedim. Sizden, bunun için özür diliyorum; çünkü, İstanbul'dan buraya zahmet ettiniz.

TUNCAY ÖZKAN - Estağfurullah, ne demek.

BAŞKAN - Hepimiz de kabul ettik tabiî; çünkü, çok faydalı ve güzel bilgiler vardı.

MAHMUT YILBAŞ (Van) - İki, kitabınızı baştan sona kadar okudum. Özellikle, ilgimi, 210 ile 216.ncı sayfalar arasında geçen...

TUNCAY ÖZKAN - Asala operasyonu, Abdullah Çatlı...

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Onlar tabiî, bir de konumuzla güncel olarak ilgilendiği için. Şimdi, ben, arkadaşlara da konuyu açmıştım, şeyde de, oylama var, ona da katılacağız, onun için de, ben, sizi, bütünüyle dinlemek istiyorum. Bir, buradaki bilgilerin açıklanabilecek ölçüde kaynakları. İki, 216-212 arasındaki tersten başladık tabiî, bilgilerin daha genişletilmesi mümkünse, lütfederseniz, memnun oluruz.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, biz, size soru sormayacağız, rahatlıkla konuşabilirsiniz.

TUNCAY ÖZKAN - Tam adım Ahmet Tuncay Özkan, şu anda Kanal D Televizyonunun haber müdürü olarak görev yapıyorum; 15 yıllık gazeteciyim, bunun 10 yılı Parlamentoda geçti. Son 7 aydır Kanal D haber müdürü olarak görev yapıyorum. Cumhuriyet Gazetesinde uzun yıllar çalıştım. Bu çalışmalarım sırasında, 1990 yılından itibaren, uzmanlık alanım olarak saptadığım yeraltı dünyası, mafya, uyuşturucu kaçakçılığı ve bunlara bağlı kara para ve yolsuzluklar konusunda bilgi toplamaya başladım. Bu konuda bir çevre edinmeye çalıştım. Kara para, hayalî ihracat, uyuşturucu kaçakçılığı ve MİT bağlantıları konusundaki ilk kitabımı "Kıyamet Mahkemesini" yazdım. Kıyamet Mahkemesinde, bu bağlantılara ilişkin oldukça geniş bilgiler vardır, bu bilgilerin tamamı açık kaynaklardan edinilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisindeki araştırma, soruşturma komisyonları, oralara...

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Müsaade isterseniz bir katkıda bulunmak istiyorum. Çok teşekkür ederim, ben, bir yıldır arıyorum, gazetecilerde, dağıtımlarda bulamadık, yoktu, büyük bir eksiği giderdiniz.

TUNCAY ÖZKAN - Ben, araştırmalarım sırasında gördüm ki, bu saydığım ilgi alanıma giren konularda her şey birbirine geçmiş; nasıl olmuş, bir gizli servis, görevinin gereği olsun ya da olmasın, bir kara para aklayıcısıyla işbirliği içinde olabiliyor, gizli servisten kastım, tüzelkişiliği değil, yani, onu bir kurum olarak, bir kavram olarak değil; ama, içindeki elemanlarıyla bunu sağlamış. Bazen de, bunlarla mücadele için, dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi, gizli servislerin uyuşturucu kaçakçılarıyla birlikte iş yaptıklarını, onlarla birlikte şirketler kurduklarını, onları açığa çıkarmak için çeşitli çalışmalar yaptıklarını gördüm. Türkiye'de bu işlerin, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra giderek ölçüsünün değiştiği, Türkiye'nin rejimindeki değişiklikle birlikte, bu mücadele alanlarının da daha çetrefilli hale geldiğini gözledim. Rejim değişince, yöntemlerde değişiyor. Çok gariptir, rejim, hukuka bağlı sistem, bir anda kişilerin isteğine göre şekillenebiliyor. Bunu en iyi Fikri Bey de bilir, eski bir parlamenter. Türkiye Büyük Millet Meclisinde çok değişik komisyonlarda yer aldı, ben, kitaplarımı yazarken, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yaptığı araştırmalardan çok yararlandım. O yüzden, bir komisyona çağrılınca, en birinci görevim, oraya giderek, bildiklerimi anlatmaktır diye düşünüyorum. Türkiye'de ne yazık ki 1980 sonrası, sizin söylediğiniz, örneğin kitabımın 212 ile 216.ncı sayfaları arasında yer alan ASALA operasyonu konusu çok ilginçtir. Türkiye'de bir dönemin bir özetidir, prototipidir. 12 Eylül sonrası, 40 küsur diplomatımızı öldürmüş bir terör örgütüyle karşı karşıyasınız. Gelmişsiniz, ülkede bir ekonomik sıkıntı var, rejim değişmiş, demokrasiye dönme çabaları var; burada bir şey yapmak istiyorsunuz ve sizi zayıf gösteren, sizi zayıf kılan bir terör örgütünü ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalarınız var. Ben, terörün terörle bitirildiğine hiç rastlamadım, onca şey okudum, çok çeşitli araştırmalar yaptım, hiç görmedim. Ama, ne yazık ki, Türkiye'de bir dönem, teröre karşı terörle karşılık verilmek istenmiş. Bu dönem, 12 Eylül darbesinin hemen sonrasıdır. O dönemin generalleri, ASALA'ya karşı daha önce Türkiye'de bazı terör olaylarına bulaşmış insanları kullanmışlardır. Benim bu duyumlarım ya da bilgilerim, ben bu kitabı yazarken, 1995 yılının Kasım ayında yayıncıya teslim ettim. Susurluk kazası, 3 Kasım i996 günü oldu. Ben, bir sene önce bunları yazmışım; bu kitap Mayıs 1996'da piyasaya çıktı. Kitabın ilgili bölümüyle ilgili size kısa bir paragraf okumak istiyorum: Operasyonda MİT'in maşası olarak kullanılan Abdullah Çatlı ve ülkücü arkadaşları, yapılan pazarlığın gereğiymiş gibi, Türkiye'de aranmalarına karşın serbestçe dolaşmaya başlamışlardır. Aslında MİT, bu gruba karşı önceden verilen sözleri yerine getirememiştir. MİT ortaya çıkan sorunlar ile daha sonra gelişen uyuşturucu bağlantıları nedeniyle, gruptan uzaklaşmayı yeğlemiştir. Bugün, fiilen yürürlükte bulunan 'yakalama, duyma, görme' şeklinde özetlenebilecek uygulama, bu grubun girdiği başka kişisel ilişkilerin sonucunda, fiili durum yaratılmasından başka bir şey değildir ve MİT bunların dışında kalmaya özen göstermektedir; ancak, bu grup, başka güvenlik birimlerinin üst düzey yöneticileriyle girdiği yakın dayanışmalar sonucu, haklarındaki mahkeme kararlarına, arama tezkerelerine rağmen, zaman zaman ANAP gibi partilerin kongrelerinde izleyici, bakanlıklarda bakanların misafiri, Emniyet Genel Müdürlerinin arkadaşı, Başbakanların ki, bunların arasında Tansu Çiller'in bulunduğu da iddia edilmektedir; görüşmek gereğini duyduğu kişiler arasına girmiştir. Hatta, Turgut Özal, bu operasyonu gerçekleştirenlerle görüşme arzusunu sık sık yinelemesine rağmen, belirtildiğine göre Çatlı ve arkadaşları bunu kabul etmemişlerdir.

BAŞKAN - Orada şöyle diyorsunuz: MİT verdiği sözleri yerine getirememiştir...

TUNCAY ÖZKAN - Efendim, kitabın ön sayfalarında bunlar var. Bir pazarlık gerçekleştirilmiş yurtdışında.

BAŞKAN - O pazarlığı kastediyorsunuz.

TUNCAY ÖZKAN - O pazarlığı kastediyorum. O pazarlıkta, üç unsur öne sürülmüş. Denilmiş ki, 1- Oral Çelik bu operasyonda yer almayacak; biz Oral Çelik'i bu operasyonda istemiyoruz. Bu MİT'in öne sürdüğü bir şey; biz size şu kadar para vereceğiz, size şu olanakları sağlayacağız; siz de bizim istediğimiz şeyleri gerçekleştireceksiniz. Bu olayla ilgili pazarlıkları gerçekleştiren kişi, ben kitapta soyadını vermedim özellikle; çünkü, ASALA terör örgütü, biliyorsunuz, İttihat ve Terakki'den çok kanlı bir şekilde öç alınmıştır, insanlar tek tek öldürülmüştür, bir dönemin Osmanlı İmparatorluğunu yöneten paşalar, tek tek Ermeni teröristlerin kurşunlarına hedef olmuştur. Kitapta soyadını o yüzden belirtmedim. Metin G. olarak söyleyeceğimiz askerî kişi...

BAŞKAN - Kimdir bu?

TUNCAY ÖZKAN - MİT'te görev almış askerî bir kimliktir. Bugün, İstanbul'da serbest iş yapmaktadır.

BAŞKAN - Gerçek ismi ne? Yani, artık, kitapta herkes...

TUNCAY ÖZKAN - Metin G olarak tanıttım efendim. Yani burada kişinin can güvenliğini göz önüne alarak, bunu söylüyorum ama, komisyonun...

BAŞKAN - Bizde yani zabıtlarda geçsin bilelim. Biz de Metin'i çok duyuyoruz.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Mesela, biz onu Mete diye duyduk.

TUNCAY ÖZKAN - Metin G; emeklidir şu an. Yalnız, tabii kaygım şudur: Bu soy isim hakkında bir can güvenliği kaygım vardır. Çünkü, dediğim gibi tarih önemli bir ders vermiştir bize. Türkiye'nin bu konularda adı ön plana çıkan insanları belirli bir zaman sonrasında terör örgütlerinin hedefi haline geldiklerini.

DURM.UŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bu Metin G'yi biz Nuri Gündeş'te geçirdik, isterseniz bu ifade de Metin G diye geçirelim, yani soyadını siz çıkarın, siz bilin zaten var, Nuri Gündeş'te.

TUNCAY ÖZKAN - Metin G diye siz geçirin. İstanbul'da kendisiyle temas kurmanız mümkündür. Burada bir pazarlık söz konusudur. Bu pazarlık sırasında bu ülkücü insanların o dönem Türkiye'den kaçmış, yurtdışında bulunan insanların üç tane ana şartı vardır: Birisi MHP Genel Başkanı Türkeş'in o dönemde devam eden tutukluluğunun ortadan kaldırılmasıdır. İkincisi, Balgat katliamı sanıklarının da bulunduğu bir grup ülkücü teröristin haklarındaki davaların düşürülmesi tutuklu bulunanların salıverilmesidir. Üçüncü istek de, bu kişilerin Türkiye'de serbest dolaşma haklarının sağlanmasıdır. Bunlar bir süre yapılan pazarlıklarla daha sonra belirli koşullarda kabul edilmiş şeylerdir ve ASALA'ya karşı belirli operasyonlar gerçekleştirilmiştir. Bu operasyonlar Fransa'daki Marsilya'daki bazı heykellerin bombalanması, bazı binalara bomba konulması ve bir Ermeni destekçisi milletvekilinin arabasına bomba yerleştirilmesidir. Ancak bomba patlamasına rağmen bu milletvekili kurtulmuştur. Bu eylemlerden sonra bu kişiler İsviçre, Fransa hem gizli servisleri tarafından hem de daha sonra adli makamları tarafından deşifre edilmişlerdir. Eylemlerde kullanılmak üzere bölgeye götürülen yani o ülkelere gönderilen bazı malzemeler ele geçirilmiştir. Bunlar arasında silahlar vardır. Sonra bu kişilerle ilgili bu kişilerin orada bu işlerle ilgili olarak aldıkları paralar da söz konusudur. Oral Çelik'in açıkladığı rakam, toplam bir rakamdır. Gerçekten verilmiştir, ancak Oral Çelik bu işe bulaştırmaması için özellikle rica edilmesine karşın grup tarafından eylemin zorluğu karşısında bu eylemi gerçekleştirebilecek kabiliyette görüldüğü için Oral Çelik dahil edilmiştir, özellikle Marsilya’daki eylemler sırasında kendisi vardır. Şimdi, bir terörün bir başka terörle söndürülmesi, böyle bir ateşin söndürülmesi dünyada söz konusu değil; bu bir gözdağı olabilir. Bana sorarsanız ASALA nasıl çökertilmiştir; ASALA dünya konjonktürünün, özellikle Turgut Özal'ın getirdiği ekonomik sistemin, Türkiye'nin yatırıma yönelmesinin, ekonomisinin önünün açılmasının sonucunda çökeltilmiştir. ASALA Orly katliamından sonra Avrupa'ya ben Türklere karşı bir tedhiş hareketi gerçekleştiriyorum; ama, bak, senin de insanların ölüyor mesajının yerleşmesini sağlamıştır. Bu kendisi açısından çok büyük hata olmuştur. İkinci olarak da, Turgut Özal, Türkiye'de gerçekleştirilen dev yatırımlarda uluslararası yatırımcıya bazı şartlar öne sürmüştür. Bunlardan bir tanesi de, bu ASALA terör örgütüyle ilgili desteklerin ortadan kaldırılmasıdır. En önemli olay bu iki şeydir. Orly katliamının Avrupa'da yarattığı kaotik ortam; yani, kendi vatandaşlarının terör kurbanı olması ve bu ekonomik çıkardır, bunun sonrasında sönmüştür. O Agop Agopyan'ın öldürülmesi olayı da, kitapta belirttim, ilgilenenler görebilir; bu ülkücü grubun dışında gerçekleştirilmiş bir eylemdir. O da herhalde resmi makamlara sorulduğu zaman, resmî makamların komisyona yeterli bilgi ve belgeyi de vermediği gibi bir kanım var; çünkü, benim bildiğim şeyler, benim konuştuğum, benim gördüğüm şeyler, maalesef, burada...

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Burada bulunmanızın asıl nedenlerinden bir tanesi bu. Bu bilgi kaynaklarını temin ederken nasıl zorlandınız, tamamen kaynak temin edebildiniz mi? Benim açımdan oydu.

TUNCAY ÖZKAN - Efendim, çok zor. Bu bilgilere ulaşmak çok zor. Ben bu kitabı iki buçuk yılda falan oluşturabildim, son derece sıkıntılı bir çalışma oldu, insanlar çok ürkek, konuşamıyorsunuz, konuştuğunuz şeylere güvenemiyorsunuz ve duble çek dediğimiz bir sorduğunuzu en az iki kişiye tekrar ederek, ondan da doğrulattıktan sonra bu olayı ortaya koymak gibi bir özen gösterdik; çünkü, her şekilde kullanılmaya çok açıksınız; ama, bu Susurluk kazası göstermiştir ki bize, burada yazdıklarım ve daha sonra ortaya çıkan şeyler göstermiştir ki, başvurduğum kaynaklar ve aldığım bilgiler doğrudur. Her ülkenin gizli servisi vardır, olmaması söz konusu değildir. Önemli olan şey gizli servislerin demokratik sistem içerisinde nerede bulunduğudur. Eğer, siz, gizli servisinize demokratik sistem içerisinde bir yer bulamazsanız, o sonuçta, sizin içinizde büyük bir yara olarak kalır. Örneğin, Amerika'da son olaylardan bir tanesi geçen sene ortaya çıkartıldı. Guatemala'da, CIA operasyonuyla birlikte, bir rahibe ve birkaç asker öldürüldü. Bir senatörün ısrarlı takibi sonucunda, CIA içerisinden ilk kez 4 kişi, 4 CIA görevlisi isimleri açıklandı, deklare edildi, kimlikleri açıklandı ve yargılandılar. Demek ki, karşımızda bir sorun var. Türkiye'de, örneğin bu kitapta yer alan bir MİT raporu var. Bu kitabın sonuna ben ek olarak koydum. Bu meşhur 10 Kasım 1987 tarihli MİT raporu, böyle bir rapor var. Bu raporla ilgili hemen kitabın sonunda da bir değerlendirme raporu var. Sizden zamanınızı alıyorum; ama, bu ek raporun Kutlu Savaş'ın hazırladığı değerlendirme raporunun bir sonuç bölümü var, çok çarpıcı. Okumak istiyorum size; bakın efendim, bu 234 üncü sayfada, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'ın bir değerlendirme raporunun sonuç bölümü. Deniyor ki, ayrıca, MİT raporunda 17.nci sayfada yer alan iddiaların kontrolü de bu vesileyle yapılmış olmaktadır. MİT raporunun 17.nci sayfasındaki bölümde, yeraltı dünyası, hayali ihracat ilişkileri irdelenmektedir ve Kutlu Savaş MİT'e giderek, bu raporla ilgili denetimlerde bulunan kişidir, resmî görevlidir, bu değerlendirme raporudur. Önemle belirtilmelidir ki, bu konudaki iddiaların mesnedi vardı ve MİT yetkilileri bu konuyu etütlerine derç ederken, genel olarak konu hakkında doğru enformasyona dayanmışlardır. Tabiî, 17.nci sayfa içerisinde Mehmet Ağar var, hayali ihracat ilişkileri var ve pek çok şey var ve Kutlu Savaş diyor ki dönemin Başbakanına, evet, ben gittim bu raporu inceledim ve bu rapor, bu iddialar doğrudur diyor. Bakın, bu iddialar doğru denilmesine karşın, hiç kimse hakkında en küçük bir işlem yapılmamıştır. Yani, siz önce şuna karar vereceksiniz, biz yanlış karşısında hesap soracak mıyız. Sonra bir başka karar daha vermek zorundasınız. Kuralın istisna, kuralsızlığın hakim olduğu bir düzenden yana mıyım, ben ne istiyorum; yani, kaos içerisinde mi gelişeceğim ya da kaos içerisinde mi batacağım ya da her şeyi açık seçik ortaya koyup, bu ülkenin önünü mü açacağım, bu kararı vermek zorundasınız. Bunu vermek için, yanlış yapandan hesap sormak zorundasınız. Bu ülkede ne yazık ki, bakın bunların hepsi resmî raporlardır, resmî belgelerdir. Bunları isterseniz Başbakanlık Teftiş Kurulu size gönderir; yani, şu da olabilir; bu adam bunu alırken değiştirmiş de diyebilirsiniz, resmî raporlardır bunlar. İsterseniz onlar size gönderirler. Hiçbir şey yapılmamıştır. Demokrasiyi ne kadar ve nereye kadar istiyorsunuz; bu da çok önemli bir soru karşınızda duruyor. Ya Amerika'daki gibi, yanlış yapan yöneticinizi bütün kimlikleri üzerinden alırsınız, götürüp yargıya teslim edersiniz, adalet onun hakkında gerekeni yapar ya da o kişiyi korumakla kendinizi mükellef sayarsınız, sisteminiz karanlıktadır; bu tercihi de yapmak zorundayız. Bu sadece, bu komisyonun görev alanına giren olaylarla ilgili değil, Türkiye'de pek çok şeyle ilgili bir olay. Cumhuriyet tarihimizde, Osmanlıdan bu yana baktığımızda, 1500'lü yıllardan beri, bizim, tarih anlayışımızda hep iç kavgalar ve iç çekişmeler vardır. Bakın, size bir Kanuni döneminden örnek vermek istiyorum. Kanuni'nin iki tane oğlu vardı; birisinin adı Selim, birisinin adı Mustafa. Mustafa, bir Türkmen anneden doğmuştur, Türk beylerinin desteklediği ve tahta geçmesini çok istediği iyi yetişmiş bir sultandır. Selim ise, Roksalina denilen ve Kırım hanlarının saraya hediye ettiği bir cariye olan, o meşhur Hürrem Sultandır; onun oğludur. Bir sürü entrikadan sonra, Mustafa, Kanuninin gözleri önünde kementçilere parçalatılmıştır ve yerine Selim gelmiştir. Selim babasının öldüğünü öğrendikten üç ay sonra, çok sarhoş durumdadır. Üç ay sonra, bir yakadan bir yakaya geçebilmiştir. O günden bugüne alın; istihbarat faaliyetlerinizi hep başkaları yürütmüştür, kurumsallaşamamışsınızdır. Cumhuriyet dönemine bakın, bu Parlamento, aslında çok şeye hâkim olabilecek bir parlamentodur. Cumhuriyetin ilk yıllarından bir örnek vermek isterim size, Askeri P Teşkilatı diye bir gizli servis kurulur; bu gizli servisin faaliyetleri arasında milletvekillerini izlemek vardır. Parlamento buna çok kızar. Burada gizli tutanaklar var, açıldı bunlar. O dönemin tutanaklarını okursanız, göreceksiniz ki, gizli servisin faaliyetleri burada açık açık tartışılmıştır; yani, cumhuriyeti kuran Parlamento, burada, her şeyin hesabını sormuştur; burada o kadar sert tartışmalar geçmiştir ki, Parlamento milletvekili çıkmış demiştir ki, biz bunlara dünyanın parasını veriyoruz; ama, bunun karşılığında biz ne alıyoruz; bunlar, boş yere şeyler yapıyorlar ve o P Teşkilatı lav edilmiştir; bu tutanaklarda mevcuttur. Bugün, Türk gizli servisi ne yazık ki hesap vermemektedir, özeleştiri yapmamaktadır ve ben inanıyorum ki Susurluk Komisyonuyla ilgili size sunacağı klasörlerce belge, doküman, film, fotoğraf, ses kaydı varken, bunlar buraya ulaşmamıştır. Şimdi, kuvvetler ayrılığı ilkesi varsa; yani, üç aşamalı bir devlet sistemimiz varsa, devlet dediğimiz şey üç aşamaysa, yargıya doğru söyleyeceksiniz; çünkü, devlet, yasamaya doğru söyleyeceksiniz; çünkü, devlet, Başbakana doğru söyleyeceksiniz, kabineye; çünkü, devlet. Peki, ama, buraya gelen insanlar doğruyu söylemiyor; çünkü, diyor ki devlet benim. Peki, kim o devlet? Nerede o devlet? Bu sorunun yanıtı, bence Susurluk Komisyonunun çalışmaları sonucunda açığa çıkacaktır; çünkü, bu Komisyon, bugüne kadar yapılmayan bir şeyi, eğer, sonuca getirebilirse, diğer komisyonlar gibi akim kalmazsa... Gidin, bakın, kadük kalan bir komisyon raporu var Faili Meçhul Cinayetlerini Aydınlatma Araştırma Komisyonunun raporu var. Bakın, o raporda öyle ilginç şeyler bulacaksınız ki, bugün yanıtını aradığınız pek çok sorunun, orada, bir defterler arasında, sarı yapraklar arasında kaldığını göreceksiniz. Oysa, çok değil, bir sene önceki bir komisyon çalışmasının sonuçlarıdır. Millî İstihbarat Teşkilatı’nın ASALA karşısında askerî kanadının böyle bir operasyona girdiği doğrudur. Onu, zaten insanlarda söylüyor. Peki, ama, sonucunda ne olmuştur? Sonucunda, Türkiye yara almıştır. Nasıl yara almıştır? İsviçreli savcılar her şeyi ortaya çıkarmışlardır, dokümanlarında. vardır, isterseniz size de sunarlar. Fransız Gizli Servisi her şeyi bilmektedir. İtalyan Gizli Servisi her şeyi bilmektedir. Ben İtalya'ya gittim, Savcı Marine ile görüştüm. Bu, Mehmet Ali Ağca’nın savcısıdır. Herkes, o meydandan kaçan kişinin Oral Çelik olup olmadığını tartışırken, ben ona dedim ki "Oral Çelik, orada yoktu; Oral Çelik Avusturya'da idi." "Evet, biliyoruz." "Peki, bildiğinizi niye kamuoyuna açıklamıyorsunuz" dedim. "Bizim çalışmalarımız var" dedi. Şimdi, herkes, biz kabuğumuza çekildikçe, bu olayların üstünü örtmek istedikçe, bunların hepsi bizim aleyhimize dönüyor. Bunların hepsi bize karşı kullanılıyor. Ağca dosyasını isteyin ilgili mahkemesinden, yani, Abdi İpekçi duruşmasının görüldüğü mahkemelerden isteyin, İtalya'dan gelen şeyleri okuyun, İtalyan Gizli Servisinin tezlerinden bir tanesi Türk gizli servisi ile KGB'nin ortak olarak Papa'yı öldürtmek istediğidir. Buna herkes gülebilir; ama, resmen raporlarına geçirmişlerdir. Bu savaş içerisinde Türkiye'nin temiz kalabilmesinin tek yolu, her şeyin açık açık tartışılabilmesidir. Parlamentoya güvenmek gerekiyor; ama, maalesef, Türk gizli servis tarihine bakın, Parlamentoya ne yazık ki, güvenen hiçbir gizli servis yoktur; hiçbir gizli servis Parlamentoya güvenmez, bunun çeşitli etkenleri var; mafya üyesi de seçilip gelebiliyor, burada gizli bilgileri başkalarına satacak insanlar da bulunabiliyor; ama, sistemimiz, kendi içerisinde bunlardan ayıklanmayı başaramıyor. Önce bunu başarmak gerekiyor, bu komisyonun önemli görevlerden bir tanesi de, doğuracağı sonuçlardan bir tanesi de bu diye bakıyorum ben. Abdullah Çatlı, Oral Çelik ve diğer insanlar, yurtdışında kullanıldılar. Sonrasında ne oldu? Öylesine bırakıldılar, öylesine... Sanki, hiç kullanılmamışlar, sanki hiçbir şey olmamış, sanki onları orada unutunca...

BAŞKAN - Ama, bize gelen bilgiye göre getirmişler.

TUNCAY ÖZKAN - Evet, efendim, emekli olduktan sonra. Bakın, bazı şeyleri, buraları anlatırken çok yanlış aktarıyorlar. Metin denilen görevli, emekli olduktan sonra, verdiği sözlerin gereğini yerine getirmek amacıyla, hiç görevi yokken, bir gönül borcunu karşılamak amacıyla gitmiş, karşılamış, oradan çıkarmış. Kim, kimi çağırmış? Nasıl görev vermiş? Bakın, bazı şeyleri senaryolarla açıklamanın bir sakıncası var; o da, o senaryolar olayın üzerini kapatıyor. Olayı, sanki olduğundan daha büyükmüş gibi gösteriyor. Yani, Turgut Özal çağırmış... Şimdi bir tane avukat çıktı. Ben o avukatı bu işin meraklısı, irdeleyeni, araştıranı olarak hiç görmemiştim; birden bire birisi kendisini Abdullah Çatlı'nın avukatı olarak ilan etti, sol görüşlü olduğunu söylüyor. Çok ilginç, bu kişi, yanılmıyorsam eğer, bu İmpexbank -İmpexbank demeyeyim, özür dilerim- Önder Aktosun, Nasurullah Ayan'ın avukatlığını da yapmış bir kişi; çok ilginçtir. Bir de, orada, başka bir adam var Doğan Yıldırım diye. O da bu ülkücü hareketin içerisinde bulunmuş, Mehmet Ali Ağca'nın cezaevinden kaçmasını sağlamış insanlardan bir tanesi; o da, avukat, o da saklamadan söylüyor. İki avukatı, tanıyan iki avukatı yan yana koyuyorsunuz, ikisi de Nasrullah Ayan'ın yanında çalışıyor; ne gariptir Nasurullah Ayan, bir dönem bir MİT görevlisi ile birlikte buz fabrikasını devralıyor, devrediyor; bu tür ilişkiler, ne tür ilişkiler de insanlar birden bire ortaya çıkıyorlar, bu öyle değil de böyle, o, çok büyük bir senaryonun parçasıdır gibi konuşmaya başlıyorlar. Yani, neyi biliyorlar ki, bu hangi ilişkiler ki, hangi zincirler ki, bazı şeyleri tam açmak üzereyken, bazı şeyleri tam üzerindeki tozlardan arındırmak gereği doğmuşken ve üzerine gerçekten kararlı bir şekilde gidiliyorken, yeni senaryolarla karşımıza çıkıyorlar. Herkes yeni bir senaryo yaratıyor. Turgut Özal çağırmış, Turgut Özal gizli bir örgüt kurmuş. Ben, Turgut Özal'ın gizli bir örgüt kurduğunu Uğur Mumcu'dan öğrendim. Bir gün Uğur Mumcu ile sohbet ederken, dedi ki "Çankaya Köşküne gizli bir örgüt kurulmuş." "Nasıl bir şey o" dedim. Dedi ki "bir adam geldi bana, Turgut Bey, beni araştırmakla görevlendirmiş." Çankaya Köşkünde gizli servis. Dedim, MİT'ten mi; hayır. Emniyetten mi; hayır, değil. Asker mi; hayır değil; Köşkün gizli servisi. Öyle gerek görmüş, bir gizli servis kurmuş ve bu gizli servise ilk görev, Uğur Mumcu'nun telefonlarını dinleyin, banka hesaplarını kontrol edin, açığı var mı araştırın ve o araştırmayı yapan kişi, Uğur Mumcu'ya gelmiş demiş ki "ben, sizin hakkınızda araştırma yaptım, şimdi utanıyorum; çünkü, sizin gibi bir insanın bu ülkede var olmasından utanç değil, sevinç duydum." Ve daha sonra biz baktık ki, hakikaten, orada bir gizli servis kurulmuş. 1992 yılında o gizli servis -dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'in de açıklamalarıyla sabittir- dağıtıldı, lağvedildi. Şimdi, ülkede bazıları, kuralsızlığı bir genel kural gibi görmeye başlamışlar. Bu devletinizin başından da olabilir, sonundan da olabilir. Şimdi, devletin içerisinde aranan insanlar var; Abdullah Çatlı aranıyor; ama, kimse yakalamıyor. Oysa, herkes onu tanıyor, birlikte göbek atıyorlar. Şimdi, bunu engellemenin bir yolu olmalı. Eğer, biz, bunu engelleyemezsek, zaten, önümüzdeki yıllarda, bu olayların üzerindeki tozların hiçbirisi kalkmaz ve ben şunu söylemek istiyorum: Yani, bugün bu olaylar devletin... Bilmiyoruz demek, bir kere çok ayıp bir şey. Şimdi, siz Sayın Elkatmış, Nevşehir Milletvekili olarak Abdullah Çatlı'yı bilmiyor musunuz? Bilmemek mümkün mü? Bu devletin Dışişleri Bakanlığını yapacaksınız, Başbakanlığını yapacaksınız; bilmeyeceksiniz. Peki, okuma özürlü müsünüz? İşte, 1995 yılında çıkmış kitap, kim neyi bilmiyor da Susurluk kazasıyla birden bire şok oldu, şaşırdı. Herkes, birbirine karşı hangi oyunun içerisinde? Yani, Abdullah Çatlı'nın bu ülkede ne yaptığını, Abdullah Çatlı ile birlikte her tarafta dolaşan insanlar biliyorlar; Abdullah Çatlı’nın kim olduğunu herkes biliyor; herkesin reisi, kumarhanelerde geziyor, otellerde geziyor, herkes hakkında rapor düzenliyor. 3 Kasım'dan 52 gün önce hakkında düzenlenen bir rapor var, kamuoyuna yansıyor, Mehmet Özbay kimliğiyle yansıyor. Ondan sonra insanlar diyor ki "Allah, Allah, Abdullah Çatlı'yı biz bilmiyoruz." Bunu anlamak mümkün değil. Bu, çok yanlış bir tutum. Bu ülkede Dışişleri Bakanlığı yapmış insanların hepsinin bu olaydan haberdar olması lazım; haberdar olmuyorsa, ülke yönetimine talip olmaması lazım ya da Başbakanların bunu bilmesi lazım. Bilmiyorsa, yine, büyük sorun var. Yine, birileri, bizim tanıdığımız, bildiğimiz devlette bir şey saklıyor demektir. Bu da felaket olur. Bakın, işte, burada, bir MİT raporu var. Bunun MİT raporu olduğu da sabittir; çünkü, bu MİT raporu, mahkûm edilmiştir. Neresi tarafından mahkûm edilmiştir; bir yanlış ad koymuşlar. Bir eski generalin, korgeneral yerine orgeneral yazmışlar; o da başka bir oyun. O da, o adam cumhurbaşkanı olmak istemiş, dönemin başbakanı cumhurbaşkanlığına oynuyormuş, MİT arşivlerinde doğru ad olduğu halde, bir şarkıcıyla, türkücüyle neyse, İstanbul'da bir otelde birlikte olmuşlar. Doğru ad olduğu halde, yanlış ad yazılmış. Dava ettiği mahkemeye ve bu davanın sonucunda bunun MİT raporu olduğu kesinleşti; çünkü, o general, tazminat almaya hak kazandı; ama, bu raporun içerisinde adı geçen insanlarla ilgili hiçbir şey yapılmadı. O zaman emniyette müdür olan insanlar, şimdi, bakanlığa kadar yükseldiler. Sizin gizli servislerle ilgili sormak istediğiniz bir şey varsa efendim, Susurluk kazasıyla ilgili bir şey sormak isterseniz efendim...

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Benim açımdan söylüyorum var, 10 dakika sonra çok ciddî bir oylamamız var; yine gelebiliriz. Bu MİT raporu, ki, ikisinin arasında bir süre farkı zannediyorum diyeyim.

TUNCAY ÖZKAN - Tabiî, efendim; 0 1993'tür. Tuncay Bey, 10 dakikamız var, ikisinin yazılmasında

MAHMUT YILBAŞ (Van) - 1993...1995.. İki yıl içerisinde niçin uygulanmadığı konusunda, yani, MİT raporunun, biraz evvel dediniz ya, bir araştırma yaptınız mı ve bir sonuca vardınız mı? Uygulanmama nedeni ne idi?

TUNCAY ÖZKAN - Ayrıca haberler yaptım...

DURMUŞ FİKRİ S.AĞLAR (İçel) - 1987 Kutlu Savaş...

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Kitabın yazılması...

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Hayır, onun söylediği...

TUNCAY ÖZKAN - Ben 1987'de bu raporla ilgili çok haber yaptım. Ben, hatta bir haber yapmıştım benim Mehmet Ağar'la karşılaşmam...

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Sualimi açabildim mi?

TUNCAY ÖZKAN - Estağfurullah efendim. Ben, Mehmet Ağar'la...

MAHMUT YILBAŞ (Varı) - Yani, böyle bir MİT raporu var, kitap da yazıyorsunuz; uygulanmadı. Uygulanmama nedenini...

TUNCAY ÖZKAN - Efendim, ben Mehmet Ağar'la bu raporla ilgili yaptığım bir haber sayesinde tanıştım. Kendisi, Ankara Emniyet Müdürüydü. Bu rapor çıktıktan sonra bir haber yaptım, Cumhuriyet Gazetesinde çalışıyordum. Bu raporda yer alan adlarla ilgili soruşturma açılacak diye yazdım. Beni kendisi çağırdı dedi ki "bu kampanyadır. Bu kampanyaya siz neden müdahil oluyorsunuz.

BAŞKAN - Kim dedi?

TUNCAY ÖZKAN - Mehmet Ağar, 1987 yılında. Dedi ki "sizi kim yönlendiriyor siz bu kampanyaya müdahil oluyorsunuz." Ben de dedim ki "böyle bir rapor varsa, bu raporda adı geçenlerle ve yazanlarla ilgili soruşturma açılması lazım." Ve onunla ilgili olarak ben çok haber yaptım "neden bu soruşturma açılmıyor "diye.

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Şimdi, 1987'de Ankara'da; biliyorsunuz,; ama, zamanın İçişleri Bakanları var, Emniyet Genel Müdürleri var, Başbakan var ve tabiî, en önemlisi Cumhurbaşkanı var.

TUNCAY ÖZKAN - Ben bu kitabımda anlatmaya çalıştım.

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Yani, o raporun içerisindeki bilgileri uygulamama konusunda bir sonuca varabildiniz mi? En azından bir idarî soruşturma dahi, şöyle kısaca bir baktım, idarî soruşturma dahi yapılmamış...

TUNCAY ÖZKAN - Yok efendim.

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Mesela, İçişleri Bakanı...

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - İzin verirseniz, o raporla ilgili bir çalışma yapıldı Sayın Özkan'ın yazdığı haberler doğrultusunda mecburen. Kutlu Savaş, Özal tarafından görevlendirildi. O, bir rapor çıkardı ve arkasından da, Mehmet Eymür, Korkut Eken, Hiram Abas emekliye ayrıldılar; ama, sizin söylediğiniz anlamda cezalandırılan falan filan kimse yok.

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Değerlendirme var.

TUNCAY ÖZKAN - Kitabın içerisine koydum efendim. Bakın, çok ilginç bir şey...

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - O sizin söylediğiniz yok.

TUNCAY ÖZKAN - O, benim şahsî görüşüm.

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Mesela bir sürü isim var, baktım, Hüsamettin Cindoruk bir vesileyle girmiş oraya; niye?

TUNCAY ÖZKAN - Tabiî, bütün bu araştırmalar yapılmış, MİT içinde 4 kişi sadece MİT'ten el çektirilmiş. Diğerleri için de onay istenmiş. Kutlu Savaş demiş ki "lüzum görürseniz bu 17.nci sayfadaki iddialarla ilgili, yani, yeraltı dünyası ve hayalî ihracat iddialarıyla ilgili soruşturma açalım." Ama, böyle bir soruşturma talimatını vermemiş dönemin Başbakanı Turgut Özal. Dün, Hasan Celal Güzel Beyin ne kadar konuştuğunu bilmiyorum.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) -- Yalnız düzeltmek istiyorum, dönemin Başbakanı Turgut Özal değil, o zaman Cumhurbaşkanı olmuştu.

TUNCAY ÖLKAN - Hayır, bu Başbakanlık onayı kendisinin; yani, Kutlu Savaş, Turgut Beye sunuyor.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Tamam.

TUNCAY ÖZKAN - Hasan Celal Güzel Bey o döneme ilişkin çok iyi anlatmış. Benim bu kitapta anlatmak istediklerimi çok güzel dile getirmiş, basına yansıdığı kadarıyla, okuduğum kadarıyla; çünkü, kara para ekonomisi egemen kılınmaya çalışılıyordu. Kara para ekonomisinden kasıt şu idi: Hayalî ihracat. Türkiye'den çok şey çıkmıyor; Türkiye'ye çok şey giriyor diye bakılıyordu. Bugünkü uyuşturucu, güneydoğuda yaşanan terör, bütün bunların kaynağında yatan şey, bu kuralsızlıktır. Pek çok şeyin kaynağında yatan şey, o dönem, kuralsızlıktır. Size bir şey söylemek istiyorum. Bakın, bazı şirketler öylesine kayrılmıştır ki, hakkında soruşturma açılması için şirketler hakkında müfettişler dosyalar düzenlemişlerdir, bu şirketlerle ilgili bekletilme süreleri var; bunların arasında PKK'nın dahi şirketleri var. Yani, hayalî ihracat yapıp para kazanan PKK şirketleri var. PKK bağlantılı adlar var. Türkiye Cumhuriyeti Devletinden para kazanmış adlar var. Bugün, işte, yurtdışında, Sayın Uğur Dündar bir röportaj yaptı ünlü bir uyuşturucu kaçakçısı ve hayalî ihracatçı ile, çok büyük miktarda hayalî ihracat dövizi almıştır Türkiye'de ve orada, şimdi krallar gibi yaşıyor. Bakın, bunların firmaları, mesela, Anadolu Export diye bir firma var. Dosya düzenlenmiş hakkında, demişler ki "ödeme yapmayın." Bu "ödeme yapmayın" talimatı tam 43 ay...

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Peki, o şahıs PKK'yla ilişkili mi?

TUNCAY ÖZKAN - Hayır, o şahsın PKK ile ilişkisini söylemiyorum; burada başka firmalar var, kitabın içerisinde var; kitaba bakarsanız göreceksiniz ve terör örgütleriyle alakalı adlar da var.

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Hayır, sadece sorduğum o idi.

TUNCAY ÖZKAN - Bu, 43 ay bekletilmiş, bu süre dehşet bir süredir; yani, bu süre ve hiç kimse, bu hayalî ihracat olayı ile ilgili, Türkiye'de kara para aklanması olayıyla ilgili ceza görmemiştir Ertan Sert dışında. Bir Ertan Sert, iki sene kadar ceza aldı, yattı, sonra pasaport aldı yurtdışına çıktı; nasıl çıktığını bilmiyorum. Her önüne gelene pasaport vermişler.

MAHMUT YILBAŞ (Van) - .........olarak ilgili servisin tarihiyle beraber burada kullanabiliriz.

TUNCAY ÖZKAN - Tabiî, efendim. Ben, bu yazdıklarımın sahibiyim; yazdıklarımla ilgili her satırın belgesini de sunmaya hazırım efendim.

BAŞKAN - Susurluk olayı demiştiniz de; yani, o konuda böyle spesifik şeyiniz var mı?

TUNCAY ÖZKAN - Örneğin, aracın takip edildiğine dair bir iddia var. Sayın Sedat Bucak ile biz bir röportaj gerçekleştirdik, araçların takip edildiğine dair bir iddiayı dile getirdi. Ben, o iddia üzerine bu araçlarla ilgili bir araştırma yaptım; yani, acaba, gerçekten Susurluk'ta o Mercedesi takip eden başka bir araç var mı? Evet, var. Bir araç var, bir Mercedes var, yine bir Mercedes var Alman plakalı bir Mercedes; ama, kendilerinin arkadaşına ait bir Mercedes; yani, Sami Hoştan'a ait bir Mercedes.

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Yani, o takip ediyor.

TUNCAY ÖZKAN - O takip ediyor arkasından gelen ve olay yerinde benim edindiğim bilgilere göre, Abdullah Çatlı ve Gonca Us'u hastaneye götüren de zaten, aynı kişidir, aynı Mercedes'tir, olay yerinden alıp götüren.

BAŞKAN - Onun dışında edindiğiniz...

TUNCAY ÖZKAN - Bunun dışında, tabiî, spesifik olarak aklıma gelen şey bu.

BAŞKAN - Siz dediniz ki kitabımda yazdığım hususlardaki belgeleri isterseniz verebilirim.

TUNCAY ÖZKAN - "Kıyamet Mahkemesi" ile ilgili. MİT kitabı ile ilgili olarak...

BAŞKAN - Eğer, bize onları verirseniz. Biz sizin kitabınıza gerçekten çok değer verdik, değer verdiğimiz için de çağırdık ve teşekkür ediyoruz böyle bir eser meydana getirdiğiniz için; bize ışık tuttu. Belgeler de kitap denir, nihayetin de kitapta kalır, özellikle Türkiye’mizde. Ama, kitapta kalmaması için, ya işte bir kitap yazmış Tuncay Özkan denmemesi için, eğer, elimizde yazdığınız bu hususların belgesi de varsa, bize verirseniz, dosyamıza...

TUNCAY ÖZKAN - Memnuniyetle; ama, yaklaşık 5 bin sayfayı bulan ve klasörler dolusu bir çalışmadır.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Nasıl olsa, bu, bir kitap olmuştur. Bu kitap tekzip edilmediğine göre bu belgeler, kendisi bizatihi bir belgedir. Şimdi, Sayın Özkan da burada ifadesiyle bunların hepsinin bilgi ve belgeye dayalı olduğunu söylediğine göre...

TUNCAY ÖZKAN - Hepsini sunarım efendim.

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Sayın Özkan, bu Susurluk'tan sonra Abdullah Çatlı'nın eşi Meral Çatlı ile hiç görüşmeniz oldu mu?

TUNCAY ÖZKAN - Hayır efendim, ben görüşmedim kendisiyle.

MAHMUT YILBAŞ (Van) - İsterseniz niye sorduğumu da söyleyeyim. Bize Komisyonumuza verdiği bilgilerle kitabınızda yazılan bilgiler hemen hemen birbirinin üzerine oturuyor. Acaba, dedim ki Fransa'ya gidiş, Fransa'dan geliş ve özellikle pazarlık konusunda, hani bir şeyiniz var ya... Şahsen ben kafamdan geçirdim, kitabı okudum geldim, burada bize bilgi veriyor; çünkü, üç noktayı...

TUNCAY ÖZKAN - Ben Meral Hanımı tanımıyorum; ama, ben, o olaya katılan diğer insanlarla...

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Hayır, hayır, yanlış anlamayın lütfen; yani, görüşüp görüşmediğinizi şu maksatla sordum, o bilgiyi de size verdi mi? Yani, verseydi çok daha kıymetli olurdu...

TUNCAY ÖZKAN - Meral Hanımı, ben o dönemler içerisinde tanımıyordum, bilmiyordum.

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Kazadan sonra...

TUNCAY ÖZKAN - Kazadan sonra da ben kendisine bir muhabir arkadaşımızı gönderdim görüşmesi için; ama, görüşmeyi kabul etmedi.

BAŞKAN - Siz dediniz ki, bu ifadenizin bir yerinde "verilen sözler tutulmadı ve de onlar, dışarıda birtakım operasyonlarda kullanıldı, ondan sonra yüzüstü bırakıldı" dediniz. Halbuki, bize gelen bilgilerde -isim de vereyim- Meral Çatlı dedi ki "işte, biz dışarıda görevimizi ifa ettikten sonra, 1990 yılının şu gününde Türkiye'ye getirildik."

MAHMUT YILBAŞ (Van) - O söylediği Metin Bey, emekli olmuş; bir vefa borcu...

BAŞKAN - Getirildik; tamam Metin Bey getirmiş...

TUNCAY ÖZKAN - Metin Bey getirmemiş.

BAŞKAN - Veya kim getirmiş?

TUNCAY ÖZKAN - Gelmiş dönüyor yani; ama, bize "Getirdiler" dedi. "Geldiğimizde dayalı döşeli, gayet lüks bir ev." Bakınız efendim, ben, o konudaki duyumlarımı da söyleyeyim. Abdullah Çatlı'nın arkadaşları, şimdi, sanki orada şöyle bir hava: Getirmiş, devlet dayamış döşemiş bir ev... Ben bunu anlıyorum onu okuyunca; benim bildiğim bir şey var. O dayalı döşeli evi falan Abdullah Çatlı'nın arkadaşları sağlamışlar kendisine.

BAŞKAN - Biz de onu soruyoruz.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Yani getirenler sağlamış.

TUNCAY ÖZKAN - Getirenler, arkadaşları. Yani, devletin, eğer aksi bir belge görmediğim için söylüyorum; yani, Turgut Özal -ki, avukatı olduğunu iddia ettiği kişinin sözlerinden çıkan sonuç budur- çağırıyor, bir örgüt kuracak, yeni bir çeteleşme hareketinin içine girecek, orada kullanmak üzere çağırıyor ve işte, bir de ev. Benim bilgilerim bunu yalanlıyor efendim. Benim bilgilerim, Abdullah Çatlı'nın Türkiye'ye geldikten sonra, hatta, öldükten sonra, ölene kadar da, öyle çok büyük paralarının olmadığını ve özellikle de kokain alışkanlığı nedeniyle de çok sıkıntılı anlar yaşadığını...

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Tuncay Bey, burada bir çelişki var gibime geliyor, yani, çelişki değil de, vuzuha kavuşması gereken bir nokta var. Devlet, Çatlı ve arkadaşlarını bu operasyonlardan sonra serbest bırakıyor veyahut terk ediyor demiştik biraz evvel hatırlarsanız. Peki, bu terk etmekten sonra doğacak sıkıntıları devlet nasıl göğüsleyebilecekti? Şu bakımdan söylüyorum; Çatlı'nın ve benzeri insanların haleti ruhiyelerini biliyorsunuz. Bunları devlet aleyhine kullanamazlar mı? Dış istihbaratlarda devlet aleyhine birtakım...

TUNCAY ÖZKAN - Anlatmadıkları hiçbir şey kalmamış. Bakın, bir fanusta değiliz, dünya o kadar büyük ki. Ben İtalya'ya gittim, Oral Çelik'in tutulduğu özel cezaevine girmek istedim. İtalyan Gizli Servisi ile iki gün boğuştum. Savcı Marine'ye gittim, rica ettim, dedim ki, "benimle görüştürün, Oral Çelik burada". Gittiğim cezaevi özel bir cezaeviydi. Bakın, ben, Oral Çelik'in, Fransa'da, bugün yok dediği eşini buldum, oğlunu buldum, nasıl yaşadıklarını gördüm.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Nasıl yaşıyorlar?

TUNCAY ÖZKAN - Çok zor durumda yaşıyorlar. Belediye yardımıyla yaşıyorlar. Yani, bugün "benim karım değildir" diyor ya, ben oğlunu gördüm, Yılmaz adında bir oğlu var. Oğluna cezaevinden yazdığı mektuplar var. Ben, bütün bunları gördüm, çektim, yansıttım.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Yani, onu soruyorum, bu insanların bilgilerini ifşa etmesinden devlet kaygı duymadı mı?

TUNCAY ÖZKAN - Efendim, zaten, ifşa edilecek edilmeyecek bir şey kalmamış, aynı paktın içerisindesiniz. Bakın, Sabahattin Savaşman diye bir adam, Amerikan casusu olarak yakalanmış, karşılıklı teessüfleşilmiş. Biz size teessüf ederiz, siz de bize teessüf edersiniz demişler.

BAŞKAN - Oylama başlıyor, ara vermek zorundayız; sonra devam edeceğiz. Kusura bakmayın.

TUNCAY ÖZKAN - Dediğim gibi ben çok yararlandım Meclis komisyonlarından; isterseniz memnuniyetle her şeyi anlatırım.

BAŞKAN - Üçüncü Oturumu açıyorum. Bu kitabın dışında, kitapların dışında bize vereceğiniz bilgiler...

TUNCAY ÖZKAN - Ben, biraz önce Yaşar Beyle sohbet ederken, bunların yurtdışına çıkışları konusunda, yurtdışında ne yaptıkları konusunda... Ben bildiklerimi aktarayım. Oral Çelik, Abdullah Çatlı, Mehmet Ali Ağca yurtdışına nasıl çıktılar. Yurtdışına Abuzer Uğurlu denilen kaçakçıdan alınan pasaportla çıkılmıştır. Bu pasaportları bu kişi sağlamıştır. Abuzer Uğurlu, 80 öncesinde...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Sahte mi pasaportlar?

TUNCAY ÖZKAN - Paraları yetişmediği için -60 bin liradır o zaman- sahte Hint pasaportudur. Bakın, Oral Çelik'le ilgili çok ilginç bir şey vardır. Oral Çelik Bulgaristan'a geçmiştir, Abuzer Uğurlu tarafından orada korunmuştur, özür diliyorum, düzeltiyorum Mehmet Ali Ağca... Bulgaristan'a geçmiştir, orada belirli otellerde kalmıştır sahte kimliklerle.

BAŞKAN - Yalnız, Mehmet Ali Ağca, o zaman, benim bildiğim kadarıyla, sonra bazı şeyleri de var, Nevşehir'den bir pasaportla...

TUNCAY ÖZKAN - Bir pasaport çıkarmıştır... Çıkışı Hint asıllı pasaporttur. Abuzer Uğurlu tarafından kendisine sağlanan pasaporttur. Abuzer Uğurlu, bu pasaportu ülkücü koruma karşılığında kendisine sağlamıştır. Yani, kaçakçılık olayları sırasında ülkücü koruma karşılığında kendisine sağlamıştır. Bağlantıyı kuranlar, o dönem için bu gümrüklere yakın olan ve onlara ülkücü korumayı sağlayan kişilerdir. Yurtdışına çıkışı Kapıkule'den olmuştur. Bulgaristan'da kaldıktan sonra, Bulgarlar tarafından sınır dışı edilmiştir, Kapıkule'ye gelmiştir, Oral Çelik tarafından karşılanmıştır, o dönem Kapıkule'de görevli emniyet görevlileri tarafından Türkiye'de aranmasına karşın yakalanmamıştır, 1 saat sonra bir başka işçi ailesinin aracına bindirilerek Türkiye'den dışarı gönderilmiştir. Bu, avukatının beyanıyla sabittir. Yani, Türkiye'ye iade edilmiştir Bulgarlar tarafından, ama, yakalanmamış ve Avusturya'ya çıkışları sağlanmıştır. Avusturya'ya Abdullah Çatlı ve Oral Çelik'in çıkışları da yine bir ailenin yanındadır, Türk işçi ailesiyle birliktedir, gümrükten böyle geçmişlerdir. Avusturya'da özellikle Almanya'daki ülkücü teşkilatlardan gelen paralarla yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Hatta, Mehmet Ali Ağca Roma'dan kendilerini arayıp Roma suikastını bildirdiğinde Oral Çelik'in kendisine "sen bu işlerin adamı değilsin, bu işin altından kalkamazsın" diye uyarıda bulunduğu da yakın çevreleri tarafından dile getirilmektedir.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Kim uyarıda bulunuyor?

TUNCAY ÖZKAN - Oral Çelik, Ağca'ya... "Sen bu işin adamı değilsin, bu işin altından kalkamazsın, bu işlere bulaşma"diyor.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Oral Çelik de söylüyor bunu.

TUNCAY ÖZKAN - Oral Çelik, Avusturya'da bir işçi ailesinin evinde, Abdullah Çatlı da orada, diğerleri de orada, geçimlerini de Avrupa'daki ülkücü teşkilatlardan gelen paralarla sağlıyorlar. Yani, burada, senaryoları çok fazlalaştırıp, bu gerçekleri saklarsak, olayın çözümünü zorlaştırırız gibi geliyor bana. Yurtdışında bu insanlarla bütün gizli servislerin ilişkisi olmuştur. Bakın, ben kitabı aldım, Sarp Kuray bana anlattı, bir sol örgütün lideri yurtdışında ve diyor ki "biz yurtdışındaydık, Abdullah Çatlı'yla bizim arkadaşlarımız aynı cezaevinde kalıyorlardı, bir Amerikan gizli servis elemanının kendisine gelerek 'bu işi Bulgarlar yaptı; sana kroki göstereceğiz, bir diplomatın evinin krokisini, Papa'yı Bulgarlar öldürttü, sen de bu işi biliyorsun, o krokiye göre yerleri tarif et" diye bana dikte ettirecekler, siz bunu kaçırın, sizin dışarıda gücünüz var, bana karşı koz olarak kullanın, ben cezaevinden çıkabileyim" teklifini bile getirmiş.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Onu anlamadım Tuncay, orasını...

TUNCAY ÖZKAN - Sarp Kuray, bana dedi ki "bizim arkadaşımız cezaevinde yatıyor Abdullah Çatlı'yla birlikte, bir Amerikalı ajan CIA ajanı bunlara diyecekmiş ki...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hangisine?..

TUNCAY ÖZKAN - Abdullah Çatlı'ya... Sarp Kuray'ın elemanı uyuşturucudan yatıyor içeride, birlikte yatıyorlar. Onların dışarıda organizasyonları devam ediyor; ama, Abdullah Çatlı'nın organizasyonu yok dışarıda. Diyor ki "gelecek bu adam bana bunları dikte ettirecek, kabul etmemi ve bu yönde ifade vermemi sağlayacak, siz bu adamı dışarıda kaçırın, bunun bedeli neyse, karşılıklı görüşürüz, bana karşı koz olarak kullanın, öyle dışarı çıkabileyim" diyor Abdullah Çatlı. Bakın artık içeride bile gizli servislerin eline düşmüşler. Bütün bu Fransız gizli servisinin başındaki adam, İtalyan gizli servisinin başındaki adam, İsviçre gizli servisinin başındaki adam, bunların hepsi, bu gizli servisler, bu, Türkiye'nin yurtdışı operasyonuyla ilgili A'dan Z'ye herkesi tanıyor, biliyor, izliyor, gözlüyor; belki bir kısmını da ele geçirdi, kullanıyor.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Şahısları...

TUNCAY ÖZKAN - Şahısları. Benim inancım budur.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Tuncay Bey, şunu aydınlatabilir misiniz yahut da nasıl düşünüyorsunuz bu konuda... Bu insanların, biraz evvel yurtdışına çıkarken pasaportlarını Abuzer Uğurlu'dan elde ettiklerini, dışarıda geçim sıkıntısı çektiklerini, Oral Çelik’in eşini ve çocuğunu gördüğünü...

TUNCAY ÖZKAN - O, daha sonra, cezaevindeyken Oral Çelik...

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Anladım. Yani, bir şeyler anlatmak istiyorum; bunlar, öyleyse çok büyük paralar almadılar.

TUNCAY ÖZKAN - Bakın, bu işte çok büyük paralar almamışlar; yani, ASALA operasyonuyla ilgili olarak talep ettikleri şeyler başka. Türkiye'ye dönmek istiyorlar; bir. Serbest dolaşım hakkı istiyorlar; iki.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Yani, devletin pazarlığı demek ki para üzerine değil. .

TUNCAY ÖZKAN - Bu insanların da pazarlığı para üzerine değil; bunlar Türkiye'ye dönmek istiyorlar. Abdullah Çatlı öldüğü güne kadar, bakın ben bu Meclis koridorlarında Abdullah Çatlı için çok aracılık yapan insanları gördüm, ANAP'lı eski bakanlarla görüşmek için, bunlardan biri Alpaslan Pehlivanlı'dır, burada bu işlerle ilgili olan insanlar bilir, kongre kulisleri için buraya geldiklerini biliyorduk, bunu ANAP'lılar da biliyorlardı.

BAŞKAN - Abdullah Çatlı buraya geldi mi yani?

TUNCAY ÖZKAN - Abdullah Çatlı Parlamentoya geliyordu tabiî, onu tanıyan insanlar da görüyorlardı, biliyorlardı; adamları vardı, aracılar vardı, aracılar burada görüşmek için buralarda insanlarla birlikte dolaşıyorlardı. Alpaslan Pehlivanlı Parlamento çatısı altında dolaştırmıştır kendisi.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Şu pazarlığı bitirsek...

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Hangi pazarlığı?

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Diyor ki devlette... Yani, orayı bir tamamlasak.

TUNCAY ÖZKAN - Devletle pazarlıklarında ana unsur para değildir, para orada yapacakları işin gereğidir. Yani, bir yere ulaşmaya çalışacaklar ve bunlar, kuryelerle taşınmış paralar.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Masraf yani...

TUNCAY ÖZKAN - Masraf... Masraf...

BAŞKAN - Bir de son güne kadar, dedin...

TUNCAY ÖZKAN - Son güne kadar Abdullah Çatlı Bahçelievler katliamı hakkındaki dosyalardan arınıp, kendisini arındıracak insanları aramıştır. Son güne kadar; Ankara'da kulislerinin kaynağında bu yatar.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Türkiye'ye dönebilmek için...

TUNCAY ÖZKAN - Türkiye'ye dönmek bir çabasıdır, Türkiye'ye döndükten sonra da legalize olmak isteği bir çabasıdır; çünkü, etrafında bir teşkilat oluşmuştur, bir güç oluşmuştur.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Peki, biraz önceki konuşmanızda Turgut Özal'ın Çatlı ile görüşmeyi talep ettiğini, Çatlı'nın bunu reddettiğini söylediniz...

TUNCAY ÖZKAN - Burada açıklayamayacağım bir ANAP yöneticisi, eski bir ANAP yöneticisi Turgut Özal'ın bu talebi kendisine ilettiğini...

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Peki, böyle birtakım talepleri olan Çatlı niçin böyle bir görüşmeyi reddetsin?

TUNCAY ÖZKAN - Turgut Özal'ın son dönemde yaptığı çalışmaları Abdullah Çatlı ve arkadaşları hainlik olarak değerlendiriyorlardı. Özellikle güneydoğu politikasını tasvip etmiyorlardı, bana söylenen şey budur.

BAŞKAN - Peki, Turgut Özal'ın dışında başka ANAP'lı yöneticiyle de görüştü mü?

TUNCAY ÖZKAN - Benim bildiğim kişi Alpaslan Pehlivanlı'dır; zaten, televizyona çıkıp kendilerini açıklıyorlar; bunlardan bir tanesi Gökhan Maraş'tır; bunlardan bir tanesi eski Şanlıurfa Milletvekili Murat Batur'dur. Bunlar, zaten televizyonlara çıkıp kendilerini söylediler, kendilerini açıkladılar o dönemde biz bu görüşmeleri biliyorduk; ancak daha başka kimseyle görüşüp görüşmediği konusunda bir bilgim yok.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Tabiî, biraz daha işi büyütmek lazım; çok dar bir perspektiften baktık ve bu konuşmaların sonucunda Abdullah Çatlı'yı sadece Türkiye'ye dönmek için gelen bir zavallı konumuna büründürdük.

TUNCAY ÖZKAN - Döndükten sonra kim, niçin kullanmak istedi?

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ona gelmek istiyorum; bir de, tabiî, sizin, hem kitabınızdaki o çok birikimden sonra şunu da analiz edebilir misiniz: Bu insanlar yurtdışında tesadüfen bulunan insanlar değiller, yurtdışına çıkarken de senin söylediğin gibi, ülkücü koruma karşılığında Abuzer Uğurlu'dan başka kişiler daha var...

TUNCAY ÖZKAN - Daha sonra uyuşturucu bağlantılarla aynı yollarla geçmiş, para kazanma isteği...

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Evet... Bunlarla ilişkilerini, yani 12 Eylül öncesini de bir irdelemek lazım, onunla ilgili bilgileriniz varsa, onu da aktarın.

TUNCAY ÖZKAN - Abdullah Çatlı -Sayın Başkanım beni düzeltsin yanlış biliyorsam- Nevşehir'in iyi ailelerinden birinin çocuğudur; değil mi efendim? Ailesi Nevşehir'in varlıklı ailelerinden biri sayılabilir. Böyle bir insan Ankara'ya geliyor, Ankara'da bir siyasî oluşumun içine giriyor, cinayetlere bulaşıyor ve İstanbul'a çekiliyor, saklanmak için; İstanbul'da ve Avrupa'da onun yaptığı şey şudur: Ona reis lakabının takılmasının sebebi şudur: O Anadolu'dan gelen herkesi kendisinin yandaşı olan başka yerlerde suç işlemiş herkesi kolunun altında bulunduran, tutan, onlara sahip çıkan, onlara para bulan bir insandır; onları besleyen, evinde yatıran...

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - İdam edilen Mustafa Pehlivan'ın ifadesinde diyor ki "ben ve arkadaşlarımın hapisten kaçırılması için üç buçuk milyon lira para toplandı, Abdullah Çatlı bu parayı kaçırılmak için harcamadı, gitti İstanbul'da kuyumcu dükkânı açtı" diyor.

TUNCAY ÖZKAN - Ben onu bilmiyorum, yani, o olay... Kuyumcu dükkânı açtığına dair bir bilgim yok.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Kuyumcu dükkânıyla ilgili burada da teyit eden ifadeler verildi.

TUNCAY ÖZKAN - Ben, Abdullah Çatlı'nın İstanbul'da çok sayıda kişiyi koruduğunu kolladığını, baktığını, beslediğini biliyorum; onların yurtdışına çıkışlarını, saklanmalarını sağladığını biliyorum; yurtdışında da bu tutumunu devam ettirdiğini biliyorum.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - 12 Eylülden önce peki devletle ilişkisi var mı; MİT'le ya da herhangi bir gizli örgütle...

TUNCAY ÖZKAN - Bu konudaki duyumlarım, benim teyit ettiğim, çok sağlam şeyler değil; ancak, bir şekilde bu bağlantıların olduğu şeklinde; yalnız, bu, dediğim gibi, benim kitabıma bu konuda bir şey koymadım; çünkü, çok teyitli bir şey değil. Dediğim gibi insanlar sizi yönlendirmek isteyebiliyorlar, elimde bu konuda bir belgem bilgim yok. Yalnız, şunu söylemek isterim, Abdullah Çatlı eğer İstanbul'daki koruma kollama işlerinde başarılı olamasaydı, bu insanlara, Anadolu'dan gelen ve suç işlemiş insanlara evini açmasaydı, Avrupa'da ve daha sonra ünü buraya kadar yükselmezdi, ona reis demezlerdi, etrafındaki oluşumu sağlayamazdı. Bunu ona sağlatan bir maddî gücün olması lazım, bunu ona sağlatan bir çevrenin olması lazım.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bu, maddî gücü nereden buluyor?

TUNCAY ÖZKAN - Bu maddî güç, demin de söyledik ya, bir ülkücü kitle var, bir de sol kitle var, her ikisi de korumalık yapıyorlar, bir kısmı Dündar Kılıç ve diğer insanların, o dönemin ünlü kaçakçılarının korumalığını üstlenmiş, bir kısmı Abuzer Uğurlu gibi bir dönemin ünlü kaçakçılarının korumalığını üstlenmiş. Bakın bu konuda devletin elinde raporlar vardır. O raporları isterseniz, 12 Eylül öncesinde kimlerin kimler için çalıştığına dair, yeraltı dünyasının hangi kanatlarının koruduğuna dair MİT'in ve kaçakçılık istihbarat dairesinin raporları vardır; o raporları isterseniz orada çok net bir şekilde belgelerde görürsünüz. Mesela Paşa Güven diye bir insan vardır. Paşa Güven yurtdışında uyuşturucu işi yapmıştır, buradan kaçakçıların gidip gelmesini sağlamıştır, koruma görevi yapmıştır ama sol ideolojiyi benimser. Bakın onun karşısında bir Abdullah Çatlı vardır; sağ ideolojiyi benimser, aynı yollardan geçmişler, gene uyuşturucu batağı var, gene kaçakçılık var, gene kaçakçılarla ilişkiler var.

DURMUŞ FIKRI SAGLAR (İçel) - Peki, 12 Eylüle gelişte bunların kullanılması...

TUNCAY ÖZKAN - Ben kullanıldıklarına inanıyorum. Yani, bir gücün, Türkiye'yi kim 12 Eylüle getirmek istiyorsa, bunun içerisinde yurtdışı güçler de vardır, kullanıldıklarına inanıyorum.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Aynı güçler yurtdışında ve daha sonra, 90'dan sonra Türkiye'de aynı kullanmayı devam ettiriyorlar mı?

TUNCAY ÖZKAN - Bu Susurluk kazasından sonra ortaya çıkan, bizim daha önce bildiğimiz, izlediğimiz gerçekler şunu gösteriyor ki, kumar... Bakın, uluslararası kara sektörün üç tane aracı var: Birisi uyuşturucu, birisi terör birisi kumar. Kumar sizin kara paranız için lazımdır, uyuşturucu finans için lazımdır, tetikçilik sizi korumak için lazımdır.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bir daha... Bir daha... Tuncay..

TUNCAY ÖZKAN - Uyuşturucu, kumar ve terör örgütü. Uyuşturucu para için lazım, kumar aklamak için lazım, silah da gücünüzü tescil etmek için lazım. Bunlar olmadan bir güç simgesi olamazsınız. Bunların üçünü bir araya getireceksiniz... İşte ne yapmışlar? Döndükten sonra üçünü bir araya getirmişler. Nasıl getirmişler? Kokaine bulaştırmışlar adamı.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Kim getirmiş bunları?

TUNCAY ÖZKAN - Bu güç arayışında olan insanlar. Bakın Sami Hoştan diye bir adam var. Türkiye'de kimse Sami Hoştan'ı bulamıyor, sorguya çekemiyor. Kardeşim senin Abdullah Çatlı ile ilişkin neydi sen ona kokain sağlar mıydın, sen onunla niye bu ilişkiye girdin, sen onu koruma olarak kullandın mı kumarhanelerinde, sen onu Ömer Lütfü Topal'a koruma olarak verdin mi ya da onun oluşturduğu grubun içindeki insanlara koruma olarak verdin mi, kaç para karşılığında bu işleri yaptın, o verdiğin kokainler karşılında para aldın mı, niye ona kokain veriyordun diye sormuyor. O adam nerede şimdi?

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Kokaini niçin veriyor, kullanması için mi?

TUNCAY ÖZKAN - Kokaine alıştıran ve kokaine sürükleyen kişilerin başında bu Arnavut Sami dedikleri adam geliyor.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bunun peki devlete olan ilişkisini nasıl kuruyorsunuz.

TUNCAY ÖZKAN - Şimdi, bakın, bir karar vermişsiniz, 80'de demişsiniz ki, ben terörü terörle bitireceğim ASALA denen terör örgütüne karşı bir terör ortaklığını yaratmışsınız. Büyük hata... Seçim hata, uygulama hata, elinize yüzünüze bulaşmış, her şey açığa çıkmış, savcılık belgelerine girmiş, bütün Avrupa'dan protesto edilmişsiniz; zaten, yurtdışında gizli servis ağınız o kadar güçsüz ki, o kadar bağımlısınız ki, her şey size dış gizli servisler tarafından aktarılıyor.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Servis, servis yapıyor.

TUNCAY ÖZKAN – Servis, servis yapıyor tabiî.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Uluslararası gizli servislerde birbirlerine servis yapma şeyi var.

TUNCAY ÖZKAN - Anlaşmalar var, karşılıklı anlaşmalar var; NATO çerçevesinde yüzlerce istihbarat geliyor. Sizin yurtdışındaki ağınız o kadar zayıf ki, bir şey yapamıyorsunuz.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Oradan gelen bilgilere mahkûmsun diyor yani.

TUNCAY ÖZKAN - Siz, 84'ten sonra güneydoğunuzda bir yangınla karşılaşıyorsunuz, terör yangını; bitirmek için, gene bir başka yanlış ve hatalı yolu seçiyorsunuz. Bir grup oluşturuyorsunuz. Bu grup yargılıyor, infaz ediyor, suçluyor, takip ediyor, izliyor; bir yetkisi var mı? Yok. Sizin yasalarınızda böyle bir şey var mı? Yok. İşte, faili meçhul cinayetleri araştırma komisyonunun raporunu alın okuyun. Her satırı bu grubun yaptığı, işlediği olaylarla doludur. Türkiye'nin nasıl bir batağa, nasıl bir karanlığa çekildiğinin belgeleri, kanıtları onun içinde var. Geçici köy korucuları ilan etmişsiniz, özel harekât timleri kurmuşsunuz; özel harekât timlerinin içerisinden özel adamlar seçmişsiniz; bu özel adamlara özel görevler vermişsiniz; ama, bunların kontrol mekanizmasını elinizden kaçırmışsınız. Hizbullah'ı getirmişsiniz, PKK'ya karşı kullanmışsınız güneydoğuda, sonra kamplar kurmuşsunuz, o kamplarla ilgili açıklama yapan devlet görevlilerini almışsınız, sürmüşsünüz, yok etmişsiniz. PKK'ya dirensin diye bir terör örgütü yaratmışsınız, büyük şehirlere sızılmış, İslamî Hareket Örgütü adı altında bir sürü insanı katletmiş, engelleyememişsiniz, kontrolden çıkmış... Bütün bunlar, Türkiye'de yapılmak istenilenle ortaya çıkan şeyin korkunçluğunu gösteriyor. Terörle mücadele yapalım, ne yapalım? PKK'nın para kaynaklarını keselim, nasıl keselim? Devlet ne yapar, bende belgesi var, size sunabilirim, devlet demiş ki şu şu şu firmalara ihale vermeyin, bunlar sakıncalıdır demiş. Tamam... Peki, devlet şunu demiş mi, al bu listeyi eline, git bunların kapısını çal, gel, bir kısmına haber ver para al kurtul, bir kısmını al götür sokak ortasında infaz et bırak... Böyle bir şey var mı? Bakın Gestapo İkinci Dünya Savaşı öncesinde yapmış; almış, insanları öldürmüş, cebine de bir kartvizit bırakmış, gelen adam da naylonu çekmiş, hiç soruşturmamış atmış; bu Gestapo tarafından öldürülmüştür demiş. Ya devletinizin adını belirlersiniz, o devlet faşisttir ya devletinizin adını belirlersiniz o devlet demokratik devlettir. Bunun ikisinin arasında bir yerde olamazsınız, olursanız, böyle bataklığa çekilirsiniz. Türkiye'nin içine düştüğü durum terör belasından kurtulmak için bir başka terörün batağına çekilmektir. Nedir o? Şimdi, bir insanı yetkiyle donatacaksınız, diyeceksiniz ki, kardeşim sana yetki verdim, git Tuncay Özkan'ı evinden al, sorgula, yargıla, sonra da infaz et; sonra, bu adama, beş on iş yaptıktan sonra, diyeceksiniz ki kardeşim artık yapma, ben seni oradan aldım güneydoğudan, Diyarbakır'dan aldım sizi Edirne'ye veriyorum. Edirne'ye gönderdiğiniz adamı o parayı tattıktan sonra, o gücü tattıktan sonra durdurabilir misiniz? İşte, bugün karşımızda olan sorun budur. Bakın 60 bin tane özel tim var, bu giden insanların altı yıl orada kaldıktan sonra batıya gidenleri var, bir tanesi batıda duramıyor, bir tanesi karakol polisliği yapamıyor; bunlar Türkiye'nin acı gerçekleri.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - 6 bin civarında...

TUNCAY ÖZKAN - Özür dilerim 6 bin civarında.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Tuncay Bey şunun cevabını verebilir misiniz? Böyle bir karar alınmış; teröre karşı terör vesaire... Bu yanlış tabiî de böyle bir karar alınmış. Niye böyle bir ihtiyaç duyulmuş ayrıca, bu işi yaparken, kendi bünyesindeki adamlarla yapma yoluna gitmemiş de...

TUNCAY ÖZKAN - Bakın, ateşi kimse eliyle tutmaz, herkes bir maşa arar.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Personeli...

TUNCAY ÖZKAN - Peki ama, o personel şimdi... Abdullah Çatlı personel olmadığı halde bu kadar büyük gürültü kopuyor.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - İşte, personeli olsa, emir komuta içerisinde bizim insanlarımız daha itaatkâr bir davranış içerisinde iş yapmazlar mıydı?

TUNCAY ÖZKAN - O zaman devletinizin adını değiştirmeniz gerekiyor. Bu bir rejim sorunu haline gelir.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Evet rejim sorunu haline geliyor; bir. Dışarıda yapıyorsun, dışarıdaki ülkelerle devlet sorunu haline geliyor.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - O cevabı istiyordum sizden.

TUNCAY ÖZKAN - Rejim sorunu haline gelir. Yani, ülkenizin dışındaki demokratik sıfatı...

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Yani, biz o sıfatı korumak için, o sıfata uygun hareket etmediğimiz halde, bu sıfatı...

TUNCAY ÖZKAN - Şimdi, çok net bir şey var, kimsenin bir şey saklamadan çok net konuşması lazım. Bakın, 2000 yılına gidiyoruz. Türkiye'nin aydınlanması için, net ortaya konulması gereken bazı şeyler var, kimsenin kimseden saklaması gereken bir şey yok. Artık, bu aydınlık yolun önündeki karanlık neyse o temizlenecek. Bakın, Uğur Mumcu katledildi. Uğur Mumcu'nun hangi bombayla katledildiğini bilebiliyor muyuz?

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - C4 diyorlar...

TUNCAY ÖZKAN - C4 RDX... Hangi ülke üretmiş? Raporun üçüncü sayfasında Çekoslovak diyor, eklerinde Amerikan diyor. Şimdi, hangisine inanalım biz, hangisine inanacağız!.. Batman'daki Gercüş'ün Sekili, Çiçekli'de bulunan Hizbullah kamplarında kim eğitim vermiş, kim açıklamış, o açıklayan adam ne olmuş sonra, Hizbullah'la ilgili Diyarbakır'da ilk operasyonu yapan ilk emniyet müdürüne ne yapmışlar? Sonra, İstanbul'a bunca silah nereden gelmiş? Kim o silahları taşıyor? Nasıl silahlanmış bu insanlar?

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sayın Özkan, peki, ben kestirmeden bir soru sorayım: Çete var mı Türkiye'de? Yasadışı örgütler devletle bağlantılı mı?

TUNCAY ÖZKAN - Yasadışı örgütler devletle bağlantılı olmasaydı, Susurluk kazasında insanlar bu kadar infiale kapılmazlardı. Parlamentoya geleceksiniz, bir sayın milletvekiline, ya sen beni eskiden beri tanıyorsun, tanıyorum, ama sen beni başka bir adla tanıyorsun... Buna komedi derler. Böyle şey olur mu? Ben, adamı Mehmet Özbay olarak tanırdım, bir teröristi yakalamakla görevli bir adam diyor ki, ben o adamı Mehmet Özbay olarak tanıyordum, İstanbul'da Mehmet Beyle bir kere yemek yedim... Sizin komisyonunuzda ifade vermiş. Ama, biz fotoğrafları çıkardık, şıkır şıkır da oynuyordu. Üstelik kirvelik yapmış. Bakın, benim bir önerim var: Bu işleri böyle sürdürmek yerine Parlamentonun yapması gereken bir şey var; bu insanlara itiraf etme olanağı tanınmalı, Türkiye bu itiraf etme olanağını tanımadığı için, yıllar öncesinde, benim televizyonda yaptığım bir haberde Oral Çelik'in avukatı söyledi, bu insanlarla ilgili, bakın adaletli olmayabilir, ama, hukukî bir çözüm bulunabilir; nedir o? Ceza indirimi. İnsanlar itiraf etsinler; o karanlıklar böylece kalmasın, aydınlansın. Kim kimi ne yapmış, ben bir sürü faili cinayetle ilgili isim biliyorum; bugün bu insanlar dolaşıyorlar, kamu vicdanı sızlıyor, Türkiye'nin karanlıkları aydınlanmıyor. Yapılması gereken şey, bu insanlara itiraf etme olanağının sağlanmasıdır. Bir tanık çıkıyor, diyor ki, ben Oral Çelik'i -ben adamı televizyona çıkardım- tam 16 yıl önce gördüm diyor, orada arabanın yanında Yavuz Çaylan'ın yanında duruyordu, Mehmet Ali Ağca geldi ateş etti diyor, hatta arabaya doğru yöneldi, o oradan bağırdı tamam, tamam başı düştü... Hadi dedi, diyor ve diyor ki bana bir yer bulun, ben sığınayım, gideyim ifade vereyim, kendimi anlatayım, böyle bir yer çıkmıyor bu ülkede... Bu, acı veren bir şey değil mi? Bu ülkenin karanlıkları aydınlanabilir mi? Uğur Mumcu olayında bir adam çıkıyor, diyor ki "ben gördüm şu adamdı" diyor, yüzündeki yara izlerini tarif ediyor, o kişiler teşhis ediliyor, tutanak tahrifatları ortaya çıkıyor. Ondan sonra, bu adam hakkında 80 küsur tane 90 tane tanık var, hiçbirisi. hakkında dava açılmıyor yalancı tanıklıktan, bir tek bu adam hakkında dava açılıyor yalancı tanıklıktan; böyle şey olur mu? Ondan sonra Fikri Beyin sorduğu soruya yanıt: Türkiye'de çeteler devletin bağlantısı var mı? Sizce yok mu? Vallahi en iyisini siz biliyorsunuz, bu komisyon biliyor; Türkiye'de hiçbir organ bu kadar, yani belirli çevrelerin dışında hiçbir organ bu kadar bilgiyle yüklenmedi.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Kaldı ki, biraz evvel söylediğiniz gibi, birçok kişi de doğru beyan, ya da yeterli beyan vermedi.

TUNCAY ÖZKAN - Yalan...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Vermese de biz onu fark ediyoruz.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Şimdi, ben bir şey daha söylemek istiyorum. Tabiî, yani sizin de yapmış olduğunuz analizden bir çetenin olduğu ortaya çıkıyor ve bunların siyasî şapkaları da var. Yani, üstelik rejimi de yönlendirecek derece güçlü siyasi şapkaları da var. Peki bunları parası nereden? Biraz evvel dedin, uyuşturucu, para; kumar da o parayı aklama mekanizması. Ne zaman kumarhaneler Türkiye' de legal hale geliyor?

TUNCAY ÖZKAN - Dünyanın en büyük kumar cenneti Türkiye'dir. Amerika'da yok... 46 tane kumarhanenin olduğu başka bir ülke yok.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hangi 46?.. 112 tane.

TUNCAY ÖZKAN - Ben 46 tane resmî rakamını söylüyorum.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) -112 tane...

TUNCAY ÖZKAN - 112 tane. Böyle bir ülke yok dünya üzerinde. Böyle bir ülke yok. Birisini bununu yanıtını vermesi lazım.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bir başka şey daha soracağım, komisyonla ilgili de görüşlerinizi aktarır mısınız?

TUNCAY ÖZKAN - Şimdi, bugün, Parlamentoda bulunan insanların birkaç tanesi hakkında gidin narkotik şubeye sorun, çocukları hakkında; gidin bağlantıları hakkında, bir sürü belge elde edersiniz.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Kimler hakkında?

TUNCAY ÖZKAN - Pek çok insan var, yani, ben, Parlamento çatısı altında milletvekili sıfatıyla...

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - O zaman 550 kişiyi...

TUNCAY ÖZKAN - Hayır... Hayır... Onlar, devletin kayıtlarında var. Bugün akrabası yakalanmış bir tanesinin, çocuğu yakalanmış Van'da uyuşturucu taşırken. Yani, bunlar var... Bakın, hayalî ihracattan sanık insanlar bakanlık yaptılar.

HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Mesela...

TUNCAY ÖZKAN - Mesela Mehmet Ali Yılmaz. Bakanlık yaptılar Türkiye'de...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - O şirket bana ait değil diyor...

TUNCAY ÖZKAN - Evet o şirket ona ait değil, o şirketin hisselerini devretmiş; o şirketi de başka, kendi şirketlerine satmış, şirketteki hisselerini ve o şirketin, bakın, Türkiye Cumhuriyeti devletinde ticaret sicil dosyası kayıp, yok o şirketin ticaret sicil dosyası; yani, son ortaklar genel kurulunun kimin kime devrettiği yok. Sonra, o komisyonun başkanı bir rapor alıyor eline, götürüyor diyor ki böyle bir şey var; bu adamlar uyuşturucu kaçırıyorlarmış, bilmem ne yapıyorlarmış, kaçakçılık istihbarat dairesinde böyle bir duyum var, böyle bir bilgi notu geldi bana diyor, ya karıştırma fazla diyor. Eğer devlet böyle yönetilirse, böyle olur.

HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Peki, bir başka şey sorabilir miyim ben; Türkiye'de çok uzun süredir terörle mücadele veriliyor...

BAŞKAN - Arkadaşlar, bitmek üzere, son konuşma, Tuncay Bey'in kitabında zannedersem her şey var.

TUNCAY ÖZKAN - Hepsi var.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - "Oral Çelik çok kötü bir durumda yaşıyor" dedin.

TUNCAY ÖZKAN - Oral Çelik kötü bir durumda yaşıyor demedim. Fransa'da eşi, Oral Çelik İtalya'da cezaevindeyken, oldukça kötü durumdaydı.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Şimdi, buraya geldi, dört ay ceza aldı, dört aydan sonra bütün davaları düştü. Buraya gelmesi belli bir güvence neticesinde miydi?

TUNCAY ÖZKAN - Şimdi, size, silah ruhsatı için telefon etme cesaretini gösterdiğine göre, belirli garantiler ve güvenceler var. Kendine güvenerek buraya geldi.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Şimdi, Mercedes'le dolaşıyor yalnız.

TUNCAY ÖZKAN - Altlarına veriyorlar işte.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Kim veriyor?

TUNCAY ÖZKAN - Bunları daha önce kim kullandıysa o veriyordur ya da bugün, onların yarattığı rüzgârdan kim yararlanmak istiyorsa o veriyordur; çünkü, Türkiye'de bir mafya düzeni var. Çek senetlerini tahsil edebilmek için adalete başvurmuyorlar Türkiye'de insanlar, mafyaya başvuruyorlar. İhale almak için ihaleyi veren yerlere gitmiyorlar. Burada İnci Baba diye bir adam vardı, koruması tarafından vuruldu ve öldü, devletin resmî kurumlarından ihale alan kişiydi. İhaleleri o dağıtıyordu; İnci Baba. İşte, sizler sayın bakanlarsınız.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Evet, beni, benim odamda tehdide kalkışmıştı.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ülkücü ideoloji ve ona mensup olan kişiler mi devleti sarmış diyorsunuz.

TUNCAY ÖZKAN - Şimdi, Türkiye'de, bugün ne yazık ki, sahipsiz kalan kitlelerin büyük kısmı ülkücü ve bu işleri yapanların büyük kısmı ülkücü; ama, solcular da var. Dev-Yol davasında yargılanmış adam bakıyorsunuz İstanbul'da bir büro açmış, çek senet tahsilatı yapıyor ya da kendisini tarikatçı olarak "ben Fatih'in devamıyım, Fatih'in torunuyum" diyen çember sakallı insanlar, bellerinde silahlarla çek senet tahsilatına gidiyorlar. Bakın, bu ülke, böylesine büyük bir kaosun içinde yaşıyor. Sokaklar bunlarla dolu. Bir probleminizi çözmek için adalete başvurduğunuzda 10 yıl sürüyor, mafyaya söylüyorum.

DURMUŞ FIKRI SAGLAR (İçel) - Ben solcuları korumuyorum da sen ülkücüleri koruyorsun Yaşar Topçu ya. Niye koruyorsun daha anlamadım.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Korumuyorum, siyasî kamp meselesi değil onu başvurduğunuzda 10 saat sürmüyor.

BAŞKAN - Başka soru var mı?

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Çember sakallı deyince sesini çıkarmıyorsun, ülkücü deyince sesini çıkarıyorsun. Koruma, koruma.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Ben hiç kimseyi korumuyorum. Ben suç işleyeni, ahlâksızlık yapanı... Bana göre, hırsızın, ahlâksızın, caninin sağcısı solcusu olmaz, Kim yaptıysa o.

BAŞKAN - Yaşar Bey, 1 dakikamız var, Sayın Dilekcan bir soru soracaklar.

HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Türkiye'de silah ticareti var mı? Türkiye'nin terörle mücadeledeki silah ihtiyacına yönelik, mafyanın o hususta devamı noktasında bir etkisi var mı?

TUNCAY ÖZKAN - Şimdi, mafyaya hiç gitmeyin. Bakın, uluslararası silah satan, legal yoldan silah satan kuruluşlara gidin bakın.

HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Ben mafyayla ilgili olarak.

TUNCAY ÖZKAN - Olmaz olur mu? Olmasa, Topal Cinayetinde kullanılan, Ömer Lütfi Topal Cinayetinde kullanılan o iki silah nereden gelmiş? Türkiye'ye nereden girmiş? ..

HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Türkiye'de çek senet tahsilatından bahsettiniz. Çek senet tahsilatında şahıslar kendi güçleriyle mi yatırıyorlar...

TUNCAY ÖZKAN - Örgütlü olmadan hiçbir şey yapamazlar,

HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Ben şunu almak istiyorum: Kendi sivil örgütleriyle mi yatırıyorlar, devlet komut güçleriyle mi?

TUNCAY ÖZKAN - Emniyet Genel Müdürlüğünün polis istatistiklerine, suç istatistiklerine baktığınızda, her sene yüzlerce polisin, onlarca polisin çek senet tahsilatı işiyle uğraşırken yakalandığını görüyorsunuz.

HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Ben zabıtlara geçsin diye soruyorum.

TUNCAY ÖZKAN - Ben sizin söylediklerinizi teyit eder nitelikte söylüyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Tuncay Bey.

TUNCAY ÖZKAN - Ben, size, ayrıca, Uğur Dündar'ı dinlemenizi de tavsiye ederim. Özellikle Uğur Dündar'ı.

HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) - Öyle diyorsunuz da savcı dinlemiş "bilmiyorum bir şey" demiş.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Dinleyebiliriz; fakat, onun bir sözü var, "telefon numaralarını vereceğim" demiş devlet güvenlik mahkemesine ifadesinde. Vermiş midir?

TUNCAY ÖZKAN - Vermiştir efendim. Vereceğim demişse hiçbir şeyi saklamaz.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, bizde yok.


BAŞKAN - 19 Şubat 1997 Çarşamba günü saat 13.00'de toplanmak üzere toplantıyı kapatıyorum.